1851’de Şemdinan’da doğan Seyyid Abdulkadir Efendi; 1880 Şeyh Ubeydullah liderliğindeki Kürd hareketinde öncü liderlerden biriydi, 1908’de kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti ve 1918’de Kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti başkanıydı. Ayan Meclisi üyeliği ve kısa bir süre de Şurayı Devlet reisliğini yapmış. 1925 Kürd hareketiyle ilişkisi nedeniyle 12 Nisan 1925’te oğlu Seyyid Muhammed ve Xoşnav aşireti reisi Nafiz Bey’le birlikte İstanbul’daki evinde gözaltına alınmış ve hareketin liderlerinden biri olduğu gerekçesiyle 27 Mayıs 1925’te Diyarbekir’de oğlu Seyyid Muhammed ve arkadaşlarıyla birlikte idam edilmiştir. (Kovara BÎR sitesi editörlüğü)

* * *

16 Şubat 1335’te İleri Atî Gazetesi’nin birinci sütununda, hesap ve ismi meçhul, sanat ve meksebi (kazancı) malum bir yazar tarafından unsur ve madde itibarıyla hezeyan, türrehat (saçmalama), suret ve siretçe (ahlakça) dil uzatmayı ve sahte bir şekilde örülmüş olan makalenin içeriği bunlardır: Temelluk (dalkavukluk), riya, kararsızlık ve yaltaklanma yoluyla Sadrı Azam Paşa hazretlerine arzı sitayiş (övgü arzetme), 2- Dahiliye Nazır Vekili Ahmet İzzet Bey Efendi Hz.lerine iki yüzlü bir fıkra arz (fıkra bir ciheten övgü, diğer bir cihette yergi) idi, 3- Devlet ve Osmanlı milletinin en bilinen simalarından sekiz zatı sayarak isim ve şöhretlerinden tecahül (bilmemezlikten geleme) “zaten tecahül değil”, 4- Mustafa Sabri Efendi Hz.leri gibi faziletli, düzgün bir zatı, hafifseme bir ibare ile zikretme., 5- Heyet-i Ayan azasından Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.leri gibi hasip (değerli), nesib (soylu), maruf (bilinen), doğru, mütedeyyin (dindar), vatanperver ve alicenap bir zat hakkında münasebetsiz sözler. Arapça bir şiirde söylendiği gibi: “İçteki mülahazalar nasıl gizlenir; zira kalpte olanları gözler açıklar.” Mefhumunca kirli mesleğin yürürlüğü ve habis (alçak) gayesinin tahsili için efkar-ı ammeyi (kamuoyunu) tadlil (delalete götürme) ilah (ve benzeri) ….

Biz ise yazarın meçhuliyyet (bilinmezlik) ve cehaletinden dolayı söyleyene bakmayıp bilakis yalnız sözü tetkik ve tenkit, bu tetkik ve tenkil ile “istidlaûl bil’eseri alel-müessiri”[1] mucibince söyleyenin ahval ve rezil tavırlarını teşhir edeceğiz.

Sadrazam Paşa Hazretleri gibi kalbi nurlu pir, alim ve dünyayı gören bir siyasi adam riya, kararsızlık, yaltaklanma ve dalkavukla aldanmaz. Bununla birlikte Sadrazam Paşa ve dahiliye nazırı gibi alim ve yüce adamlar değil, belki adi adamlar bile bu gibi yazarları takdir edebilirler, övgü, sitayiş ve münasebetsiz sözlerini itibara almazlar. “Biz Kürdistan’daki Kürdlerin hatırı için bu makaleyi yazıyoruz, yoksa biz de sükut ederdik.”

3- Şu zevat-ı kiramı (değerli zatları) çoğunluk itibarıyla tanımıyoruz. Tümünü cehalet yahut tecahülün (cahil gibi görünme) semeresi değildir. Belki bence hakikat ve muvafık (uygunluk) haktır. Zira:

“Künd hem cinsi ba hemcinsi pervaz

Kebûter ba kebûter bazi ba baz”

(Hemcinsler hemcinsiyle uçarlar,

Güvercin güvercinle, şahin şahinle)

 Mucibince (gereğince) yazarın ancak hem fikir hem ser (kafadar) hem ahlak ve hem vicdanlarını tanıyor. Ciddi, vicdanlı, doğru, vatanperver ve bilhassa iffetli, mütedeyyin ve dini sağlamlığa sahip olanlar, elbette nazarında maruf olamazlar (tanınmazlar).

