I
14 Nisan 1924 günü itibarıyla Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey’in idamı üzerinden 99 yıl geçmesine rağmen henüz idam gerekçesi, idamlarına dair mahkeme kararı ve savunmaları açıklanmamış. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında ve yeni bir seçim arifesinde, özellikle kuruluş dönemi ve daha sonrasında Cumhuriyet muktedirleri tarafından Kürdlere karşı gerçekleştirilen katliamları, sürgünleri, haksızlığı ve hukuksuzluğu sorgulamayı, faillerini ortaya çıkarmayı bir yana bırakalım, anayasanın tanıdığı özgürce bilgi edinme ve belgelere ulaşma hakkı dahi gereğince uygulanmamakta. Gerek Osmanlı yönetimi dönemine ve gerekse de Cumhuriyet dönemine ait Kürdlerle ilgili çok sayıda belge ve dosya halen de açıklanmamış ve karanlık sandıklarda gizlenmektedir. Bu yazı vesilesiyle tekrar hatırlatıp talep etmek üzere; Kürdlerle ilgili bütün arşivler araştırmacıların incelemesi için açılmalıdır, özellikle de Kürdistan İstiklal Komitesi liderleri Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya’nın yargılanmalarıyla ilgili hazırlık ifadeleri ve mahkeme tutanakları ve gerekçeli kararı açıklanmalıdır.
İdam yıldönümü nedeniyle bu yazıda ağırlıklı olarak Kürdistan İstiklal Komitesi lideri Cibranlı Halit Bey’den bahsetmeye çalışacağım. Cibranlı Halit, 1882 yılında Muş’un Varto (Gimgim) ilçesinde doğmuş, babası Mahmut Selim Bey ve annesi de Bingöl’ün Solhan ilçesine bağlı Melekan köyünden Mele Mehmed’in kızı Halime Hanım’dır. Şeyh Said’in annesi Gulê Hanım da Mele Mehmed’in kızıdır ve dolayısıyla Halit Bey ve Şeyh Said teyze çocukları idi. Yeğeni M. Emin Sever’in henüz yayınlanmamış eserinde yazdığına göre, Mahmut Selim Bey, Cibran aşiret reisleri olan Süvar ailesinin (Mala Siwêr) Halil Ağa kolundan olup, Yarbay rütbesinde 2. Cibran aşiret alayı komutanı idi. Cibran aşireti; Bingöl’ün Sancak nahiyesinden (4-5 köy) başlar, Karlıova’nın ve Varto’nun suni köylerini, Muş’un kuzeyinde, Bulanık’ın batısı, Hınıs’ın güneyindeki bazı köyleri kapsayan geniş bir alana yayılmıştır.
Mahmut oğlu Halit, ilköğrenimini aile çevresindeki ulemadan ve bölgedeki Kürdistan medreselerinde tamamlamış. Ondan sonra eğitimini sürdürmek için, 1892 yılında Aşiret Mektebi’ne kaydı yapılmış. Aşiret Mektebi, 1891 yılında Sultan Abdülhamit’in emriyle İstanbul’da kurulmuştu. Elbette ki bu okulların bir kuruluş amacı vardı ve Sultan Abdülhamit genel olarak bu okullar vasıtasıyla; Panislamist siyasetini Müslüman Osmanlı unsurları arasında yaymak, Hamidiye Alayları için geleceğin subay kadrosunu yetiştirmek, bu okullarda okuyan-yetişen aşiret çocuklarına geleneksel ilişkilerin ütesinde bürokrasi çarkını tanıtmak ve onları bu sistem içerisine çekmek, olası aşiret başkaldırılarına karşı bir tedbir mahiyetinde çocuklarını bu okul vasıtasıyla İstanbul’da rehin olarak tutmak gibi temel amaçlar güdülmekteydi. Bu okul sadece Kürd çocukları için açılmamıştı, dört yıllık süre boyunca sadece 21 Kürd öğrencinin kaydı yapılmış, diğer öğrencilerin çoğu genelde Arap, Arnavut vd. milletlerdendi.
Aşiret Mektebi’ne Cibran aşiretinden üç öğrencinin kaydı yapılmış: “Halit, Kasım ve Mehmed Şerif.”[1] Halit 1896 yılında Aşiret Mektebi’nden iyi bir dereceyle mezun olur. “Aşiret Mektebi’nden iyi bir dereceyle mezun olduktan sonra, Yıldız Mekteb-i Harbiye’ye kaydı yapılmış. 1902 yılında yaver yüzbaşı rütbesiyle Harbiye’den mezun olmuş.”[2] Anadili Kürdçeyle birlikte Osmanlıca, Farsça, Arapça ve Fransızca dillerini biliyordu. Harbiye’den mezun olduktan sonra, Cibran aşiret alayları başında Filistin Cephesine gönderilir. Yaklaşık on yıl boyunca Cerablus, Yemen, Hama ve Humus gibi vilayetlerde görev yaptıktan sonra, babasının vefatı nedeniyle 1912-1913 yıllarında Varto’ya (Gımgım’e) dönmüş ve binbaşı rütbesiyle babasının yerine ikinci Cibran aşiret alayı komutanlığına getirilmiş. Birinci Dünya Savaşı başlamadan evvel aslen Bitlisli olan Gımgım malmüdürünün kızı Gülendam hanımla evlenmiş ve yaklaşık bir yıl sonra hanımı doğum esnasında bebekle birlikte vefat etmiştir. Eşinin vefatından sonra Halit Bey, ikinci evliliğini Hınıs’tan Mahmud Ağa’nın kızı Nafiye Hanım’la yapar ve bu evlilikten Mahmut ve İbrahim adında iki erkek çocukları olur.
“Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Gımgım’deki Cibran Süvari Alayı’nın komutanı olur ve ondan sonra da tüm Cibran askeri birlikleri onun komutanlığı altında birleştirilir”[3] O sorumlu olduğu alanda Cibran aşiret alaylarıyla diğer Kürd milis kuvvetleri arasında hiç ayrım yapmaz. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir müddet sonra Serhat bölgesindeki Osmanlı ordusu Rusya kuvvetlerinin saldırılarına karşı hezimete uğrayarak geri çekilir ve Kürdistan’ın serhat bölgesinin büyük bir bölümü Rus kuvvetlerinin denetimine geçer. “Halit Bey Miralayı rütbesiyle birinci Cibran aşiret alayı komutanı Binbaşı İbrahim Bey’in oğlu Reşit Bey’le ve üçüncü Cibran aşiret alayı komutanı Binbaşı Maksûdî Halit Bey’le ve dördüncü Cibran aşiret alayı kumandanı Binbaşı Selim Fazlı Bey ve diğer milis güçlerle beraber Rusya’ya karşı çatışmayı sürdürürler. Bu savaştaki askeri kabiliyeti ve cesareti, ordu komutanı ve diğer bütün cephe arkadaşları tarafından takdir edilmiştir.”[4] Ancak Rusya askeri kuvvetlerine karşı direnişleri başarıya ulaşmaz, 1915 yılının sonlarında geri çekilmek zorunda kalırlar ve aileleriyle birlikte Çapakçur’a (Bingöl’e) doğru çekilirler ve oradan da Palu’ ya giderek geçici olarak Sekrat köyüne yerleşirler.
