orta_dogu_siyasiİçinden geçtiğimiz süreçte, dünya ekonomik kriz ile siyasi krizi birlikte yaşamaktadır. Dünyanın hegemonik güçleri olan gelişmiş ülkeler; ekonomik ve siyasi krizlerini çözme arayışı içindedirler. Bu arayıştan hareketle gelişmiş ülkeler, nüfuz alanlarını genişletme mücadelesine girmişlerdir. Nüfuz alanlarını genişletme hedefinden ötürü, gelişmiş ülkelerin kendi aralarında ticari gruplaşmalar oluşturmasına ve dünyayı yeniden paylaşılma mücadelesine girişmişlerdir.

Bu paylaşım mücadelesinin kızıştığı alan Ortadoğu ve dolayısıyla Kürdistan coğrafyasıdır.

Bunun iki temel nedeni vardır. Birinci nedeni, Ortadoğu büyük petrol/gaz rezervlerine sahiptir ve bu rezervlerin kontrolünü ele geçirme mücadelesi verilmektedir. İkinci neden de Ortadoğu’nun kapitalist ilişkilere açılması ve kapitalizme entegrasyonunun sağlanmasıdır.

Ortadoğu, içine kapalı ve dolaşıma girmeyen İslami bir sermayeye ve kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap veremeyen tüketim geleneklerine sahiptir. Gelinen düzeyde sermayenin dolaşımının engellenmesi ve pre-kapitalist tüketim alışkanlıklarının sürdürülmesi ise gelişmiş ülkeler bakımından kabul edilecek bir durum değildir. Bundan dolayı Ortadoğu’nun kapitalist ilişkilere açılması, gelişmiş ülkeler ya da emperyalist-kapitalizm açısından bir zorunluluktur.

Buna karşın Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin üç boyutu vardır. Birincisi Ortadoğu halklarının eşitlik, özgürlük, demokratik hakları genişletme ve bağımsızlık mücadeleleri vardır. İkincisi totaliter devletlerin kendi konumlarını pekiştirme ve devam ettirme mücadelesi vardır. Üçüncüsü ise gelişmiş ülkelerin bölge üzerinde nüfuz alanlarını genişletme mücadeleleri vardır ve bu mücadeleler de birbirlerini etkilemektedir. Gerçi İkinci Dünya savaşından beri Ortadoğu’nun hegemon gücü ABD olup 1991’de Irak’a müdahalesinden beri bu hegemonyasını kısmi reformlar gerçekleştirmek yoluyla daha da pekiştirmek istemiştir.  Çünkü Ortadoğu’nun totaliter devletleri, günümüzün kapitalizminin ihtiyaçlarına uygun değillerdir. Bunun için de bu totaliter devletlerde kısmi demokratik reformların yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.

Bu zannedildiği gibi kolay bir iş değildir. Zira Ortadoğu’nun siyasi yapılanmasının yeniden tanzimi, dünya genelinde emperyalist hiyerarşik dizimi etkilediğinden/etkileyeceğinden, bu ancak ve ancak bir paylaşım mücadelesinin olduğu bir süreçte mümkündür. Zaten Üçüncü Paylaşım Savaşı süreci içinde yaşamaktayız. Elbette bu paylaşımın güç ilişkilerine göre dünyanın yeniden düzenlenmesi olacaktır. Bundandır ki içinden geçtiğimiz süreçte, dünyanın daha fazla bölgesi Üçüncü Paylaşım Savaşı alanına dönüşmektedir. Bu nedenle bir yandan savaşa taraf olan aktörler artmakta diğer yandan rakip güçlere taraf olanların arasında yeniden harmanlaşma olmaktadır. Tam bu sırada ABD, Ortadoğu politikasında taktik düzeyde değişikliğe gitmektedir. Bu gelişmelerden dolayı ABD, İran’la olan kavgalı politikalarını değiştirip yakınlaşma içine girmiştir. Böylelikle Ortadoğu’da Sünni ve Şii mezhebi temelinde bir denge oluşturarak mevcut statükoyu korumak istemektedir.

 ABD’nin bu politik değişime gitmesinin nedeni, rakibi olan Çin’e karşı ekonomik üstünlüğünü koruma ve sürdürme mücadelesidir. Nasıl ki Soğuk Savaş döneminde askeri üstünlüğü ele geçirme mücadelesinde rakibi Sovyet Rusya idiyse, bugün de ekonomik üstünlüğü ele geçirme mücadelesinde rakibi Çin’dir. O dönemde Sovyet Rusya’ya karşı uyguladığı politikanın aynısını şimdi Çin’e uygulamaya girişmiştir. Onun için tüm dikkatini Asya ve Pasifik’e çevirmiş ve Çin’e karşı ekonomik, siyasi ve askeri kuşatma harekâtını başlatmıştır. Günümüzde Asya ve Pasifik’te yaşanan siyasi gerilimin nedeni ABD ile Çin arasında süren ekonomik rekabettir. Bundan böyle ABD’nin politikasının başat gündemi Çin olacağından, ABD Ortadoğu politikasını değiştirmiştir. Bu politikanın yüzü, Ortadoğu’nun mevcut statüsünü değiştirmeye değil, korumaya dönüktür.

