(Kurdistan, No: 8; 2 Mayıs 1335)

Bugünkü alemin vaziyeti karşısında; Kürd efkar-ı umumiyesinin (kamuoyunun) hazırlanması, Kürd milletinin geleceği noktayı nazarından ne kadar zaruri ve mühim ise, ‘’Kürd muhacirlerinin durumlarının ıslahı ve yurtlarına lüzum-i iadeleri de o nispette zaruri ve hayatidir. Bu sorunlar yalnız Kürdleri ve Osmanlı hükümetini değil, bütün yüce insanlık kamuoyunu işgal edecek bir mahiyettedir. O derecedeki; vatanın, şahsının kaderi söz konusu olan bir milletin, milli kuvvetlerinin birleşik yardımıyla görüşünü almadan bir milyon küsur şehidin elim hatırası, sefil ve sönmüş ocaklarında saklayan Kürd mültecilerini bu milli hesaba katmadan cihanın mukadderatını ancak milli kuvvetlerin feyiz dizginine tevdi edildiği bir asırda Kürd milletine bir kültür sahasını, bir açılmayı hazırlamadan, her ne kadar uzak bir gelecekte olsun, alemin dört tarafından çarpışacak heybetli kuvvetlerin korkunç etkilerine karşı Kürdleri emin ve salim bir vaziyete mazhar etmeden… Tesis edilecek sulhun doğruluk ve adaletinde halis kalpler sahipleri ne kadar endişelere duşar olsalar yeridir.

Esasen Kürd milleti asırlardan beri musibet ve zahmetler içerisinde bulunmuştur. Bu sebepledir ki istiklalinden, ikbalinden de olmuştur. Arap, Acem ve Türk medeniyetlerine yüksek enmuzecler (örnekler), emsalsiz şahsiyetler veren, Asya’nın bu zeki ve çevik unsuru, ne kadar acı olsa da itiraf edelim ki, bugün elim bir perişanlık içerisindedir. Bunu itiraf etmekle beraber şunu da unutmamalıdır ki, Kürd bu vaziyetten kurtulamayacak bir fıtrat ve kabiliyette değildir. Zaten hayat ve bekasının en esaslı dayanaklarından olan fıtrat ve kabiliyetinin kuvvet derecesini Kürt milleti kendisinden her şeyin esirgendiği zamanlarda dahi… Aras vadilerine, Haymana ovalarına, Afgan dağlarına, Adana illerine, Akdeniz kıyılarına, İstanbul, Romanya, Amerika çalışma yerlerine hayat izlerini taşımakta göstermiştir. Dikkati celbeden bir bakıştır ki, Kürdistanın ekser kasabaları… her ne kadar eski olsun atölyelerle doludur. Buralarda Kürd işçileri tarafından işlenen mensucatın nefaset (kıymetli) ve metaneti erbabınca malumdur. Hatta Kürdler, gerekli hayati ihtiyaçlarını hiç bir ihtiyaç eksik olmamak şartıyla, şimdiye kadar kendileri temin etmiş ve üretmişlerdir. Kürd halıları, Kürd anaları dünya pazarında oldukça  revaçlı (geçerli) bir iktisat konumunu elde etmişlerdir. Her sene milyonlarca koyunu Haleb’e, Trabzona sevkeden Kürd tacirleriydi. Bizzat Kürd köylüsünün kendi el emeği ile üretip büyük ticaret yerlerine yolladığı ham maddeler, ‘’mazi, meyan kökü, sumak, ceviz kütüğü, deri çeşitleri, vahşi hayvan postları, yük, kuru meyve sade yağ v.s.’’ ihmal edilecek bir kıymet ve nicelikte değildir.

Eski medeniyetlerin varisi olan Kürdler, tarımdaki kabiliyetleri itibariyle komşu milletlerin hiç birisinden geri kalmamakla beraber, bazı noktalarda onlardan daha da üstündürler.

Çifti (Çiftçilik); beşeriyetin bu necip meşgalesini Kürdistanın ıssız dağlarına, güzel vadilerine nakleden millet, Kürdlerdir. Erciş-Malazgirt ovalarında yetiştirilen beyaz buğdaylarla[1], Dicle sahillerinde terbiye edilen nefis karpuzlar, Kürd usul ziraatinin her ne kadar ilkel vasıtalarla yapılsın- kıdemine ve ehemmiyet derecesine kuvvetli delillerdir.