Halit Bey Ermeni tehciri esnasında, Gımgım ve Muş’ta çok sayıda Ermeni’yi katliamdan kurtarmış. 1916’da görevli olarak Suriye ve İran cephesine gönderilir. 17 Ekim 1917 Bolşevik devrimiyle birlikte, Rusya askeri kuvvetlerini bölgeden çeker. Ondan yaklaşık bir yıl sonra da Ekim 1918’de savaşın sona ermesiyle birlikte, “Halit Bey, Palu’da bulunan ailelerini de alarak tekrar bölgelerine geri dönerler. Dönüş esnasında yaygınlaşan kolera hastalığı nedeniyle eşi Nafiye Hanım, Palu’nun Çanakçı köyünde hastalık nedeniyle ölür. Halit Bey 1918’de Gımgım’e yerleştikten sonra, üçüncü evliliğini Bulanık’tan Hatice Hanım’la yapar ki bu son hanımı aslen Çerkez olup Simo beylerinden idi.”[5]
İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Kürd toplumu, ilk etapta kültürel düzeyde de olsa modern bir örgütlenme dönemine girmişti. Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürd Neşri Maarif Cemiyeti ve 1912’de kurulan Hêvî Cemiyeti bu dönemde kurulmuş ilk örgütlerdendi. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, dönemin siyasi muktedirleri olan İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından bütün Kürd cemiyetlerinin örgütsel çalışmaları durdurulmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması, Osmanlı bünyesindeki Müslüman unsurlar açısından yeni bir siyasi durum ortaya çıkartı. Bu koşullarda İstanbul’da bulunan Kürd aydınları, aristokratları ve ulemasının katılımıyla Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) bünyesinde yeniden örgütlenmeye başlarlar. KTC’nin kurulmasından kısa bir süre sonra, birçok emekli ya da muvazzaf Kürd subayı gibi Cibranlı Halit Bey de cemiyete üye olur ve bölgedeki faaliyetlerine katılır. 19 Temmuz 1919’da yayınlanan Kurdistan dergisinin 11. sayısında yapılan açıklamaya göre, “Varto’da cemiyetin bir şubesinin açıldığı ve civarlarda da açılması için gerekli girişimlerde bulunulduğu belirtilmektedir.[6] Kürdistan dergisinin haftalık bir yayın olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, KTC’nin Varto şubesinin Temmuz’un başlarında açıldığını söyleyebiliriz.
Halit Bey inançlı bir Kürd milletperveri idi, aynı zamanda Kürd kültürüne, diline ve adetlerine bağlıydı. Binbaşı Cibranlı Kasım’a gönderdiği bir mektubunda: “Millet ve din meselesinde hiç kimsenin mazeretini kabul etmem. Tutuğum yol doğrudur, benim yanımda ikiyüzlülük ve dalkavukluk yoktur. Milletim ve dinim uğurunda başım feda olsun.”[7] diyerek inanç ve kararlılığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu süreçte KTC bünyesinde yürüttüğü siyasi çalışmaların yanı sıra kültürel faaliyetleri de ihmal etmez. “Bölgede dolaşarak halka öğütlerde bulunur; sürekli ulusal giysilerini giymelerini, Kürdçe okuyup yazmalarını söylerdi. Bunun içinde sürekli bölgeyi gezerek köylerde halka Ahmedê Xanî’nin Nûbihara Piçûkan ve Mem û Zîn adlı eserleri ile Mele Ahmedê Cizîrî’nin Divan’ını dağıtırdı.”[8]
Cibranlı Halit Bey yaşamı boyunca bir dava adamıydı, mal, mülk ve mevkie önem vermemiş. Öyle ki davası uğruna canını da feda etmiş ve hiçbir zaman düşmanına boyun eğmemiştir. Geçmişte Gımgım Belediye başkanlığı da yapmış olan Abdülbari Han’ın aktarımına göre: Halit Bey toplumsal ilişkilerde tarafsızdı, bütün toplumsal gruplara ve kesimlere gerekli önem ve kıymeti verirdi, özellikle bölgedeki Sunni ve Alevi Kürd aşiretleri arasında güvenilir bir köprü konumundaydı, her iki taraf arasında meydana gelen sorunları çözmek için çok çaba harcamış. Bu nedenle bölgedeki Sunni aşiretleri de Alevi aşiretleri de ona çok kıymet verirdi, iki tarafın aşiret liderleri ve ileri gelenleri de Halit Bey’e çok güvenirdi. Öyle ki Halit Bey savaş sürecinde İran cephesinden döndüğünde, evleri yıkılmış olduğu için bir müddet Avdelî, Kımsorî ve Kılawsî Alevi aşiretleri içinde İsmailê Seyidxan’ın misafiri olarak kalır. Kürd aşiretleri arasındaki sorunları çözebilmek için onlarla iyi ve sıcak ilişkiler geliştirir, öyle ki Alevi ve Sunni genç oğlan ve kızları birbiriyle evlendirir.[9]
Halit Bey Gımgım’de bu tür toplumsal ve kültürel faaliyetleri yürütürken, mücadelenin siyasal boyutunun geliştirilmesi gerekliliğinin de farkındadır. Bu amaçla bölgenin ileri gelen aşiretleriyle bir toplantı yapar ve toplantıda alınan karar gereğince Erzurum’da bulunan siyasi misyonlarla ilişki geliştirmek üzere tayinini Erzurum’a yaptırır. Çünkü o zaman Erzurum, Kürdistan’nın önemli bir siyasi ve ekonomik merkeziydi, aynı zamanda Rusya gibi büyük bir devletle sınırdaştı. Halit Bey 1919’da Erzurum’da bulunan 9. orduda alay komutanı olarak göreve başlar.
II
Bundan önceki bölümde Cibranlı Halit Bey’in KTC içerisindeki faaliyetlerinden bahsetmiştim. Bu yazıda ise KTC’nin bütün şubeleriyle birlikte kapatılmasından sonra kurulan Kürdistan İstiklal Komitesi’nden veya mahkeme tutanaklarında geçen adıyla “Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti” yahut kısaltılmış adıyla “Azadi Cemiyeti”nin kurulması ve faaliyetlerinden bahsetmeye çalışacağım.
Kürdistan Teali Cemiyeti 17 Aralık 1918’de İstanbul’da Seyyit Abdülkadir’in başkanlığında kurulmuştu ve Kürdistan’da toplam 19 şubesi vardı. T. Z. Tunaya’nın tespitine göre KTC’nin, “Diyarbakır’da, Elazığ’da, Arapgir’de, Garzan, Hozat (Dersim), Erzurum, Van ve Adana’da şubeler açmıştı.”[10] KTC temsilcilerinin diplomatik misyonlarla yaptıkları görüşmelerde, Wilson Prensipleri’nin Kürdistan için de uygulanmasını savunuyordu. Cemiyet temsilcileri bu taleplerini sesini ulaştırabildikleri uluslararası platformlarda dile getiriyordu. Şerif Paşa’nın KTC adına ve Kürd temsilci olarak katıldığı Paris Barış Konferansı’nda, “Wilson Prensiplerine göre Kürdlerin de bağımsız ve özgür bir devlet kurma hakkı vardır.”[11] diyordu. Oğuz Aytepe’ye göre de, “KTC’nin asıl amacı, savaş sonrası yeni durumdan istifade ederek bağımsız bir Kürdistan devletini kurmaktı.”[12] Daha öncede belirtiğim gibi, Halit Bey Varto, Erzurum ve bölgede kurulan diğer cemiyet şubeleriyle ilişki içinde çalışıyordu ve bu şube sayılarını da artırmak çabası içindeydiler.
