Kürdistan’ın kuzeyinde iki siyasi ittifak Kürd kimliği altında 31 Mart 2019 yerel seçimlere gireceklerini deklare etmişlerdir. Bunlardan biri HADEP’İN başını çektiği ittifak, diğeri ise PSK ve PAK arasında yapılan Yurtsever Demokrat ittifaktır. HADEP, açık bir biçimde Türkiye partisi olduğunu söylemekte ve kuzeylileri de Türkiyelileştirme politikasını yürütmekteler. Yurtsever Demokrat ittifak ise, ulusal-demokrat bir siyasal anlayışla ortaya çıktıklarının iddiasındadır. Bu yazımızda kendini Türkiye’nin devrimci-demokrat çizgisinde tanımlayan PKK ve HADEP’i değil, Yurtsever Demokrat ittifakın seçim bildirisinin açıklamalarını ulusal-demokrat siyaset açısından değerlendirmeye çalışacağız. Seçim bildirisinin tümünü değil, sadece “Kürt ve Kürdistan Meselesi” başlığı altındaki açıklamalarını ulusal-demokrat siyaset açısından değerlendirmeye çalışacağız. “Halkımızın binlerce yıldır üzerinde yaşadığı ülkemiz Kürdistan ise bölünüp parçalanmış, uluslararası bir sömürgeye dönüştürülmüştür. Kürt meselesi esas olarak Kürt halkının ulusal demokratik haklarının gasp edilmesinden kaynaklanmaktadır.”[1] Bu açıklamayla Kürdistan’ı bir uluslararası sömürge ve Kürd ulusunu da, “ulusal demokratik haklarının gasp edilmesi” olarak ezilen-ulus statüsü ile tanımlamaktadır. Bu doğru bir tespit olup, buna katılıyoruz. Şimdi de bu tespit edilen soruna nasıl bir çözüm önerdiğine bakalım: “Kürt ve Kürdistan meselesinde, iki ülke, iki millet gerçekliğini esas alan eşit ortaklığa dayalı bir federasyonu savunuyoruz.”[2] Burada “Kürt ve Kürdistan meselesi” için önerilen çözüm yolu federasyondur. Yani Türkiye’nin içinde bir federe yönetimdir. Ancak federal devletin temel ilkeleri ve kurumsal yapısı hakkında bir açıklama yapmıyor. Gerçi bu durum yalnızca, Yurtsever Demokrat İttifak deklarasyonuna ait bir özellik değil, bildiğim kadarıyla Kürdistan’ın dört parçasında önde gelen siyasi akımları federalizmi savunmakla birlikte, federal devletin ne olup olmadığını ortaya koymaktan kaçınırlar. Böylece ezen-ulus devletlerin idari yapısı federal devlette dönüştürebilinirse, Kürd ulusal sorunun da çözülebileceği intibası yaratılır. Aşağıda belirteceğimiz gibi, hiçbir federal devlette “iki ülke ve iki millet gerçekliği” söz konusu değil ve bu modern devletin yani ulus-devletin muhtevasına aykırı bir şeydir. Kendileri de bunun farkında oldukları için konuyu şu açıklamayla geçiştiriyorlar: “Bir devlette, o devletin çoğulcu etnik, kültürel yapısına uygun olarak birden fazla resmi dil olabilir. Dünyamızda İsviçre, Belçika, kanada, Rusya Federasyonu, Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Malezya ve Irak dahil olmak üzere böylesine onlarca ülke mevcuttur.”[3]

Yurtsever Demokrat İttifak deklarasyonun bu söyleminin ve işlevinin neyi üstlendiğini, federal devleti açıkladıktan sonra belirteceğiz. Bu makale, federal devletin temel ilkelerini ve kurumsal yapısını açıklamayı hedeflediğinden ötürü kaçınılmaz bir biçimde uzun bir yazı olmak zorundadır.

FEDERAL DEVLET [4]

Giriş

 Federal sözcüğü, sözleşme, anlaşma manasına gelen Latince “foedus” teriminden geliyor. “En yalın ve geniş anlamıyla “foedus” olarak ele alındığında; federalizm, çeşitli grupların işbirliği yapmak üzere birlik oluşturmalarını ifade eder.”[5] Başka bir deyişle foedus kelimesi, “sözleşme birleşme demektir.”[6] Bu birlikler çok çeşitli biçimler olabilir. Bu birliklerin muhtevasını belirleyen amaçlarıdır. Bu amaçlar;  politik, ekonomik, güvenlik, sportif vb. olabilir. Bu birliklerin organizasyonu da amacına göre biçim alır. AB, NATO, Uluslararası Futbol Federasyonu, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Federasyonu gibi organizasyonlar, işbirliği yapmak için bir araya gelen örgütlenmelerden oluşur. Federal devlet ise, kamu hukuku, devletler hukuku ve siyaset disiplini terminolojisinde, belirli bir siyasal organizasyon biçimini tanımlamak amacıyla kullanır.

Ahmet Yıldız, Temple Üniversitesi Federalizm Araştırmaları Merkezinin kurucusu olan D. J.  Elazar’ın federalizmle ilgili görüşünü şöyle özetler: “Günümüzde yeryüzünü değiştiren, ancak çoğumuzun fark edemediği köklü değişimler arasında ‘federal devrim’ de vardır.”[7] “Bugün için federal ilke, insanların küçük toplumların samimiyet ve sıcaklığını koruma arzuları ile ortak kaynakları kullanma veya idame etme ve kültürel farklılıklarını güçlendirme isteklerini telif etmenin ana araçlarından biridir. Bu yüzden, federal düzenlemeler bir taraftan meşru yerel çeşitlilikleri korurken yeni toplumları bütünleştirme, diğer taraftan ekonomik fayda ve daha fazla güvenlik için mevcut siyasi sistemleri bağlantılandırma amaçları için yaygınlıkla kullanılmaktadır. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı formel açıdan federal siyasi sistemlerde yaşarken, üçte biri de bir şekilde federal düzenlemelerden yararlanan siyasi sistemlerde yaşamaktadır.”[8] Bu açıklamadan sonra Ahmet Yıldız şunu söylemektedir: “Etnik ve bölgesel kimliklerin yeniden tezahürü dünya çapında bir kapsama sahiptir ve önümüzdeki yüzyılın gündemindeki ana siyasi konulardan birini oluşturmaya adaydır. Dünyada kendi kimliklerinin şuurunda olan üç bin dolayında etnik grup bulunmaktadır. Bugün mevcut olan yaklaşık 200 dolayında egemen devletin 190’dan fazlası, çok kavimlidir. Kısacası, ulus devlet ideolojisi gücünden pek kaybetmemekle birlikte, ulus devletin kendisine nadir rastlanmaktadır. 200 ülkenin üçte biri, kendi sınırları içinde otonomi ve ortaklaşa yönetim taleplerini uzlaştırmak amacıyla federal ilkeleri kullanmaktadır.[9] Ahmet Yıldız’ın söz konusu etiği, “etnik ve bölgesel kimliklerin” sorunun çözümü, demokratik mücadelenin sorunudur. İçinden geçtiğimiz XXI. Yüzyılın “ana siyasi konuları”;  azınlık ya da “etnik ve bölgesel kimliklerin” sorunların yanı sıra ve hatta daha ziyadesiyle dünyanın nüfuz alanlarına göre yeniden paylaşım savaşı ve bununla bağlantılı olarak ezilen-ulusların kurtuluş mücadelesidir.  Konumuzun gereği olarak ezilen ulusların sorununa bakalım.

İlk olarak Batı Avrupa’da ulus-devlet ve kapitalist üretim biçimi diyalektik bir bütünsellik içinde ortaya çıkar. Batı Avrupa,  ulus-devlet gücünün sayesinde tüm dünyayı sömürge ve yarı sömürge durumuna getirmişti. Böylelikle dünyaya, sömürge devlet formunu ve kapitalizmi taşımıştır. 2. Dünya Savaşı’nın ardında bu sömürge devletler, birer ulus-devlete dönüşeceklerdir. Böylece ulus-devlet ve kapitalizm dünyanın egemen siyasi ve ekonomik sistemine dönüşmüştür. Modern dünyanın zihinsel ve kurumsal yapısı; kapitalizm ve ulus-devlet sistemin kesişmesi doğrultusunda biçimlenmiştir. Bundandır ki, dünyanın egemen üretim biçimi kapitalizm ve egemen siyasal yapılanması da ulus-devlet sistemidir.  Modern dünyada siyasal toplum formu, ulus-devlettir. Ulus-devlet formu, artık dünyanın tek bir siyasal toplum sistemine dönüşmüştür.  Giddens bu durumu şöyle tanımlar: “Modern toplumlar, bir ulus-devlet sistemi içerisinde var olan ulus-devletlerdir.”[10] .  Modern çağda kronolojik olarak ortaya çıkan  ulus-devlet sistemleri; Westfalya (15.5.1648- 1920), Cemiyeti Akvam (20.1.1920-18.4. 1946) ve Birleşmiş Milletlerdir (25. 10. 1945). Modern dünyada ulus-devlet biçiminden daha farklı bir siyasi toplum biçimine imkân tanınmamakta ve izin verilmemektedir. Smith bu durumu şöyle açıklıyor: “Modern dünyada tek bir siyasi toplum türü tanınmakta ve onun varlığına izin verilmektedir. Bu “ulus devlet” dediğimiz türdür. Onları tanımak son derece kolaydır. Ulus devletlerin, sınırları, başkentleri, ulusal marşları, pasaportları, paraları, askeri geçit törenleri, ulusal müzeleri, büyükelçilikleri ve genellikle de Birleşmiş Milletler’de bir sandalyeleri vardır. Bu devletlerin aynı zamanda ulus devletin sınırları içinde tek hükümeti, tek bir eğitim düzeni, tek bir ekonomisi ve çalışma düzeni ile tüm yurttaşları için geçerli tek bir hukuksal haklar sistemi vardır.” [11]

Küreselleşme denilen şey de, modernliğin yani kapitalizmin ve ulus-devlet sistemin dünya çapında yaygınlaşmasıdır. İçinde yaşadığımız XXI. yüzyılda özellikle Asya ve Afrika kıtalarının toplumları, kendi modernliklerini yaşamaktadırlar. Modernlik; eşitsiz ve bileşik gelişim süreci olarak küreselleşmektedir. Modernlik yani ezilen ulusların ulusal siyasal bilinci; dünyanın yeniden paylaşım sürecinde hem zihinsel ve hem kurumsal olarak daha hızlı ve radikal bir biçimde küreselleşmektedir. Bu da birçok ulus-devletin siyasi kriz içine girmesine neden olmaktadır. Ahmet Yıldız’ın da belirttiği gibi, aynı kültürü paylaşan ve homojen bir topluma dayalı ulus- devlet sayısı, mevcut devletlerin yüzde 10’undan bile azdır. Ancak 1960’ların başına kadar gelişmiş ülkelerin siyasal zihniyetine ve sosyal bilim dünyasına göre, her devlet bir ulusu temsil etiği varsayımından hareketle, ulusal, dilsel ve dinsel kimliklerin, süreç içinde ulus-devlet kimliği içinde uzlaşacağını, eriyeceğini varsaymaktaydı.

Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşı sürecinde ve sonrasında birçok devlet ve özellikle otoriter, totaliter devletler, coğrafyasında asimilasyon, kitlesel kovulmalar, kıyımlar, soykırımlar gibi gayriinsanî ve kirli siyasetler benimsenmiş ve uygulamaya geçirilmiştir. Buna karşın ezilen uluslar, ulusal hakları için direnmiş ve mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Üstelik ulusal sorununu çözdüklerini varsayan Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Çekoslovakya devletleri parçalanıp yerlerine 24 tane yeni devlet kurulmuştur. Bu gelişmelerden dolayı Batı dünyasının siyasal zihniyetinde ve sosyal bilimin dünyasında,  ezilenlerin devletleşme, eşitlik, özgürlük, demokratik haklara yönelik mücadelesini meşru görmeye başlamışlardır. Bu zihniyet değişiminin gereği olarak Avrupa topraklarındaki Bask, İrlanda, Hırvat, Katalan, Arnavut vb, ulusçuluğunu meşru olarak kabullenmeye ve kimlik sorununun çözümüne yönelik arayışlara başladılar. Batı dünyası, Avrupa coğrafyasındaki kadar olmasa da, diğer ezilen ulusların, etnik ve dinsel toplumların kimlik siyasetlerine daha esnek yaklaşmaktadır.

Günümüzde küresel güçler, nüfuz alanlarını genişletmek için dünyayı yeniden paylaşma mücadelesine girmişlerdir.  İşte küresel güçlerin hegemonya mücadelesi ile ezilen-ulusların kurtuluş mücadelesi karşılıklı etkileşim içindedir. Ancak küresel güçlerin ezilen-ulusların kurtuluş mücadelesine yaklaşımını belirleyen hegemonya mücadelesinin çıkarlarıdır. Buna karşın, ezilen-ulusların kurtuluş hareketinin tarihsel görevi; dünya üzerindeki hegemonya mücadelesini, ulusal egemenliğinin bir aracına dönüştürmektir. Çünkü küresel güçler; ulusal sorunu etnik-kültürel kimlik sorununa indirgeyerek, ezilen ulusların devletleşmelerinin önünü kesmek ve yerine bölgeli ya da federe yönetim ikame etme gayretindedirler. Örneğin: 2003’te ABD ile Irak arasında çıkan savaşın sonucunda, Irak devleti yenilmiş ve devlet olmanın tüm özelliklerini yitirmişti ve Kürdistan’ın güney parçası üzerindeki işgali tamamen ortadan kalkmıştı. Buna karşın Kürdistan ulusal güçleri, kendi coğrafyası üzerinde bir egemen devlet oluşturma özelliklerini taşıyan bir siyasal kurumlara ve güce sahipti. Artık cismi olmayan, ismi olan Irak devleti, Kürd ulusunun devletleşmesine mani olacak bir kudreti yoktu ve halen de yoktur. Kürd ulusunun devletleşmesine ısrarlı bir biçimde karşı çıkan ve “federal ilkeler” çerçevesinde yeniden kurulacak Irak devleti içinde kalmasına mecbur eden güç, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere küresel güçleridir.

Bu açıklamadan sonra konumuza gelelim. Federal devlet de, çok sayıda iktidar merkezine sahip bir ulus devletin yönetim modellidir. Bu iktidar merkezleri iki farklı yönetim alanından oluşur. Bu farklı yönetim alanından biri federal diğeri federe iktidar merkezidir. Federal, ulusal ölçekte kurulmuş tek bir siyasal iktidardır. Federe ise ulusaltı ölçekte kurulmuş olup en az iki olmak üzere çok sayıda siyasal iktidar merkezidir. Federal siyasal iktidarın yetki alanı,  ülkenin ve yurttaşların tümünü kapsar. Federe siyasal iktidarın yetki alanı ise, ülkenin belirli bir coğrafi bölgesini ve bu bölgenin yurttaşlarını kapsar. Yazarların çoğunluğu bu yönetim alanlarını “ federal devlet” ya da “merkezi devlet”, “federe devlet” ya da “üye devlet” gibi terimlerle ifade etmektedirler. Ancak federal ve federe siyasal iktidar merkezleri kendi başına devlet özelliklerine sahip değildir.  Onun için federal devlet ve federe devlet terimleri federalizmin muhteviyatına uygun terimler değildir. Bu nedenledir ki federal devlet ve federe devlet yerine federal yönetim ve federe yönetim terimlerinin kullanılmasının, federalizmin muhteviyatına daha uygun gelen terimlerdir. Ancak yetkilerini halktan alan federal ve federe siyasal iktidarların birlikteliğinden oluşan siyasal iktidar, devlet özelliklerine sahiptir.  Bu konu hakkında Uygun şunu söyler: “Türkçede, genellikle,  federal yönetim (federal government) için  “federal devlet” veya “merkezi devlet”; federe yönetimler (states, cantons, lander, provecens) için “federe devlet” veya “üye devlet” terimleri kullanılmaktadır. Burada “government” sözcüğünün “devlet” olarak Türkçeleştirildiğini görüyoruz. “Government” sözcüğünü bazı durumlarda “devlet” sözcüğü ile karşılamak uygun olsa da, buradaki kullanımının sağlıklı olduğu söylenemez. Federasyonlarda, “devlet” özelliği, tek başına ne federal ne de federe yönetimlerde vardır. (…) Bu nedenle, çalışmada, “government” sözcüğü “yönetim” olarak Türkçeleştirilmiş; yetkilerini ulusal ölçekte kullanan iktidar merkezi federal yönetim olarak; yetkilerini ulusaltı ölçekte kullanan iktidar merkezleri ise federe yönetimler olarak adlandırılmıştır.”[12] Doehring ise, şunu söyler: “Federasyondaki üyeleri devlet olarak nitelemenin olanağı yoktur, zira özerklikleri onların çok üzerinde federal anayasa ile kaldırılmıştır; bunlar temel yapıları bakımından birer yönetim biriminden başka bir şey değillerdir.”[13]

Federal devlet sistemi ile ilgili çok sayıda teori bulunmaktadır. 1800’den 1930’lara kadar sadece federal devletin niteliğini açıklamayı amaçlayan klasik teori vardı. 1930’dan bu yana yeni teoriler oluşturuldu ve oluşturulmaktadır. Bu da federal devlet sistemine ilişkin teorilerinin sayısının sürekli büyüdüğünü göstermektedir. Federal devlet teorilerinin sayısının sürekli olarak artmasının bir nedeni, federal devletlerin çok farklı anayasalara, siyasal kurumlara ve uygulamalara sahip olmasıdır. Bir diğer nedeni de federal devlet sisteminin sürekli değişmesi ve yeni biçimler almasıdır. İşte yeni teoriler federal sistemdeki meydana gelen değişimleri ve yeni biçimleri ya da görünümleri açıklama ihtiyacından doğmaktadır. Federal devlet sistemi ile ilgili teoriler; siyasal, ekonomik, sosyolojik ve hukuksal yönlerden bazılarını öne çıkartarak oluşturmuşlardır. Yazarlar federal devlet sistemi hakkındaki teorileri dört başlık altında toplayarak değerlendirmişlerdir.  Bunlar; federal devletin niteliğine ilişkin teoriler, federal devletin kökenine ilişkin teoriler, federal devletin işleyişine ilişkin teoriler ve federal devletin teorilerinin birleştirilmesinden bir birleşik teorinin oluşturulmasıdır.[14]

Burada federal devlet teorilerin açıklanmasına girişilmeyecektir. Federal devletin temel ilkeleri ve federal devletin siyasal kurumlarının yapısı açıklanacaktır.