Şimdiye kadar vahşi, talandan başka bir şey ile iştigal etmez diye aleme tanıtılan ‘’Kürd milleti’nin kabiliyet derecesinin geniş ve ehemmiyetini bilmünasebe kaydetmek istiyorum. Ve bu vesile ile de Amerika’nın hakperest ‘’Doktor Ketis’in’’ beyanatına cevaplar yazan Ermeni vatandaşlarıma da, cevaplarının milli izzeti nefsi yaralayacak bir şekilde olduğu için bir iki söz sarfetmeyi faydasız saymıyorum. Ermeni vatandaşlarımız; Kürdistan’daki milli çoğunluğu değersiz olarak gösterip hafife alma makamında ‘’Bir çoban, bir sürü öküzü idare eder‘’ önermesini, davalarına delil olarak irat ediyorlar. Biz sarfedilen sözün müstehcen şeklinden ziyade, onun ilmi ve ameli değerini nazarı itibare alacağız. Şu halde demek isteniliyor ki, Ermeniler çobandır… Kürdler ise, bir sürü öküzdür.. Acaba?!…

Hakikaten eski çağlarda Kafkas dağlarının güney havalisinde bir Ermeni beyliği mevcut imiş. Bu beylikten bugün medeniyete dair bir iz, tarihi bir şey mevcut değildir. Yalnız bir takım mitolojik nakiller mevcuttur. Halbuki aynı tarihi çağda olmak üzere, mezkur beyliğin gerek kendi havzasında, gerekse bugün üzerinde hukuk ve mülkiyet iddia edilen memleketlerde ve bir de bunların havalindeki ülkelerde o kadar çok, o kadar karışık milletler, hükümetler ‘’Asurlular, Keldaniler, Sümer, Arakarlar, Hititler, İranlılar, Romalılar… v.s.’’ hayret veren medeniyetlerle gelip geçmişlerdir ki, bugün tümünün nam ve şanlarından eser yoktur. Her ne sebeptense bunlar gibi Ermeni beyliği de zeval bulmuş ve tabii olarak eski çağlardan beri Ermeni çobanlığı da kalmamıştır.

Tıpkı Filistin’de mustakbel medeniyetleri doğurani, bir medeniyet ve muhteşem bir saltanat kuran Yahudilerin dünyaya yayılmaları gibi Ermeniler de İran’a, Kürdistan’a, Küçük Asya’ya Türkiye ve Suriye’ye dağılmışlardır. Burada şayanı dikkat ve kayda değer bir nokta varsa o da mezkur beyliğin Kürdleri de kapsamış bulunmasına dair en şüpheli bir ihtimalin bile mevcut bulunmamasıdır. Halbuki Kürdler, ilk çağlardan beri, yaşamakta bulundukları topraklar üzerinde çobanlıklarını muhafaza edegelmiştir. Bir tarafta Hint’in, İran ve Turanın, diğer taraftan Arap iklimi ve Rum diyarının merkezlerinin işgal eden ve bu memleketlerin güzergahı üzerine tesadüf eden Kürd vatanı, sayısız istilalara, müthiş baskılara maruz kalmış olduğu halde hürriyet aşığı olan bir milleti dağlardan uzaklaştırmak mümkün olmamıştır.[2](2)

Romalıların, Arapların, Acemlerin ve Osmanlıların karşısına çıkan ve kendisini tanıyan ve bu azim (büyük) kuvvetlerden kimine muhalefet tavrını, bazılarına da dostluğu göstermekle milli iradesini, daha doğrusu çobanlığını ispat ediveren millet, Kürdlerdi. Kürdler; özellikle İslamiyet’in yayılmasından sonra çobanlıklarını açık bir şekilde kullanabilmişlerdir. Arabın ilahisiyle, Türkün dost ve aşinasına on üç asırdan beri cevap veren Kürdlerdir. Bu müddet zarfında Ermenilere ‘’sürü’’ vasfını izafe etmekte mümkün değildir. Çünkü malum olduğu yönüyle, sürü; çokluğu ifade eder. Bununla birlikte bu uzun zaman zarfında Ermeniler ‘’azınlıklarını;’’ -müsait şartlar altında kendince fazla göstererek-  muhafaza etmişlerdir. Kürdler de çobanlıklarını son günlerin felaketli demlerine kadar,’’ Mutkide, Sasonda, Midyatta, Sincarda ve değişik yerlerde…’’ birçok Ermeni köylerini velev kısmen de olsun tehcir etmekten kurtarmakla göstermiştir.