Dönemin siyasi egemenleri; hem İstanbul hükümeti hem de Mustafa Kemal’in liderliğindeki Heyet-i Temsiliye’nin etkin olduğu Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında, KTC’nin şubelerinin yaygınlaştığını, Kürd milletinin cemiyete önemli bir ilgi duyduğunu ve destek verdiğini görünce, iki taraf da ilişkili bir şekilde başta Kürdistan’daki şubeler olmak üzere 1920’lerin ilk yarısından itibaren ve özellikle de Sevr Antlaşması’nın (10 Ağustos 1920) imzalanmasından sonra, cemiyet şubelerini kapatmaya başladılar. Önümüzdeki günlerde KTC şubeleri üzerine ayrı bir yazı yazacağım. Jîn dergisinin 33. sayısında cemiyetin kapatılmasına dair şu açıklama yapılmış: “Bu cemiyet Kürdlerin olduğu için kapatılmış. Çünkü bütün hükümetlerin temel siyasi amacı, Kürdlerin kendi haklarına kavuşmamasıdır.”[13] Kürdistan Teali Cemiyeti resmen kapatılmadan önce, 1920’nin mart ayında kendi içinde “otonomici” ve “bağımsızlıkçı” kanat olarak ikiye bölünmüştü. Bağımsızlıkçı kanat Mehmed Emin Âlî Bedirhan’ın başkanlığında Kürd Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti adıyla yeni bir örgüt kurmuştu.
KTC kapatıldıktan sonra, İkinci Meşrutiyet’in başından beri legal faaliyetler sürdüren Kürdler, bu sahanın kendilerine kapandığını görünce, illegal olarak yeniden örgütlenmek durumunda kaldılar. Nuri Dersimî, Hatıratım adlı eserinde, bu kararın Kürdistan Teali Cemiyeti merkezince verildiğini aktarır; “İstanbul’da Kürdistan Teali Cemiyeti’nden almış oldukları direktif doğrultusunda öz vatanları üzerinde Kürd kahramanı Cibranlı Miralayı Halit Bey ve arkadaşları Kürd ve Kürdistan örgütünü kurmuşlardır.”[14] Yeni örgütün kuruluş aşamasında birçok şahsiyet ve tarafla; siyasetçi, aydın, mir, ulema, şeyh, ağa, aşiret lideri, emekli veya muvazzaf Kürd zabitlerle görüşmeler yapılmış. Bu çalışmanın ürünü olarak Kürdistan İstiklal Komitesi (KİK) veya kısaltılmış adıyla Azadî örgütü ortaya çıkmıştı.
Daha önceki yazıda belirtiğim gibi Halit Bey’in Erzurum’a yerleşmesi, bilinçli ve amaçlı bir tercihti. “Halit Bey Erzurum’a yerleştikten sonra, birçok Kürd ileri geleni ve aşiret reisleriyle görüşmelerini sürdürür. Örneğin; Sipkili Abdülmecit Bey, Hayderanlı Kör Hüseyin Paşa, Zırkan aşiretinden Kermê Kolağası, Madraglı Selim Bey, Kulihan Bey ve Hesenanlı Halit Beylerle görüşmeler yapar. Halit Bey Kürd aşiret liderlerinin yanısıra Erzurum ve Kars vilayetlerindeki Türkmen aşiretleriyle de görüşmeler yapar.”[15]
Erzurum şehri Kürdler için olduğu kadar aynı zamanda Mustafa Kemal ve arkadaşları için de çok önemli stratejik bir merkezdi. Mustafa Kemal de Kürdlerin desteğini alabilmek için yoğun bir çaba içerisindeydi. 23 Temmuz ve 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da topladığı kongreyle, Kürd ileri gelenleri ve aşiret liderlerinin desteğini sağlayarak Kürdistan’daki konumunu güçlendirmek istiyordu. Halit Bey, Mustafa Kemali daha önceden tanıyordu, onunla yaşıt sayılırdı, Kürdler ve Kürdistan’a dair niyet ve fikirlerini de biliyordu. Bu nedenle ondan uzak kalamaya çalışıyordu. Erzurum Kongresine davetli olduğu halde katılmamış. Kongre düzenleyicilerden Süleyman Necati’nin aktarımına göre; “Merkezi heyet tarafından Kürdlerin muhterem ve faziletli şahsiyetlerinden olan Cibranlı Halit Bey’e de davetname gönderildi. Halit Bey davetnameye yurtseverce bir cevap vererek, kendisi ve Kürd aşiretlerinin Erzurum’a bağlı olduklarını, alınacak kararların kendilerini de bağladığını belirtip bazı nedenlerden dolayı toplantıya katılamayacağını” [16] belirtmiştir. Kürd tarafından Hacı Musa Bey gıyabında Erzurum Kongresi Azası olarak seçildiği halde, fiili olarak kongreye katılmamıştı.
Bu tavrından ve duruşundan dolayı, bölgedeki ordu komutanlığı yöneticileri faaliyetlerinden şüphelenerek onu aktif görevden pasif göreve vermişler. Halit Bey Erzurum’da 9. Ordu bünyesinde çalışırken, “Kazım Karabekir Paşa onun bir illegal teşkilatlanma faaliyeti içerisinde olduğundan şüphelenir ve bu şüphe nedeniyle 19.08.1919 tarihinde onu aktif kıtaat faaliyetlerinden geri çekmiş ve Miralayı rütbesiyle Muhasebe Divanı Komisyon Başkanı olarak görevlendirmiş.”[17] Böylece hem pasif görevde hem de Erzurum merkezde kontrol altında tutulmak istenmiş.
Gerçekte de Halit Bey ve arkadaşları, Kürdistan Teali Cemiyeti şubelerinin çalışmaları engellendiğini ve bölgedeki mevcut şubelerin peyderpey kapatılmaya başlandığını, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kürdistan’da örgütlenmeye başladığını görünce, İstanbul merkezi de bilgilendirerek yeni bir illegal çalışma ve yapılanma içerisine girmişler. Bu süreçte, bir taraftan Sevr Anlaşması’nın uygulanması için imzalar toplanırken diğer taraftan da farklı Kürd grupları arasında birliği sağlama çalışmaları sürdürülmekte. Bu girişim sonucunda, İstanbul’daki merkez ve diğer gruplar ile Erzurum’da illegal olarak örgütlenen komite arasında bir birlik sağlanır. Bu yeni illegal örgütün kuruluş tarihi, kurucuları ve adıyla ilgili farklı kaynaklarda değişik tarihler ve bilgiler verilmektedir.