A. FEDERAL DEVLET SİSTEMİNİN TEMEL İLKELERİ

Federal devlet sisteminin üç temel ilkesi vardır. Bunlar; federal devlette siyasal iktidarın bölünmesi, federe birimlerin territoryal esasına göre örgütlenmesi,  federe birimlerin ulusal politikanın oluşturulmasına katılmasıdır.

  1. Federal Devlette Siyasal İktidarın Bölünmesi İlkesi.

Bir ulus-devletin yönetim modeli olarak federal devletin bir ilkesi, siyasal iktidarın iki ayrı yönetim alanı arasında bölünmesidir. Bu ilke gereğince, federal devlet;  biri ulusal, diğeri ulusaltı olmak üzere iki yönetim alanın birlikteliğinden oluşur. Ulusal ölçekte olan yönetime federal yönetim ve ulusaltı ölçekte olan yönetime de federe yönetim denilmektedir. Federal devlete, federal yönetim ulusal ölçekte bir yönetim olduğundan tektir. Ancak ulusaltı bir birim olarak federe yönetim ise, en az iki federe yönetim olmak durumundadır.  Federal yönetimin yanı sıra en az iki federe yönetimi olmayan bir devlet, kendini federal devlet olarak ilan etse bile federal devlet değildir.

Devlet faaliyetleri federal yönetim ve federe yönetimlerin sorumluluğunda uygulanır. Federal yönetimin yetki alanı, ulusal savunma, dış ilişkiler, parasal (merkez bankası) işlemleri gibi ulusun ve ülkenin tümünü ilgilendiren faaliyetler olmakla birlikte, konu bakımından sınırlıdır. Federal yönetimin faaliyetleri, ulusal nitelikte oluşundan ötürü ülkenin ve ulusun tümü üzerinde kullanılır. Federal devlet sisteminde uluslararası ilişkiler bakımından temel kural, yetkilerin tümü federal yönetime aittir. Uluslararası hukukun muhatabı, federal devletin bileşenleri olan federe yönetimler değil, federal yönetimdir. Uluslararası kişiliği olan federal yönetim, bütün federe yönetimleri kapsayan tüm ülkeyi temsil eder.  Federal yönetimin bu görevini yerine getirebilmesi için, ulusal savunma ve dış ilişkiler alanında tekelci yetkiye sahip olması gerekir. Federal yönetim bu görevlerini yerine getirebilmek için gerekli olan ekonomik kaynaklara da sahip olmalıdır. Onun için federal yönetimin vergi koyma ve toplama konusunda bazı yetkileri olmalıdır. Uluslararası hukuk açısından, ulusal savunma ve dış ilişkiler konusunda federe yönetimler yetkili olamaz. Çünkü dış ilişkiler ve ulusal savunma konusunda yetkilerin federe yönetimlerde olması durumunda, federal devlet olma niteliğini kaybeder. Federe yönetimin yetkileri ise, kültür, eğitim, sağlık, çevre gibi faaliyetler olarak sadece; ulusaltı birimlerde yani federe yönetimin coğrafi bölgesinde ve nüfusunda geçerlidir.  Böylece federe yönetimlerin yetkileri, hem konu bakımından ve hem de ülkenin belirlenmiş bir coğrafyasında geçerli olması bakımından sınırlıdır. Bununla birlikte tüm iktidar merkezleri hukuki açıdan birbirine eşit ve bağımsız birimlerdir.  Federal ve federe yönetimler yetkilerini birbirlerinden değil, tüm iktidar merkezlerinin ortak onayı ile oluşmuş olan federal anayasasından alır. Federal anayasa değişikliğini, federal yönetim tek başına gerçekleştiremez. Anayasa değişikliği, federal yönetim ve federe yönetimlerin ortak onayı ile mümkündür. Dolayısıyla federal devlet sisteminde merkezi yönetim söz konusu değildir.

Demek ki federal devlet sistemi, devlet faaliyetlerini,  federal yönetim ve federe yönetim olmak üzere birbirinden farklı iki yönetim aracılığıyla yürütür. Her iki yönetim alanında da devlet faaliyetleri,  yasama, yürütme ve yargı organları arasında ikinci bir bölünmeye tabi tutulur. Böylelikle federal devlette yetkileri kullanan yasama, yürütme ve yargı organlar olarak işlevsel (fonksiyonel) bakımından bölünmesinin yanı sıra, birde territoryal olarak ulus ve ulusaltı yönetimler biçiminde bölünmüştür.

1.1. Siyasal İktidarın Bölünmesi Ve Egemenlik İlkesi

Bazı yazarlara göre, mutlak, bölünmez ve sınırsız özellikleri nedeniyle egemenliği klasik egemenlik olarak tanımlar. Ve klasik egemenlik anlayışının da federal devletle bağdaşmadığını söylerler. Çünkü federal devlet sisteminde, federal yönetim ve federe yönetimlerin birbirlerine bağımlı olmaması ve birbirlerine eşit olmalarından dolayı, ne federal yönetimin ne de federe yönetimlerin egemen olmadığıdır. Böyle düşünen yazarlar da kendi içinde iki gruba ayrılabilir. Birincisi egemenlik ilkesinin artık geçerli olmadığının diğeri ise geçerli olduğunun düşüncesinden hareketle, federal devletin egemenlik ilkesiyle bağdaşmadığı sonucuna ulaşır. Örneğin: “Klasik egemenlik kavramı, mutlak ve sınırsız olma özellikleri yönünden modern devlet anlayışı ile bağdaşmazlığı dışında “tek”, “bölünmez” ve “en üstün” olma nitelikleri bakımından da çözülmesi güç problemler ortaya çıkarır. Bunların en önemlilerinden biri federal devlet problemidir. Gerçekten egemenlik, yukarıda belirtilen karakteristik nitelikleriyle devletin kriteri (ölçütü) olarak kabul edildiği takdirde,  günümüzde yaygın bir devlet şekli olan federal devletin yapısını açıklamak olanaksız hale gelir.  Federal devlet bilindiği gibi, dış ilişkiler bakımından tek bir ülke sayılan bir toprak parçası üzerinde federe (üye) devletlerin birleşmelerinden meydana gelen karmaşık yapıda bir devlet şeklidir. Federal (merkezi) devlet, kendine özgü bir anayasaya, devlet organlarına, yasalara ve otoriteye sahip olduğu gibi,  federe devletlerin her biri de kendilerine özgü bir anayasaya, yasama, yürütme ve yargı organlarına, yasalara ve otoriteye sahiptir bu durumda iç içe geçmiş bir ikili devlet örgüsünü egemenlik ölçüsü ile nasıl açıklayabiliriz? Egemenlik, mahiyeti gereğince tek, bölünmez, en üstün iktidar olduğuna göre ve aynı ülke üzerinde “en üstün” iki iktidar birden olamayacağına göre, federal devlete kıyasla daha dar yetkilere sahip olan federe devletleri “devlet” saymamamız gerekecektir. Ancak bu takdirde, federal devlete tek (üniter) devlet arasındaki temel yapı farkını ortadan kaldırmış olmayacak mıyız? Federe devletleri devlet saymamak ve dolayısıyla onları tek devletin il, bölge veya eyalet gibi idari ayrımları ile bir tutmak bizi kaçınılmaz olarak bu sonuca götürecektir. Bu kaçınılmaz sonucun ise federal devlet gerçeğini inkârdan başka bir anlama gelmeyeceği ortadadır.”[15] Soruna böyle yaklaşan yazarlar ve Kapani’ye göre egemenlik kuramı, kuvvetler ayrılığı ilkesi, hukuk devleti ilkesi, insan hakları ilkesi ve uluslararası kuruluşlar ve sözleşmelere de aykırıdır. Bu yazarlar, egemenlik kavramını Jean Bodin ve Thomas Hobbes’un düşünceleriyle sınırlandırmaktadır. Bunu da klasik egemenlik teorisi olarak adlandırmaktadırlar. Bodin ve Hobbes’un teorisine göre, egemenlik, devlet içinde bir kişi ya da organda somutlaşan mutlak, bölünmez, sürekli bir güçtür. Egemenlik, bir kişiye, bir azınlığa ya da halkın çoğunluğuna ait olabilir. Bu anlamda devlet yönetimi, monarşi, aristokrasi ya da demokrasi olabilir. Ne var ki her üç yönetimde de egemenlik bölünmemekte ve bir kişide ya da bir organda toplanmaktadır. Klasik egemenlik kavramından hareketle egemenliğin çağdışı bir kavram olduğunun düşüncesine varırlar. “Egemenlik teorisinin, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bağdaşmazlık ve çelişme gösterdiğine de işaret etmemiz gerekir. (…) Zamanımızdaki sosyo-politik gerçeklere uymayan, onlara tamamen ters düşen egemenlik, açıkça söylemek gerekir ki artık çağdışı bir kavramdır.”[16]

Klasik egemenlik anlayışını reddetmeyen ve savunan yazarlara göre ise, federal devlette, ülkenin ve yurttaşların üzerinde en üstün otorite anlamına gelen egemenlik ilkesinin gerçekleştirmenin koşulları olmadığıdır. Oysa üniter devlette, bölgesel birimler merkezi yönetime bağımlıdır. Konfederal devlette, konfederal organlar üye devletlere bağımlıdır. Bağımlılık ilişkisinde eşitlik olmadığından ötürü,  üniter devlette merkezi yönetim, konfederal devlette ise üye devlet üstündür. Federal devlette ise, federal birim ve federe birimler arasındaki ilişki, bağımlılık değil, eşitliktir. Bunun için federal devlette, ne federal yönetim ne de federe yönetimler üstün otorite değildir. Federal yönetim yetki alanı tüm yurttaşları ve ülkeyi kapsamakla beraber, konu bakımından sınırlıdır. Federe yönetimlerin yetkileri ise, hem federal devletin coğrafi bölgesi ve insani öğesi bakımından, hem de konu bakımından sınırlıdır. Klasik egemenlik anlayışı bakımından, üniter devlette merkezi yönetim, konfederal devlette ise üye devletler egemendir. Federal devlette ise, federal yönetim ile federe yönetimler arasında bağımlı ilişkisi olmadığından ötürü, ne federal yönetim ve ne de federe yönetimler egemen değildir. Bu anlayışla hareket eden yazarlar, devletleri üç sınıfa ayırdılar. “Üniter devlet, federal devlet ve konfederasyon şeklindeki üçlü tipoloji bu şekilde doğdu.”[17]

Klasik ya da geleneksel egemenlik kavramı, modern öncesi dönemler için kullanılmalıdır. Çünkü egemenlik, modern dönemin bir kavramı olup, modern devlet yapısını oluşturan temel  unsurlarından biridir. Nasıl ki modern devlet sürekli bir değişim içinde ise, aynı şekilde egemenlik kavramı da değişim içindedir. Yani egemenlik kavramı statik değil, dinamik bir kavramdır. Federal devlet sistemi ile egemenlik ilkesi ilişkisinin daha iyi anlaşılması için,  modern devlet ve egemenlik teorisinin ortaya çıkışını görelim kısaca.

1.1.1.Modern devlet ve egemenlik ilkesinin ortaya çıkışı

Modern devlet, feodal düzenden kopuşu ifade etmektedir. Modern devlet, feodal düzenin siyasi, ekonomik, kültürel ve coğrafi parçalanmışlığını merkezileştirmekle tarih sahnesine çıkmıştır. Modern öncesindeki her tür devlet yapılanmasında (kent devlet, feodal devlet), siyasi iktidar iki merkezlidir. Zira yasa yapma yetkisi yani egemenlik, toplum ötesi aşkın (tabiatüstü) bir güce ya da tanrısal iradeye aittir. Hükümdar ya da kral sadece yasayı uygular. Örneğin: Feodal devlete siyasi iktidar, kral ile Papa (dinsel kurum) arasında ayrışmış olup, iki merkezliydi. Bu nedenle modern öncesinin devleti, egemen olmayan devlettir. Modern devlet ise, yasa yapma ve uygulama (yaptırım) yetkisini kendinde toplamış ve tek merkezlidir. Modern devlet, egemen devlettir. En üstün iktidar anlamına gelen egemenlik, yasa yapma ve bozma yetkisidir.

 Modern devletle egemenlik kavramı aynı tarihlerde doğmuştur. Egemenlik, modern-devletin özü olup, siyasal ve hukuksal yetkilerinin kaynağıdır. Modern devletin asli unsuru olan egemenlik kavramının doğuşu ve gelişim sürecinin anlaşılması, aynı zamanda modern devletin doğum ve gelişim sürecinin de anlaşılmasıdır. Bunun içindir ki egemenlik kavramının ortaya çıkışı ve gelişimini kısaca belirtmemiz gerekir.

XVI. yüzyılda, Batı Avrupa’nın bazı ülkelerinde mutlakıyetçi monarşi, feodal düzenin coğrafi, siyasi parçalanmışlığını sonlandırıp, siyasi iktidarı tek elde toplamıştır. Siyasal düşüncede yapılması gereken ise ortaya çıkan siyasal merkeze bir meşruiyet kaynağını sağlamaktır. İşte Jean Bodin (1530-1596), egemenlik kavramını siyasal düşünceye kazandırarak bu eksikliği gidermiştir. Bodin 1576’da yayımladığı Devlete Dair Altı Kitap adlı eserde egemenlik kavramını; mutlak, sürekli ve bölünmez otorite olarak tanımladı. Bu mutlaklık yalnızca devlet hakları alanındaydı ve bireyin özel haklarına tecavüz edemezdi. Bununla birlikte Bodin’de egemenlik, tam anlamıyla tanrısalsallıktan soyutlanamadığından ötürü, meşruiyeti eksik kalmıştır. Bunun için egemenliğin, tam anlamıyla tanrısallıktan kurtarılıp rasyonelleştirilmesi (akılcılaştırılması) gerekmekteydi. İşte Thomas Hobbes (1588-1679), toplum sözleşmesi kuramı ile egemenlik ilkesini toplumla ilişkilendirerek bu eksikliği tamamlamıştır. Hobbes’un toplum sözleşmesi kuramına göre, devlet, rasyonel (ussal, akli) davranan bireylerin ürünüdür. Bireyler, çıkarlarının gereği olarak yani rasyonel hesap ile kendi aralarında sözleşme yaparak ve bu sözleşme yoluyla devleti kurarlar ve temsilcileri olarak yetkilendirirler. Bireyler yurttaş sıfatıyla devletin içinde yer alırlar ve kendilerini devletle özdeşleştirirler. Devlet, egemenlik yetkisini toplum sözleşmesi aracılığıyla halktan almıştır. Halk, kendi rızası ile tüm iradesini, temsilcisi olarak yetkilendirdikleri devlete teslim etmiştir. Artık halk egemenliğe sahip değil ve kullanma yetkisini de tamamen devlete devretmiştir. Hobbes yasa ve uygulama yetkisini tek merkezde toplar ve bu tek siyasi merkezin meşruiyetini ve kaynağını da halkın rızasından üretir. Artık bu siyasi yapılanma modern devlettir. Hobbes’un Levıathan (1651) adlı kitabında tasvir ettiği toplum sözleşmesi kuramının getirdiği yenilik, devleti laikleştirmedir. Hobbes, ilk olarak yasa yapma ve yok etme yetkisini yani egemenliğin kaynağını tanrısal iradeden kopartıp ve halka dayandırmıştır. Bundandır ki Hobbes laik modern devletin ilk kuramcısıdır. Zaten birçok siyaset felsefecisi de Hobbes’u modern devletin ilk kuramcısı olarak tanımlar.

