Aslında bu konuyu olayın yıldönümü olan 17-18 temmuzda yazacaktım fakat Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılı nedeniyle yazdığım yazılar araya girince, konuyu biraz gecikmeli olarak ele almak durumunda kaldım. 17-18 Temmuz 1937’da, çok eski bir yerleşim yeri olan Bismil’in Yukarı Salat köyü yakınlarında, yakın tarihimizi ilgilendiren önemli ve önemli olduğu kadar da trajik bir olay, bir katliam yaşanır. Dersim hareketinin feryadına yetişmek isteyen Şeyh Abdurrahim ve on dört arkadaşı, belirtilen bölgede içeriden gelen bir ihbar üzerine pusuya düşürülmüş ve dava arkadaşlarıyla birlikte buğday tarlasında yakılarak öldürülmüşler. Bu olaya o dönemde tanıklık etmiş yerel kaynaklara da dayanarak yaşandığı tarihi süreç, öncesi-sonrasında Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve olayın oluş şekli bir bütün olarak incelendiğinde, makûs tarihimizin ne kadar acıklı ve karanlık halkalarının olduğu daha açık bir şekilde anlaşılacaktır.

Bismil olayını, bu grubun lideri konumunda olan Şeyh Said’in küçük kardeşi Şeyh Abdurrahim’i tanıtmakla başlamanın, olayın mahiyeti ve öneminin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Erzurum Hınıs’ta ikamet eden Şeyh Mahmut Feyzi’nin yedi erkek çocuğu vardı: Said, Bahattin, Diyaddin, Necmettin, Mehmed Tahir, Mehmed Mehdi ve Abdurrahim.[1] Abdurrahim Şeyh Mahmut Feyzi’nin küçük oğluydu, “1897’de Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar köyünde dünyaya gelmiş ve annesi Anzarlı Şeyh Mehmed’in kızı Asiye hanımdır.”[2] Şeyh Mahmut Feyzi, Palo’dan Hınıs’a göçer ve orada bir köy satın alarak hayvancılık ve ticaretle uğraşmış ve Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce orada vefat etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı başladığında, peyderpey Erzurum da dahil olmak üzere Serhat bölgesi büyük oranda Rusların denetimine geçmeye başlar. Bölgedeki hükümet yetkilileri özellikle Kars, Erzurum ve Van civarındaki büyük nüfuslu aileleri bölgeden uzaklaştırmak istiyorlar, bu amaç doğrultuda binlerce Kürd aile ve aşiret mensubu bölgeden uzaklaştırılır. Bu ailelerin büyük çoğunluğu Batı illerine sürülür, Şeyh Mahmut’un ailesi de ilişkileri vesilesiyle Kolhisar’dan Diyarbakır’ın Eğil nahiyesine bağlı Piran’a (bugünkü Dicle’ye) giderler ki o zamanlar tenha bir köydü. Savaş bitikten sonra ailenin büyük kısmı Kolhisar’a dönerken, Abdurrahim Piran’dan evlendiği için orada kalır.

Dedesi Şey Ali Paloyî, Kürdistan’ın ileri gelen alimlerinden biriydi, Mevlana Halid-i Kurdî tarafından bölgedeki Nakşibendi tarikatının postnişini olarak tayin edilmişti. Nakşibendi tarikatına bağlı olarak yaşadığı Bismil’in Çılsıtun köyönde bir medrese kurmuştu ve burada ağırlıklı olarak Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki medreselerde ders verecek dersiamlar eğitiliyordu. Aile eskiden beri Kürdistan’daki eğitim faaliyetlerini büyük önem veriyordu, Şeyh Said’in kendisi de bu medreselerde yetişmişti ve daha sonra yetiştiği bu medreselerde dersiam olmuştu. Şeyh Said’in küçük biraderi Abdurrahim de, ağabeyinin öğrencisi olarak bu medreselerde yetişmişti, iyi derecede arapça ve Kürdçenin iki lehçesini; Kurmanci ve Dımıli’yi (Zazaca’yı) iyi bilirdi.

Abdurrahim Piran’dan evlendiği için Savaş sonrasında da artık orada kalır. Abdurrahim Piran eşrafından Zülfî Ağa’nın kızı Medine Hanım’la evlenmiş. Daha sonra Medine Hanım’dan üçü erkek ve ikisi de kız olan beş çocoğu olur; Zülküf, Mahmud Feyzi, Şahabeddin ve kızları Şefika ile Asiye.[3] Şeyh Abdurrahim daha sonraları ikinci bir evlilik daha yapmış ve ikinci eşinin adı da Zuhre Hanım’dır.