Rusya’nın Erzurum Konsolosunun verdiği bilgilere göre; Halit Bey’in başkanlığında 1920 yılının sonlarında Erzurum’da “Kürdistan İstiklal Cemiyeti” ya da “Kürdistan İstiklal Komitesi” (KİK) adıyla yeni bir örgüt kurulmuş. Britanya Hava Kuvvetlerinin gizli bir istihbarat raporunda da, KTC ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin ilişkilerine dair şöyle bir bilgi aktarılmıştır: “Şimdiki örgüt, 1918-1919 yıllarında İstanbul’da bulunan cemiyetin devamıdır.”[18] Osmanlı ordusunda binbaşı ve aynı zamanda örgütün üyesi olan İsmail Hakkı Şaveys, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin kuruluşu, bileşimi, örgütlülüğü ve amacına dair şu bilgileri vermektedir: “Cibran aşiret kuvvetlerinin de sorumlusu olan Miralayı Halit Bey, Muş ve Hınıs ilçelerinde yerleşikti. 1921’de Erzurum’da 24 Kürd kahramanın katılımıyla Kürdistan İstiklal Komitesi adında yeni illegal bir örgüt kuruldu ve bu örgüt kısa bir süre içerisinde Kuzey Kürdistan’ın altı vilayetinde şubeler oluşturarak çalışmaya başladı. Örgüt içerisinde legal veya illegal olarak kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Hêvî Cemiyeti, Kürd Demokratları, Kürdistan İstiklali, Kürdistan Sosyalistleri gibi gruplar, aşiret liderleri, askerler ve ileri gelen diğer bazı Kürd şahsiyetleri, Kürdistan’ın kurtuluşu ve bağımsızlığı amacıyla bu yeni örgüt içerisinde yer almıştı.”[19] Garo Sasuni, Troşak dergisinde yayımlanan bir rapora dayandırarak, “Kürdistan İstiklal Komitesi’nin 1920’de Erzurum’da Halit Bey’in başkanlığında illegal olarak kurulduğunu, amacı, Kürdistan’ı Türklerin egemenliği altından kurtarmak ve bağımsızlığını sağlamaktı.”[20] Mehmet Emin Sever, Azadi örgütünün 1921’de kurulduğunu belirtir. Mele Xalid, Liceli Fehmi Bilal’den aktararak, KİK’in 1921’de kurulduğunu ve kısa bir müddet içerisinde Kürdistan’ın büyük bir bölümünde örgütlendiğin belirtir.[21] Tahsin Sever’e göre, Azadi örgütün çalışmalara 1919’da illegal olarak çok dar bir kadroyla başlamış ve ilk etapta örgütleme çalışmasını ağırlıklı olarak askeri birlikler içinde yapmış. 1923’ten sonra da kitlesel örgütlenemeye yönelmiş.[22] R. Olson’a göre, halk arasında Azadi kısa adıyla bilinen Kürd İstiklal Cemiyeti 1921’de Erzurum’da kurulmuş.[23] O zaman Erzurum’da görevli olan Federal Rusya Konsolosluğu görevlisi Pavlovsky, İstanbul’daki Kürd Komitesi ile Erzurum’daki Kürd Komitesi’nin Nisan 1922’de birliğini oluşturduğunu aktarır.[24] M. Van Bruinessen, Azadi örgütünün 1923’te kurulduğunu söyler.[25] Araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu da, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin Mayıs 1923’te Erzurum’da kurulduğunu belirtir.[26] Tarihçi Murat Bardakçı ise, Komite’nin 1919-1922 yılları arasında kurulmuş olduğunu yazar.[27] Şeyh Said’in torunu Abdülmelik Fırat göre ise, Azadi Cemiyeti’nin 1923’te kurulmuş ve amacı da bağımsız bir Kürd devleti kurmaktı.[28]
Birbirinden anlamca çok farklı olmazsa da, örgütün adına dair bazı farklı görüşler de vardır. 1925’te kurulan İstiklal Mahkemesi tutanaklarında sözkonusu örgütün adı “Kürdistan İstiklâl ve İstihlâs Komitesi” (Kürdistan Bağımsızlık ve Kurtuluş Komitesi)”[29] olarak geçmektedir. Büyük bir ihtimalle “Kürdistan İstiklâl ve İstihlâs Komitesi”, kısaltılmış haliyle “Kürdistan İstiklal Komitesi” olarak adlandırılmış. Diğer bazı kaynaklarda da “Komîteya Azadîya Kurdistanê” (Kürdistan Özgürlük Komitesi) olarak adlandırılmakta ve bu adından hareketle kısaltılmış haliyle “Azadi Cemiyeti” denilmektedir. Örgütün üyesi ve aynı zamanda devlete çalışmış olan Cibranlı Binbaşı Kasım örgütün adına dair, “Kürdistan Teali Cemiyeti isim değiştirerek illegal Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti adını aldığını.”[30] belirtir. Kısacası KİK illegal bir örgüt olduğundan, kurucu kadroları ve kuruluşuna dair belgeler elimizde olmadığı için, bu konudaki farklı görüşleri belirtmek gerekir.
III
Mevcut bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla Kürdistan İstiklal Komitesinin (KİK), illegal bir şekilde hücre tarzı temeline dayalı olarak örgütlenmiş. “Örgüt hücre esasına göre örgütlenmişti ve her hücre 12 kişiden oluşuyordu. Hücre üyeleri birbirini tanımazdı, her hücre üyesi ancak hücre sorumlusu aracılığıyla öteki hücre üyesiyle ilişki sağlayabilirdi. Her hücreye de özel bir isim verilmişti, isimler belirlenirken Kürdistan’daki değişik yer, bölge, kuş ve bitki isimleri tercih edilmiştir; Beybûn, Rebenok, Sorgul, Leylak, Guleşevîn, Çiya, Şax, Kew, Zevî, Çem, Yaregul, Gezîne, Nêrgiz ve Lûleper gibi.”[31] Örgüt dair yöneticilere bilgi veren Binbaşı Kasım da, örgütün beşerli hücreler (gruplar) halinde örgütlendiğini ve hücre üyelerinin birbirini tanımadığını belirtir.[32] KİK’in sembol olarak armasında; “Bir pamuk bezin sağ ve sol taraflarında yükselen buğday sümbülleri, altta mürekkep hokkası içerisinde uzun bir kalem, yanında bir hançer ve yukarı doğru hepsinin ortasında büyükçe güneş sembolü vardı.”[33]
Örgüt bir bütün olarak Kürdistan’ın her tarafında örgütlenmeyi hedeflemiş ve bunun için de Kürdistan coğrafyasını üç kısma ayırmış: Birinci kısım, Kuzey Kürdistan ve Güneybatı Kürdistan’ı kapsıyor; İkinci kısım, Güney Kürdistan’ı kapsıyor ve üçüncü kısım da Doğu Kürdistan yani İran Kürdistanı’dır.”[34] M. Van Bruinessen’e göre; “Azadi, gerçek bir örgüt olup bir eylem planına sahipti ve Kürdistan’ın 18 yerleşim biriminde yerel şubeler açmıştı.”[35] Tahsin Sever’e göre ise, örgüt toplam olarak 23 il ve ilçede teşkilatlanıp şubeler kurmuştu.[36] Örgütün amacı, çalışma yöntemi, şubelerin kurulması ve örgütlenme şekli KİK’in dış tüzüğünde maddeler halinde belirtilmiştir.[37] Örgütlenme alanı ve hedefi olarak bütün Kürdistan coğrafyasını önüne koyduğu için, Güney ve Batı Kürdistan’daki örgütlerle de ilişki kurmuştu. 1925 Kürd hareketinde idam edilen Dr. Fuad’ın 21 Şubat 1925 tarihinde Ferit Paşa’ya gönderdiği mektuptan öyle anlaşılmaktadır ki örgütün Bağdat, Musul ve Halep gibi merkezlerle de ilişkisi vardı.[38] Bu ilişkilerin yürütülmesi ve yönetilmesi için Süleymaniyeli Tevfik, İsmail Hakkı Şaweys ve Salih Efendi vazifelendirilmişti.