Batı Avrupa’da gelişen ekonomik/politiğin yanı sıra dünyayı sömürgeleştirmelerinin yaygınlaşması yoluyla, mutlakıyetçi monarşilerde, siyasal, toplumsal ve ekonomik alanda büyük değişimler olur. Bu değişimlerle birlikte, güçlenen burjuva sınıfının özgürlük talepleri de artar. Burjuva sınıfı, siyasi iktidarın tüm yetkisini yalnızca kralın elinde toplayan mutlakıyetçi monarşiyi eleştirmeye başlarlar. Spinoza, Locke, Montesquieu ve Aydınlanma düşünürleri, mutlakıyetçi rejimi eleştireceklerdir. Ancak eleştiricilerin hedefi, monarşiyi tasfiye etmek değildir. Hedefleri, mutlakıyetçi monarşi yerine meşruti monarşiyi getirmektir. Burjuva sınıfı, Hobbes’ta meşruluğun kaynağı olan, fakat iktidara ortak olmayan halkın iktidara ortak olmasını istemektedir. Aslında burjuva sınıfı, halk adına iktidarın bir ortağı olarak yasa yapma yetkisini talep etmektedir. Böylece kuvvetler ayrılığı kavramı aracılığıyla kralın yetkisinin sınırlandırılması ve denetim altına alınması istenmektedir. Bodin ve Hobbes’un egemenlik kavramı ile feodal düzenden, devlet yetkilerinin tek bir merkezde toplandığı mutlak monarşilere geçişin siyasal ve hukuki temellerini oluşturmuştur.  Kuvvetler ayrılığı kavramı da, mutlakıyetçi monarşilerin yerine kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altına alan yönetimlere geçişin yolunu açmıştır. Ancak tüm bu düşünürlerin ürettiği siyasi tezler, meşruti monarşinin çerçevesi içinde kalmaktadır. Örneğin Birleşik Krallık’ta (İngiltere), 1680 Muhteşem Devrimi ile meşruti monarşiyi kuracaktır. Birleşik Krallık monarşisi, varlığını devam ettiğinden ve kendine has özelliklerinden dolayı kısaca belirtmek lazım.

Birleşik Krallığın meşruti monarşisinde egemenlik parlamentoya aittir. Parlamento, Taç (Kraliçe), Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası’ndan oluşur.  Bu üç organ yapısal olarak birbirinden ayrı olup ve bunları birleştiren bir üst organ da yoktur. Parlamento, bu üç organın birlikteliğinden oluşan bir kurumdur. Birleşik Krallık kamu hukukçusu Blackstone parlamentonun egemenlik teorisini şöyle tanımlar. “Parlamento egemendir. İlgili bütün konularda yasa yapmada, gerçekleştirmede, genişletmede, sınırlamada, feshetmede, iptal etmede, yeniden diriltmede ve yasayı yorumlamada kontrol kabul etmeyen otoritesi vardır. (…) O krallığın anayasasını ve bizzat parlamentolarını değiştirebileceği gibi yeniden yarata da bilir. (…) Kısaca o gerçekten imkânsız olanın dışında her şeyi yapabilir.”[18]  Birleşik Krallık’ta hiçbir organ parlamentonun yasa yapma yetkisini ortadan kaldırma ya da sınırlandırma veya parlamento yerine yasa yapma yetkisine sahip değildir. Parlamentonun yaptığı yasalar, yargısal denetimine tabi değildir. “Büyük Britanya’da normal yargıda bir anayasal denetim hakkı bulunmadığı gibi, böyle bir iş için kurulmuş ayrı bir mahkeme de yoktur. Bunun nedeni sadece, bir devlette yazılı bir anayasa bulunmaması değildir; özellikle ve her şeyden önce devlet kavramının temeli parlamentonun egemenliğine dayandırıldığından ve bu güç kuramsal düzeyde sınırlanamaz sayıldığından anayasa yargısına gerek duyulmamıştır. (…) Britanya yargıcı parlamentonun kendisine sevk ettiği yasaları uygulamak zorundadır.”[19]

Teorik düzeyde kral-devlet çerçevesi dışına çıkan ve kral-devlet yerine ulus-devleti yerleştiren düşünür, Jean Jacques Rousseau (1712-1778) dur. Rousseau, 1762’de yayımladığı Toplum Sözleşmesi adlı eserde siyasal düşünceye,  genel irade ya da ulus iradesi kavramını hediye etmiştir. Artık yasayı yapan ve yok eden genel iradedir, yani ulusun iradesidir. Genel irade ortak amacı ve çıkarı temsil eder. Genel iradenin oluşturduğu tek bir hukuk sistemiyle üyelerini yurttaşlara dönüştürerek, homojen bir hukuksal-siyasal yapıyı yani devleti yaratır. Rousseau, bireyleri yurttaş statüsüyle kamu ya da devlet alanında eşit duruma getirir. Rousseau’nun bireyi, iki kimliği aynı anda taşır. Biri uyruk kimliği, diğeri yurttaş kimliğidir. Bireyler, yurttaş kimliği ile toplumun ortak amacı ve çıkarı için yasalar yapar. Bireyler, uyruk kimliği ile yasalara itaat eder. Böylece bireyin yasaya itaat etmesi, kendine itaat etmesidir. Yani bireyin uyruk kimliği, yurttaş kimliğine itaat etmesidir. Dolayısıyla yurttaşların devlete itaat etmesi rızaya dayalıdır. Bundandır ki Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramındaki modern ya da ulus-devleti, tarihin bugüne kadar tanıdığı en meşru ve güçlü devlettir.

Emmanuel-Joseph Sieyés (1748-1836) de, 1789’da Sieyés de Üçüncü Sınıf Nedir? Adlı eserde siyasal temsil kuramını siyaset felsefesine kazandırmak suretiyle, ulus-devletin işleyişini olanaklı hale getirmek suretiyle daha da güçlendirmiştir. Artık yasa yapma ve bozma işlevini üstlenen kişiler, ulusun temsilcisi sıfatına sahiptirler. Devletin, ulusun temsil organı olan meclis aracılığıyla yasa yapma yetkisine sahip olması, meşruiyetini daha da güçlendirir ve tartışılmaz bir konuma getirir. Egemenlik yetkisi ulusa ait olmakla birlikte, temsil organı da egemenliği kullanma yetkisine sahiptir. Böylece siyasi iktidar, ulus adına yasa ve uygulama işlevinin üstlendiğinin iddiasından hareketle, meşruluğunu güvence altına almış ve mutlak bir güçle donanmış olur.

Böylece Avrupa’da iki modern devlet ve egemenlik modeli ortaya çıkar. İngiltere Devrimi ile parlamentonun egemenliği,  Fransa Devrimi ile ulusal egemenlik kavramı oluşur. “İngiltere’de “parlamentonun egemenliği”, Fransa’da ise “milli egemenlik” ile sonuçlanan gelişim, farklı yollar izlemiş olmakla birlikte aynı amaca hizmet etmiştir. Her iki gelişim de feodal toplum yapısından burjuva toplum yapısına geçilmiştir. Bu gelişmeler Avrupa’da yaşanmış, ancak Duverger’in deyimiyle aynı Batı’nın farklı iki yüzünü yansıtmıştır. “[20]

Görüldüğü gibi, Hobbes’a göre, egemenlik devlet alanına aittir, ya da egemenliğin sahibi devlettir. Rousseau ise,  egemenliği devlet alanından çıkartıp,  halkın ya da ulusun alanına yerleştirmiştir.   Sieyés de siyasal temsil kuramı ile Hobbes ve Rousseau’nun tezlerini bir senteze ulaştırmıştır. Şöyle ki; egemenliğin kaynağı ulus iradesine, kullanma yetkisinin de ulusun temsil organına aittir. Böylece egemenlik, ulus-devlet ikileminin ilkesine dönüşür. Ulus-devlet, Rousseau ve Sieyés’ın teorisinin doğrultusunda belirginleşir ve Fransız Devrimi ile uygulamaya geçer. Devrim döneminde açıklığa kavuştuğu gibi, ulus-devlet; insan haklarının, hukuksal eşitliğin, demokrasinin gelişmesine ve yerleşmesine imkân sağladığı gibi, otoriter, totaliter iktidarların kurulmasına da uygun bir temel sağlar. Bu çelişkili durumun nedeni de iki temel toplumsal sınıf olarak burjuva ve işçi sınıfının, ezen-ezilen ve diğer farklı kesimlerin taleplerini ve mücadelelerini ulus-devlet çerçevesi içinde gerçekleştirebileceklerine inanmaları ve buna yönelmeleridir. İşte tüm bu farklı kesimlerin taleplerinin ulus-devlet içinde karşılanacağına yönelik beklentilerinden dolayı ulus-devlet,  yüzyıllar süresince Batı dünyasının ve ardından da dünyanın egemen siyasal birimine dönüşür.

Sonuç olarak, modern devlet ulus-devletle eş zamanlıdır. Modern öncesi devlet, egemenliğini tanrısal iradeden ve meşruiyetini de dinsel kaynaktan alır. Modern dünyada ise, egemenliğin kaynağı rasyonelleştirilmiştir ve rasyonelleştirilmiş bu kaynakta halktır. Egemenliğin kaynağı olan halk ise; eşit yurttaşların  ortak hak ve görevler temelinde bütünleşmiş bir toplum olarak ulus kimliği  çerçevesinde ortaya çıkmıştır.  Böylece halkın iradesi, ulusal egemenlik olarak teorileşir ve devlet de, ulusal egemenlik teorisi ile özdeşleşmiş  bir ulus-devlettir.   İşte modern devlet ile ulus-devletin eş zamanlı oluşunun nedeni de egemenliğin kaynağının eşit yurttaşların  ortak hak ve görevler temelinde bütünleşmiş bir toplum olarak ulus kimliğinin kabul edilmesinden gelir. Bu anlamda ulusal egemenlik üzerinde yükselen ulusal siyaset ile demokrasi birbiriyle uzlaşır. Böylece ulusal siyasetin ulusal egemenlik ilkesi ile demokrasinin halk egemenliği ilkesi birbiriyle çakışır.

1.1.2. Federal Devlet de Bir Modern Devlet Olarak Bir Ulus-Devlettir

Yukarıda belirtildiği gibi, federal devlet iki farklı yönetim alanından oluşur.  Federal devlette tek bir federal yönetim ve en az iki federe yönetim vardır. Bu iki farklı yönetim, yetkilerini doğrudan ulustan alır. Ancak ne federal yönetim ve ne de federe yönetimler tek başına devlet özelliğine sahip değillerdir. Federal devlet, devlet olma niteliğini, federal yönetim ve federe yönetimlerin birlikteliğinden oluşan siyasal örgütlenmesinden alır. Nihayetinde federal yönetim ve federal yasama organları, federal devletin tüm yurttaşlarının rızası, oyu ve onayıyla oluşmuştur. Onun için federal devlet; federal  ve federe yönetimlerin birlikteliğinden oluşan  bir ulus-devlet olarak egemen devlettir. Federal devlet ve üniter devlet farklı devlet biçimi ya da modeli değil, farklı yönetim biçimlerine sahip bir  ulus-devletidir.

Yukarıda değinildiği gibi, egemenlik, kimseye danışmadan ve kimseden izin almadan yasaları yapma, değiştirme ve yok etme yetkisidir. Egemenliğin yetkisi ulusa aittir. Ulus, egemenliğin kullanılmasını, farklı organlara tevdi etmiştir. “Egemenliğin kullanılması bakımından çağdaş demokratik üniter devlet ile federal devletin benzer yönü, her ikisinde de birden çok organın görevli olması ve egemenliğin bu organlar arasında bölünmesidir. Üniter devlette, egemenliği kullanan organlar, yetkileri bütün ülkeyi kapsayacak şekilde yasama, yürütme ve yargı organları olarak ayrılır.  Federal devlette ise, egemenliği kullanan organlar yine, yasama, yürütme ve yargı olarak ayrılmakla birlikte, bu organlar hem ulusal ölçekte, hem de ulusaltı birimlerde ayrı ayrı kurulmuştur. Diğer bir ifade ile federal devlette egemenliği kullanan organlar, yalnızca fonksiyonel bir ayrıma tabi tutulmamış; bunun yanı sıra, yersel (territorial) veya topluluk esasına dayanan bir başka ayrıma göre de bölünmüştür.”[21]

Yukarıda değinildiği gibi,  modern öncesindeki her tür devlet yapılanmasında, siyasi iktidar, yasa yapma ve bozma yetkisine sahip değildir. Yasa yapma ve bozma yetkisi yani egemenlik,  tanrısal iradeye aittir. Modern devlet yasa yapma ve bozma yetkisini kendinde toplamıştır. Ancak mutlak monarşi anlayışında egemenlik yetkisi tek bir kişiye ya da organa aittir. Egemenlik yetkisine başka bir kişi yada organın ortak olması, egemenliğin bölünmesi ve sınırlanması anlamına gelmekteydi. “Egemenliğin kaynağının halkta olduğu kabul edildiğinde,  bölünmezlik ilkesi ihlal edilmeden, birden çok organın egemenliği kullanması mümkündür. Halk, kendisine ait egemenliğin kullanılmasında federal ve federe yönetimleri yetkili kılabilir.”[22]

Federal devletin ya da herhangi bir devletin egemen olmadığını söylemek, o devletin yasa yapma, bozma yetkisine sahip olmadığını söylemektir. Gerçi federal devletin egemen olmadığını söyleyenlerin gerekçesi, federal devletin yasa yapamaması değil, birden çok siyasal merkezli olmasıdır. Doğrudur,  modern devlet, tarih sahnesine yasa yapma ve uygulama yetkisini kendinde toplamış ve tek merkezli olarak çıkmıştır. Ancak egemenliğin kaynağının ulusa ait teorisinin kabul edilmesi sayesinde, egemenliğin mutlak, süreklilik ve bölünmezlik özelliklerini bozmadan birden çok organın ya da yönetimin kullanılmasına yol açmıştır.

Çünkü ulus, yasaları yapma, değiştirme ve yok etme yetkisinin, başka bir güç tarafından sınırlanmasına izin vermez. Ulusun yetkisi sınırsızdır yani mutlaktır.

Ulus, yasa yetkisini devlet organlarının aracılığıyla kullanır. Devlet, ulusun siyasal bedenidir. Onun için egemenlik yani ulus-devlet süreklidir.

Ulus, yasa yetkisini. Başka bir güce devretmez ve paylaşmaz. Bu da egemenliğin bölünmez özelliğidir.

Üniter devlet ve federal devlet, modern devlet biçimi olarak ulus-devlettir. Onun için üniter devlet ile federal devletin arasındaki farklılık devlet biçimi değil, yönetim biçimidir. Federal devlette, federal ve federe yönetimlerinin ve bu yönetimlerde kurulan organların da, üniter bir devletin yasama, yürütme ve yargı organları, ya da İngiltere parlamentosunu oluşturan organları gibi, tek bir siyasal bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. “Bu organların her biri, egemenliğin bir yönünü kullanır. Federal devlette de, federal ve federe birimler, egemenliğin kendi yetki alanlarına giren bölümlerini kullanır. Federal devlet, onu oluşturan bu birimler sayesinde, kendi ülkesi ve yurttaşları üzerinde en üstün otoritenin sahibidir ve dış egemenlik bakımından olduğu kadar, iç egemenlik bakımından da egemen devlettir.”[23] Federal devlet, ulus-devletin bir yönetim modeli olarak egemen devlettir. Onun için federal devletin egemenlik ilkesi ile bağdaşmadığını savunan tezlerin, federal devlet ve egemenlik anlayışı yanılgılıdır.

Federal devlet,  ulus-devletin bir yönetim modeli olarak birden fazla ulusla bağdaşmaz. Federe birimler ayrı ulusların örgütlenme birimi değil,  tek bir ulusun ya da global toplumun birimleridir. Konunun daha iyi anlaşılması için, ulus- devleti oluşturan temel üç unsurunu, federal devlete de görelim.