Cigerxwin, 1925 hareketinden sonra karşılaştığı Şeyh Abdurrahim’i şöyle tarif ediyor: “Şeyh Abdurrahim, ten rengiyle esmer biriydi, yüzü eskimiş pürüzlü taş rengine benziyordu. Alnının kırışıklıkları insana korku veriyordu, yüzünden ve çehresinde yiğitlik damarları görünüyordu.”[4]

1925 Kürd milli hareketi, henüz gerekli hazırlıklar tamamlanmadan, Şeyh Said’in küçük kardeşi Şeyh Abdurrahim’in ikamet ettiği Piran’ı ziyareti esnasında, 8 Şubat’ta 1925’te Diyarbakır merkeze bağlı küçük bir jandarma birliğinin müdahalesi sonucu düşünülen zamandan önce başlamış oldu. Diyarbrkir’deki Kürdistan İstiklal Komitesi şube başkanın olan Doktor Fuad ve arkadaşları tarafından olayı kontrol etmek amacıyla bazı girişimlerde bulunulduysa da başarılı olunamadı, artık ok yaydan çıkmıştı. Şeyh Said Efendi artık sadece bir ruhani lider değil, başlayan hareketin siyasi lideri ve bütün Kürt güçlerinin başkomutanıydı artık. Şeyh Said ve beraberindekiler ilk olarak Dara Hênî (Genc’i) ele geçirdiler, Modan aşireti reisi Faki Hasan da kaymakam olarak tayin edildi. Hareket kısa bir süre içerisinde Kuzey Kürdistan’ın geniş bir alanına yayıldı, birçok ilçe ve il yönetimleri Kürdlerin kontrolüne geçti. Hedef toplanan bütün güçlerle Diyarbekir’i ele geçirmek ve Diyarbekir ele geçirildikten sonra bağımsız bir Kürd devleti ilan edilecekti.[5]

Hareket Piran’da Şeyh Abdurrahim’in ikamet ettiği yerde başladığından dolayı, kendisi baştan son kadar hareketin farklı aşamalarında komutan düzeyinde kuzey cephesinde yer almıştır. “Şeyh Said’in kardeşi Abdurrahim, Maden’i aldı (29 Şubat), Siverek’ten Şeyh Eyüp ve 500 adamının yardımıyla önemli bir kasaba olan Eerxanî’yi aldılar ve güneye ilerleyip en önemli hedef olan Diyarbekir’i kuşatmak istiyorlardı.”[6] Hanili Salih Bey ile birlikte komuta ettikleri Kürd güçleri, 7-8 Mart günü şehir merkezini ele geçirmek için yeni bir hamle girişiminde bulundular ancak başarıya ulaşamadılar. Bu hengamede farklı yollardan içeri girebilen bazı küçük gruplar da istenen başarıyı sağlayamamış. Bu arada Cumhuriyet yönetimi Fransa’yla yapmış olduğu anlaşmayla, kısa bir süre içerisinde trenle Suriye üzerinden bölgeye yeni asker göndererek Diyarbekir şehir merkezi ve çevresindeki tahkimatı güçlendirip saldırıya geçince, bölgedeki Kürt kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalır.

Kürd kuvvetleri ve liderleri, merkezi ve stratejik bir öneme sahip olan Diyarbekir’de hedeflenen amaca ulaşamadığından, denilebilir ki buradaki kırılma, Kürd cephesi içerisinde de bir kırılmanın oluşmasına neden oldu. Diyarbekir cephesinde yaşanan kırılmaya, mühimmat yetersizliği, hareketin askeri ve siyasi lider kadrosu arasında ortaya çıkan anlaşmazlık ve ayrışmalar, aşiret liderleri ve nüfuslu diğer ailelerin verdiği destek sözlerini yerine getirmemesi, gerekli dış desteğin da sağlanamaması eklenince başkaldırı hareketi hedeflenen amaca ulaşamamış. Bundan sora Şeyh Said ve beraberindeki komuta heyetiyle Serhad bölgesine, Cibran aşiretinin yoğun olduğu Muş ve Gimgim (Varto) kazası kırsalına çekilirler.