ABD’nin bu politikası, Ortadoğu’daki İsrail, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Güney Kürdistan ve diğer müttefiklerini tedirgin etmiş ve bu ülkelerin kendi politikalarını yeniden düzenlemeye neden olmuştur. Bundan böyle ABD’nin askeri, siyasi güvencesinden yoksun olarak kendi başlarına sorunlarını çözme durumunda kaldıklarını düşünmüşlerdir. Onun için ABD’nin Ortadoğulu müttefikleri, ABD’nin bu yeni politikasına karşıdırlar. Ancak kendi başlarına açıktan ABD’nin bu politikasına karşı duramazlar. Bununla beraber kendi çıkarlarının takipçisi olarak ABD’nin bu politikasını başarısızlığa uğratmak için arayış içine girmişler ve kendi aralarında ittifak yollarını aramaktadırlar.

ABD, hem Ortadoğu’nun mevcut statüsünün devamını ve hem de kendi nüfuz alanı içinde olmasına yönelik siyaset üretme gayretindedir. Bu siyasi tutum, içinden geçtiğimiz 3. Paylaşım mücadelesinden ötürü başarıya ulaşamaz. Çünkü ABD’nin bu siyasi tutumunu, ne müttefikleri ve ne de rakipleri kabullenir. Başta Çin ve Rusya olmak üzere rakipleri, ABD’nin kuşatmasını kırmak için savaş alanını genişletmek isterler. Nihayet istemekle kalmadılar, Ukrayna’ya müdahale edilerek Kırım önce bağımsız bir devlete dönüştürüldü ve ardından Rusya’nın bir federe devleti durumuna getirildi. Ukrayna’da iç savaş devam etmekte olup akıbeti meçhuldür.

Yarın Rus azınlıklarını harekete geçirerek Üç Baltık Devleti olan Estonya, Litvanya ve Letonya’ya müdahale etmeyeceğinin garantisi de yoktur. Sovyetler  Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını ilan eden bu ülkeler  2004 yılında  Avrupa Birliği’ne, 2005 yılında ise de NATO‘ya üye olmuşlardır. Onun için adı geçen ülkelere müdahale edilemez. Evet, Ukrayna ve Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti de ABD ve Rusya’nın garantisi altındaydı. ABD’nin güvencesinden dolayı Ukrayna Kırım’daki nükleer tesislerin sökülmesine izin vermiştir. Bu garanti Ukrayna’nın parçalanmasını önleyememiştir. Zaten anlaşmaların, statülerin geçerli olduğu dönemlerde paylaşım mücadeleleri söz konusu değildir. Paylaşım mücadelelerin olduğu dönemlerde ise, hiçbir anlaşmanın ve statünün garantisi yoktur ve her ülkenin durumunu siyasi/askeri gücü belirler.

Bundan dolayı ABD’nin rakipleri, Ortadoğu’daki güç dengesini lehlerine dönüştürmek için, çelişkileri derinleştirmeye ve çatışmaları kızıştırmaya yönelik politikalar üretmektedirler. Ortadoğu, yapay sınır çizgilerinin değişebilirliği üzerinde yükselen siyasal ve toplumsal yapısından dolayı her an iç ve dış çatışmalara gebedir. Bu da bu tür politikaların uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. Zaten bu yüzden Ortadoğu’nun her ülkesi, mevcut statüsünü ancak totaliter bir rejimle sürdürebilmektedir. Bunun içindir ki Ortadoğu’nun mevcut devletlerinde kısmi düzeyde bile demokratik reformlar yapmak ve yaşatmak mümkün değildir. Nihayet ABD’nin siyasi taktik değişiminden ötürü, oluşan siyasal hegemonya boşluğundan kaynaklanan ve Arap Baharı olarak adlandırılan gelişmelerin yarattığı sonuçlar, totaliter rejimlerin daha da pekişmesine yol açmıştır.

Gerek tarihsel süreç bakımından, gerek içinden geçtiğimiz süreçteki dünya güç dengeleri dikkate alındığında, Ortadoğu’daki kavgalar ve bu kavgaların akıbeti, her şeyden çok Balkan coğrafyasında yaşanan gelişmelere benzemektedir. Çünkü gelinen yerde ABD, Ortadoğu üzerindeki hegemonyasını Avrupa Birliği (AB) ile paylaşmak zorundadır. Hatta paylaşmak bir yana Ortadoğu’yu AB’nin nüfuz alanı olarak kabul etmek durumundadır.