İngiliz Hava Kuvvetlerinin hazırladığı gizli bir raporda örgütün yapısı, öncü kadroları ve askeriye içerisindeki üyeleri, Kürdistan’daki şubeleri ve bu şubelerin başkanları, örgüte destek veren aşiret ve aşiret liderlerinin adları liste halinde belirtilmiştir. Örgüt şubelerinin kurulduğu il-ilçeler ve şube reisleri ile bazı üyelerin adları şöyle sıralanmıştır: “Erzurum (Örgütün merkezi ve lideri Miralayı Halit Bey’dir), İstanbul (şube başkanı Seyyit Abdülkadir), Kars (Şube başkanı Yüzbaşı Tevfik Efendi), Beyazıt (şube başkanı Şeyh İbrahim), Malazgirt (şube başkanı Heyderan aşiretinden Kör Hüseyin Paşa), Varto (şube başkanı Hesenanlı Halit Bey), Hınıs (şube başkanı Rüştü Efendi), Bitlis (şube başkanı Yusuf Ziya Bey), Van (şube başkanı Saidî Kurdi’nin kardeşi Molla Abdülmecit), Siirt (şube başkanı İhsan Nuri Bey), Şırnak (şube başkanı Hacı Bayram aşiretinden Süleyman Ağa), Cizre (Hacı Dursun Efendi, Abdülvahap Efendi, Abdülmütalip Efendi), Diyarbekir (şube başkanı Cemil Paşazade Ekrem Bey), Mardin (Hacı Hıdır Efendi), Erzincan (isim belirtilmemiştir), Harput (isim belirtilmemiştir), Dersim (şube başkanı Kangozade Ali Haydar), …”[39] Kadri Cemil Paşa’nın aktarımına göre Diyarbekir şubesi şu kişilerden oluşmuştu: “Dr. Fuad, Kasın Bey Cemil Paşa, dava vekili Mehmed Efendi, Hacı Ahti (meşhur lakabıyla Bavê Tûjo) ve Ekrem Cemil Paşa.”[40] Yerel veya yazılı çeşitli kaynaklardan edindiğimiz bilgilere rağmen, örgütün merkez yönetimi ve üye sayısı hakkından yeterli bilgi ve belgelere sahip değiliz. Yerel kişilerden ve aile üyelerinden edindiğimiz bilgilere göre, örgütün üye kayıt defteri, Halit Bey’in gözaltına alınmasından sonra, amcası İsmail Ağa tarafından yakılarak imha edilmiştir.
Kürdistan İstiklal Komitesi’yle ilgili merak edilen konulardan biri de dönemin bölgedeki etkin devletlerle; özelikle de Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında etkin ve egemen olan İngiltere, Fransa ile Rusya gibi devletlerle ne tür ve ne derece ilişkiler geliştirdiğidir. Örgüt dokümanlarında ve açıklanan çeşitli istihbarat raporlarında öyle anlaşılmaktadır ki, bölgede etkin olan devletlerle ilişki kurmak ve onların desteğini kazanmaya çok önem verilmiş. Konu örgütün harici tüzüğünde de yer almış ve özellikle İngiltere’ni adı verilerek şöyle denilmektedir: “Komite’nin amacı, Kürdlerin birliğini oluşturarak İngiliz hükümetinin desteğiyle Kürdlerin bağımsızlığını sağlamaktır.”[41] Bu amaçla İngilizlerle ilişkilerin geliştirilmesi ve gerekli desteğin sağlanabilmesi için, Seyyit Abdülkadir başkanlığındaki İstanbul komitesi görevlendirilmiş. Halit Bey, Yusuf Ziya ve diğer bazı merkezi kadrolar ise daha çok Bolşevik Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi taraftarıydı. Fakat bütün girişimlere rağmen sözkonusu devletlerden düşünülen destek alınamamış. Mustafa Kemal, Kürdlerden önce Bolşevik Rusya, sonra Fransa ve İngiltere’yle anlaşmayı sağladığı için, Kürdlerin girişimleri sonuçsuz kalmıştır.
KİK bir taraftan örgütsel ve propaganda çalışmalarını sürdürürken, diğer taraftan da Mustafa Kemal’in liderliğindeki Heyet-i Temsiliye’nin Kürdistan’daki propaganda ve örgütleme çalışmaları devam etmektedir. Mustafa Kemal çeşitli vesilelerle Kürd aşiret reisleri, ağa, şeyh ve aristokratları üzerinden Kürdlerin desteğini alabilmek için, onları öven ve yücelten özel mektuplar göndermekte, kurulacak yeni devletin Türklerin-Kürdlerin ortak devleti olacağını vurgulamakta, bazı beyannamelerinde Kürdlere özerklik verileceğine dair açıklamalarında bulunmaktadır. Elbette ki bütün bu açıklama ve sözler bir kesim Kürdlerin kafalarını da karıştırmıyor değildi. Lozan Antlaşması’na dahi gidilirken, seçilen müzakere heyeti ve aşiret liderlerine baskıyla çektirilen (büyük oranda sahte) telgraflarla böyle bir algı yaratılmak isteniyordu.
Ancak 23 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve aynı yılın 29 ekiminde Cumhuriyet ilan edildikten sonra, Kürdlere verilen sözler unutuldu, 1924 oluşturulan yeni anayasada Kürdler ve haklarından hiç bahsedilmediği gibi, birinci Mecliste var olan ve muhalefet edebilecek Kürd mebusların büyük çoğunluğu da tasfiye edildi. Böylece Arapların Türklere dair yaptıkları belirlemeye uygun olarak; Türkler söz verir ama gereğini yapmaz düsturu geçerli olur. İkinci mecliste yer alan Kürd kökenli vekiller ise artık merkezden seçilmiş ve bir türlü atama olduğu için, Kürdlük adına söyleyecek bir sözleri ve duruşları da yoktur.
Bu aşamadan sonra Kürdlerin büyük bir kısmının, yeni cumhuriyet hükümetinden olan umut ve beklentileri boşa çıkar. Kürd siyasetçileri, aydınları, uleması ve aşiret liderlerinin büyük bir kısmı, Türklerin Kürdleri eşit ve ortak olarak kabul etmediklerini, bu vatanın “Türklerin ve Kürdlerin ortak vatanı” olduğu söz ve söyleminin samimi ve gerçek olmadığını, dolayısıyla ayrılmanın ve kendi kendini yönetmenin dışında bir çarelerinin olmadığına ikna oldular. Bu amaca ulaşabilmek için, Cibranlı Halit Beyi’in başkanlığındaki Kürdistan İstiklal Komitesi’nin etrafında daha sıkıca toplanmaya ve örgütlenmeye başladılar.