1.1.3. Federal Devletin Ulus, ülke ve Egemenlik Unsurları

Ulus devleti oluşturan temel üç unsur federal devlet için de geçerlidir.  Bu temel unsurlar; insan unsuru olarak ulus,  toprak unsuru olarak ülke ve siyasal iktidar unsuru olarak egemenliktir.

Federal devletin insan unsuru olarak ulus, federal devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan insan topluluğudur. Bu insan topluluğu hem federal yönetimin ve hem de federe yönetimlerin vatandaşların tümünden oluşur. Federal devletin toprak unsuru olarak ülke, federal yönetimin ve federe yönetimlerin topraklarının tümünden oluşur. Federal devletin siyasal iktidar unsuru olarak egemenliği ise,  federal yönetimin ve federe yönetimlerin sınırları içinde yaşayan bütün vatandaşlar üzerinde yani federal ulus üzerinde geçerledir yani egemendir.[24] Yukarda da belirtildiği gibi federal devlet; federal yönetim ve federe yönetimlerin birliğinden oluşur. Onun için modern devleti oluşturan üç temel unsur olarak ulus, ülke ve egemenlik federal yönetim ve federe yönetimlerin unsuru değil,  federal yönetim ve federe yönetimlerin toplamından oluşan federal devletin unsurlarıdır.

2. Federal Devlette Siyasal İktidarın Merkeziyetçi Olmama İlkesi

Bazı yazarların üniter devletin yerinden yönetimciliği ile federal devletteki iktidar merkezlerin ayrımını açık bir biçimde ortaya koyabilmek için, federal devlet sisteminin içindeki iktidar merkezlerini, merkeziyetçi olmama ilkesi ile tanımlamaktadır. Bu metin de, merkeziyetçi olmama ilkesi kavramını benimsemiştir. Federal devlet, sürekli bir birlik sözleşmesiyle ve merkeziyetçi olmama ilkesi üzerine kurulur.  Federal devlette, yetkilerin toplandığı tek bir merkez yoktur. Onun için federal ve federe yönetimler, yetkilerini birbirinden değil, anayasadan alırlar. Zaten merkeziyetçi olmama ilkesi, bir devlet içinde, yasa ve uygulama ilişkisinin tek bir merkezin yetkisinde olmamasının anlatımıdır.  Yetkiler, biri federal yönetim, diğerleri de en az iki federe yönetim olmak üzere üç siyasal iktidar merkezi arasında paylaşılır. Bilindiği gibi federal devlet sisteminde ulusal ölçekte yetkili olan bir federal yönetim ile en az iki olmak üzere federe yönetimlerin birliğinden oluşur.  Bu durumda 50 federe yönetimden oluşan ABD’de federal yönetimle birlikte 51 siyasal iktidar merkezine sahip olmaktadır. Federal devletin iktidar merkezleri olarak federal ve federe yönetimleri, federal devlet anayasasının belirttiği biçimde yetkilerini ulustan alır ve bir diğer iktidar merkezine karşı sorumlu değil, ulusa karşı sorumludur.  Kendi yönetim alanı içinde yetkilerini kullanır. “Federal devlet, bu alt siyasal sistemlerin tek bir siyasal sistem olarak birleşmesidir”[25]  Federal devlet çok merkezli bir ulus-devlet modelidir. Bu iktidar merkezleri hukuki açıdan birbirine eşit ve bağımsız yönetimlerdir. Federal devlet, bu iktidar merkezlerin tek bir siyasal sistem içinde birleşmesinden oluşur.

3. Federal Devlette Siyasal Partiler

Siyasal partiler, hem üniter devlet ve hem de federal devlet sisteminin en önemli ve vazgeçilmeyen araçlarından biridir. Bir devletin siyasal rejiminin niteliğinin, işleyişinin doğru bir biçimde anlamak ve açıklamak için, ilgili devletin siyasal partilerin yapısal özelliklerinin bilinmesiyle mümkün olur. “Parti yapısının federal sistem açısından özel bir anlamı vardır: Merkeziyetçi olmayan federal siyasal sistemin sürdürülmesi, merkeziyetçi olmayan bir parti sisteminin varlığına bağlıdır.”[26] Federal devletlerde, ülke düzeyinde yani ulusal ölçekte kurulan siyasal partilerin federal sisteme uygun bir biçimde işlevlerini yerine getirebilmesi için merkeziyetçi olmaması gerekir. Her federe yönetim alanının sosyolojik, politik atmosferi farklıdır. Bu farklılık, partilerin programlarına, örgütlenmelerine, işleyişlerine ve ideolojilerine yansıması için, partilerin merkezi olmamasına ihtiyaç vardır. Federal devlet sistemi ile siyasal partilerin yapısı karşılıklı bir etkileşim içindedir. Merkeziyetçi olmayan federal devlet sistemi partilerin yapısını etkilerken, merkeziyetçi olmayan parti yapısı da federal devletin merkezileşmesini engeller. Onun için federal devlet sistemine uygun olan, merkeziyetçi olmayan bir parti sistemidir. Merkeziyetçi olmayan partilerden hangisi ulusal ölçekte iktidar olursa olsun,   kendi örgütü aracılığıyla, federe yönetimleri denetlemeye kalkışmaz ve ayrıca federal devleti merkeziyetçi bir devlete dönüştürme eğilimlerine karşı önemli bir tedbirdir.

Parti sistemlerini kabaca ikiye sınıfa ayırmak mümkündür. Biri tek partili sistem, diğeri de birden fazla ya da çok partili sistemdir. Tek partili sistemin özelliği, devletin yönetimi bir partinin tekelinde olması ve başka partilerin kurulmasına izin verilmemesidir. Tek parti sisteminin işleyiş biçimi merkeziyetçiliktir. Tek parti sisteminin yönetiminde, federal devletin her seviyedeki yöneticilerin atanması, denetlenmesi ve görevden alınması partinin yetkisindedir. Bundandır ki tek parti yönetimindeki federal devlet,  merkeziyetçi bir siyasal sisteme dönüşür. Demek ki tek parti yönetimindeki federal devlet işlevini sürdüremez. Onun için tek partili sistemde federal devletin olunamayacağıdır. Nitekim Almanya’da 1933’te iktidara gelen Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (Nazi Partisi)nin tüm federe yönetimlerini ortadan kaldırarak, merkeziyetçi ve totaliter siyasal sistemini kurmuştur. Zaten tek partili sistem, ancak otoriter ve totaliter siyasal sistemlerde geçerli akçedir.

Federal devlet sistemi, ancak çok partili sistemle yönetilebilir. Bununla birlikte federal devlet sistemi için çok partili olması yeterli olmamaktadır. Birde bu partilerin merkezi olmama ilkesine sahip olmaları gerekir.  Yani bu partilerin;  federal devletteki iktidar merkezlerini denetleyen bir araca dönüşmesine yol vermeyen yapısal özelliklere sahip olması gerekir.

Bazı yazarlar, partiler arasındaki ilişkiler ve sayılarından hareketle, partileri, dört sistem biçiminde ele alırlar. Bu sistemler; 1- tek parti sistemi. 2- Çok partili olmakla birlikte tek bir partinin düzenli olarak her seçimi kazandığı egemen parti sistemi. 3- Düzenli olarak her seçimi iki büyük partinin kazandığı iki partili sistem. 4- Genellikle seçmenlerin ikiden çok parti arasında bölündüğü çok partili sistem.[27] Mart 1990 tarihli anayasa değişikliğine kadar Sovyetler Birliği’nde tek partili sistemle yönetilmiştir. Egemen parti sistemine uygun örnekler Meksika ve Hindistan’dır. Meksika’da, 1929’dan 2000 yılına kadar merkez sağ eğilimi temsil eden Kurumsal Devrim Partisi, her seçimde federal ve federe yönetimlerin tümünü kazanmıştır. Hindistan’da ise, bağımsızlığını kazandığından günümüze kadar, kısa süreler hariç olmak üzere Kongre Partisi, federal parlamentoda sürekli çoğunluğu sağlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri iki partili sistemle yönetilmektedir. İsviçre, Almanya ve Belçika federal devletleri ise çok partili sistemle yönetilmektedirler.

4. Federal Devletlerde Anayasal Yetkinin Federal ve Federe Yönetimler Arasında Paylaşımı

Federal devletlerin anayasaları, federal ve federe birimlerin yetkilerini düzenlerler. Her federal devlet kendi tarihsel, sosyolojik, ekonomik ve siyasal gelişimine göre yetki paylaşımını düzenler.  Onun için her federal devletin anayasal yetki paylaşımı farklıdır. Aynı federal devlette de zaman içinde değişen koşulların gereği olarak, federal ve federe yönetimlerin anayasal yetkilerinde değişiklikler olabilir. Federal devletlerde anayasal yetki paylaşımını yöntem ve konu bakımından yaparlar.

4.1. Anayasal Yetkinin Yöntem Bakımından Paylaşılması

Anayasal yetkinin federal ve federe yönetimler arasında paylaşılması yönünde, genellikle iki sistem kullanılmaktadır.  Biri federal yönetime ilişkin yetkilerin anayasada sayım yoluyla yani tek tek belirtilmesi ve geri kalan tüm yetkilerin federe yönetimlere ait olmasıdır. Diğeri ise federe yönetime dair yetkilerin anayasada sayım yoluyla belirtilmesi ve geri kalan yetkilerin federal yönetime ait olmasıdır. Bazı federal devletler anayasalarında her iki yönetim alanına ait yetkileri sayım yoluyla belirtirler. Birçok federal devlet, federal veya federe yönetimin anayasal yetkilerinin yanı sıra anayasalarında iki yönetimin alanına giren ortak yetkileri de sayım yoluyla açıklarlar.

Federal Veya Federe Yönetim Alanı İçin Anayasal Yetkilerin Belirtilmesi                  

ABD, Avustralya ve İsviçre’nin yanı sıra Brezilya, Arjantin, Meksika, Venezüella, Pakistan, Rusya, Bosna-Hersek gibi ülkelerin anayasalarında federal yönetimin yetkilerini sayım yoluyla belirtilmiştir. Bazı federal devletlerde federe yönetim için anayasal yetkiler belirtilmiştir. Örneğin: Kanada, Hindistan, Avusturya, Nijerya, Malezya bu sistemi kullanan ülkelerdir.

 Federal ülkeler, anayasalarında, anayasal yetki paylaşım sistemine yaklaşım tarzlarını belirtmiştir.  ABD Anayasası, federal yönetimin yetkilerini saydıktan sonra şu kuralı getirmiştir. “Bu Anayasanın federal yönetime bırakmadığı veya federe yönetimler için yasaklamadığı yetkiler federe yönetimler veya halkındır.”[28] “Bu hüküm, Yüksek Mahkeme tarafından, Anayasa’nın federe yönetimlere, federal yönetime bırakılan konular dışında, her şeyi içeren muazzam bir yetki alanı tanıdığı şeklinde yorumlanmıştır.”[29] İsviçre ve Almanya anayasalarının yaklaşımı da ADB Anayasası’nın yaklaşımına benzerdir. Alman Anayasası’nda şöyle bir kural vardır: “Bu Anayasanın başka türlü öngörmediği ya da izin vermediği durumlarda, devlet yetkilerinin kullanılması ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi federe yönetimlere aittir.”[30]

Federe yönetimin anayasal yetkilerini sayan federal devletlerde ise, genel olarak federal yönetim lehine yorumlanır. Yani federe yönetime bırakılmayan yetkiler, federal yönetimindir. “Kanada Anayasası’nda, federal yönetimin, federe yönetimlerin münhasır yetki alanına girmeyen tüm konularda huzurun, düzenin ve iyi yönetimin sağlanması için yasal düzenlemeler yapabileceği belirtilmiştir.”[31]

Bu iki sistemin işleyişi sürecinde ortaya sorunlar çıkmıştır. Yargı organları, bu sorunların çözümüne yönelik yaklaşımı şöyle olmuştur:  “Tartışmalı olan konunun ulusal önem arz etmesi, ülke düzeyinde tek biçim uygulama gerektirmesi veya sorunun çok geniş ve evrensel nitelik taşımasının saptanması durumunda, federal yönetim lehine karar verme eğilimindedir.”[32]

İki Yönetim Alanına Giren Ortak Yetki Alanı 

Birçok federal anayasada hem federal ve hem de federe yönetimlerin yetkili olduğu bir ortak yetki alanı yaratılmış ve bu ortak yetki alanına giren konuların anayasada belirtilmiştir. Söylenilenin somutlaşması için birkaç örnek vermekte yarar vardır. Hindistan 1950 tarihi Anayasası’nda, üç ayrı anayasal yetki listesini ortaya koymuştur. Birinci liste federal yönetimin, ikinci liste federe yönetimlerin yetkili oldukları konuları saymaktadır. Üçüncü listede de, federal ve federe yönetimlerin birlikte yetkili oldukları konuları saymıştır. Bu ortak yetki alanı, aile hukuku, borçlar hukuku, iflas, ceza ve ceza usul yasası, sosyal güvenlik, fiyatların denetimi gibi 47 konuyu kapsar. Kanada Anayasası’nda,  sadece göçmen işleri ve tarımsal faaliyetler ortak yetki alanına giren konulardır. Avustralya ve ABD’de ortak yetki alanına giren konular, federe yönetimler arası ticaret,  dış ticaret, telif hakları ve patent, iflas,  nüfus sayımı ve istatistik, ölçü ve tartılardır. “Federal ve federe yasaların çatışması durumunda, kural, federal yasaların üstünlüğüdür. Fakat federal devlet başkanı, federe yasasının üstün kabul edilip uygulanmasına karar verebilir. Hangi yasanın üstün sayılacağına karar verme yetkisi federal yönetimin bir organına bırakıldığı için, sonuçta, ortak yetki alanına giren konular bakımından federal yönetimin tam bir kontrolü söz konusudur.”[33]

4.2. Konu Bakımından Anayasal Yetki Paylaşımı

Federal devletlerde, konu bakımından yetkilerin federal ve federe yönetimler arasında bölüşülmesi hususunda ortak bir tutum ve uygulama söz konusu değildir. İki yönetim arasındaki yetki paylaşımı ve uygulaması ülkeden ülkeye değişmektedir. Ancak kuramsal olarak, hangi konuların federal ve hangi konuların da federe birimlerin yetkisine bırakılmasında bazı ölçütler esas alınabilir.  Bu da tüm ulusu ilgilendiren, ülkenin bütününde tek biçim uygulamasına ve tek elden yönetilmesine ihtiyaç olan konular, federal yönetimin yetkisinde olmasıdır. Ulusal savunma, dış ilişkiler, para politikası (merkez bankası), gümrüklerin denetimi, dış ticarete ve federe yönetimler arası ticarete ilişkin düzenlemeler gibi konular federal yönetime bırakılmalıdır. Sağlık, eğitim, çevre, ulaşım, asayişin sağlanması gibi yerel nitelikli konular ise federe yönetimlere bırakılmalıdır. Yani tek biçim uygulanmasına ve tek elden yönetilmesine gerek olmayan konular, federe yönetimin yetkisinde olmalıdır.[34] Bu ölçüt ya da ayrım, teorik olarak federal devletin mahiyetine uygun olmakla birlikte, genel ve soyut bir belirleme olup, eleştiriye açıktır.  Çünkü hangi konuların ulusal ve hangi konuların yerel nitelikte olduğu konusunda ortak bir görüş yoktur. Bu konuyu her federal devlet farklı biçimde idrak etmektedir. Bununla birlikte aynı ülkede bile, süreç içinde ulusallığın ve yerelliğin ölçütleri değişebilir. İkinci bir eleştiri de aynı konunun hem ulusal ve hem de yerel nitelikli olabileceğidir. Federal ve federe yönetimlerin yetki alanına giren konuların karşılıklı etkileşim içinde olduklarından ötürü, konuları ulusal ve yerel olarak ayırmak ve sabitlemek, mümkün değildir. Örneğin: “Küçük bir kasabanın atık su sistemi ile ilgili işlerin yerel yönetimlerin ilgi alanına girdiği kuşkusuzdur. Ancak atık suların uzaklaştırılma biçimi insan sağlığını, çevrenin ve doğal hayatın korunmasını ilgilendirdiği ölçüde ulusal nitelik kazanacak ve federal yönetimin yetki alanı içine girebilecektir. Federal yönetim, genel sağlığın ve çevrenin korunması gibi nedenlerle, tamamen yerel nitelikte bir konu gibi gözüken atık suların uzaklaştırılması konusunda tekbiçim projeler üretebilecek, teknik ve mali yardım vaat ederek bu projelerin uygulanmasını isteyebilecektir.”[35] Aynı şekilde, federal yönetimin yetki alanında olan ulusal nitelikli konular için de geçerlidir. Federal yönetimin yetki alanında olan konuların uygulanmasına, federe yönetimler de belli bir ölçüde katkı yaparlar. Federal devlet bir ulus-devlet modeli oluşundan ötürü, hiçbir bir yönetim herhangi bir faaliyetle ilgili karar alma, finansman ve uygulamasını tek başına gerçekleştirme durumunda değildir. Çünkü federal devletin her faaliyetine, federal ve federe yönetimlerin gerektiği ölçüde katılmaktadır.

