Müslüm Üzülmez/ Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri Üzerine

Yakın zamanda politik ve stratejik derinliği olan ve çok tartışılan, konuşulan, haklarında çeşitli makaleler yazılan bazı kitapları aralıklarla okudum: Samuel P. Huntington’un Medeniyetler Çatışması, Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan, Thomas Friedman’ın Küreselleşmenin Geleceği ve Paul Kennedy’nin Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri gibi…

Bu kitapların ortak paydası, değişik pencerelerden dünyadaki olaylara bakıp geleceğe dair öngörülerinde farklı tonlarda şeyler söyleseler de, tümünün Amerikan yaşam tarzını, bakışını ve çıkarlarını esas alarak kaleme alınmış olması.

Paul Kennedy’nin kitabı gerek yazılış tarihi ve gerekse söylemi bakımından diğerlerinden farklı. Kitap, Sovyetler Birliği daha dağılmadan, yaklaşık bir yıl önce yazılmış. Yazar İspanyol, Fransız ve İngiliz imparatorluklarının çöküşünü inceledikten sonra kendince bir sonuca varır ve çok tartışılacak bir öngörüde bulunur: Gücünü aşan sınırların ötesine geçtiği için çöküş sırasının ABD imparatorluğuna gelmiş olduğunu söyler örtük bir şekilde.

Thomas Friedman da, bu öngörüye biraz hoşnut olmayarak değinmektedir: “Kennedy’nin örtük mesajı, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin sadece Sovyetler Birliği’nin sonu anlamına gelmeyip aynı zamanda ABD’nin çöküşünün habercisi olduğudur,” diye yazar. Ve Kennedy’nin “geleceği kestirme çabasında fazla ileri gitmiş” olduğunu belirtir. (Thomas Friedman, Küreselleşmenin Geleceği, s.19)

Kennedy hariç, yukarıda adı geçen diğer yazarlar kitaplarını ‘Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve SSCB’nin dağılışından sonra yazmışlardır ve hem de liberalizmin zaferini kutlar bir havada. Bu kitapların yazılışları 20 yılı çoktan aştı ama öngörülenlerin çoğu gerçekleşmedi. Dünya bütünleşmediği gibi, ekonomik, politik, askeri, diplomatik, kültürel sorunlar ve ayrılıklar daha da arttı. Yeniden soğuk savaş dönemine dönüldüğü söylenmeye başlandı.

Kennedy’nin kitabı ise, dediğim gibi diğerlerinden biraz farklı. Anti-Marksçı bir anlayışla ve ABD’nin bakış açısıyla yazmış olsa bile, stratejik derinliği olan ve bazı konuları daha iyi anlamada faydasını gördüğüm bir kitap. Rusya-Ukrayna savaşının, daha doğrusu Rusya-ABD savaşının devam ettiği, dünya arenasında sıcak politik çatışma ve gelişmelerin yaşandığı böylesi fırtınalı günlerde kitapla ilgili bazı bilgileri, günümüzdeki gelişmelerle örtüşmesi nedeniyle paylaşmanın iyi olacağını düşünüyorum.

Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri/ 1500’den 2000’e Ekonomik Değişme ve Askeri Çatışmalar(*) kitabında, Avrupa’yı merkeze alarak, son beşyüz yılın dünya politikası üzerine yaptığı kapsamlı araştırmada, ekonomik güç ve askeri güç arasındaki kritik ilişki üzerinde durup, bu ilişkinin imparatorlukların yükselişi ve çöküşlerine olan etkisini araştırıyor. Bir “Büyük Gücün ekonomik yükselişi ve çöküşü ile, önemli bir askerî güç (ya da dünya imparatorluğu) olarak gelişimi ve gerilemesi arasında uzun vadede çok açık bir bağlantı” olduğunu söylüyor. (Kennedy, s.XV)