Burada bölgedeki örgüt liderleri ve aşiret reislerinin iştirakiyle geniş katılımlı bir değerlendirme toplantısı yapılır. 11 Mart’ta Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Abdullah kuvvetleri tarafından Gımgım (Varto) denetim altına alınır ancak yaklaşık iki hafta sonra tekrar hükümet güçlerinin kontrolüne geçer. Böylece Doğu ve Batı cephelerinde artarda alınan yenilgiler, hareketin lider kadrosunun önemli bir kısmında başarısızlık ve umutsuzluk havasını oluşturur. Yapılan değerlendirme sonucu, İran’a geçip oradan hareketi sürdürme düşüncesi çoğunluk tarafından desteklenir. Geçişi daha az bir riskle sağlayabilmek için grup iki kısma ayrılır. Bunun için gerekli hazırlıklar yapılırken, 15 Nisan 1925 günü Şeyh Said ve beraberindeki grup Çarbihur bölgesindeki Abdurrahman Paşa köprüsünden geçerken, Binbaşı Kasım ve adamları, Şeyh Said’i ile yanındakileri etkisiz hale getirip tutuklayarak Türk askeri birliğine teslim eder. Bu aşamadan sonra bir kısım Kürd kuvvetleri Şeyh Ali Rıza ile birlikte İran’a geçer ve Şey Abdurrahim ve amcası Şeyh Mehdi’nin de içinde bulunduğu diğer bir kısım Kürd savaşçıları da önce Hat’ın alt kısmına ve oradan da Güney Kürdistan’a geçerler. İçeride kalanlar ise, farklı bölgelerde küçük gruplar halinde Ağrı hareketi başlayana kadar çete savaşını sürdürürler. Bu yazının esas konusu 1925 Kürd milli hareketinin değerlendirmesi olmadığı için, burada diğer cephelerdeki gelişmelere ve hareketin ayrıntılarına girmek istemiyorum. Önümüzdeki yazıda, Şeyh Abdurrahim ve Şeyh Mehdi’nin Güney Kürdistan’da bulundukları dönemden, 1928’de Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkardığı affa kadarki dönemi değerlendirmeye çalışacağım.

(Devam edecek)

2

  1. 1928 affı ve Şeyh Said ailesinin Kuzey Kürdistan’a dönüşü
Şeyh Ali Rıza

Şeyh Said ve arkadaşlarının yakalanmasından sonra kardeşi Diyadin, Selahattin ve Gıyasettin de Sipkan ve Hesenan aşiretleri bölgesinde bulunan Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ve beraberindekilerin yanına giderler. Ali Rıza, Şeyh Said Efendi ile hareketin diğer önde gelen kadroları arasında ilişkiyi sağlayan önemli bir elçi ve aynı zamanda belirtilen bölgenin siyasi-askeri sorumlusuydu. Bölgede buluna Azadî örgütü sorumluları ve taraftar aşiret reisleriyle yapılan değerlendirme toplantısı sonucunda İran’a geçiş kararı alınır. Şeyh Ali Rıza yaklaşık 140 kişilik bir gurupla beraber 4-5 günlük bir yürüyüşle İran’a iltica etmek üzere[7] Doğu Kürdistan’a geçerler ve burada geçici olarak sınır bölgesindeki bir ordugahta tutulurlar. İran yetkilileri ve Kürd savaşçılar arasında, silahların İran’a teslim edilip edilmemesi üzerine çıkan tartışma arbedeye ve sonra da silahlı çatışmaya dönüşür. Kürdler İran askerleri tarafından yayılım ateşine tutulur, sonuçta Şeyh Diyadin ile birçok Kürd savaşçısı öldürülür, Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Giyasettin de yaralanır. Burada yaklaşık altı ay cezaevinde tutulurlar ve ondan sonra serbest bırakılırlar. Serbest bırakıldıktan sonra, İran’a güvenmedikleri için kısa bir zaman içerisinde Güney Kürdistan’a geçerek Seyit Taha’nın yanına giderler.

Şeyh Abdurrahim ve Şeyh Tahir ise beraberlerindeki savaşçılarla beraber Palu bölgesi ve Çiyayê Sipî mıntıkasına çekilerek 1926 yılının ortalarına kadar bölgede savunma pozisyonunda kalırlar. Şeyh Mehdi de birçok Kürd siyasetçisi, aydını ve aşiret lideri gibi Hat’ın alt tarafına yani Fransa’nın egemenliğinde olan Güney batı Kürdistan’a geçer. Oradan da Güney Kürdistan’a geçerler, o zaman Rewanduz’da kaymakam olan Seyit Taha’yla görüştükten sonra, 1926’nın ilk aylarında Musul’a giderek oraya yerleşirler. “Şeyh Mehdî, Musul’da bulunan Kürdistan İstiklal Cemiyeti’nde yönetici konumunda yer almış ve aktif olarak çalışmış.”[8] Daha sonra Şeyh Ali Rıza ve beraberindekiler de İran’dan Güney Kürdistan’a geçerek onlara katılmışlar. Irak’a geçtiklerinde zamanın hükümet yetkilileri tarafından yaklaşık bir buçuk yıl Bağdat’ta mecburi iskana tabi tutulmuşlar. Bu süreçte savunma bakanı olan Nuri Said’in desteğiyle Selahattin’in askeri okulda okumak üzere kaydı yapılır.