ABD’nin politikasının hedefi, enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol etmektir. Ancak gelinen yerde ABD, enerji kaynaklarının ve yollarının kontrolünü kaybetmiştir. Örneğin İran, enerji üreticileri olan Latin Amerika ve Afrika’nın birçok ülkesi üzerinde hegemonyasını yitirmiştir. Rakip ülkeler geliştiği oranda AB, Japonya, ABD ve müttefiklerinin sömürü pazarı daralmakta ve ekonomik büyümesi yavaşlamaktadır.

ABD’nin rakibi olan güçler; İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra ABD sermayesinin çıkarlarına uygun olarak düzenlenen ekonomik kurum ve kurallara karşı alternatif kurum ve kurallar oluşturma arayışına girmişlerdir. Örneğin, 14–16 Temmuz tarihlerinde Brezilya’nın Ceare eyaletinin başkenti olan Fortaleza’da BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti) tarafından gerçekleştirilen zirvede, IMF (Uluslararası Para Fonu) yani Dolar para birimine alternatif olarak parasal Rezerv Fonunu (ağırlıklı olarak Çin) bankasının kurulması kararı alındı.[1]

BRICS ülkelerin bu teşebbüsünün anlamı, dünya üzerinde ABD’nin para birimi olan Dolar’ın hegemonyasını sonlandırmaktır. Afrika kıtasındaki gelişmeler, yeni bir uluslar arası para fonu bankasının kurulması kararı ve IŞİD ile başlayan Ortadoğu’daki son gelişmelerden de anlaşıldığı gibi, ABD’nin rakiplerine karşı mücadelesinde üstünlüğü ele geçirmek için AB ülkeleriyle ortak çıkarlarda anlaşmak zorundadır. Görüldüğü kadarıyla bu anlaşmanın yolu da Ortadoğu’yu AB’nin nüfuz alanı olarak kabul etmekten geçmektedir.

AB ülkeleri enerji bakımından Rusya’ya bağımlı olduklarından, Ukrayna olayında ekonomik ve siyasi manada yeteri kadar reaksiyon gösteremediler. AB ülkelerinin bir an önce enerji bakımından Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtulmak istedikleri açıktır. AB ülkelerinin enerji kaynaklarını karşılama hususunda en iyi alternatif de Ortadoğu ve özellikle Kürdistan enerji kaynaklarıdır. Onun için Ukrayna olayından sonra AB, ABD’nin Kürdistan politikasını değiştirme doğrultusunda zorlamıştır.

Tek başına AB ya da AB ile ABD’nin birlikte Ortadoğu’da ticari blok oluşturmaları için Ortadoğu’nun siyasi istikrara kavuşturması gerekiyor. ABD’nin Ortadoğu’ya siyasi istikrar getirme modeli Irak’ta denendi ve bu modelin çözüm olmadığı ve olamayacağı açığa çıktı. ABD modeli, Ortadoğu’daki ezilen ulusların sorununa, egemenlik sorunu olarak değil, demokratik ve kültürel sorun olarak yaklaşmaktadır. Böylelikle ezilen ulusların sorunu bir azınlık sorununa indirgenmekte ve bu da siyasi durumu daha karmaşık ve istikrarsız hale getirmektedir. ABD’nin bu Ortadoğu siyasi projesi, 1991 Körfez Savaşı’ndan beri Güney Kürdistan somutunda açığa çıkmıştır. ABD’nin Kürd ulusal sorunu için çözüm projesi, ulusal siyasal özerklik değil, ulusal kültürel özerkliktir. Bugün Ortadoğu’da ve özellikle Irak ile Güney Kürdistan’da yaşananlar bu siyasi modelin ya da projenin iflası ve çöküşünün resmidir.

worldwarii_europe_map01_largerview-1024x776Balkanlar’da uygulanan AB modeli ise, ezilen ulusların sorununun, bir egemenlik sorunu olarak ele alınıp bu doğrultuda çözmeye yönelinmesidir. Bu model sayesinde 19. yüzyıldan beri devam eden çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık sonlandırılmış ve Balkanlar da siyasi istikrar sağlanabilmiştir. Zaten içinde yaşadığımız modern dünyada nerede olursa olsun ezilen ulusların sorunu; bir egemenlik sorunudur.  Çünkü ezilen ulus sorunu, kültürel ve demokratik sorunu değil, bir egemenlik sorunudur.