Elbette federal devletlerde, federal yönetimin ve federe yönetimlerin yetki alanında olan konular vardır. Yani federal ve federe yönetimlere münhasır yetki alanları vardır. Ancak federal, federe ve yerel yönetimlerin gerektiği ölçüde bütün faaliyetlere katılması, mahiyeti ortak bir ülke üzerinde egemen olan ortak bir ulusal kimliğin sahibi olmanın unsurlarından oluşan federal devlet olmanın özelliğidir. Başka deyişle bir ulus-devlet olmanın özelliğidir.

Federal devletin kuruluşunun önemli bir nedeni, kurucu birimlerin dış saldırılara karşı bağımsızlığını korumak ve bu bağımsızlığını sürdürebilmenin de, ancak birleşerek sağlanacağının düşünmeleridir. Federal birliğin kurulmasında diğer önemli bir neden de, birleşme sayesinde büyüyen ve gelişen bir ekonomiye sahip olacaklarını düşünmeleridir.  İşte bu karşılıklı istek ve rıza üzerinde yükselen ortak bir ulusal kimlik bilinciyle hareket eden yönetimler, kendi aralarında siyasal ve ekonomik ilişkileri geliştirirler. Burada önemli olan, yönetimler arasındaki bu ilişkilerin ve paylaşılmaların, federal anayasada belirtilen kuralara uygun olmasıdır. Onun için yönetimlerin münhasır yetki konularının anayasada güvence altına alınması gereklidir. Ancak bu siyasal ve hukuksal koşullarda yönetimler arasında sağlıklı bir rekabet ve işbirliği oluşabilir. Tersi durumda yani yetki alanları anayasa güvencesinde değilse, yönetimin biri diğerini belli bir yönde faaliyette bulunmaya zorlayabilecektir. Bu durumda da “ortak faaliyetler” olacaktır, ancak tek taraflı baskıdan dolayı bu bir işbirliği olmayacaktır. Zira karşılıklı istek ve rızaya dayanmayan bir ilişki, işbirliği niteliğine sahip değildir. Bu söylenenleri bir örnekle somutlaştırmakta fayda vardır. “Bir federe yönetim, kendi yetki alanına giren eğitim konusu bakımından, federal yönetimin hazırladığı genel nitelikteki bazı yasal düzenlemelere uymayı ve bunu yaparak “federal yardım” elde etmeyi uygun görebilir. Ancak, eğitim konusu iki yönetim arasında üzerinde uzlaşılması güç olan faaliyetlerden biri ise, federe yönetim bu alanda federal yönetim ile işbirliği yapmayı ret edebilir. Bu tercihin bir sonucu, büyük olasılıkla, federal mali yardımın yitirilmesi olacaktır. Fakat federe yönetim, kendisi için son derece önemli saydığı bir konuda, anayasal yetki bölüşümüne dayanarak bağımsız düzenleme yapma yetkisini kullanabilecektir.”[36] Örnekte geçen federe yönetim, kendisi için çok önemli gördüğü ve saydığı eğitim veya başka bir konuda, yani münhasır anayasal yetki alanlarında tercihini uygulamaya geçiremediğinde,  ülke, bir federal devlet olmaktan çıkar.

4.3. Federal Devletlerin Anayasaları Yetki Alanlarının Geçirgenliğine Yol Vermektedir

Federal devletlerde,  devlet faaliyetleri ve yetkileri federal ve federe yönetimler arasında paylaştırılma durumu, iki ayrı devletin yetki alanları gibi birbirinden tamamen ayrı ve kopuk değildir. Aynı devletin iki ayrı yönetimin münhasır yetki alanları olup, ihtiyaç hâsıl olduğunda yönetimler arasında birçok konuda geçirgenlik olmaktadır.  Bu geçirgenlik, genellikle federal yönetimlerin federe yönetimlerin yetki alanına karışmasıdır. Yönetimlerin yetki alanlarına karışmasına neden olan etkenleri yedi başlık altında açıklanabilir.[37]

Olağanüstü Halin İlânından Kaynaklanan Düzenlemeler

Federal devletin anayasaları, federal yönetimlere bir ya da birden fazla federe yönetimlerde olağanüstü hal ilan etme yetkisini vermiştir.  Hem federal devletlerin ve hem de üniter devletlerin anayasaları egemenlik ilkesinin gereği olarak olağanüstü halin ilânın yetkisini yürütme organına tanımıştır.  Olağanüstü hal ilânı ile birlikte, federe yönetimin bazı münhasır yetki alanları federal yönetime geçer. Burada federal devletin egemen olmayan devlet olduğunu söyleyen yazarlara, C. Schmitt’in, “egemen, olağanüstü hale karar verendir”[38] sözünü hatırlatmak gerekir.

Dış İlişkiler Alanında Federal Yönetimin Tekelci Yetkisi

Bütün federal devlet anayasalarında, dış ilişkiler konusunda federal yönetime tekelci yetki tanımıştır. Çağımızda uluslararası ilişkiler ve andlaşmaların konusu, oldukça çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Bunun için, federal yönetimlerin uluslararası antlaşmaları, yalnızca savunma ve diplomatik konular olarak, federal yönetimin münhasır yetki alanlarıyla sınırlı değildir. Federe yönetimin yetki alanlarına giren eğitim, sağlık, çevre kirliliğinin önlenmesi,  doğal kaynakların kullanımı, turizm gibi konularda da antlaşmalar yapmaktadır.

Burada sorun dış ilişkiler konusunda federal yönetime tanınan tekelci yönetim, federe yönetimlerin münhasır anayasal yetki alanlarını ihlal etme durumudur. Bu konuda federal devletlerin tutumu farklıdır. Hindistan Anayasası, uluslararası andlaşmaların yapılmasının ve uygulanmasının yetkisini tamamen federal yönetime bırakmıştır. Hindistan Anayasası, federalizmin geleceği bakımından tehlikeli bir yöntemi seçmiştir. ABD’de ise, antlaşmaları başkan imzalamakla birlikte, bu antlaşmaların geçerli sayılması için, federe yönetimlerin temsilcilerinden oluşan Senato’nun onaylaması gerekir. Almanya’da ise, antlaşmalar, önce federal ve federe yönetimlerin temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından incelendikten sonra imzalanır. Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi, federal devlet anayasalarında, federal yönetimin münhasır anayasal yetkileri arasında bulunan dış ilişkiler konusu, federal ve federe yönetimler arasında karşılıklı geçirgenliğe neden olan bir konudur.  Federal yönetim, bu anayasal yetkisini kullanarak federe yönetimlerin yetki alanına karışmaktadır. Buna karşılık, federe yönetimler de anayasal ve başka yollarla dış ilişkiler yetkisini kullanılmasına katılmaktadır.

Yönetim alanları arasında geçirgenliğe neden olan diğer etkenler ise, Koruyucu yetkiler, ortak yetki alanı, anayasada esnek ifadeler kullanılması, anayasa hükümlerinin kesinlikten uzak olması, anayasada öngörülmeyen yollar olmak üzere beş başlık altında toplanmıştır. Netice itibariyle federal devletlerde, münhasır anayasal yetkilerin muhtevası ulus-devletin çerçevesi içindedir.

  1. Federal Devlet ve Ayrılma Hakkı

Ayrılma hakkı, federe yönetimlerin din, dil, etnik farklılıkları üzerine kurulu olan federal devlet açısından önemli bir konudur. Gerçi aynı durum üniter devletler içinde geçerlidir. Ancak federal devlet, toplumsal yapıdaki farklılıkları koruyarak, ortak bir ülke ve ortak bir ulusal kimlik yaratma amacı doğrultusunda kurulan bir siyasal sistemdir. Onun için federal devlet modelinin, farklı toplumların talep ve istemlerinin karşılayacağını düşünülmektedir. Bazı federal devletler, bu amaca ulaşarak istikrarlı bir siyasal sistemi kurmayı başarmışlardır. Ancak günümüzde Hindistan, Kanada, Nijerya, Pakistan gibi federe birimleri etnik, din, dilsel farklılıklar üzerine kurulu bazı federal devletlerde ayrıkçı örgütlenmeler ve mücadeleler vardır. Federal devletlerde bazı ayrılıkçı mücadeleler hedefine ulaşmışlardır.  Bazıları savaş yolu ile bazıları barış yolu ile istemlerini gerçekleştirmişlerdir. “Hindistan’ın askeri desteği ile kanlı bir iç savaşın sonunda, Bangladeş 1971’de Pakistan’dan ayrılmıştır. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Batı Hint Adaları’nda, bazı eyaletlerin birlikten ayrılmaları, bu federasyonların dağılması ile sonuçlanmıştır. 1980’lerin sonunda, Doğu Bloku ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ni saran reform hareketi ayrılıkçı talepler ile birleşince, SSCB, Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın kurucu cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilân etmeleriyle ortadan kalktı. Federasyonun dağılmasına yol açmadan, barışçıl bir süreç içinde gerçekleşen ayrılma olayları da vardır. Senegal’in 1960 yılında Mali’den, Singapur’un 1965’te Malezya’dan ayrılması gibi, her iki ülkenin anayasasında, ayrılma konusunu düzenleyen bir hüküm bulunmuyordu, ayrılık, federal ve federe yönetimlerin anlaşması sonucu gerçekleşti.[39]

Federal devlette, yönetimler kendi aralarında anlaşmaları koşuluyla, ayrılmayı her zaman gerçekleştirebilirler. Bu durum ayrılma hakkı olup olmamasıyla ilgili bir durum değildir. Ayrılma hakkından amaç, federe yönetimlerin ya da federe yönetim toplumlarının tek taraflı istemiyle federal devletten ayrılabilmesidir. Federal devletlerde federe yönetimlere ayrılma hakkının olup olmadığı konusunda ortak bir görüş yoktur. Yukarıda değinildiği gibi, federal sözcüğü, bir anlaşma ya da sözleşme anlamına gelen “foedus” kavramından türetilmiştir.  Federal devletlerde ayrılma hakkının olduğunu savunan yazarlara göre, federal devlet bir sözleşmenin ürünüdür.  Kurucu siyasal birimler kendi aralarında sözleşerek ve bu sözleşmenin gereği olarak bir genel yönetim düzenlemek yoluyla federal devlet kurarlar. Federal devleti oluşturan sözleşmenin ihlal edilmesi durumunda, kurucu birimlerin her biri federal devletten ayrılma hakları vardır. Özgür iradeleri ile ve sözleşme yoluyla federal devlette katıldıkları gibi, özgür iradeleriyle federal devletten ayrılabilirler. İç Savaş öncesinde, John Calhoun, Güney federe yönetimlerin, Amerika Birleşik Devletleri’nden ayrılma haklarının olduğunun bu görüşe dayanarak savunmuştur.. Calhoun’a göre, “federal anayasa üstün yasa değil; egemen devletler arasında yapılan bir sözleşmedir.”[40]  Aynı şekilde, “günümüzde Kanada’da, Québec eyaletinin bağımsızlığı için mücadele eden siyasal liderler de benzer terminolojiyi kullanmaktadır.”[41]

Federal devletlerde ayrılma hakkının olmadığını savunan yazarlar ise, sözleşme kurucu siyasal birimler yani federe birimler arasında değil, federal devlet halkını ya da ulusunu oluşturan tüm insanlar arasında yapılmıştır. Federal ve federe yönetimlerin kurulmasına ve bu yönetimlerin yetki alanlarının belirlenmesine karar veren federal devletin halkıdır. Onun için federal anayasa, federe yönetimlerin değil, federal devlet halkının ürünüdür. “Amerika Birleşik Devletleri Anayasası, “Biz, Birleşik Devletler Halkı…bu Anayasayı düzenliyoruz!” diye başlar. Bu da gösteriyor ki, bir sözleşme niteliğinde olan anayasanın tarafları, kurucu siyasal birimler (eyaletler) değil; fakat Amerikan halkını oluşturan insanlardır.”[42]

Ancak egemen olan görüşe göre, federal devletin geçici değil, sürekli bir siyasal birlikteliktir. Federe birimlerin ayrılmamak üzere bu birliğe katıldığı düşüncesindedirler. Zaten ayrılıkçı talepler karşısında, federal devletin tutumu ile üniter devletin tutumu arasında fark yoktur. Çünkü her iki devlet modeli de, ulus-devlet sistemidir. Ayrılıkçı talebe karşı alınan ve alınacak tutum, ilgili ülkenin ve toplumun demokratik gelişim düzeyine göre biçimlenir. “Ayrılma hakkı, konfederasyon veya daha gevşek birlikler olan, devletler ligi ve ittifaklar gibi siyasal örgütlenmelere özgüdür. Ayrılıkçı talepler karşısında, federal devletin tutumu üniter devletten farklı değildir.”[43] Çünkü, federal devletin anayasaları üniter devlet anayasaları gibi,  ortaya çıkabilecek tüm sorunların devletin organlarının aracılığıyla çözüleceğini belirtmektedir. Federal ve federe yönetimlerin yetki alanları anayasayla garanti altına alınmıştır. Anayasanın ihlali durumunda, anayasanın üstünlüğünün garantisi olan devlet organları harekete geçer. Federal devletlerde, anayasanın güvencesi olan genellikle yargı organıdır. Anayasaya aykırı ya da ihlali kabul edilen tüm konular yargı organı tarafından görüşülür ve bir çözüme bağlanır.

Federal devletlerin anayasalarında genellikle ayrılma hakkı konusunda bir düzenleme yapmazlar. Anayasayı yorumlama yetkisine sahip olan organlar da, ayrılma talepleri sorununda verdikleri kararlar, ayrılma hakkının federal devlet sistemiyle bağdaşmadığı yönündedir. Ayrılma hakkı ile ilgili sorunun daha iyi anlaşılması için, ABD ve Kanada’nın yüksek mahkeme kararlarını belirtmek gerekir. “İç savaş’tan hemen sonra,  Amerikan Yüksek Mahkemesi, Texes v. White (1869) kararında bu hakkın varlığını kesin olarak ret etti. Mahkeme, sonradan çok sık kullanılan bir tanımla, federasyonu ‘ parçalanmaz eyaletlerden oluşan parçalanmaz birlik’ olarak niteledi.”[44] Kanada Yüksek Mahkemesi’nin tutumu ise farklı olmuştur.  1998’de Kanada Federal Hükümeti, Québec eyaletinin ayrılma hakkının olup olmadığı konusunda Yüksek Mahkemenin görüşünü talep eder. Kanada Yüksek Mahkemesine göre,”Québec’in ne anayasadan ne de uluslararası hukuktan kaynaklanan, tek taraflı kullanabilecek ayrılma hakkı söz konusu değildir. Ayrılma, anayasa değişikliği gerektirir. Bununla birlikte, Québec halkının büyük çoğunluğunun iradesinin ayrılma yönünde olduğu açık bir biçimde ortaya konulursa, federal yönetim ve diğer eyaletler için ayrılmayı müzakere etmek anayasal bir ödev olacaktır. Bu ödev, anayasada belirtilen federalizm, demokrasi, anayasal yönetim, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara saygı ilkelerden kaynaklanır. Söz konusu ilkeler müzakerelerin yürütülmesinde de esas alınmalıdır. Müzakereler ayrılmanın nasıl gerçekleşeceği konusunda başarısızlıkla sonuçlanır ve Québec tek taraflı bağımsızlık ilan ederse, Québec’in eyleminin meşruluğuna uluslararası toplum karar verecektir.”[45]

Sadece üç federal devletin anayasalarında ayrılma hakkı düzenlenmiştir. Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Burma Birliği’dir.

Sovyetler Birliği

Devlet felsefesi konusunda yazarların çoğunluğu, Sovyetler Birliğini bir federal devlet sistemi içinde değerlendirmektedirler. Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve 1917 Ekim Proleter Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği’nin niteliği,  o güne kadar olan tüm devletlerden farklıydı. Sovyetler Birliği’nin kurucu öğesi olan Lenin önderliğindeki Bolşevik Partisi, komünist ideoloji üzerinde yükselen bir örgütlenmeydi. Onun içindir ki Sovyetler Birliği’nin niteliği, ancak Komünist Enternasyonal ile birlikte incelendiğinde anlaşılabilir. Sovyet devlet modeli ile Komünist Enternasyonal bir bütünün iki yüzüdür. Bu bütünün teorik yüzü Komünist Enternasyonal ve pratik yüzü de Sovyet devlet modelidir.

