1908-1914 yılları arasında Kürd dili üzerine çalışmalar

Dönemin süreli veya süresiz Kürd yayınlarına baktığımızda, bu süreçte Kürd dili alanında yapılan çalışma ve tartışmalar iki konuda yoğunlaşmıştır; Kürd diline uygun bir alfabe, Kürdçe eğitim ve Kürdçe eğitim için materyal oluşturmaktı. Bu alandaki ilk adım, Harputlu Ömer Avni tarafından 1317 (1900) yılında yazımı tamamlanan “Kavaid-i Lisan-ı Kürdi” adlı kitapla atılmıştır. Yazarın yakın arkadaşı olan Kemaleddin Harputî’nin 25 Eylül 1317 (8 Ekim 1901)’de kitaba yazdığı önsözde; “Alanında önemli bir eğitim gören değerli eğitimci, Arapgir Rüştiyesi öğretmeni Ömer Avni Efendi, esasen kendisi de Kürt olduğu için, Sultan’a bağlı memleketlerde Kürtler’in yaşadığı yerlerin ilkokullarında ders programlarına alınması düşüncesiyle, Kavaid-i Lisan-ı Kürdi konusunda ilk defa özel bir broşür hazırlamıştır.”[1] Kavaid-i Lisanı Kürdi, “1318’de yazılmış ve 1328 (1910)’de resmi ruhsatla Ma’muret’ül Aziz’de El- Hac Hurşit Efendi matbaasında bastırılmış 48 sayfalık bir eserdir.”[2]

Bundan sonra bilinen ikinci çalışma ise, bundan önceki yazıda bahs edildiği gibi, Halil Hayali’nin çalışmasıdır. Bu çalışmaların yanı sıra, çeşitli kaynaklarda bu süreçte yapılmakta olduğu söylenen çalışmalar da vardır ancak bahsedilen çalışmalar ve eserler bugüne kadar da bulunamamıştır. Örneğin Diyarbekirli Pirinççizade Feyzi Bey’in Kurd Teavün ve Terakki Gazetesi’ne göndermiş olduğu mektupta; “Aktepeli Amdurahman Efendi’nin[3] Kürd diliyle bir tarih yazmakta olduğunu ve saygıdeğer edebiyatçı Ziya Efendi’nin de, on yıllık araştırmalarının ürünü olmak üzere müsveddesini hazırladığı “Kürdçe atasözleri”, “Dilbilgisi” ve Kürdçe sözlüğü yakında yayınlanacağını”[4] belirtmektedir.

Kürdçe alanındaki çalışmalar İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan Kürd cemiyetlerinin çalışmaları ve bu cemiyetlere bağlı yayınlanan Kürd mecmua ve gazeteleri aracılığıyla hızlanmıştır ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar bu tartışmalar çok boyutlu olarak devam etmiştir. İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti ve cemiyetin yayın organı olarak çıkartılan Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, Kürd Neşri Marif Cemiyeti, 1912’de kurulan Kürd Talebe Hêvî Cemîyetî ve bu cemiyetin yayın organı olarak çıkartılan Rojî Kurd ve Hetawî Kurd dergilerinde yoğunlaşarak devam etmiştir. İlk etapta tartışmalar Kürdçe eğitim ve alfabe üzerinde yoğunlaşmış olup Kürd Teavün ve Terkki Cemiyeti’nin üyesi ve aynı zamanda cemiyetin yayınladığı gazetenin yazarı olan Babanzade İsmail Hakkı, Kürd dilinin geliştirilmesi, andilde eğitim-öğretimin çocukların gelişimi üzerindeki etkisini, dil ile eğitim ve öğretimin birbirinden ayrılamaz ilişkisini şu cümlelerle ortaya koymuştur: “Kürd kendi dilinde çeşitli bilim ve teknikler üzerine eserler bulsa ve Kürdçe öğretim yapılan bir okula devam etse, kuşku yok ki daha çabuk yetişir, öğrenimi daha eksiksiz olur ve Osmanlı ailesinin daha değerli bir parçası olur.

Önce bu dilin bir dilbilgisi kitabı, bir de sözlüğü yapılsın. Ondan sonra Kürd halkının tarihi kaleme alınsın. Daha sonra da, ne kadar dağınık ve yazılmamış şiirler ve edebi eserler varsa, hepsi derlenip yazılsın. Dilin temeli böylece atılır…. Özetçe, milletin selametinin birinci temeli eğitim ve öğretimdir; eğitim ve öğretimin anahtarı ise dildir.”[5] Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi (KTTG)’inin ilk sayılarının yayınlanmasıyla başlayan tartışmalar, daha sonra yayımlanan dergi ve gazetelerin sayfalarında da devam etmiştir. Konuyla ilgili tartışmalara baktığımızda, yeni tarzda bir alfabenin oluşturulması ve bir dilbilgisi kitabının hazırlanması konusunda genel bir konsensüs vardır. Ancak oluşturulacak yeni alfabede Arap veya Arami harfleri mi yoksa Latin harfleri mi benimseneceği konusunda farklı görüşler ve öneriler ortaya çıkmıştır.