Yukarıda da değinildiği gibi, 1925 hareketinde yaşanan yenilgi sonucunda, ilgili ilgisiz, devlete destek veren aşiret ve aileler de dahil olmak üzere büyük bir tutuklama ve sürgün furyası başlatıldı. Sağ kalan ve tutuklanmayan Azadî kadroları ve savaşçıların önemli bir kısmı Güney ve Güney Batı Kürdistan’a geçerken, bir kısım savaşçı guruplar da bulundukları bölgelerin kırsalına çekilerek savunma pozisyonunda kendilerini korumaya çalışıyorlardı. Sürgün edilenlerin de bir kısmı sürgün yerlerinden firar ederek Hat’ın dibine kaçıyordu.

Bu hengamede Fransa mandası altındaki Suriye’de toplanan Kürd siyasi kadroları, aydınları ve aşiret liderleri bir taraftan durum değerlendirmesi yaparken diğer taraftan da toparlanma ve yeniden örgütlenebilmenin çabası içerisindeydiler. Bu arayış ve çalışmaların ürünü olarak, 5 Ekim 1927’de Lübnan’ın Behemdun kentinde Xoybûn adıyla yeni milli bir örgüt kurulur.  Xoybûn’un tüzüğünde örgütün amacı şöyle açıklanmış: “’Cemiyetin maksadı, Türkiye boyunduruğu altında bulunan Kürdistan ve Kürdlerin tahlisi (kurtuluşu) ve hududu tabiiye ve milliyesi dahilinde Kürdistan’ın bağımsızlığını sağlamaktır.”[9] Toplantıya katılanlardan bir olan Ahmedê Abdurahman Ağa, Armanc’ta yayımlanan dizi röportajlarında, Kuruluş kongresine katılanların listesini şöyle sıralamaktadır: “1- Celadet Bedirhan Bey, 2- Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, 3- Vanlı Memduh Selim, 4- Doktor Şükrü Mehmed, 5- Fehmi Bey (Şeyh Said’in katibi), 6- Kamil Efendi (Irak’ta mülazım),  7- Kerim Efendi (Irak’ta mülazım), 8- Tevfik Efendi (Türkiye’de mülazım idi) 9- Haco Ağa (Hevêrkan aşireti reisi), 10- Eminê Ahmed ( Raman aşireti reisi), 11- Bedreddin (Hebizbin aşireti reisi), 12- Bozan Beg, 13- Mustafa Şahin (ikisi de Berazan aşireti reisi), 14- Ahmedê Abdurahman Ağa (Şahin Ağa’nın oğlu), 15- Abdullah Cizrevi.”[10] Değişik kaynaklarda Xoybûn’un kurucu kadroları ve aktif üyeleriyle ilgili farklı görüşlerin de olduğunu belirtmemiz gerekir. Şeyh Ali Rıza’nın adı bu listede olmasına rağmen, kendisi fiilen kongreye katılmadığını, Şeyh Mehdi, Fehmi Bey ve diğer birkaç arkadaşı gönderdiğini ve program üzerinde anlaşmadıkları için Xoybûn’dan çekildiklerini belirtiyor.[11]

Xoybûn kurulduktan kısa bir süre sonra, yaptığı hazırlıklar doğrultusunda birbirinden kopuk ve dağınık halde kırsalda bulunan ve zaman zaman Türk askerleriyle çatışmaya giren savaşçı gurupları uygun stratejik bir bölgede toparlayıp, örgüt tüzüğünde belirtilen amaç doğrultusunda yeniden mücadeleyi başlatmak istiyor. Bunun için belirtilen stratejik bölge Ağrı dağı ve savaşı örgütlemek üzere de Yüzbaşı İhsan Nuri görevlendirilir. İhsan Nuri anılarında diyor: “1927’de yirmi süvari Kürd ile Türkiye’ye girdim ve ta Erzurum’un yakınındaki Hınıs’a kadar giderek Türkiye güçleriyle çatışmaya girdim.”[12]