Bolşevik Partinin teorisine göre, dünya, emperyalist kapitalizm evresini yaşamaktadır. Emperyalizm, kapitalist üretim ilişkilerinin dünyanın egemen üretim ilişkilerine dönüştüğü evredir.  Bu da burjuva sınıfının uluslararası düzeyde emekçi sınıflar üzerinde egemenliğini ifade eder. Sovyet Cumhuriyetleri Birliği ise, emekçi sınıfların uluslararası egemenliğini hedefleyen ve liberal demokrasilerin bir alternatifi amacıyla kuruldu.

Birinci Paylaşım Savaşı ardından 20 Ocak 1920’de İsviçre’de galip emperyalist devletlerin girişimi ile Milletler Cemiyeti kuruldu. Bolşevik partisine göre, Milletler Cemiyeti, burjuva devletlerin uluslararası örgütlenme aracıdır. Galip emperyalist devletler, Milletler Cemiyeti aracılığıyla dünyayı yeniden düzenlemek istemektedirler. Bolşevik Partisi de, Milletler Cemiyeti‘nin bir alternatifi olarak dünya düzeyinde Sovyet Cumhuriyetlerin Birliğini koydular. Komünist Enternasyonal 2.Kongresinde alternatif bir dünya düzeni hedefini şu sözlerle tanımladı: “Bu hedef; kapitalizmi yıkmak, sınıfların tamamen ortadan kaldırılmasını ve komünist toplumun ilk evresi olan sosyalizmin gerçekleşmesinin önünü açmak olan proletarya diktatörlüğüyle bir uluslararası Sovyet Cumhuriyetini kurmaktır.” Bu karardan 2 yıl sonra 30.12. 1922’de tüm Rusya Sovyetleri Kongresi; Rusya Federasyonu, Transkafkasya Federasyonu (Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan Sovyet Cumhuriyetleri), Ukrayna ve Beyaz Rusya Sovyet Cumhuriyetlerin Birliğine dayalı SSCB’yi oluşturma kararı alındı. Bu Sovyet Cumhuriyetleri, SSCB’nin bağımsız bileşenleri olarak Rusya Federasyonu ile aynı statüde ve ayrılama hakkına sahip özerk cumhuriyetlerdi.

Oysaki 1917 Proleter Devrimi ardından kurulan yeni devlet, Rusya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti adı altında bir federal devletti. Ancak Lenin’in ayrı ulusların Rusya Federasyonu altında birleşmesine karşı çıkmıştır.  Her ulusun ayrı ve bağımsız devletini kurmasını ve bu cumhuriyetlerin rızasına dayalı olarak SSCB’nin kurulmasını istemiştir. Nitekim daha önce Rus Çarlığının egemenliği altında olan Finlandiya, bağımsız devletini kurmuş ve SSCB’ye katılmamıştır.

Wilson’un “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesinin alternatifi olarak Komünist Enternasyonal 2. Kongresi, ulusal sorun hakkındaki tezlerini belirledi. Bu. tezler ile kapitalist bir evreden geçmeden Sovyet sistemine ulaşması mümkün olan bağımsızlık mücadelelerini gündemleştirdi. Böylelikle bir tarafta Komünist Enternasyonal ile Sovyetler Birliği, diğer tarafta Milletler Cemiyeti örgütü olarak uluslararası arenada birbirinin alternatifi olarak şekillenmekteydi. Komünist Enternasyonale katılmanın 21 koşulundan altıncısı Milletler Cemiyeti‘nin bir soyguncular birliği olma niteliğinin kabul edilmesi ve teşhirini şart koşmaktaydı. Ancak Komünist Enternasyonal 2.Kongresinde alınan ve temel tezlerinden biri olan ezilen ulusların kurutuluş hareketine verilmesi gereken siyasal desteği geri çekmekle ezilen uluslarla dayanışma bağını koparmıştır. Böylece komünist öğretisinden de koparak, dünya devrimini ve işçi sınıfının mücadelesini devrimci ruhundan koparmıştır. Böylelikle, 1920’den itibaren önce geçici bir tedbir! olarak ve sonra kalıcılaşmak üzere Sovyetler Birliği, tek parti devletine dönüşecektir. Bu durum SSCB’nin yalnızlaşma sürecine girmesine ve emperyalist güçlerin içinde bulunduğu krizden çıkmalarına ve sermayelerinin ihtiyaçlarına göre dünyayı yeniden paylaşmalarına olanak sağlamıştır. Sovyetler Birliği, önce tek partinin ardından da tek adamın yönetiminin altına girerek bir totaliter devlette dönüşecektir.

SSCB, Milletler Cemiyeti’nin bir alternatifi olacağı yerine 1934 yılında tek oy sahibi olarak Milletler Cemiyeti’ne katıldı.   1943 yılında Komünist Enternasyonal tasfiye edildi ve 1945 yılında SSCB, Milletler Cemiyeti’ nin devamı olan Birleşmiş Milletlerin kurucu bileşeni olacaktır. Böylelikle kuruluş safhasında SSCB, federal devletten ziyade konfederal devlet özelliklerine sahipti. Ancak kısa bir zaman içinde tek parti yönetiminde merkeziyetçi bir devlete dönüşecektir. Ve Rusya Cumhuriyeti dışındaki diğer bileşenlerinin hiçbir konuda kendi inisyatifleri ile karar alma yetkileri yoktu. Bu durumda SSCB’nin anayasasının tanıdığı ayrılma hakkının geçerliliği de kalmamıştır. Çünkü tek parti yönetiminde merkeziyetçi bir devletin anayasasının tanıdığı ayrılama hakkını talep etmek mümkün değildir. Bunun için tek parti yönetiminde merkeziyetçi bir devletin anayasasında ayrılama hakkının olmasının bir pratik değeri yoktur. Doğu Avrupa “Sosyalist” devletlerin ise, Sovyetler Birliği’nin birer kopyası olarak kuruldular.

Sovyetler Birliği’ nin dağılmasının ardından tüm cumhuriyetler bağımsızlığına kavuşmuştur. Rusya cumhuriyeti ise, bir federal devlet biçiminde örgütlenmiştir.  “12 Aralık 1993 tarihli Rusya Anayasası, Rusyayı oluşturan milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkından söz etmektedir. SSCB anayasası’ndaki serbestçe ayrılama hakkını düzenleyen hükümle karşılaştırıdığında, bu hükmün anlamı biraz daha muğlaktır. Hukuki açıdan, ayrılama hakkı için pozitif bir dayanak olarak ne ölçüde kullanılabileceği tartışılabilir. Nitekim Anayasa’nın diğer bazı maddelerinde, ülkenin ve devletin bölünmez bütünlüğü ilkesi güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Uygulamada ise, Çeçenistan olayında görüldüğü gibi söz konusu hüküm, federe birimlerin egemenlik istekleri karşısında herhangi bir hukuki değere sahip değildir.”[46]

İngiltere sömürgesi olan Burma Birliği, 1947 tarihinde bağımsızlığını kazanmıştır. Burma Birliği Anayasası’nı İngiltere anayasa uzmanları tarafından hazırlanmıştır. Burma Birliği Anayasası ayrılma hakkını düzenlemiştir. Ancak 1947 tarihli anayasa, askeri diktatörlük yönetime el koyduğundan dolayı uygulanamamıştır. 1974 tarihli yeni yapılan anayasada ise, ayrılama hakkına yer vermemiştir.  Tek parti yönetiminde merkeziyetçi Yugoslavya ise, iç savaş yolu ile dağılmıştır.

2-Federe Birimlerin Territoryal İlkesine Göre Örgütlenmesi

Federal devletlerde, federe yönetimler, territoryal yani coğrafi bölge esasına göre örgütlenir. Federal devlet, en az iki federe yönetim ve bir federal yönetimden oluşur. Federe yönetimlerin sayısı ikiden az olmamak üzere ülkeden ülkeye değişir.  Federal devletlerin içinde 89 federe yönetimle en çok Rusya, iki federe yönetimle en az Bosna-Hersek federe yönetimlere sahiptir.

Territoryal ilkesine göre, federe yönetimler,  bazılarında ekonomik çıkarlar, tarihsel sadakat bağları, bazılarında etnik, dil, din kökenleri gibi,   yönlerden farklılaşan coğrafi bölgelerdir. Böylece toplumsal yapı bakımından birbirine yakın olanlar, ya da ortak özelliklere ve çıkarlara sahip olanlar belirli coğrafi bölgelerde toplanmışlardır.  Federal devlette, anayasal yetkiler, federal yönetim ile federe yönetimler arasında paylaşılır. “Günümüzde birçok devlet, etnik veya dini azınlıkların farklı muamele, özerklik hatta bağımsızlık talepleri ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu anlamda federalizm, ülke toprağının bölünmesini gerekli kılan bir ifade biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bölünme bazı federal devletlerde, örneğin Hindistan ve İspanya’da olduğu gibi etnik, bazılarında örneğin Federal Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gibi ekonomik çıkarlar ve tarihsel sadakat bağlarını yansıtmakta, bazılarında ise örneğin İsviçre ve Kanada’da etnik, tarihi ve ekonomik faktörlerin bir karışımını yansıtmaktadır.”[47]

Etnik ve dinsel toplulukların hiçbir coğrafi bölgede çoğunluk sağlamadan, çeşitli federe yönetimlerde dağınık bir biçimde yaşayabilirler. Bazı yazarların düşünceleri bu durumda olan toplulukların da federal sistemden yararlanabilecekleri yönündedir. Bu metine göre, dağınık bir biçimde yaşamaya devam eden topluluklar, federal sistemden yararlanamazlar. Bu durumda olanlar için iki düzenleme yapılabilir. Bu topluluklar eğer isterlerse,  belirli bir bölgede bir araya gelmeleri sonucunda, kendilerine anayasal güvenceye dayalı olarak federe yönetim ya da bölgesel özerklik tanınır. Dağınık  bir biçimde yaşayan etnik ya da dini topluluklara ise, insan hakları ilkesi çerçevesinde hak ve çıkarlarını anayasal güvenceye dayalı olarak tanımak ve korumaktır.

Federal devlette, anayasal yetki paylaşımı,  federal yönetim ile territoryal esasında örgütlenmiş federe yönetimler arasında yapılır. “Yetki paylaşımının yerselli (territoryal y.n.) özelliği göstermesi, bir başka deyişle, federe birimlerin coğrafi bölge esasına göre örgütlenmesi, federal devletin ayırt edici özelliklerinden biridir.”[48]

3- Federe Birimlerin Federal Veya Ulusal Politikanın Oluşturulmasına Katılması

Federal devlette siyasal iktidarın bölünmesi ve federe birimlerin territoryal esasına göre örgütlenmesinin yanı sıra üçüncü temel ilkesi, federe birimlerin ulusal politikanın oluşturulmasına katılmasıdır. Federal devlette, ulusal politikaların oluşturulması ve uygulanması federal yönetimin yetkisindedir. Bu yetkileri şöyle sıralanabilir: ulusal ordu kurulması, savaş ya da barış kararının alınması, dış politikanın yapılması, gümrük, uluslararası antlaşmaların yapılması, ulusal paranın belirlenmesi ve para politikasının yürütülmesi, gibi konuları kapsar. Görüldüğü gibi, federal yönetimin yetkileri, ulusal niteliklidir. Federal yönetim tarafından yürütülen ulusal nitelikli konularda alınan  kararlar,  federe birimlerinin tümünü   ya da bazılarının  çıkarlarına olmayabilir. Bundandır ki federal anayasası, ulusal politikanın federe birimlerin çıkarlarıyla barışık olmasını sağlamak üzere bazı tedbirler almıştır. “Federalizm, yalnızca siyasal iktidarın iki yönetim alanı arasında bölündüğü bir sistem değildir. İktidarın bölünmesinin yanı sıra,  federe birimlerin federal yönetimin işleyişine katılmaları ve bu yolla ulusal politikanın belirlenmesinde rol sahibi olmaları temel bir özelliktir. Federal bir anayasa, iki yönetim alanında oluşturulan iktidar merkezlerinin eşitlik ve bağımsızlıklarını güvence altına aldığı kadar,  ulusaltı birimlerin ulusal alanda temsil edilmesini de güvenceye bağlar.”[49] Federe birimler, federal yönetimin işleyişine iki biçimde katılır. Biri federe birimlerin federal yönetimin yasama ve yürütme kurumlarında temsil edilmesi, diğeri de anayasa değişikliği konusudur.

3.1. Federe Birimlerin Federal Organlarda temsil Edilmesi

3.1.1. Federe Birimlerin Federal Yasama Organında Temsil Edilmesi

Federe birimlerin federal yönetimde temsilinin çok yaygın yolu, yasama organında temsil edilmesidir. Onun için federal parlamentoların çoğunluğu iki meclislidir. Bu meclislerden birinci meclis, federal devletin tüm insanlarını temsil ederken, ikinci meclis de federe birimleri temsil eder. Bununla birlikte iki federe birimlerden oluşan federal devletlerde, federe birimleri temsil eden meclisin kurulması tercih edilen bir uygulama değildir. “Federalizm bakımından önemli olan,  ulusal politikanın belirlenmesinde federe birimlerin iradelerine yer verilmesidir. Bunun hangi kurumsal mekanizmalarla gerçekleştireceği ikinci derecede önem taşıyan bir konudur.”[50] Üniter demokrasilerde,  ulusal politika, ulusal çoğunluk normuna göre belirlenir. Mecliste çoğunluğu oluşturan grup,  aynı zamanda halkın çoğunluğunu temsil eder. Bu çoğunluk,  ulusal politikayı belirleme ve ülkenin yönetimiyle ilgili yasa yapma yetkisine sahiptir. Federal demokrasilerde ise, ülke halkının çoğunluğunun iradesi, yasa yapma konusunda tek yetkili güç değildir. Federe birimlerin alanına giren konularda yasa yapma yetkisi, federe yönetimlere aittir. Çünkü federe birimlerle ilgili konular bakımından, federe birimlerin halkının iradesi belirleyicidir. Federal yönetimin yetki alanına giren konular da yasa yapma kararı, sadece ülke halkının çoğunluğunun iradesine ait değil,  federe yönetimlerin çoğunluğunun iradesi de gereklidir.

İki meclis arasında en önemli fark şudur. Birinci meclis, ülkenin tüm halkını temsil etmesinden ötürü,  nüfus oranına göre seçilir.  Onun için Birinci meclise,  her federe birim nüfus oranına göre üye seçer. İkinci meclise yani federe birimleri temsil eden meclise ise, her federe eşit sayıda üye seçer. ABD, Avustralya, İsviçre gibi federal devletlerde eşit temsil kuralı geçerlidir. “Eşit temsil kuralı bütün federasyonlarda kabul edilmemekle birlikte, küçük birimlerin nüfuslarına oranla daha fazla, büyük birimlerin daha az üye ile temsil edilmesi, hemen her federal devlette görülen yaygın bir uygulamadır.”[51]Federal devletler, ikinci meclisin üyelerinin seçilmesinde farklı yöntemler uygulamaktadırlar. ABD, Avustralya gibi bazı ülkelerde senatörler doğrudan federe birimin halkı tarafından seçilir. Avusturya ve Bosna-Hersek’te ise, ikinci meclisin üyeleri, federe meclis tarafından seçilir. Almanya’da federe birimlerin yönetimi tarafından seçilir. Rusya’nın 1993 Anayasasına göre, her federe birimin ikinci mecliste iki üye bulundurma hakkı vardır. Bu üyelerden biri federe yönetim diğeri federe yasama organı tarafından belirlenir. Kanada’da ise durum farklıdır. Çünkü federe birimleri temsil eden senato üyelerini, federe birimlerin halkı ya da kurumları değil, federal yönetim tarafından seçilir.

Federal devletlerde, meclis üyelerinin görev süreleri farklıdır. Örneğin: ABD’de Temsilciler meclisi üyeleri iki yıl için seçilir.  İkinci Meclis (Senato)  üyeleri ise, altı yıl için seçilir. Kanada’da ise ikinci meclisin üyeleri emeklilik yaşına (75) kadar seçilir. Bu fonksiyonel farklılığın nedeni, ikinci meclis üyelerinin dikkatini günlük politikalardan ziyade, federe birimlerin çıkarlarında yoğunlaştırmalarıdır. Federe birimler, ikinci meclis aracılığıyla ulusal politikanın belirlenmesine katıldığından dolayı, ikinci meclisin yetkileri önemlidir. ABD Senatosu, yasa çıkarma konusunda Temsilciler meclisi ile eşit yetkilere sahiptir.  Bir metnin yasalaşması için iki meclisin de onaylanması gerekir. Aynı durum İsviçre için de geçerlidir. Almanya’da, federe birimlerin yönetimi,  ikinci meclisin üyelerini hem seçer ve hem de görevden alabilir. Almanya’da ikinci meclis, federe birimleri ilgilendiren yasaları mutlak veto etme yetkisine sahiptir. Buna karşın Kanada’da ise, ikinci meclisin hiçbir önemli yetkisi yoktur. Kanada’da federe birimlerin ulusal politika belirlenmesine senato aracılığıyla değil, federal ve federe başbakanları konferansı aracılığıyla katılır.