4- Mustafa Sabri Efendi gibi bir faziletli ve doğru kimse hakkında hafifseyici tabirle; bazen “Sadi”nin “Mah-i nû xod feşaned gerçi sek ev kuned” (yani ay doğdu, gerçi köpek havlamaya başladı). Ve bazen de “Mütenebbi”nin (Arap şairlerindedir) “We iza etetke mezemmeti min naqisin/ Fe hiye’ş-şehadetû li bienni fadîlûn” (Anlamı: Kusurlu bir kimseden kınanmam sana ulaşırsa/ Bana şahitlik eder ki ben faziletli biriyim).

Hikmetli mısra ve beyitlerini hatırıma getiriyor. Bununla birlikte meçhul yazar tarafından bu zatlar hakkında övgü, tasvipnameler yakında yazılacak ve kahvelerde okunacaktır. Zira bu gibi yazarlar Ka’b bin Züher’in muhayyel (hayal edilmiş) “Suade”si dirler; “Fema tedûmû ala hali tekûnû biha/ Kema telewme fi eswabi hal-gûlû. (Kendisi aynı hal üzere bulunmaz; nasıl ki elbiselerinde renk değişikliği olduğu gibi.)

5-  Seyyid Abdulkadir Efendi Hazretleri hakkında meçhul yazarın hezeyan, münasebetsiz sözleri ve hataları bunlardır. 1- “Şemdinanlı” güya Şemdinan’a nisbet ayıp imiş. Halbuki Şemdinan’a nisbet iftihar yeridir, zira Şemdinan Hz. Faruk’un (Ömer) hilafet esnasından şimdiye kadar gayur (gayretli), cesur, metin ve nisbeti maruf (bilinmiş) olan “Kürd” milletinin vatanıdır. Şemdinan’da köle, kölezadeler, cariye, cariyezadeler, dönme ve dönmezadeler yoktur ve bu keyfiyet (nitelik) herkesçe bilinir. Fakat rica ederim muharrir (yazar) bey, sizde aslı vatanınızı söyleyiniz ta ki asıl ve esasınız ortaya çıksın. “Mümteni” (imkansız) bir ricadır, zira (ancak) yazar bey kararsız bir zattır (kişidir). 2- Bin Abdah (Abdah oğlu), Yazar Bey burada hata etmiştir zira “Abdah” değil Ubeydullah’tır ve bu yanlış cehaletine büyük bir delildir. Hakikaten bir şahsın vasıflarından bahsetmek, adı geçen şahsın zatından haberdar olmak üzerine bağlıdır. Halbuki Yazar Bey zat değil isimden bile haberi yoktur. Eğer haberi olmuş olsaydı bu gibi cesaretlerde bulunamazdı. Zira Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.leri herkesten daha necip ve Fahr-i Kai’nat Efendimizin torunudur. Ve her şeref sahibine mukabil (Arapça şiir):

Ûlaike abai feci’ni bi mislihim

İza cemeetna ya cerirî’l- mecamiû

Tercümesi:

(Onlar benim atalarım bana benzerlerini göster

Ey cerir biz bir araya geldiğimizde …)

Diye belirler. Öyleyse biz Yazar Beyden ceddi emcedlerinin (ulu atalarının) ismini soruyoruz bakalım nasıldır?

3- “Kürd ve serkırdelerinden” yazar pek hata etmiştir; zira Kürd serkırdelerinden değil bilakis “Kürd” server ve serdarıdır, bu keyfiyeti (niteliği) 93 muharebesinde ve İran muharebesinde pek açık bir suretle ispat buyurmuşlardır.

4- “Şeyh Sıddık’ın biraderi” evet kardeşidir. Merhum Şeyh Sıddık ise servet, saman (zenginlik), iktidar ve şevketiyle beraber hükümet matbusına herkesten daha fazla bir surette bağlı olması şeref ve necabetinin (soyluluğunun) en açık bir delilidir. Bir takım kötü asıllı, dönme ve hercai gibi cûz’i bir tahsil, az bir servet ve arızi (geçici) bir soyluluk vasıtasıyla Hilafet ve Saltanat hanedanına karşı hıyanette bulunmazdı ve halifeler hakkında dil uzatmazdı.

5- “Birçok silahlı kulları vardır.” Bu tabir yanlıştır zira “Kürdistan”daki adamlar yani erkeler ve tümü silahlı ve cümlesi Şeyh Abdulkadir Efendi Hz.lerine mensuptur. Ve bu keyfiyet (nitelik) yalnız Kürdistan’a mahsus değil bilakis bugün İstanbul’da dahi en az on bin kişi “Kürd” vardır ve tümü Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.lerine mensupturlar.

6- “Derbeylerin başı bu zattır.” Bu tabirde dahi hata vardır. Zira derbeylerin reisi ve şeyhidir. Ve acizane zannıma göre derebeyi dönme, köle, cariye, dönmezade, kölezade, cariyezade, hamamcı, hamamcızadeler arasında her cihetçe milyonlarca dereceler ve mertebeler vardır. Değil mi ya?