Bu konudaki tartışmalar ve arayışlar sürerken 1913’e gelindiğinde, yeni yayına başlayan Rojî Kurd’ün daimi yazarlarından olan Süleymaniyeli Mesud yazısında, mevcut alfabenin öğrencileri ve öğretmenleri oldukça zorladığını, okuma-yazmayı hızlandırmak için bu alfabenin değiştirilmesi gerektiğini açık bir şekilde dile getirir. “Otuz üç harf için iki yüzden faz­la şekilli hareketsiz olarak talebeye öğretmenin gerek talebeyi ve gerekse muallimi ne kadar çaba ve gayrete sevk edeceği açıktır. İşte, genel ca­hilliğin bundan geldiği sabit oluyor. Bunun çaresi ise eğitimin baş­langıcında mevcut şekillerden her bir harf için yalnız bir şeklin seçimi ve diğerinin terk edilmesiyle müm­kün olabiliyor.”[6] Rojî Kurd’ün aynı sayısında yayımlanan yazısında Abdullah Cevdet de, “En fazla bir ay içinde yedi-sekiz yaşında bir çocuğun okuma yazma­yı, okuduğunu doğru okumayı öğrenmesine müsait olan harfleri esas itibarıyla kabul ve şimdiye ka­dar kullanılan harfleri terk etmek gerektiğini”[7] belirtir.

Kürdçe alfabeyle ilgili tartışmalara dönemin “İlimlerin Genelleştiril­mesi ve Harflerin Düzenlenmesi Cemiyeti” de katılarak İslami bir çerçevede şu öneride bulunur: “Bizim geri kalmamızın en esaslı nedeni harflerimizin eksikliğidir. Bu ko­nuda şimdiye kadar çeşitli görüş­ler önerilmiştir. Bir kısmı Latin, Ermeni ve İslam harflerinin kabul edilmesi görüşünde bulunmuş, bir bölümü de bunu zararlı görerek genel olarak İslam âleminin kullan­makta olduğu Arap harflerinin dü­zenlenmesi görüşünü gerekli gör­müşlerdir.…

Kürdçe için de böyle olduğu sizlerce her­kesten çok bilinir. Kürdçenin keli­melerini ve sesin çıkış şekillerini, Arap harfleri dışındaki harflerle yazmak, Kürdçeyi bozmak demek­tir. İşte bu ve bunun gibi büyük ve esaslı nedenlerden dolayı, İslami milletler için yabancı harfleri ka­bul etmek uygun olmaz; risklidir. Görülüyor ki mümkün olmaz demi­yoruz, uygun olmaz diyoruz. Çün­kü milliyet ve İslamiyet için fena olması düşünülmezse, mümkün olabilir. Şu halde Arap harflerinin tamamen İslami milletlerin dille­rini yazabilecek biçimde düzenlen­mesi kalır.”[8] M. S. Azîzî imzasıyla tartışmaya katılan Mehmed Salih Bedirhan ise, “Beni sürekli düşündüren bir sorun var idi ki o da Kürdçe için yeni bir kolay okuma ve yazma araştırmak ve hazırlamaktı. Ben, beni cidden meşgul eden bu düşünce ile uğraşırken “Genel Aydınlanma ve Harflerin Düzenlenmesi” cemiyetinin bu konudaki yeni elifbasının ilgimi çektiğini gördüm. Bu elifbanın herkesten çok biz Kürdlere uygun olacağına inan­dığım için bu konuda fikir ve kalem mücadelesi veriyorum. …

Harfleri Düzenleme Cemiyeti asıl harflerimizi kabul ediyor. Yalnız bildiğimiz otuz iki harfe, sekiz harf daha ilave ediyor.

Tartışmaya katılan İsmail Hakkı Babanzade, Kürdçeye uygun yeni bir alfabe düzenlemenin çok gerekli olduğunu ancak bu değişikliğin mevcut Arap alfabesi üzerinde yapılmasının şart olduğunu belirtir. “Birinci vazife, Kürdçe hakiki ve sade bir yazı dilini vücuda getir­mektir. Arap harfleriyle yazılacak bu dil, yazım için Arap alfabesinde bazı değişiklikler yapmayı gerekti­rir.