Kennedy, 1500 yılından bu yana, global ekonomik dengelerde ortaya çıkan değişiklikleri de ele alıyor. Kitabın ilgi odağını ise, “uluslararası sistem içinde önde gelen devletlerin her biri hem zengin hem kuvvetli olmak (ya da hem zengin hem kuvvetli olmayı sürdürmek) üzere, varlığını ve gücünü arttırmaya çabalarken, ekonomi ile strateji arasında görülen etkileşim” oluşturuyor. (Kennedy, s.VII)

1500-2000 yılları arasındaki dönemde; “Büyük Güçlerden herhangi birinin zaferi ya da bir başka Büyük Gücün çökmesi, çoğu kez, silâhlı kuvvetlerin uzun sürelerle yaptığı savaşların sonucunda oldu; ancak bu, o devletin verimli ekonomik kaynaklarının savaş sırasında daha az ya da daha çok etkili biçimde kullanılmasının ve daha arka planda, o devletin ekonomisinin, öbür büyük devletlere kıyasla, asıl çatışmadan önceki onyıllar içindeki yükseliş ya da çöküşünün de bir sonucudur. Bundan dolayı, bir Büyük Gücün durumunun barış sırasında sürekli olarak nasıl değiştiği, bu çalışma için, savaş sırasında nasıl çarpıştığı kadar önem taşımaktadır.” (Kennedy, s.VII)

Burada Büyük Güçle kastedilen; ekonomik, politik, askeri ve diplomatik yönden dünyanın kaderi üzerinde etkisi olan başaktör durumundaki güçlü devletlerdir.

Kennedy’nin çalışmasını esas aldığımızda Büyük Güçleri şöyle sıralayabiliriz. 1914’e gelinceye kadar Büyük Güçler İspanya, Hollanda, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Britanya, Almanya, Japonya ve Çarlık Rusya’sıydı. Birinci Paylaşım Savaşı sonrası, yani 1914-1945 arasında ise Almanya, Fransa, Britanya, Japonya, ABD, Sovyetler Birliği’ydi. İkinci Paylaşım Savaşı, yani 1945 sonrasında ibre sadece iki Süper Güç’e, ABD ve SSCB’ne kaydı. 1970 sonrasında ise teknolojik, ekonomik, sosyal ve endüstriyel gelişmenin sonucunda dipten gelen bir dalgayla Çok Kutuplu bir dünya oluştu. Bu dönemin Büyük Güçleri de ABD, SSCB, AET (Avrupa Birliği’nin önceki hali), Japonya ve Çin oldu.

Kennedy, kitabında önemli bir stratejik tespitte bulunuyor: “Batı Avrupa’nın 16. yüzyılda ileri gitmesinden bu yana, Büyük Güç sistemi içinde başı çeken ülkelerin -İspanya, Hollanda, Fransa, Britanya İmparatorluğu, günümüzde de Birleşik Devletler gibi ülkelerin- yükselmelerinin ve sonra da çökmelerinin izlediği çizgi, üretim ve gelir sağlama kapasiteleri ile askerî güçler arasında daha uzun vadede çok anlamlı bir karşılıklı ilişkinin var olduğunu ortaya koymaktadır.” (Kennedy, s.VIII)

Kennedy, Asya toplumlarının (Çin, Japonya, Hindistan, Rusya, Osmanlı vs…) geri kalmışlığını ve Avrupa toplumlarının gelişme ve yükselme nedenini de şöyle açıklamaktadır: “adı geçen doğu imparatorluklarından bazıları Avrupa ile kıyaslandıklarında ne kadar etkileyici ve düzenli görünürse görünsünler, hepsi de yalnızca resmî devlet dini konusunda değil, ticarî etkinlikler ve silah geliştirilmesi gibi alanlarda da, düşünce ve uygulama birliği üzerinde ısrar eden merkezî bir otoriteye sahip olmanın yarattığı sonuçlardan zarar görmüşlerdir. Avrupa’da böyle bir üst otoritenin bulunmayışı ve çeşitli krallıklar ile kent-devletleri arasındaki kavgacı rekabetler, askerî alanda gelişme sağlamak üzere sürekli arayışlar için itici bir güç oluşturmuş, bu arayışlar ise, yarışmacı ve girişimci bir çevre içinde ortaya çıkan yeni teknolojik ilerlemelerle verimli bir etkileşim içine girmiştir. Değişme yönünde önlerinde daha az engel bulunan Avrupa toplumları, sürekli olarak ekonomik büyüme tırmanışı içine girerek askerî etkinliklerini arttırdılar; bu da onları, zamanla, yerkürenin öbür bölgelerinin önüne” geçirdi. (Kennedy, s.IX)