Halit Bey Kürd efkar-ı umumisinin çoğunluğu tarafında güvenilir, milletperver, dilaver, dava adamı olarak kabul edilmekteydi. “Halit Bey bütün Kürd taraflarıyla ilişki içerisinde olduğu için, kısa bir süre içerisinde Kürd efkar-ı umumisini % 80 oranında Kürdlük lehine dönüştürdü.”[42] Ayrıca muhalif şahsiyet ve aşiret liderlerini ulusal mücadeleye katabilmek için çok çaba harcıyordu, özellikle de bölgedeki alevi Kürd aşiret liderleri nezdinde önemli girişimlerde bulunuyordu. Ulusal meselede kırmızı hatlara sahipti, bu konuda, 7 Temmuz 1923 tarihli mektubunda Cibranlı Binbaşı Kasım’ı uyararak şöyle demektedir: “Kavmi mefkûreye muhalif olanlar, millet içerisinde nefretle anılırlar.”[43]
IV
Halit Bey bütün bu çalışmaları yürütürken, Cumhuriyet hükümeti bölgedeki bürokratları, ajanları, işbirlikçileri ve hareket karşıtı aşiret liderlerinin aracılığıyla Halit Beyi ve arkadaşlarını gözetliyordu. Bundan dolayı Halit Bey pasif göreve alınmıştı fakat Erzurum’dan çıkmaması için görevden uzaklaştırılmamıştı. KİK’in çalışmasına dair istihbarat sadece içerden değil, Erzurum’daki Rus Konsolosluğu’ndan ve İngilizlerden elde edilen istihbarat da buna eklenmelidir. Özelliklede 4 Eylül 1924’te Beytüşşebap’taki örgüt üyesi Kürd subaylarının yanlış çözümlenmiş bir telgraf mesajı nedeniyle kendi birliklerindeki Kürd askerlerle birlikte harekete kalkışmaları ve daha sonra da firar etmek zorunda kalmaları olayından sonra, Halit Bey tamamen sıkı bir gözetim altına alınmıştı.
Bütün bu gelişmeler sürecinde, Ankara Hükümet bölgedeki gelişmeleri daha yakından ve iyi anlamak için, Pasinler depremi gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal 1-4 Kasım 1924’te Erzurum’a bir ziyarette bulunur. Erzurum’da bulunduğu tarihlerde, Binbaşı Kasım Cibran’ın da içinde olduğu bir Muş heyeti de Mustafa Kemal’i ziyarete giderler ve bu ziyaret süresince Binbaşı Kasım’ın isteği üzerine, Mustafa Kemal ile özel bir görüşme yaparlar. Bu görüşmede, hem Binbaşı Kasım tarafından hem de başka kanallardan Halit Bey ve KİK’in bölgedeki çalışmaları hakkında çok önemli bilgi ve belgeler elde edilir. Bu ziyaret süresince, geniş katılımlı bir akşam yemeği münasebetiyle Halit Bey de yemeğe davet edilir. Halit Bey yaveri Binbaşı Reşit Bey ile beraber bu davete icabet ederler. Bu yemek daveti esnasında Mustafa Kemal bir vesileyle Halit Beyi yanına çağırarak bir sohbet havası içerisinde genel bir Osmanlı taktiğiyle, bir taraftan makam ve rüşvet teklifiyle ve öte yandan da tehditler savurarak onu dolaylı bir şekilde bu davadan vazgeçirmeye çalışır.
M. Kemal böyle bir kalkışmanın bedelinin cumhuriyete ağır olacağını bildiği için, döndükten bir müddet sonra onu ikna etmek üzer bir bölge milletvekili aracılığıyla Halit Beye yeni bir mesaj gönderir. Tahsin Sever’in yazdığına göre, bu mesaj Muş mebusu İlyas Sami Bey tarafından Halit Bey’e iletilmiş ve İlyas Sami konuyla ilgili gelişmeyi şöyle aktarmaktadır: “Bir gün Gazi Hazretleri beni yanına çağırdı ve Halit Beyle bir görüşme yapmamı istedi. Hazreti Gazi, Halit Bey’i ikna edip bu davadan vazgeçirmemi istedi. Ve bana dedi ‘ona söyle ki, biz onun her nevi kişisel ihtiyaçlarını ve isteklerin yerine getirmeye hazırız, eğer ikna olmazsa onun için hiç iyi olamayacak’… Ben Erzurum’a evine gittim ve mesajı ona iletim. Benim sözlerimden sonra dönüp kısaca bana dedi ki, ‘eğer kelem için bir urgan hazırlamışsanız, ben ona hazırım.’”[44]
3-4 Eylül 1924’de gerçekleşen Beytüşşebap olayında yer alan subaylardan biri de, meclis birinci dönem mebusluğunu yapmış olan Yusuf Ziya’nın kardeşi Teğmen Ali Rıza idi. Bu gerekçeyle Yusuf Ziya Bey, 10 Ekim 1924’te yakalanarak gözaltına alınır. Yusuf Ziya Bey örgüt merkez yönetiminde içerisinde önemli bir konumundaydı. Yusuf Ziya’nın yakalanmasında sonra “diniyun” yani ulema kanadından Şeyh Said Efendi Halit Bey’i Erzurum’dan çıkması için uyarır. Yusuf Ziya’nın tutuklanmasından yaklaşık kır gün sora da Halit Bey bir soruşturma bahanesiyle göreve çağırılır ve 20 Aralık 1924’te gözaltına alınarak tutuklanır. Halit Bey yakalanmadan önce, örgütün ileri gelen kadroları ve akrabaları tarafından da Erzurum’dan çıkması için uyarılmış. Onu Erzurum’dan çıkması için uyaranlardan biri de kardeşi Ahmed Bey’dir. Kardeşi Ahmed Bey yakalanmadan kısa bir süre önce onu ziyaret etmiş ve kendisine demiş: “Yaşamın tehlikede ve bir an önce Erzurum’dan çıkmalısın.” Halit Bey cevaben kendisine diyor: “Etrafımda tehlike olduğunun farkındayım fakat bu kış ayının başında Erzurum’dan çıkarsam, Kürdler için felaket olur ve mutlaka baharı beklememiz gerekir. Bu sözlerinden sonra dönüp bana dedi: Gidin hazırlığınızı yapın ve bahara kadar bekleyin.”[45] Ancak bu uyarılardan kısa bir müddet sonra gözaltına alınarak tutuklanır. Kısa bir süre içerisinde sıkı önlemler altında Erzurum’dan Ağrı-Patnos-Erdiş üzerinden Bitlis’te bulunan Yusuf Ziya’nın yanına götürülür. Halit Bey yakalanmadan önce, örgütün merkezi üyelerinden Hacı Musa Bey de yakalanmıştı fakat kardeşi Nuh Bey’in girişimi ve üst makamların müdahalesiyle kefaleten serbest bırakılmıştı. Azadî’nin bu birinci derece üç üst düzey kadrosu Bitlis’te tutuklu iken, Bitlis valisi Kazım Dirik’tir.
Bu tutuklamalardan sonra Azadî örgütü teyakkuz haline geçer. Cumhuriyet devletinin amacı, Yusuf Ziya ve Halit Bey’in tutuklanmasından sonra, örgütün diğer üst düzey lider kadrolarını yakalayarak düşünülen başkaldırı hareketinin önüne geçmekti. Bu amaçla, Hınıs’ta bulunan Şey Said Efendiyi ifadeye çağırırlar, aynı şekilde Hesenan aşireti lideri Halit Bey ve Zırki aşireti lideri Kolağası Kerem Bey’i de Bitlis’e ifadeye çağırırlar. Şeyh Said, hava durumu ve hastalığını gerekçe göstererek Bitlis’e gitmeden alınan önlemler altında Kolhisar’da ifadesini verir ve serbest bırakılarak gözetim altında tutulur. Hesenanlı Halit Bey ve Kerem Bey de mevcut durumu değerlendirerek Halit Bey’in akıbetine uğramamak için mahkemeye ifade vermeye gitmezler.