Kürtçeye uygun alfabe düzenle­mek için şimdiye kadar birçok te­şebbüsler oldu. Birçok numuneler tertip edildi. Bunlardan birini, en iyisini Kürdçenin özellikleri ve ih­tiyaçlarıyla uyumlu olanı oy birliğiyle tereddüt­süz kabul etmelidir.

Kürdçe bu noktada diğer dillere nazaran ulaşılması daha çok kolay ve avantajlı olacaktır. Çünkü diğer diller gibi harf şekillerine bağlı bir gelenek sabıkası, bir taraf edilmesi müşkül bir alışkanlık geçmişi yok­tur. Okumaya başlayacak çocuklar hemen yeni harfler ile Bismillah çekerek başlamış olacaklar. Ma­mafih Arap alfabesini kabul etmek şart ve hatta mevcut Arap alfa­besine nazaran kapalı addedilen bazı şekiller yeni ve tuhaf şeyler­den uzaklaşmak gereklidir. Arap alfabesinin hali hazır neden biraz daha basit bir şekli kafidir, çünkü nihayet Kürd, şark ailesinden ay­rılamaz, Arnavut Latincileri taklit etmek cinayettir.

İkinci nokta, Kürtçeye en çok lazım olan kitapları yazmak. Me­sela dilbilgisi ve bilhassa bir lügat kitabı hazırlamaktır. Bunun ehem­miyet-i fevkaledesini [yüksek öne­mini] izaha lazım görmem. Bunlar olmayınca ne tahsil, ne eğitim ve öğretim sistemi, hiçbir şey oluş­maz.”[9]

Geçen yazıda da bahsettiğimiz gibi, Kürd dili alanındaki çalışmalarıyla bilinen Halil Hayalî, “Ziman” (Dil) başlıklı makalesinde dile getirdiği “Kürdler bugün neye muhtaç?” sorusuyla dahil olduğu tartışmada dille ilgili şu önerilerde bulunmuştur:

“1- Hızlı bir şekilde okuma ve yazmayı sağlayacak harfleri belirlemek, 2- Yeni tarzda bir alfabe hazırlamak, 3- Kürd dilinin tamamını kapsayacak bir kamus (sözlük) hazırlamak, 4- Kürd dili için bir sarf ve nahv hazırlamak,”[10]

Bu tartışmalar sürecinde Kürd dili, alfabesi ve lügatının oluşturulmasıyla ilgili ilginç bir öneri de Serbestî gazetesinin sahibi ve yazarı Mevlanzade Rıfat’tan gelir. Yazar, Kürd diline dair çalışmaları, aynı zamanda milli uyanışın gayesi ve temel bir unsuru olarak değerlendirerek, dil ve yazıyı olmazsa olmaz tamamlayıcı unsurlar olarak görmekte. Yazıyı belletmek için de mutlaka eski harflerin ıslah edilmesi gerekliliğini dile getirerek, bu alanda diğerlerinden farklı olarak Urartu kavminin devamı olmamız hasebiyle onların kullanmış olduğu “Ordu” alfabesini ıslah edip kullanmayı önermektedir. “Evvela Kürdleri uyandırmak, onlara varlıklarını, hayat haklarını tanıttırmak, ilerlemesini sağlamak için dil gerekir. Dili ıslah ve genelleştirme, maksada hizmet kılmak da yazıyla olur. Kürd dilini hakkıyla yazıya dökmek, kolayca bellemek ve belletmek için de eski harflerimizin (yazımızın) yani “Ordu” harflerinin ihya ve ıslahı lazım… Bugün kullandığımız harfler ile dilimizi zaptedemeyiz. Bununla birlikte gayemizin takibi zor ve faydasız olur. Eski harflerimizi ihya ve ıslah edebilirsek ve harfler ile ilkel durumda bulunan kavmimize, yeni kurallar dairesinde okuma ve gramer kitaplarıyla bir kamus (lügat) hediye edebilirsek, gayemize ulaşabilme yolu açılmış olur.”[11]

Kendisi de Hêvî Cemiyetî kurucularından biri olan Kadri Cemil Paşa, sözkonusu olan dönemdeki alfabe tartışmaları konusunda şöyle diyor: “Latin harflerinin kabulünü, ilk olarak 1913 tarihinde İstanbul’da posta memuru ve Hêvî Cemiyeti üyelerinden Diyarbekirli Faiz Bey, Hêvî Cemiyetine önermişti. Doktor Abdullah Cevdet Bey de Arap harflerinin Kürt lisanını tamamıyla ifade etmediğini söyleyerek bu harflerin Latin harfleriyle değiştirilmesi gerektiğini belirtmişti.”[12]