ABD’nin rakiplerine karşı mücadelesinde üstünlüğü ele geçirmek için, AB ile bir cephe oluşturması gerekir. Yalnız kendi başına rakiplerine karşı üstünlüğü ele geçirmesi imkânsız gibi bir şeydir. AB ile ABD’nin bir cephede yer almasının koşulu da, ABD’nin Kuzey Afrika’yı da içerecek şekilde Ortadoğu’nun AB’nin nüfuz alanı olarak kabul etmesidir. AB, Ortadoğu’yu kendisinin bir periferik alanı olarak kabul etmektedir. AB’nin kendini sürdürmek ve daha da geliştirebilmek için, periferik alanı olarak kabul ettiği Ortadoğu’yu nüfuz alanına dönüştürmesine ihtiyacı vardır.

Bu durumda Ortadoğu’nun siyasi istikrarı, birinci derecede AB’nin sorunu olacaktır. Çünkü AB, Ortadoğu’da ticari bloğunu oluşturması için, Ortadoğu’nun siyasi istikrara kavuşturması gerekir. Ortadoğu’da siyasi istikrarı sağlamak için Balkanlar’da denediği ve başardığı modeli uygulamaya geçirmek durumundadır. Bu da ulusal soruna egemenlik sorunu olarak ve etnik, dinsel azınlıklar soruna da demokratik ve kültürel sorun olarak yaklaşılmasıdır. Bu model, sadece Balkanlar’da uygulanan ve ortaya çıkan bir model değil, Avrupa’nın tarihsel olarak üzerinde yükseldiği modern-devlet ya da ulus-devlet modelidir.

Bugüne kadar başta ABD olmak üzere diğer gelişmiş ülkeler, Kürd ulusal sorununa bir azınlık sorunu olarak yaklaşmışlardır. Bu nedenle ABD ve diğer gelişmiş ülkeler ile ezen-ulus devletleri Kürdistan’da Kürd ulusuna rağmen hep azınlık siyasi akımlara destek vermişlerdir. Bu azınlık siyasi akımlar aracılığıyla Kürdistan’da ulusal akımların gelişmesini engellemişlerdir. Başta YNK ve PKK olmak üzere ulusal-azınlık akımlar, Kürdistan’ın bağımsızlığının önünü kesmek için elinden geleni yapmaktadırlar. Bugün de Kürdistan’ın güneyinde bağımsızlık referandumunun gündeme gelmesi ve IŞİD’ın Kürdistan’a saldırmasında PKK ile YNK’nin Kürd ulusal hareketine karşı üstlendiği rol, ezen-ulus devletlerin düşmanlığı kadar tehlikeli ve baltalayıcı olmuştur.

Son gelişmelerde ABD, Kanada, Avustralya ile birlikte AB ve tüm ülkelerinin Kürdistan Federe Devletine askeri ve siyasi yardımı siyasi gündemine alması ve karara bağlaması elbette Kürd ulusu için olumlu bir gelişmedir. Bu durum Kürd ulusal hareketi tarihinde bir ilktir. Aynı zaman da bu durum yukarda belirttiğimiz anlamda AB ile ABD’nin ortak bir zeminde anlaşmasıdır.

Bugüne kadar Kürdistan’ın bağımsızlığını hedefleyen ulusalcılar ve devrimciler, uluslararası destekten yoksundular. Uluslararası arenada hem sağ, hem sol cenah, Kürdistan’daki ulusal-azınlık siyasi akımları desteklemekteydi. Ancak içinden geçtiğimiz Üçüncü Paylaşım Savaşı’nda uluslararası güç dengesi, Kürdistan’ın bağımsızlığına yol vermektedir. Ne var ki Kürdistan’ın bağımsızlığa kavuşması için, ulusal-demokratik siyaset üzerinde yükselen siyasal öznenin olması gerekir. Mevcut durumda politik-teorik, politik-pratik bütünselliği anlamında bir siyasi öznenin olmadığı açıktır. Kürdistan ulusalcıları ve devrimcilerinin bir siyasi özneye dönüşebilmesi için, bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir. Kürdistan federe hükümetinin ve federe devlet başkanı Sayın Mesud Barzani’nin gündeme taşıdığı bağımsızlık referandumu ve IŞİD’a karşı olan mücadelesini bütün olanaklarımızla desteklemek bir ulusal görevdir. Özellikle bağımsızlık referandumunu hep gündeme taşımak ve tartıştırmak gerekir. Aynı şekilde ulusal-azınlık siyasi akımları, Kürd ulusunun nezdinde teşhir etmek ertelenemez bir tarihsel ve ulusal görevdir. İçinde geçtiğimiz Üçüncü Paylaşım Savaşı sürecinde, Kürdistan’da ulusal-azınlık siyasi akımların gerileyeceği, ulusal siyasi akımların yükseleceği zemin daha da yakınlaşmıştır. 09.09. 2014

[1] Thierry Meyssan, Dengê Azad, Ağustos 2014