Mem û Zîn – 1

(Serbestî, no: 491, 10 Mayıs 1919)

Geçen günkü nüshamızın birinde, Kürd milli şairlerinden Ahmed-î Hani’nin “Kürd Neşrî Marif Cemiyeti” tarafından basılmakta bulunan Mem û Zîn isimli edebi şaheserinden bahisle, bu hususta okurlarımıza bir-iki tenkit (eleştiri) makalesi için söz vermiştik.

Eserin basımının bitişiyle beraber, basımına başlayacağımız “İntikadname”ye bir girizgâh olmak üzere bu makalemizde, Mem û Zîn”in genel yapısından bahsedeceğiz.

Demin söylediğim gibi Mem û Zîn, hakikaten Kürd edebiyatının yüksek, kıymetli bir şaheserdir.

Kürdün pek de zengin olmayan irfan kütüphanesi dâhilinde Mem û Zîn adeta ansiklopedik bir kıymet ve mahiyete haizdir. Mem û Zîn, esas itibariyle bir aşk vakasının manzum hikâyesinden ibarettir. Fakat yazar, hikâye olayına başlamadan önce bir-iki mukaddime [önsöz] ile muhtelif meseleleri nazarı tetkikten geçiriyor. Bu arada amansız kalemiyle Kürd milletinin bahtsızlığını fasih ve yüksek bir lisanla izah ediyor.

Eseri bu noktadan tetkik edince, geçmişte ve halen de Kürd nesli ve Kürd gençliği için himmet ve gayret diye feryat eden hakki bir haykırış teşvikidir. Yüksek bir edebi ifade ile neticelenen bu milli öğütler, Kürdlerin fıtri ve ahlaki kabiliyetlerini bütün hakikat ve çıplaklığıyla berrak bir ayna gibi aksettirirken, diğer taraftan bu gibi fıtri amiller ve mevcut oluşumlara rağmen Kürdlerin, dipsiz bir Okyanusun hüsranları içinde çalkalanmasını hazin ve bağrı yanık [dılsoj] bir lisanla tespit ediyor.

Belki yüz beyti bile geçmeyen bu kısım, her Kürd vatandaşını titremekle sarsacak bir uyandırma iksiridir.

Molla Ahmed-î Hanî, bundan sonra biraz Kürd tarihinden bahseder. Bu kısım kısa olmakla beraber, olayın şahıslarından olan “Mem”in ve o tarihte Botan emiri bulunan pederi Mir Zeyneddin’in mensup bulundukları Azizan Emirliği tarihi hakkında faydalı bazı malumatı kaydetmektedir.

Şehname sahibi, İran’ın bilinen şairi Firdevsi gibi mübalağalı methiyeleri terk etmekten kurtulamayan Ahmed-î Hanî, bu bölümde cidden nevi şahsına münhasır rumuz, kinaye, istiare ve edebi teşbihlerle o tarihte pek makbul olan lafız sanatında da büyük bir kudret göstermiştir. (Not: Sehli mümteni: Edebiyat literatüründe şiirleri kolay fakat benzerini yapmanın zor olduğu bir türe denir.)

Konuya yabancı gibi görünen bu fasıllardan sonra, aşk vakasının hikâyesine başlar. Hiç şüphesiz ki bu eserde asıl görünüş, şimdiki zamanın hikâye tarz ve dilini arayacak değiliz.

Ahmed-î Hanî’nin hikâyedeki tarz ve lisanını bir dereceye kadar Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnunu”ndaki tarz ve eda ile kabili kıyastır. Fazla olarak Ahmed-î Hanî’de bir yenilik görüyoruz. Ahmed-î Hanî, tiyatro taslağı şeklinde tertip etmiş olduğu eserinde, şahısları bazı kere karşı karşıya getirerek konuşturur. Bu kısımlar irdelenirken şimdiki zamanın sahne hayatındaki lisanı karşılıklı konuşma dili ve daha iptidai olarak manzum diyaloglar hatıra gelir.

Bu konuşmalar esnasında arasıra konuşmaların kesintisiyle konuşanların uzun sükunetleri, yazarın bitişik hikâyeleri olmasaydı, eser adeta az tadilat ile sahneye konulabilirdi.

Konu basit fakat metin ince bir nakışla işlenmiştir. Şu küçük önsözden sonra esas mevzuya, arzettiğimiz gibi aşk hikâyesine ulaşıyoruz.

Bu noktadan itibaren eseri daha ince bir bakışla tetkik ve tavzih edeceğiz. Bu izah vadettiğimiz tenkit makalelerimizde, okurlarımıza arzedilecektir.

osmanlıcadan çeviren: Cemîl Amedî