Federal Devlet ve Parlamenter Hükümet Sistemi

Federal devletlerden Almanya, Avusturya, Avustralya, Belçika, Hindistan ve Kanada parlamenter hükümet sistemiyle yönetilmektedirler. Bu ülkelerin hepsinde ikinci meclisin yürütme organını denetleme yetkisi yoktur. Yürütme organını denetleme yetkisi birinci meclise aittir. Buna karşın başkanlık sistemine sahip olan ABD’de, yürütme organın yasama organına karşı sorumlu olmadığından dolayı, iki meclis de yürütme organını denetleme yetkisine sahip değildir. İsviçre ise, başkanlık sistemi ile meclis hükümeti sistemini birleştirmiştir. İsviçre Federal Konseyi (hükümeti) üyeleri, federal parlamentonun iki kanadı tarafından birlikte, tek tek oylanmak suretiyle dört yıl için seçilir. İşte iki meclis birlikte hükümet üyelerini seçtiğinden dolayı, parlamento güvensizlik oyu aracılığıyla hükümeti düşüremez.

Görüldüğü gibi parlamenter sistemlerde,  genellikle, yasama sürecinde ikinci meclisin yetkisi, birinci meclise eşit değil ve sınırlıdır.  Hükümet yalnızca birinci meclise karşı sorumludur. “Federe birimlerin çıkarlarının ikinci meclis aracılığıyla etkin şekilde korunması isteniyorsa, parlamenter hükümet sisteminin kabul edilmemesi mi gerekir? Wheare, bu soruya ”evet” yanıtını veriyor.”[52] Bununla birlikte, parlamenter hükümet sisteminin federal devlet sistemiyle bağdaştırabilinir. Federe birimlerin ulusal politikanın belirlenmesine, ikinci meclisin dışında başka etkin araçlar oluşturabilir. Bu araçlar aracılığıyla federe birimler ulusal politikanın belirlenmesine katılır. Örneğin: Kanada’da senatonun yasama sürecindeki görevi ve yürütme organı ile olan ilişkileri oldukça sınırlıdır.  Buna karşın federe birimler, ulusal politikanın belirlenmesine, düzenli işleyen federal ve federe başbakanları konferansı aracılığıyla etkin bir şekilde katılmaktadır.  federal ve federe başbakanları konferansı, anayasal bir kural olmamakla birlikte düzenli olarak toplanarak, ulusal politikanın belirlemesine yönelik kararların alındığı bir kurultay niteliğindedir. “Kanada federal sisteminin çoğunlukçu parlamenter sistemle federasyonu birleştirme yönünde ilk örneği oluşturduğudur.”[53]

3.1.2. Federe Birimlerin Federal Yürütme Organında Temsil Edilmesi

Çağımızda, yürütme organlarının kural belirleme işlemleri yasama organlarının tekelci otoritesini aşındırabilmektedir. Ayrıca yargı organlarının hukuki prosedürün gereği olarak, önlerine gelen yasa ve anayasaları yorumlamak yoluyla içtihat koymaktadırlar. Bu gelişmelerden dolayı, bazı yazarlar, “ulusal politikanın belirlenmesine etkin bir şekilde katılabilmek için, federe birimlerin, federal yasama organının yanı sıra, yürütme ve hatta yargı organlarında temsi edilmesi gerekliliğini “[54] düşünmektedirler. Federe birimlerin federal yürütme organında temsil edilmesini bir anayasa kuralına getiren tek ülke Belçika’dır. ”1970 yılında başlayan ve en son 1993 yılında gerçekleşen anayasa değişiklikleri ile üniter devletten federal devlete dönüşen Belçika’da, federe birimlerin iki büyük dil grubu olarak federal hükümette temsil edilmesi resmi bir nitelik kazanmıştır.”[55] Anayasal kural olmamakla birlikte, ABD ve Kanada’da, federe birimlerin yürütme başkanları belirli bir düzen içinde toplanırlar ve ortak bir politika oluşturmakta ve bu politikayı federal yürütme organına iletmektedirler. Avustralya ‘nin altı federe birimi, federal yönetimde temsil edilmektedir.  Kanada’da,  her federe birim (10) en az bir bakanla federal yürütme organında temsil edilmektedir. Federe birimler, farklı biçimlerde federal yargı organlarında temsil edilmektedirler. Örneğin:”Kanada’da eyaletler arasında iki ayrı hukuk sistemi uygulandığından, hukuk ve ceza davalarına temyiz mahkemesi olarak bakan Yüksek Mahkemenin oluşumunda bu farklılık özel bir önem taşır. Yüksek mahkeme Yasası, dokuz üyeli mahkemenin, en az üç üyesinin Fransız hukukunun uygulandığı Québec eyaletinden atanması şartını getirmiştir.”[56]

Görüldüğü gibi, federe birimler, ulusal politikanın belirlenmesinde daha etkin bir şekilde katılabilmek için, farklı yöntemlerle federal yürütme ve yargı organlarında temsil edilmektedirler.

3.2.Federe Birimlerin Anayasa Değişikliğine Katılması

Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin işleyişini, devlet ile yurttaşlar arasındaki ilişkileri düzenleyen temel hukuk kurallarıdır. Federal anayasası, bu temel kuralların yanı sıra federal ve federe yönetimler arasındaki ilişkileri de düzenler. Onun için federe birimlerin ulusal politikanın oluşturulmasına katılmasının sağlama bağlanmasının bir koşuluda anayasa değişikliğine katılmasıdır.

Günümüzde Birleşik Krallık (İngiltere), İsrail, Yeni Zelanda dışında bütün devletlerin anayasaları vardır. Anayasa kurallarının salt parlamento çoğunluğuyla değişebilen İsveç ve İzlanda’nın dışında kalan tüm devletlerde 2/3 gibi nitelikli bir çoğunluk gerekir. Çünkü bu devletler, anayasanın üstün hukuk kuralı olduğunu kabul etmişlerdir. Onun için anayasa değişikliğini, diğer hukuk kuralların değişiminden farklı olarak istisnaî koşullara bağlanmıştır.

3.2.1.Federal Devlette Anayasanın Üstünlüğü İlkesi

Federal devletin temel ilkelerinden biri anayasanın üstünlüğüdür. Federal sistemde, federal birimin yürütme ve parlamentosu ile federe birimlerin yürütme ve parlamentoları arasında üstün ya da egemen olan bir organ yoktur. Federal yönetim ile federe yönetimler hukuki açıdan eşit iki yönetim olup, biri diğerine bağımlı değildir. Federal ve federe yönetimler yetkilerini anayasadan alırlar. “Federal devlette, bir yönetim alanında kurulan parlamentonun yetkisi, diğer yönetim alanındaki parlamento veya parlamentoların yetkisi ile sınırlıdır. Üstün olan, egemen olan, yönetimler arasındaki yetki paylaşımın belirleyen anayasa ve anayasayı yapan iktidardır.”[57] Demek ki federal sistemde, federal ve federe yönetimlerden birinin diğerlerinin üstünde egemenliğini kurmasını önleyen ve bu iki ayrı yönetimin hukuki eşitliğin güvencesini sağlayan anayasadır.

Süreç içinde koşulların değişimiyle birlikte, federal anayasasının değiştirilmesi bir ihtiyaç haline gelebilir. Bunun için de, federal ve federe yönetimlerin anayasa değiştirme sürecine katılması gerekir. Ancak federal anayasa değişimi, ulusal (federal) ve ulusaltı (federe) birimlerinde ortaya çıkan iradelerin uzlaşmasıyla olmalıdır. Yani anayasanın değişimi hem ulusal ve hem de ulusaltı ölçekte çoğunluğunun iradesi tarafından yapılmalıdır. Her federal devlet, anayasanın değişimi konusunda farklı kurallar getirmiştir. Örneğin: “Amerika Birleşik Devletleri’nde, anayasa değişikliğini, federal parlamentonun  (Kongre) 2/3 çoğunlukla onaylaması ve federe parlamentoların ¾’nün değişiklik lehinde oy kullanması koşulu aranıyor. Bu durum, ülke nüfusunun yüzde beşinden azına sahip en küçük 13 eyaletin, bir anayasa değişikliğini engelleyebileceği anlamına gelir. İsviçre’de, federal parlamentonun salt çoğunluk ile karar vermesi ve yapılacak referandumda tüm seçmenlerin ve kantonların çoğunluğunun değişikliği onaylaması gereklidir.”[58]

Görülüyor ki, her ülke kendi öznel ve nesnel koşullarına göre, anayasa değişiminin onayını belli bir oran ile ifade etmiştir.  Gerçi bazı yazarlar, federal devletlerde anayasa değişikliğinin üniter devletten ve konfederal birliklerden farklı olduğunu ve bu farkın da federe birimlerin anayasa değişikliğine katılımının oranında olduğunun düşüncesindedirler. Bu durumda, anayasa değişikliğinde federe birimlerin onayı almadan ve yalnızca federal parlamento tarafından yapılması üniter özelliktir. Federe birimlerinin tümünün onayının aranması durumu da konfederal bir özelliktir. Federal sistemde anayasa değişikliğinde federe birimlerin onayı bakımından bu iki uç arasında bir katılımın olması gerekir.[59] Bununla birlikte, anayasa değişimi konusunda, federe birimlerin tümünün onayının aranması federalizme aykırı bir durum değildir. Ne var ki federe birimlerin oy birliği koşulunun aranması, federal sistemin işleyişini zora sokmaktadır. Onun için federal devletler, federal sistemle bağdaşmazlığından değil, devletin işleyişinin tıkanmasına neden olacağından dolayı oy birliği  kuralını benimsemezler. Ancak iki federe birimlerden oluşan federal devletlerde, oy birliği zorunludur.  Onun için federal devletler, federe birimlerin oy birliğinden salt çoğunluğa kadar, herhangi bir oran ile anayasa değişikliğini yapabilirler. Bu durum federal ilkeye aykırı değildir.

  1. FEDERAL DEVLETİN KURUMLARI

Federal devlette, iktidarın iki yönetim alanı arasında bölüşülmesinden dolayı,  kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereği olarak yasama, yürütme ve yargı organları hem federal ve hem de federe yönetimlerde örgütlenmiştir. Böylelikle federal ve federe yönetimler üstlendikleri devlet faaliyetlerini gerçekleştirmek için, gerekli yasaları yapacak, bu yasaları uygulayacak ve bu yasaların uygulanmasında kaynaklanan uyuşmazlıkları çözecek organları düzenlerler. Federal devlette, federal yönetimin organları federal anayasa ile, federe yönetimlerin organları federe anayasalarla düzenlenir. Federe organlar, genellikle, üniter siyasal sisteme göre örgütlenirler. Federal organlar ise,  federal siyasal sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde örgütlendiklerinden dolayı,  üniter sistemin örgütlenme biçiminden birçok konuda farklıdır. Bundandır ki federal devletin organları irdelenirken,  prensip olarak, federal organlar incelenir.

  1. Yasama

Federal devlette, federal yasama organının iki temel fonksiyonu vardır. Birincisi federal yönetimin yetki alanına giren konuları yasalaştırır. İkincisi federe birimlerin ulusal siyasetin oluşturulmasına katılmasını düzenlemektedir. Bu iki temel fonksiyonunu yerine getiren federal yasama organları, hem federal ya da ulusal ve hem de federe ya da ulusaltı birimlerde ortaya çıkan halk iradesini temsil etmektedir.

Federal parlamentolar, genellikle iki meclisten oluşur.  Bunlardan birinci meclis “Temsilciler Meclisi”,  “Millet Vekilleri Meclisi”, “Halk Meclisi” gibi adlarla tanımlanmaktadır. Birinci meclis, federal devletin tüm vatandaşlarını temsil eder. İkinci meclis ise “Senato”,”Federal Konsey”, “Bundesrat” gibi adlarla tanımlanır. İkinci meclis tüm vatandaşları değil, sadece federe birimleri temsil eder.

Birinci meclis tüm halkı temsil ettiğinden dolayı, bütün federal devletlerde yapısı ve işlevi birbirine benzerdir.  Federal devletlerde, ikinci meclisin yapısı ve işlevi birbirinden farklıdır. Federal devletlerde, ikinci mecliste, federe birimler, genellikle iki çeşit yöntemle temsil edilir. Birinci yöntem, nüfus bakımından eşit olmayan federe birimlerin eşit olarak temsil etmesidir. İkinci yöntem ise, büyük birimlerin eksik ve küçük birimlerin artık olarak temsil etmesidir.  Burada tüm federal devletlerin ikinci meclis yapısını değil, sadece her iki yönteme birer örnek vermekle yetineceğiz. “Amerika Birleşik Devletleri’nde, her eyalet, senatoda iki üye ile temsil edilir, eşit temsil ilkesi, Birleşik Devletler gibi, federe birimler arasında nüfus ve toprak bakımından büyük farklılıklar bulunan ülkelerde ilginç karşıtlıklar doğurur. Örneğin, nüfusu 500.000 civarında olan Alaska ve Wyoming ile 23 milyonun üzerinde olan Kaliforniya’nın senatör sayısı eşittir. (…) Almanya’da, federal birliği oluşturan 16 eyalet, nüfusları göz önüne alınarak üç kategoriye ayrılmıştır.  en kalabalık dört eyalet 6’şer, nüfus bakımından daha küçük olan sekiz eyalet 4’er ve en az nüfusa sahip dört eyalet 3’er üye ile ikinci mecliste (Bundesrat) temsil edilir.”[60]

Federal devletlerde, ikinci meclisin üyelerinin belirlenmesinde ortak tutum söz konusu değildir.  Bazı federal devletlerde, ikinci meclisin üyeleri, federe birimlerin halkı tarafından seçilirken, bazılarında da, federe birimin yürütme ya da yasama organı tarafından seçilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Senato üyelerinin federe birimlerin halkı tarafından seçilir. Almanya’da ise,  Bundesrat üyelerinin eyalet yönetimi tarafından atanır. İkinci meclis üyelerinin belirlenmesine dair federal sisteme mahsus bir yöntem yoktur. “Federal siyasal sistem açısından önemli olan, benimsenecek yöntemin, federe birimlerin ulusal politikanın belirlenmesine etkin katılımını sağlaması, ama bunu gerçekleştirirken federal ve federe organların birbirlerine bağımlı hale gelmesine yol açmamasıdır. İkinci meclisler, federe birimleri temsil etmekle birlikte, federal yönetimlerin organıdır ve federe kurumlar karşısında bağımsızlıkları korunmalıdır.”[61]

Bu anlamda Almanya’da eyalet yönetimleri ile ikinci meclis arasındaki ilişki; bağımlılık ilişkisidir. Bu durum federal sisteme uygun değildir. Kanada’da ise, senatonun federe birimlere karşı tam bağımsızdır. Ancak senato üyelerinin seçimi, “Genel Valilik” olarak adlandırılan federal yönetimin organı tarafından atanır.  Bu durumda senatörler federe birimlerin ya da halkının temsilcisi değildir. Bu durum, federal sistemin ilkeleri ile bağdaşmaz. Elbette, bu iki yöntemden biri seçen devletler, federal devlet özelliğini yitirmezler. Eğer federe birimlerin ulusal politikanın belirlenmesine ikinci meclis yöntemiyle katılması tercih ediliyorsa, federalizm ilkelerine uygun yöntemleri kullanmak gerekir.  Bu konunun çözümü hakkında Oktay Uygun şunu öneriyor: “İkinci meclis üyelerinin federe birimler halkı tarafından seçilmesi veya azledilemeyecek şekilde ve kendi vicdani kanaatlerine göre oy kullanmaları güvence altına alınarak, federe yönetim organlarınca belirlenmesi en uygun çözüm olarak görünüyor.”[62]

  1. Yürütme

Federal devletlerde yürütme organların yapıları ve işleyişleri farklıdır. Bazı federal devletlerde yürütme organı, parlamenter sisteme göre yapılanmıştır. Örneğin, Almanya, Avustralya, Kanada, vb. gibi ülkelerde yürütme organı parlamenter sisteme göre oluşturulmuştur. ABD’de yürütme organı, başkanlık sistemine göre yapılanmıştır. İsviçre’de ise,  yürütme organı, parlamenter hükümeti ile başkanlık sistemini birleştirmesinden oluşturmuştur. İsviçre yürütme organı modeline kollojyal (kurulsal) sistem olarak adlandırılmaktadır. Görüldüğü gibi federal sisteme mahsus bir yürütme sistemi yoktur.[63]

Federal devletler de üniter devletler gibi, tarihsel ve kültürel özgüllüklerinden dolayı farklı olarak şekillenmiştir. Bir yandan burjuva sınıfların arasındaki ittifakın biçimi, diğer yandan küçük burjuva kesimlerin kapitalist üretim ilişkilerine bağlanma yöntemi ve bir diğer yandan da egemen sınıfla karşıt sınıflar arasındaki mücadele ve uluslararası ilişkiler ve güç dengesi durumu, devletleri biçimlendiren nedenlerdir.