Bununla birlikte, Kürdlerin şimdiye kadar malum ve meşhud (görülen) olan durumlarda ve bütün Kürdleri kapsamak üzere bir hükümet teşkil etmedikleri itirazı gelebilir. Gerçekten bunun sosyal ve tarihi sebepleri uzundur. Fakat hukukçu felsefecilerce kabul edilmiş temel kurallardandır ki; hükümet bir milletin hayat ve bekaasına kefalet eden kurumların en son bir şeklidir. Kürdler her nakadar malum ve meşhud şekillerde umum kürleri kapsamak üzere bir hükümet teşkil etmemiş, yine istiklal ve hakimiyetlerini büyük, küçük ölçekte sayısız hükümet ve beylikler suretinde muhafaza ederek sürdürmüşlerdir.[3]

Bunlar mazinin hikayesi… Onları geçelim. Asıl bizi meşgul edecek olan gelecektir.

Tarihin şu dönem mahallinde, geleceğin korkulu ve meçhul akıbeti önünde endişe etmeye hacet yoktur. Bugün Kuzey Kürdistanın güzel ve emsalsiz toprakları üzerinde menfaatleri çarpışan unsurlar Kürdlerle Ermeniler değil midir? Çobanlıktan maksat, topluluk ve cemaatleri ‘’sevk ve idare”, kudret ve kabiliyeti değil midir? Bu hususların muhtelif halkında, muşahhas timsalleri Kürd milli tarihinde ta eski çağlardan beri varola gelmiştir.

Bu konuda “Sardanapallardan, Nemrutlardan, hatta Rustemlerden, Kawalardan, Nadirşahtan, Kerim ve Şerefhanlardan … En son harb-ı Umumi faiciasında Osmanlı ordularında liyakat göstermiş kumanlardana başka, Kafkas cephesinde bintürlü mahrumiyet içerisinde bir avuç kahramanla insan gücüyle üstünde cesaret harikaları, hamaset destanları yaratı veren ve bugün elan [şu anda] hor ve hakir görülen, belki sefil, terkedilip bırakılan Hasananlı Halid, Sipkili Abdülmecit Beylerden[4]… Velhasıl hiç birisinden bahsetmek istemem. Yalnız bir ismin etrafında yar ve ağyarın [dost ve düşmanın] cümlesini adalet ve insafa davet etmek isterim! Mısır Sultanlığı bir tarafa, “Ruvadi” kabilesi reislerinden “Selahaddin Eyyubî” Hazretleri!

Uzaklara gitmeye ne hacet, en aciz tahmin edilen bir kürdün kalbini yoklayınız, orada bir hamaset ve yiğitlik definesini bulacaksınız. Ruhuna temas ediniz, yüksek bir vakar, kuvvetli bir kişilik itimadına şahit olacaksınız!…. Bütün bunlar üstünde yaratıcı, müstesna bir zeka her sözü yapmaya, her arzuyu tatmin etmeye, her hayali yakalamaya yeterli bir kuvvet ve mahiyettedir.

 Wersay’ın şa’şalı salonlarında, insanların ihtiyaçlarını idrak eden, azim ve metanetle insanlığın kaderini düzenleyen galip üçlü devletin zaferden çok ümit ve temmeni olunur ki, Kürdleri dağlarından, dağlarını-vadilerini Kürdlerden geçici de olsa koparacak kararlar almasın.

Aynı şekilde “Cemiyet-i Akvam” arasındaki şerefli yerini alıncaya kadar, dayanaktan mahrum olan bu milleti himaye ve sahiplenmeye mazhar ederek mevcut ve gizli bütün milli güç va kabiliyetlerini ancak ilim, fen, ziraa-zanaat, sanat ve ticaret konularına sarfedilecek bir vaziyete ulaştırsınlar. Aslında Kürdler, Ermenilerin milli emelleri ve Rusların istila fikirlerine hakkıyla vakıf olmadıkları gibi hiç şüphesiz aladkadar değildirler. Memleketlerinde didişen kuvvetlerin emellerine oyuncak oldular. Kuzey Kürdistan bugün vahşi hayvanları bile ürkütecek bir harabeye döndü. Türkiye’ye iltica edenler, %95 öldüler.[5]

Ve maalesef ölmekte berdevamdırlar. Velhasıl Kürdler, bu elim ve feci bir vaziyet içerisinde birbuçuk milyonu geçen milyonu geçen kurban verdiler.