Bu tutuklamalardan sonra, Şeyh Said Efendi bölgedeki örgüt üyeleri ve ileri gelenlerle bir değerlendirme toplantısı yaptıktan sonra, bir grupla birlikte gizlice Kolhisar’dan çıkarak Çabakçur’a (Bingöl’e) ve oradan da örgütleme ve propaganda çalışmalarını sürdürmek üzere Diyarbekir bölgesine gelirler. Bu yazı dizisi, Cibranlı Halit Bey’in portresini ortaya koyabilmek amacıyla hazırlandığı için, sahada Şeyh Said Efendi’nin önderliğinde 13 Şubat’ta 1925’te Piran’da yapılan bir provakasyon neticesinde başlamak durumunda kalan ve kısa sürede gelişerek kuzey Kürdistan coğrafyasının büyük bir kısmına yayılan 1925 Kürd ulusal hareketinin gelişim sürecine ve değerlendirmesine girmeyeceğim.
Şeyh Said, 1925 Kürd ulusal hareketinin başlamasından yaklaşık iki buçuk ay sonra, 15 Nisan 1925’te bir kısım mücadele arkadaşlarıyla ile birlikte Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülüp rehin alınarak devletin bölgedeki askeri birimlerine teslim edilmiştir. Aynı zamanda Şeyh Said’in bacanağı olan Binbaşı Kasım, o günkü durumu bir tezkireyle fırka komutanı Osman Paşa’ya şöyle bildirmiştir: “Şeyh Said’i Abdurrahman Paşa köprüsü üzerinde tevkif etmişim, bir an önce küçük bir müfrezenin bize ulaşması gerekiyor. 15 Nisan 1341”[46]
Şeyh Said’in yakalandığı gün yani 15 Nisan’da, aynı zamanda KTC başkanı Seyit Abdülkadir de İstanbul’da evine yapılan bir baskınla tutuklanmıştır. O güne kadar tutuklu olarak bekletilen Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey, Şeyh Said’in yakalanacağına dair alınan kesin istihbarat üzerine, Bitlis Divan-ı Harbi Mahsûsa tarafından verilmiş olan siyasi bir kararla tutuklu bulundukları Bitlis’te 14 Nisan 1925 gecesi infaz edilmişler. Gazeteci Uğur Mumcu’ya göre, Halit Bey hapishanede kurşuna dizilerek infaz edilmiştir.[47] M. V. Bruinessen de, Halit Bey ve Yusuf Ziya’nın hücrelerinde kurşuna dizildiklerini yazar.[48] Halit Bey, tutukluluk süresince devletin gönderdiği elçilerin vaatlerine rağmen uzlaşmaya yanaşmamış, hatta devletin gönderdiği aracılar istemeseler de onunla Kürdçe konuşmak durumunda kalmış, hiçbir şekilde meşru ve haklı ulusal davasına yönelik bir zafiyet göstermemiş, kendi deyimiyle “Şerefli bir ölümü, şerefsizce bir hayata tercih etmiş”[49] ve 43 yaşında tereddütsüz bir şekilde ölümü karşılamıştır.
Sonuç itibarıyla hareketin örgütsel ve ulusal boyutunun önemine dair birkaç noktaya değinmek istiyorum. 1925 Kürd hareketi sözkonusu olduğu zaman, gerek Türkler ve gerekse Kürdler tarafından yapılmış araştırma ve çalışmada, özellikle de resmi ideolojinin etkisi altında yapılmış ve yayınlanmış birçok eserde, 1925 Kürd hareketini hazırlayan örgüte bilerek veya bilmeyerek değinilmemekte. Kanımca bir kesim bunu bilinçli olarak yapmakta ve bir kesim de bu arkaplanı yok saymanın öneminin farkında değildir. Çünkü toplumsal ve ulusal bir hareket amacından, oluşum sürecinden ve onu hazırlayan örgütsel yapıdan koparıldığı zaman, sözkonusu hareket rahatlıkla bir tepki veya çıkar hareketi olarak yansıtılabilir, siyasal ve ulusal yönü gizlenir ve mirasçıları da manipüle edilir. Diğer bir nokta ise, 1925 Kürd hareketini, “irtica” veya “İslami” gibi ideolojik kavramlara sıkıştırma yaklaşımıdır. Dönemin Cumhuriyet hükümeti de harekete olası iç-dış kamuoyu ve siyasi desteği kırmak, hareketi izole etmek için bu propagandaya başvurmuştu.
Öncülüğünde yer alan şeyh ve ulema kesimi nedeniyle, Kemalistler ve sol-sosyalistlerin önemli bir kesim tarafından 1925 Kürd hareketi, “irticai” ve gerici bir hareket olarak eleştirilmekte. İslami kesimin büyük bir çoğunluğu tarafından da, bir “İslami cihat” hareketi ve din davası olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda iki bakış açısı da aynı paydada buluşmaktadır; hareketin örgütsel ve siyasal kimliğini, ulusal taleplerini yok sayarak ortada bir ulusal meselenin olmadığı algısını yaratmak istiyorlar. Bu algının yaratılmasında sosyalist düşünce adına SSCB’nin izlediği siyaset, Kürd ulusal kurtuluş mücadelesine karşı Mustafa Kemale verdiği büyük destekte özelikle de V. İ. Lenin’in büyük rolü ve yanlışı vardır. V. İ. Lenin, Mustafa Kemal’le anlaşarak SSCB’nin siyasi çıkarlarını öncelemesi, bildiğimiz sol-sosyalist düşünce ve politikadan bir sapmadır. Bu konuyu belgeleriyle birlikte tartışmaya açmak için, ayrı bir zaman ve yazı dizisi gerekiyor. Uygun olursa ileriki zamanlarda bu konuya yeniden döneceğim.
Arka planında örgütsel bir çalışmanın ve sahada Şeyh Said Efendi’nin pratik liderliğinde gelişen 1925 Kürd hareketi, İstiklal Mahkemesi’nin belgeleri de dahil olmak üzere diğer birçok farklı belge ve kaynakta da hareketin, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti (Kürdistan’ın Bağımsızlığı ve Özgürlüğü Cemiyeti) tarafından organize edildiği açıkça belirtilmektedir. Bu örgüt, kısaltılmış adıyla “Kürdistan İstiklal Komitesi” veya “Azadi Cemiyeti” adıyla da bilinmektedir. Bu örgütün lideri miralayı Cibranlı Halit Bey idi, kendisinden önceki Kürd cemiyet ve örgütlerinden farklı üç temel özelliğe sahipti: Birincisi, bu örgüt kendi döneminde kurulmuş örgütler içerisinden bilinen ilk illegal ve modern bir örgüttür; ikincisi, bu örgüt farklı gruplardan oluşan bir cephe örgütlemesi şeklindeydi; üçüncüsü, KTC’nin aksine bu yeni örgütün merkezi ve kadrolarının önemli bir kesimi Kürdistan’da yerleşikti.