 Kürtler cephesinden kısaca bahsettiğimiz ve etmediğimiz bütün bu gelişmeler yaşanırken, 1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti, “Takriri Sükûn Kanunundan” kaynaklı ki bu 1925 Kürd Milli ayaklanmasına katılanlar da dahil bütün suçları kapsayan bir af çıkarmaya hazırlanıyordu. sözkonusu af kanunu, 23 Kasım 1927 Tarihine kadar Diyarbakır, Elazığ, Bitlis, Hakkari, Mardin, Urfa, Siirt, Doğu Beyazıt ve Malatya illeri ile Besni, Hınıs ve Kığı kazalarında ikamet eden şahısların eylemlerini kapsıyordu. “Hatta o vakit böyle bir af çıktı ki Şeyh Said hareketine iştirak edenlere mahsustu. Birçokları harekete katılmadığı halde iştirak etmiştik dedi.”[13] Hazırlanan af kanunu 9 Mayıs 1928’de ilan edildi. Şüphesiz izlenen Kürd politikası çerçevesinde, yaşanan süreçte böyle bir affı çıkartmanın amacı az çok açıktı; genç Türkiye Cumhuriyeti bu af kanununu ilan etmekle üç temel amacı hedefliyordu: Bu konuda var olan uluslararası baskıları azaltmak, Hat’ın ötesinde ve Güney Kürdistan’da yeniden faaliyete geçen Kürd kadrolarını içeri çekerek kontrol altına almak ve de Ağrı’da yeniden boy veren Kürd ulusal hareketinin önünü kesmekti.

Şeyh Mehdi

Kürdler de bir vesileyle geçici de olsa yerlerine ve yurtlarına dönmek, halkına ve sahipsiz kalan ailelerine kavuşmak istiyorlardı. Affın ilanından sonra, Selahattin hariç Şeyh Said ailesinin hemen hemen tamamı geri döndü, çünkü Selahattin o zaman orada askeri okulda okumaktaydı. “Af çıktıktan sonra, Şeyh Mehdi ve kardeşi Şeyh Abdurrahim de kuzey Kürdistan’a döndüler, Palu ve Piran mıntıkasına giderek orada yerleşirler. Şeyh Mehdi Wışkıla köyünde, Şeyh Abdurahim de koyê Sipî’ye yakın Sêrîn köyünde yerleşir.”[14] Şeyh Ali Rıza ve beraberindekiler ise Hınıs’a yerleşirler.

(Devam edecek)

 Kaynak: https://www.rudaw.net/turkish/opinion/27082023

[1] Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü, 4. Baskı, Anka Yayınları, İstanbul, 2003, s. 33

[2] Feyzi Bilgin (Abdurrahimoğlu), Yakılan Şeyh, Ekovizyon Yayıncılık, 2006, r. 231

[3] Feyzi Bilgin (Abdurrahimoğlu), Yakılan Şeyh, Ekovizyon Yayıncılık, 2006, r. 231

[4] Cîgerxwîn, Jînenîgarîya Min, APEC, 1983, r. 177 (Lutfî Baksî arşivinden)

[5] Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü, 4. Baskı, Anka Yayınları, İstanbul, 2003, s. 38

[6] Martîn Van Bruinessen, Ağa Şeyh ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Özge Yayınları, r. 357

[7] Dılşad Fırat & Dılhat Fırat, Şeyh Said Oğlu Şeyh Ali Rıza Hatıraları: Babam Şeyh Said, 40 Kitap Yayınları, s. 27

[8] Malmîsanij, Şêx Mehdî (Şêx Meydî), Vate, nr. 3 (23) Zimistan 2004, r. 51

[9] Rohat Alakom, Xoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 32

[10] Ehmedê Abdurehman Axa, Şoreşa Şêx Seîd, Çûna Me Ya Iraqê, Avakiri­na Xoybûnê, Armanc, no: 91, Sweden, 1989, r. 4

[11] Dılşad Fırat & Dılhat Fırat, Şeyh Said Oğlu Şeyh Ali Rıza Hatıraları: Babam Şeyh Said, 40 Kitap Yayınları, s. 57

[12] Rehim Şinoyi Mahmutzade, General İhsan Nuri Paşa, 2. Baskı, Sitav Yayınları, Van, 2016, s. 28

[13] Dılşad Fırat & Dılhat Fırat, Şeyh Said Oğlu Şeyh Ali Rıza Hatıraları: Babam Şeyh Said, 40 Kitap Yayınları, S. 82

[14] Malmîsanij, Şêx Mehdî (Şêx Meydî), Vate, nr. 3 (23) Zimistan 2004, r. 54