7- “Şey Sıddık’ın hükmü Musul’a kadar cari idi.” Bu tabir doğru değildir. Zira “Şeyh Sıddık’ın hükmü bütün Kürdistan’da cari (geçerli) idi. Kürdistan ise; Tebriz, Tiflis, Trabzon, Halep, Bağdad, Fars ve Hemedan ile çevrilmiştir. Şeyh Sıddık “Kürd” unsurunun reis ve şeyhzadesi olduğundan bütün Kürdistan’da sözü geçen idi. Ve bugün dahi “hamdolsun” Şeyh Abdulkadir Efendi daha geniş bir nüfuza maliktir. Çünkü İstanbul’da bile nüfusu vardır. İnanmayanlar elbette görebilirler.

8- “Hanesi istihkam gibidir.” Elbette istihkam (kale gibi korunaklı) gibi olacaktır. Çünkü Osmanlı memleketinde yalnız nüfus itibarıyla değil belki servet bakımından dahi yegane idi. Atadan kalma servetinden yaptıkları köşk elbette istihkam gibi olacaktır. Kemali rezaletle para kazanamayanlar, paraya o kadar önem vermez ve “leylek” yuvası gibi ağaçtan mamul hanelerde oturmazlar.

9- “Efrattan (fertlerden) vergi alır.” Elbette malikane olacaktır. Çünkü Şemd(z)inan’daki emlak ve arazinin tümünü atalardan satın almışlardır. Ve Osmanlı memleketinde Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.leri gibi emlak sahibi bir zat yoktu.

10- “Ticareti nefsine hasretmiştir.” Bu müthiş bir yalandır. Çünkü bütün bir Osmanlı memleketinde asilzadeler, ticaret ve memuriyete tenezzül etmezler. Bilhassa “Kürdistan’da” biz ticaret ve inhisar (tekelleşme) gibi düşürücü sanatları dönme ve kölezadelere tahsis etmişiz.

11- “Eğer bu Seyyid Abdulkadir ise.” Evet odur ve şimdiye kadar hiçbir memuriyete tenezzül ve nazırlığa (bakanlığa) bile rağbet etmemiştir. Fakat bugünlerde sevgili Halifemizin takva, ilim, adalet ve bilhassa diyanet, halis ve hüsni niyetinden son dere müteşekkir olduğundan ve bir takım hain, kötü asıllı, vicdansız ve din ile devlete düşman olanların te’dibine (haddini bildirmesine) herkesten daha fazla bir ölçüde talip, hazırlıklı ve rağbette bulunduğundan kabineye girmesi pek muhtemeldir.

12- “Asri (çağdaş) bir kabine olur.” Elbette asri bir kabine olacaktır. Çünkü asır (çağ), daimi surette sadık, ciddi, vicdanlı, cesur, asil doğru, afif ve dindar olanları kemali memnuniyetle kabul eder. Lakin yüce fikirlerinize uygun olamaz. Çünkü sizin gibi bir yazarın beğendikleri ancak dost ve kafadarlarıdır. Halbuki Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.leri beğendiğiniz sıfattan münezzeh ve mukaddestir.

Hatime (Sonuç):

Hakkım olmayarak herkese hücum edenlere kudurmuş köpek diyorlar. Halbuki bence bu tabir mantıki ve ilmi bir tabir değildir. Çünkü “Demîrî” “Hayatü’l Hayvan”(1372 yılında yazımı tamamlanan eseri) nam kitabında; köpeğin ruhi hallerini beyan etmiştir. Bu hallerden birisi, Şerif, nazif ve tanınmış adamlara saldırmamaktadır. Hakikatten bu doğrudur. Köylerde bulunanlar bu gerçeği tasdik ediyorlar ve bizzat bunu müşahede etmişim (gözlemişim). Yani köpek hasis (alçak) adamlara hücum eder. Fakat âli cenaplara saldırmaz. “Eğer Şeyh Abdulkadir Efendiye hücum eden kimseyi köpek gibi tasavvur etmiş olsaydım, Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.lerine “Kürd” milletinin muhterem edibi “Nalî”nin bir beytini arz ve takdim edecektim. Beyt şudur:

“Aciz mebe qurban le derû, îfkî reqîban

Dinya bî debî sek borî tûle beka kef.”

Fakat saldırı, Seyyid Abdulkadir Efendi Hz.lerinin şerefi ve “Demîrî”nin kavlini (sözünü) nazarı itibara aldıktan sonra saldırana “kuduran köpek” söyleyemem.

Osmanlıcadan çeviren: Cemîl Amedî

[1] Eserin müessir (tesir eden) delalet etmesi.

Kaynak: Kurdistan Mecmuası, Sayı: 3