[1] M. Emin Sever, Henüz yayınlanmamış çalışması.
[2] Tahsin Sever, Serokê Komîteya Îstîklala Kurdistanê (Azadî) Mîralay Xalid Begê Cibrî, Kovara Bîr, Jimar: 7, Diyarbakır, Havîn 2007, r. 15
[3] Tahsin Sever, Age., r. 16
[4] M. Emin Sever, Age.
[5] M. Emin Sever, Age.
[6] Kurdistan, Eded: 11, 19 Temmuz 1335 (19 Temmuz 1919
[7] Mahmut Akyürekli, Binbaşi Kasım’ın Hatıraları, Avesta Yayınları, İstanbul, 2020, r. 48
[8] Kürt Siyaset Tarihi, Peri Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 1998, r. 116
[9] Abdulbari Han (Kevneserokê Şarederîya Gimgimê), Ji Konferansa Dîyarbekirê, 03.05.2015
[10] Jîn, Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir, no: 33, 17 Cemaziyelahir 1338 (8 Mart 1919), İstanbul, r. 1
[11] Bîlal Şimşir, Kürtçülük: 1787-1923, Bilgi Yayınevi, 2009, r. 305
[12] Oğuz Aytepe, Tarih ve Toplum, Yeni Belgeler Işığında Kurdistan Teâlî Cemîyeü vetî, sayı: 174, Haziran 1998, r. 330
[13] Jîn, Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir, no: 33, 17 Cemaziyelahir 1338 (8 Mart 1919), İstanbul, r. 1
[14] Dr. Nuri Dêrsimi, Hatıratım, Doz Yayınları, İstanbul, 1997, r. 47
[15] Abdulbari Han (Kevneserokê Şarederîya Gimgimê), Ji Konferansa Dîyarbekirê, 03.05.2015
[16] Süleyman Necati Güneri, Hâtıra Defteri: Erzurumda Kongre Günleri, Hazırlayan Ali Birinci, Erzurum Kitaplığı, Dergah Yayınları, 2000, S. 59
[17] Dr. İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu, Otopsi Yayınları, 2003, r. 469-470 (Ji arşîva Lûtfî Baksî)
[18] Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kurdistan (1918-1958), Doz Yayınları, İstanbul, 1992, “FO 371/10121” nolu ve 11 Kasım1924 tarihli belge, r. 143
[19] Jiyan û Berhemekanî Îsmaîl Heqî Şaweys, , (Kokirdinewe û pêşekî: Umêd Aşna), Dezgeyî çap û belawkiraweyî Aras, jimar: 204, çapî yekem: Hewlêr, 2003, r. 15
[20] Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yy’dan Günümüze Ermeni – Kürt İlişkileri, Med Yayınları, 1992, r. 185
[21] Mele Xalid, Fehmî Firat kî ye? Kovara Bîr, hej: 7, Havîna 2007-Dîyarbekir, r. 212
[22] Tahsin Sever, 1925 Hareketi ve Azadi Cemiyeti, Çapa Duyem, Weşanên Nûbihar, Îstanbul, 2018, r. 117
[23] Robert Olson, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge Yayınları, Ankara, 1992, r. 53
[24] Erzurum Konsolosu Pavlovsky’nin Kürd meselesi hakındaki 26.07.1923 tarihli raporu, bak. www.Newroz.com, 10 Şubat 2008
[25] M. Van Bruinessen, Ağa Şeyh Ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Özge Yayınları, r. 348
[26] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925, Tekin Yayınevi, 1991, Ankara, r. 56
[27] Murat Bardakçı, https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/830129-iste-1920lerde-yayinlanan -ilk-kurt-bildirisinin-gizli-kalmis-tam-metni (24.03.2013)
[28] Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü, 4. Baskı, r. 31
[29] Murat Bardakçı, https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/830129-iste-1920lerde-yayinlanan -ilk-kurt-bildirisinin-gizli-kalmis-tam-metni (24.03.2013), Mahmut Akyürekli, Binbaşi Kasım’ın Hatıraları, Avesta Yayınları, İstanbul, 2020, r. 92, Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, r. 221, 225, 251
[30] Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, r. 251
[31] Jiyan û Berhemekanî Îsmaîl Heqî Şaweys, J. b., r. 17
[32] Şevket Beysanoğlu, Anıtlar ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi (Cumhuriyet Dönemi), Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, 2001, 3. Cilt, r. 975
[33] Jiyan û Berhemekanî Îsmaîl Heqî Şaweys, J. b., r. 38
[34] Kovara Bîr, Nîzamnameya Derveyî Ya Komîteya Îstıqlala Kurdıstane, Hejmar: 7, Havîna 2007, Dîyarbekir, r. 27; (Daireya Giştî ya Sicîlan, Wezareta Hewagerî ya Brîtanya, 23 / 412, Qism: 2, Eks / Em 4583)
[35] M. Van, Ağa Şeyh Ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Özge Yayınları, r. 352
[36] Tahsin Sever, Serokê Komîteya Îstîklala Kurdistanê (Azadî) Mîralay Xalid Begê Cibrî, Kovara Bîr, Jimar: 7, Diyarbakır, Havîn 2007, r. 22
[37] Kovara Bîr, Nîzamnameya Derveyî Ya Komîteya Îstıqlala Kurdıstane, Hejmar: 7, Havîna 2007, Dîyarbekir, r. 27; (Daireya Giştî ya Sicîlan, Wezareta Hewagerî ya Brîtanya, 23 / 412, Qism: 2, Eks / Em 4583)
[38] Şevket Beysanoğlu, Anıtlar ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi (Cumhuriyet Dönemi), Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, 2001, 3. Cilt, r. 944
[39] Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kurdistan (1918-1958), Doz Yayınları, İstanbul, 1992, r. 147, 148
[40] Kadri Cemil Paşa, Doza Kurdistan, Özge Yayınları, Ankara, 1991, s. 85
[41] Nîzamnameya Derveyî Ya Komîteya Îstıqlala Kurdıstane, Kovara Bîr, Hejmar: 7, Havîna 2007, Dîyarbekir, r. 27; (Daireya Giştî ya Sicîlan, Wezareta Hewagerî ya Brîtanya, 23 / 412, Qism: 2, Eks / Em 4583)
[42] Şevket Beysanoğlu, Anıtlar ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi (Cumhuriyet Dönemi), J. b., r. 974-977
[43] Mahmut Akyürekli, Binbaşi Kasım’ın Hatıraları, Avesta Yayınları, İstanbul, 2020, r. 50
[44] Tahsin Sever, Seroke Komîteya Îstîklala Kurdistane (Azadî) Mîralay Xalid Bege Cibrî, Kovara Bîr, Hejmar: 7, Havîna 2007, Dîyarbekir, r. 22, 23
[45] Tahsin Sever, J. b., r. 23
[46] Mahmut Akyürekli, j. b., r. 81
[47] Uğur Mumcu, Kürt- İslam Ayaklanması 1919-1925, Teki Yayınevi, 1991, r. 102
[48] Martin Van Bruinessen, Ağa Şeyh Ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Özge Yayınları, r. 357
[49] Mahmut Akyürekli, Binbaşi Kasım’ın Hatıraları, Avesta Yayınları, İstanbul, 2020, r. 41