Ve 1914’e gelindiğinde, Avrupalılar dünya kara parçasının %84’ünü işgal etmiş vaziyetteydi. (Kennedy, s.176) Bu süreçte Sömürgecilik ve Emperyalizm bütün haşmetiyle dünyanın üzerine çullandı ve Batı Medeniyeti savaş, soygun, sömürü, gözyaşı, kan üzerinde yükseldi.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında; “Hiroşima’nın uğradığı yıkım ile Berlin’in Kızıl Ordunun eline düşmesi, yalnızca yeni bir savaşın bitişini simgelemiyor, dünya meselelerinde yeni bir düzenin başladığını da gösteriyordu.” (Kennedy, s.418) “Görünüşe bakılırsa, bir tek Birleşik Devletler ve SSCB’nin sözü geçiyordu; ve bunların ikisi arasında, Amerikan ‘süpergüç’ü, çok daha üstündü.” (Kennedy, s.419) Savaş sonrasında “Birleşik Devletler, Büyük Güçler arasında, savaş yüzünden yoksullaşmak yerine zenginleşen -aslında çok zenginleşen- tek ülkeydi. Savaşın bitiminde Washington’un elinde 20 milyar dolarlık altın rezervi vardı ve bu, 33 milyar dolarlık dünya toplamının neredeyse üçte ikisiydi.” (Kennedy, s.420)

Büyük Güçleri tek tek ele aldığımızda, Kennedy’nin anlatımlarına göre, kısaca: SSCB’nin, askeri ve savunma harcamalarının çok yüksek oluşu, teknolojik gelişmenin yavaş olması, verimliliğin sürekli düşmesi, bürokratik yapının katmerleşmesi ve ‘bilimsel sosyalizm’in hayatla örtüşmemesi gibi birçok önemli sorununun bulunduğunu, ama güç kaybederek etkisini sürdüreceğini (Kennedy, kısa zamanda SSCB’nin dağılacağını öngörememiştir); ABD’nin, görece gerileme içinde olduğu ama yine de bir numara olduğunu; AET’nin, doğum oranının sürekli düşmesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin gelişmesi sonucu nüfusun yaşlanması, üye ülkelerin kendi aralarında koordinasyon sorunu yaşaması ve rekabetin olması, ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında bulunmasının getirdiği sıkıntılar, teknoloji ve verimlilik alanında düşmelerin olması nedeniyle ciddi sorunları bulunduğu; dünya genelinde yükselen Büyük Güç olarak da Çin ve Japonya’nın yıldızının parlak olduğu öngörülmektedir.

Politika ve diplomasi dünyası dinamiktir, hiçbir zaman düz çizgiler izleyen bir dünya olmamıştır. Kennedy’nin kitabı yayımlandıktan kısa bir süre sonra Büyük Güçlerden AET, Avrupa Birliği’ne dönüştü; SSCB ise, dağıldı. Ardılı Rusya Federasyonu yakın zamanda, kanımca zamanın ruhunu iyi okuyamamadan, bile bile lades dercesine Ukrayna’yı işgal ederek savaşa girmeyle ABD’nin tongasına düştü. İşgal ve savaş halen devam ediyor. Bu nedenle Büyük Güçler arasında şimdi her zamankinden daha çok, açıktan ve örtük biçimde kıyasıya müthiş bir mücadele sürüyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov yaptığı bir açıklamada, “1917 ve 1991 gibi bir yol ayrımındayız” demekle kritik bir durumla karşı karşıya olduklarını kabul etmiş gözüküyor. (Yakın Doğu Haber/15. 05. 2022)

Büyük Güçlerde savaş sonrası yeni bir değişim yaşanacak gibi, günler çok şeye gebe.