Seslerini çıkaramadılar, feryatlarını halen bile olsun işttremediler, bugün ortada sefil ve biçare [çaresiz] inlerler. “Beni adem azayı yekdigerend” [İnsanoğlu bir birinin azasıdır]. Yüce hadisin mealine göre insanlığın bir uzvudurlar [parçasıdırlar]. Bu yaralı uzvu sarmak, vatanlarına hasretle binlerce insanı, emsalleri, benzerleri gibi tamir edilmiş yuvalarına iade etmek… Şu veya bu zümreden ziyade insanlığın şefkatli ve adaletkar eline yakışır.

….

Kürdler hakkında şimdiye kadar, maalesef açık bir vaziyet almamış olan muhterem şimdiki hükümetten, bu tehlikenin giderilmesi ve Kürdler en temel hukukunun muhafazası namına olsun, hiç olmazsa bu sorun ile meşgul etmek üzere teşkil edilmiş komisyona çağırılan çocukların, hüviyeti tayin konusunda Kürdçe konuşan zatı beraber göndersinler.

“Kürd muhacereti” [göçü], bu son ve feci şeklinden diğer iki manzara daha arz ederki bunlardan birincisi; Kürdistan’da üretim mesaisinin [çalışmasının] yokluğundan peyda olan her sene binlerce genç ve dinç pazuların -milli gücün- ve ticaret vadilerinde sarfedebilmek imkan ve fırsatı temin ve hazırlamış nisbetler…

Kürd milletini böyle milli hesap muvacehesinde bulundururken, İran Kürdleriyle vatanlarından uzak beldeler gerek iltica, gerekse sevkedilmiş olan Kürdleri unutmak, gözlerden uzak bulundurmak, Kürdler için telafi kabul etmez bir felaket olduğu gibi, aynı zamanda büyük bir haksızlık da olmuş olur. “Kürd meselesinin çözüm çaresi: Kürdistan’ın İran ve Türkiyedeki kısımlarında kemiyet ve keyfiyetini [nicelik ve niteliklerini] en az bir tereddütten bile ari ve beri olan milli çoğunluğu -azınlığın hakkı mahfuz kalmak kaydıyla- mukadderatı serbestçe fikirleri beyan edebilecek bir vaziyete nail kılmak ve bu konuda birlik bulunan Kürd aydın fikirlerinin gerekli delaletine müracaat etmek ve milletlerarası teminat ve yardımla Kürd muhacirlerinin yerlerine iadeleriyle harap olan vatanlarını imar etmek esaslarından ibarettir.

Malum olduğu cihetle, sulh ve selamet alemi için bütün muharip milletler ve devletlerce “Wilson Prensipleri” kabul edilmekle beraber, “Sulh Konferansı”na talepleri arz eden tarafsız devletler ve milletlerce de sözkonusu prensiblerin kabulü demektir. Wilson Prensipleri, her şeyden önce “milli hakları teyit ve tasdik ediyor.

Eğer “Kürd milleti”; insanlık ailesinin dışında telaki edilmiyorsa, onun da milli hukuk ve menfaatlerini kabul ve tasdik etmek, bu konuda bilhassa Kürd aydın fikirlerinin delaletine gerekli müracaatı etmek tabii ve zaruridir.

Kürdler; geçen kıyamet hengamesinde, belirlenen maksatlar uğrunda çarpışan zümrelerden hiçbirine kasti ve şuurlu olarak iştirak etmemişlerdir. Onlar, Rus ve Ermeni hücumlarına karşı geleneksel ve dini vazifelerini adet üzerine yapıyormuşlardır. Hakikatten bu vazifeyi kadınlarıyla, kar içinde yalınayak cephane ve mühimat taşımak suretinde bile yapmışlarsa da, beri taraftan ellerine eski sistem silahlar verilmek, iaşe ve mühimattan mahrum bırakılmak, Hamidiye Alayları ilga edilmek, Kürd Beylerine ve maiyetlerindeki halkına ehmiyet atfedebilmek… gibi hususatla da o vazifeyi heder ve zayi etme yolunda Çukurova, İstanbul, Amerika, Romanya… Darü’l mesailerine [atölye- çalışma yeri] akıp gitmesidir. Bu konuda “Kürd milleti”nin hayat ve istikbaliyle alakadar şahıslar ve müesselerin himmet ve gayret uhdesine bağlı iki milli vazifesi mevcuttur.