1914’ün ilk yarılarında, Birinci Dünya Savaşı başlamadan evvel, dönemin siyasi iktidarını elinde bulunduran İttihat ve Terakki’nin yoğun baskısı altında, bu çalışmaların yürütüldüğü cemiyetler kapatılmış ve bunlara bağlı tüm matbuat (basın) faaliyetleri de dönemin siyasi iktidarı tarafından durdurulmuştu. Böylece Kürd dili tartışmalarının sürdürülmekte olduğu bu yayın organları ve bağlı oldukları cemiyetlerin kapatılmasıyla bu süreç de, yaklaşık dört yıl süreyle kesintiye uğrar ancak savaşın sona ermesiyle birlikte 1918’lerin sonlarına doğru imzalanan Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra yeni bir siyasal ve toplumsal süreç başlar. Bu süreçte daha da gelişen Kürd milli bilinci ve uyanışı sonucu olarak dile yönelme artar. “Milli uyanışla, dile karşı bir ilgi ve sevginin de ortaya çıkmasını İtalyan, Fransız ve Alman örneklerinde açıkça görebiliriz. Hele 19. yüzyıl bu örneklerle doludur: Macarlar, Çekler, Lehler, Yunanlar vb. hep aynı yolda yürümüşlerdir.”[13] Bu yönelim ve çalışmaları daha kapsamlı ve merkezi bir şekilde sürdürebilmek için, Kürd kimlikli eski cemiyetlerin yeniden aktifleştirilmesiyle birlikte, yeni Kürd kimlikli siyasal ve kültürel cemiyetler (dernekler) ve örgütler de kurulur. Kürd diline dair tartışmalar ve çalışmalar, bu dönemde de, bahsedilen dernekler aracılığıyla artarak devam eder. Bu dönemdeki Kürd derneklerinin Kürdçeyle ilgili çalışmalarını, 17. ve 18. yüzyıldaki Alman aydınları ve yurtseverlerinin Almancayı korumaya ve savunmaya yönelik kurdukları derneklerin çalışmalarına benzetebiliriz.

[1] Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, Cilt 4, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1996, s. 208 (Lutfi Baksi’nin arşivinden)

[2] Sadık Albayrak, a.g.e., s. 207

[3] Rewdetü’n-Ne’im yazarı Şeyh Ebdurehman’ê Axtepe‘den sözediliyor.

[4] Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi (Kovara Kurdî-Tirkî 1908-1909), Sayı: 6 (9ê Kanûna Paşîna 1909), Wergê: M Emîn Bozarslan, Weşanxana Deng, Sweden, 1998, s. 326

[5] İsmail Hakkı Baban, Kürdçe Üzerine, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi (1908-1909), Werger: M. Emîn Bozarslan, 1998, Sweden, s. 163-164

[6] Süleymaniyeli Mesud, Harflerimiz ve Okuma Kolaylığı, Rojî Kurd, Sayı: 1, 6 Haziran 1329 (19 Haziran 1913)

[7] Abdullah Cevdet, Bir Hitap, Rojî Kurd, Sayı: 1, 6 Haziran 1329 (19 Haziran 1913)

[8] İlimlerin Genelleştiril­mesi ve Harflerin Düzenlenmesi Cemiyeti, Rojî Kurd Mecmuası Yüce Müdürlüğüne, Rojî Kurd, Sayı: 2, 6 Temuz Sene 1329 (19 Temmuz 1913)

[9] Babanzade İsmail Hakkı, Kürdlüğün Tealisi, Rojî Kurd, Sayı: 3, 1 Ağustos sene 1329 (14 Ağustos 1913

[10] M. X., Ziman, Rojî Kurd, sayı: 3, 1 Ağustos sene 1329 (14 Ağustos 1913), Bak. Seîd Veroj, Cemîyeta Hêvî ya Talebeyê Kurd (Kürd Talabe Hêvî Cemiyeti) û Rojî Kurd (1913), Dara Yayınları, İkinci Baskı, Diyarbakır, 2020, s. 133

[11] Mevlanzâde Rıfat, Muhterem Hetawî Kurd gazetesi müessislerine, Hetawî Kurd, Sayı: 2, Teşrin-i Sani 1329 (4 Aralık 1913)

[12] Kadri Cemilş Paşa (Zınar Silopi), a.g.e., s. 149

[13] Macit Gökberk, Değişen Dünya Değişen Dil, YKY, 7. Baskı, 2011, s. 100