Biri; Kürdistan’da üretim kaynaklarının fazlalaştırma sebeplerini istikmal etmek, diğeri ise bu dağınık cemaat-colonie’leri milli hayata faydalı birer tam uzuv haline sokmaktır. Bunlardan “İstanbul Kürd Cemaati”nin Kürdistan’ın müstakbel hayatı üzerinde makbul faaliyetler gösterecek umulan gerçeklerdir.

İkinci muhaceret (göç) şekli: “İstilai” [yayılma] olanıdır ki, aşiret hayatının kararsızlığından ortaya çıkmıştır. Bu yönü ile bazı mühim aşiretler, anavatandan ayrılmakla uzak diyarlara kadar gitmişlerse de diğer taraftan bir iktisai yolu temin edebilmek ve alemin hayat esintisinde istifade edebilme ihtiyacı mecburiyetinden Antep, Maraş, Kilis üzerinden Ak Deniz’e doğru inmişlerdir. Bu son muhaceret şekli, Kürdleri ve Kürdistan’ı Ak Deniz’in kadim ve bereketli kucağı üzerinde parlak bir istikbale yöneltiyor.

Osmanlıcadan çeviren: Cemîl Amedî

(11 Mayıs 1915, Haydarpaşa)

[1] Mahalli tabirle ‘’Tir’’ ıtlak olunur ki, ziraatin son tatbikatıyla zor yetiştirilebilmektedir.

[2] Her ne kadar son muhacirliğin bu tarihi gerçeği tenkit edecek bir elim şekli ibraz ediyorsa da, bunu tarihte misli görülmemiş Ermeni siyaseti imhasına atfeder ve alemin sulh ve sükun dönemin tesis ettikten sonra mevcut baskılara rağmen Kürdleri vatanlarına kavuşmak arzusundan hiçbir şeyin men edemeyeceğini ümit ederim. Dolayısıyla bahsedilen şartlar altında bile dağlarını terketmemiş ve memleketlerine gelen korkunç istilayı kuvvetlerin nakliye, posta hareketlerine zorluk çıkarmış, güya savaş sınırını geçmek istemek ve sınırın ilerisinde kalmış bulunmak gibi garip sebeplerle sinelerini yokedici kurşunlara hedef kılmış aşiret ve sayısız kabilelerin mevcudiyetini, mezkur tarihi gerçeğin kuvvet ve ispat derecesine yeterli bir delildir.

[3] Kürd beyliklerinin geçmişte bu yönüyle milli hayatı üzerinde ibraz etmiş oldukları şükran faaliyetleri, şükran diliyle kaydetmeyi bir görev telakki ediyorum. Beylik; çıkış şekli ve oluşumu, aile ve şahıslar, ilişki ve münasebetlerden sarfı nazar ederek, Kürd sosyal hayatının canlı müesseselerindendir. Bir çok harici sadmelere (darbelere) karşı, Kürd sosyal bünyesinin metanetle muhafaza etmesi hususunda büyük etkiler yarattığı olagelmiştir. Kürdlerin çözülmesi,beyliklerinin mahvolmasında arayanlar olmuştur. Zamanımızın zihin ve telakkilerin ileri konumda olması cihetiyle adı geçen müesseselerin her ne kadar tetkike muhtaç olsalar da, şimdilik ve gelecekte onu idare edecek şartıyla, pek çok faydaların teminini hazırlayacak milli teşkilatın en güçlülerindendir, terbiyesi, şayanı kayıt ve ehemmiyettedir.

[4] Adı geçen; aşiretinden ayrılma teklifi üzerine Sincar’da Amcazadelerinin yanına gitmiştir.

[5] Buracıkta Kürd şeyhleri ile itibarlı ve köylüsünün her kapıdan kovulduğu bir zamanda onları iyi karşılayıp kolaylık gösterip geniş yardımlarda bulunan Adana eski valisi Cevdet Beyi unutmak, Kürd vefakarlığını inkar demek olur. Adı geçen dört yüz senelik müşterek tarihte Kürdlerle kaynaşıp içiçe geçmiş, onların ihtiyaçlarına ve isteklerine vakıf ve ittıla peyda eylemiş [bilgi edinmiş] yegane devlet adamıdır.