  1. Yargı

Federal devlet sisteminde, federal ve federe yönetim alanında, devlet faaliyetlerini gerçekleştirmek için yasama ve yürütme organlarını kurar. Yasaların uygulanmasından doğan uyuşmazlıkları da çözmek için yargı organlarına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın gereği olarak ABD gibi bazı federal devletler, federe yönetimler de yargı organlarını kurmuşlardır.  Böylece federal ve federe yönetimlerde olmak üzere iki ayrı yargı sistemi kurulmuştur. Federe yönetimlerin yargı sisteminin en üst basamakta Eyalet Yüksek Mahkemesi bulunur. Federal yönetim yargı sisteminde en üst mahkemesi ise, Yüksek Mahkeme’dir. Yüksek Mahkeme,  federal mahkemelerin ve eyalet temyiz mahkemelerinin üst temyiz mahkemesidir. Bu durumdan ötürü, birbirine paralel iki ayrı yargı sistemi en üst makamda birleşir.”Eyalet ve yerel yönetimlere bağlı mahkemelerin yargıçlarının büyük çoğunluğu seçimle göreve gelir. Buna karşılık, bütün federal yargıçlar senatonun onayı ile başkan tarafından atanır.”[64]

Bazı federal devletlerde ise, iki ayrı yargı sistemi kurulmamıştır. Federal ve federe yargı organları, tek bir yargı ya da bütünleşmiş yargı sistemine göre fonksiyonunu yerine getirir. Bu sistemde de en üst noktada federal temyiz mahkemeleridir. Bazı federal devletlerde ise, yargılama işlevi tamamen federal yönetimin yetkisindedir.

Almanya, Avustralya, İsviçre, Hindistan, Kanada gibi ülkeler, bütünleşmiş yargı sistemini kullanmaktadırlar. Almanya’da, ilk derece, istinaf (ikinci derece) ve ilk temyiz mahkemeleri federe yönetimlerde kurulmuştur.  Federal yönetimde ise, beş ayrı konuda son temyiz mahkemeleri kurulmuştur. Federal anayasa mahkemesi ile federe anayasa mahkemesi ise, genel yargı sisteminin alanı içine girmeyen özel amaçlı mahkemelerdir. Bütünleşmiş yargı sistemini kuran federal devletler içinde Kanada’nın istisnaî bir durumu vardır. “Bu ülkede, eyalet yönetimleri hangi mahkemelerin kurulacağına ve sayılarına karar verirken, bütün eyalet yargıçlarının atanması, ücretlerinin ödenmesi ve görev sürelerinin belirlenmesi yetkisi federal yönetimindir.”[65] Wheare, “bu düzenlemeyi, federal ilke ile bağdaşmaz bir özellik olarak değerlendirmekte ve Kanada Anayasası’nın ‘federal benzeri’ bir belge olarak nitelendirilmesinin nedenlerinden biri olarak görmektedir.”[66]

Bazı yazarlara göre,   federal ve federe birimlerde olmak üzere birbirine paralel iki ayrı yargı sisteminin kurulmasını federalizmin temel bir özelliği olarak  görür.  Onun için,           “yargı sisteminin bütünüyle ulusal yönetimin kontrolü altında olduğu Venezüella ve Sovyetler Birliği, bu nedenle federal ülkeler olarak kabul edilmemiştir.”[67] Paralel iki ayrı yargılama sistemi, federal devletin temel ilkelerine daha uygun olduğu açıktır. Bununla birlikte yargı sisteminin tümüyle federal yönetimin denetiminde olan ülkelerin federal sistem sayılmaması durumu tartışma konusudur. Çünkü yargı organının yürütme ve yasama organlarının işlevinden farklı vasıfta olduğudur. Bu vasıfta yargı organlarının bağımsız ve tarafsızlığının hukuki güvence altına alınmasıdır. Bu durumda federal ya da federe yasalardan kaynaklanan uyuşmazlıkların hangi mahkemelerde görüleceğinden ziyade, yargılamanın tarafsız ve hukuka uygun bir biçimde sonuçlanmasıdır.

  1. Yetki Uyuşmazlıklarını Çözme Kurumu

Federal ve federe yönetimler arasında yetkilerin kullanılması konusunda uzlaşmazlıklar çıkabilir ve çıkmaktadır. Çünkü hukuk kuraları, her zaman için geçerli olmak üzere farklı yorumlanabilir ve yorumlanmaktadır. Bunun için federal ve federe yönetimler arasında yetki paylaşımını denetleyecek bir hakem görevini üstlenecek bir kuruma ihtiyaç vardır. Yetkilerin kullanılmasını denetleyen ve bu konuda çıkan uzlaşmazlıkları çözen bir kurum ya da organ olmadan, federal devlet, temel ilkelerini uygulamaya geçiremez.

Federal devletlerde, Yetkilerin kullanılmasını denetleyen ve bu konuda çıkan uzlaşmazlıkları çözmekle görevli olan organ, federal yönetim alanında kurulmuştur.  Bu organ da bir yargı organıdır. Günümüzde tüm federal devletlerin anayasasında yetki uyuşmazlıkları çözen bir organ vardır. Bu konuda birkaç örnek vermede fayda vardır. ABD’de yetki uyuşmazlıkları çözme görevini, yargı hiyerarşisinde en üst makam olan Yüksek Mahkeme üstlenmiştir. Yüksek Mahkeme, federal yönetimin bir organı olup ve üyeleri de senatonun onayı ile Başkan tarafından atanır. Ancak Başkan ya da federal yönetim Yüksek Mahkeme üyelerini görevinden azledemez. Yüksek Mahkeme üyeleri, Kongre’den açılan bir davada suçlu olduğu ortaya çıkarsa görevinden azledilir. Almanya’da ise, yetki uyuşmazlıkları çözme görevini en üst temyiz mahkemesine verilmemiştir.  Bu görev, sadece anayasal sorunlarla ilgilenen özel bir mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi’ne tevdi edilmiştir. Alman Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısının birinci meclis, diğer yarısını da ikinci meclis seçmektedir. İkinci meclisin üyeleri de federe yönetimler tarafından atanmakta ve azledilmektedir. Böylelikle yetki uyuşmazlıklarını çözme görevini üstlenen Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısı federe yönetimler tarafından belirlenmektedir. Alman Anayasası, yetki paylaşımına ilişkin konuları ayrıntılı olarak belirttiğinden dolayı, Alman Anayasa Mahkemesi, ABD’nin Yüksek Mahkemesi kadar tarafsızlık konusunda eleştirilmemiştir.

Kanada’da ise, Yüksek Mahkeme, bütün davalarda en üst temyiz makamıdır. “Kanada Yüksek Mahkemesi’nin tüm üyeleri federal yönetim tarafından atanır. Dokuz üyeli mahkemenin üç üyesi Fransız hukukunun uygulandığı Québec eyaletinden; diğer üç üye en büyük iki eyaletten biri olan Ontario’dan;  iki üye Batı eyaletlerinden ve bir üye Atlantik kıyısı eyaletlerinden atanmaktadır.”[68]

İsviçre de yetki paylaşımının denetlenmesini diğer tüm federal devletlerden farklı bir şekilde çözmüştür.  İsviçre’de yetki uyuşmazlıklarını çözmekle görevli olan yargı ya da siyasal bir organ değil, doğrudan doğruya halktır. İsviçre Anayasası’na göre,  otuz bin (30.000) seçmen ya da sekiz (8) kanton, federal parlamentonun onayladığı herhangi bir yasanın, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle referanduma sunabilir.  Referandumda kullanılan oyların salt çoğunluğu ile karar alınır.

Görülüyor ki, yetki uyuşmazlıkları çözmekle görevli olan yargı organın üyelerinin atanması ve azledilmesi, genellikle federal yönetim organlarının yetkisindedir. bu durumdan dolayı yetki paylaşımını denetleme yargı organın tarafsızlığı tartışma konusudur.  Bununla birlikte, yetki paylaşım denetleme yargı organın,  federal yönetim alanın organı olarak kurulduğundan dolayı,  federal yönetimi güçlendirmeye yönelik taraflı davranacağı anlamına gelmez. “Kanada’da çok uzun süre, anayasa yargısının işlevi federal yönetimin yetkilerini sınırlandırmak yönünde olmuştur. Birleşik Devletlerde, özellikle New Deal (Yeni Görüş y.n.) döneminde, federal yönetimin yetkilerinin artırılması gereksinimi doğduğunda, Başkan tarafından atanmış olmalarına karşın, Yüksek Mahkeme yargıçları yetkilerin artırılmaması yönünde ısrarlı olmuşlardır.  Bu tür örnekler, yeterli güvencelerle donatılmış bir yargı organın, hangi yönetim alanında kurulduğu ve üyelerinin ne şekilde atandığı fazla önem taşımaksızın, yönetimler arasında tarafsız hakem rolünü başarıyla oynayabileceğini gösteriyor.”[69] Bu durumda ilgili ülkenin siyasal yapısının demokratik bir rejime, ekonomisinin genişletilmiş yeniden üretime elverişli olmasına bağlıdır.  Ancak bu koşullarda ilgili devletin üyeleri olan yurttaşların,  yurttaşlık haklarına sahip çıkma bilinci gelişir ve pekişir.

  1. FEDERAL DEVLET SİSTEMİ VE DEMOKRASİ

Federal devlet sistemi ile demokrasi konusunun daha iyi anlaşılması için, federal devletlerin listesini belirtmekte fayda vardır. Bu listenin sıra dizisi, yürürlükte olan son anayasa veya en son yapılan önemli  anayasa değişikliğinin tarihi esas alınmıştır.

Sıra No  Ülke Adı            Federe Birimler             Anayasa

  • ABD                               50                                4 Mart 1789
  • Avustralya                       6                                 9 Temmuz 1900
  • Meksika                           31                               5 Şubat 1917
  • Avusturya                        9                                 1 Ekim 1920
  • Almanya                          16                               23 Mayıs 1949
  • Hindistan                         28                               26 Ocak 1950
  • Malazya                           13                               31 Ağustos 1957
  • Birleşik Arap Emiri.            7                                 2 Aralık 1971
  • Pakistan                           4                                 14 Ağustos 1973
  • Mikronezya                       4                                 10 Mayıs1979
  • Kanada                            10                               17 Nisan 1982
  • Brezilya                            22                               5 Ekim 1988
  • Belçika                             6                                 5 Mayıs 1993
  • Rusya                              89                               12 Aralık 1993
  • Etiyopya                           9                                 Mart 1994
  • Arjantin                            22                               22 Ağustos 1994
  • Bosna – Hersek                 2                                 21 Kasım 1995
  • İsviçre                              26                               18 Nisan 1999
  • Nijerya                             36                               1999
  • Venezüella                        20                               30 Aralık 1999
  • Komor Adaları                   3                                 23 Aralık 2001[70]

Bazı kaynaklar aşağıda adı belirtilen ülkeleri de federal devlet olarak tanımlamaktadırlar.

Sudan 1956

Saint Kitts ve Nefis

Irak 2005

Nepal 2008

Güney Sudan 2011

Somali 2012

Bu devletler tek tek ele alınıp incelenirse, çoğunluğu federalizmin temel ilkelerini uygulamaya geçirmediği görülecektir. Bu sayılan devletlerin birçoğu federal devletten ziyade, federal benzeri devlet konumundadır.  Örneğin, Irak; isim olarak federal devlet, kurumsal yapısı olarak bölgeli uniter devlete benzemektedir. Irak’ta federe birim olarak yalnızca Kürdistan Bölge Hükümetidir. Bir devletin federal olması için, en az bir federal ve iki federe yönetimin olması gerekir. Bu koşul Irak’ta bulunmamaktadır. Onun için Kürdistan yönetimi, bir federe yönetim mi? yoksa bir bölge yönetim mi? Aynı şekilde Irak, federal devlet mi? Yoksa bir bölgeli uniter devlet mi? Belli değil. Her şeyden önce Irak’ın Bağdat yönetimi, bir modern yönetim mi yoksa bir dinsel yönetim mi olduğu belli değildir. Yani modernliği şüphelidir. Çünkü Bağdat’a iktidar olan siyasi güçler, Irak anayasasına ve yasalarına riayet etmezler. Sadece Şii mezhebinin çıkarı ve inancına göre hareket etmektedirler. Bu bakış açısından hareketle Kürdistan Bölge Hükümetine ve Sünni Araplara karşı yaklaşımı düşmancadır. Bundandır ki, Irak Bağdat yönetimi, bir modern yönetim özelliklerine sahip değildir. Esasında Asya ve Afrika kıtalarındaki birçok devletin durumu Bağdat yönetiminin benzeridir. Bu belirlemeden sonra konumuza dönelim.

Federalizm ve demokrasi konusunda genel anlamda iki görüş vardır. Bu görüşlerden birine göre, federal devlet sistemi ancak demokrasilerde yaşayabilir. Federalizmin temel ilkeleri olan iktidarın bölünmesi olarak yönetimlerin eşit ve bağımsız statülere sahip olması, yetkilerin tek bir yönetim alanında toplanmaması, yani merkeziyetçi olmama ilkesi, federe yönetimlerin ulusal politikanın belirlenmesine katılabilmesi, ancak demokratik rejimlerde gerçekleşebilir. Bu görüşe göre, diktatörlükle yönetilen federasyonların federal devlet olmadıklarıdır. “Geçmişte diktatörlükle yönetilen Latin Amerika federasyonlarını ve komünist tek parti rejiminin geçerli olduğu ülkeleri federal devlet olarak nitelendirmiyorlar. Bu ülkelerde, iktidarın iki yönetim alanı arasında güvenceli bölüşümü ilkesi ihlal edilerek, yönetimlerin eşit ve bağımsız statülerinin yok edildiği kabul edilmektedir.”[71] Demokratik olmayan rejimlerde, federal ve federe yönetimlerin eşit ve bağımsız bir statü içinde bir federal devlet bünyesinde yaşaması, federe birimlerin federal yönetimin işleyişine katılması gibi federalizmin temel ilkelerini anayasal güvenceye bağlanması mümkün değildir. Federalizm temel ilkeleri ancak demokratik bir siyasal ortamda gerçekleşebilir. Diğer görüşe göre ise, federal devlet sistemi demokratik olmayan rejimlerde de gerçekleşebilir. “Arjantin, Meksika, Venezüella ve Brezilya gibi Latin Amerika ülkeleri ile Sovyetler Birliği’nde görüldüğü gibi federalizm diktatörlükle bir arada bulunabilir. Bir devlet biçimi olarak federalizm, zorunlu olarak demokrasiyi içermez.”[72]

Federal devletin temel ilkeleri, demokratik olmayan rejimlerde yaşatmak mümkün görünmediği tezi doğrudur. Federal sistemin temel ilkeleri ve bu ilkelerin kurumları üzerinde yükselen bir federal devlet, ancak demokratik bir siyasal ortamda kendini yaşatabilir ve sürdürebilir.  Demokratik olmayan otoriter, totaliter gibi rejimlerle yönetilen bir federal devlette, iktidarın, yönetim alanında merkezileşmesi bir zorunluluktur. Otoriter, totaliter gibi rejimler biçimsel olarak federal devlet olsalar bile siyasal ve hukuksal içerik bakımından federal devlet değildir.

 Buna karşılık, üniter devlet ise, demokratik olmayan rejimlerde kendini koruyabilir ve yaşatabilir. Genel ve eşit oy ilkesine dayalı serbest seçimlerin, insan haklarının olmadığı otoriter ve totaliter rejimler, üniter devlette varlığını rahatlıkla sürdürebilir. Federal sistem ise, “belirli ölçüde demokratik ilke ve kurumlara yer vermek durumundadır. Federe birimlerin ulusal politikanın belirlenmesine katılımı ilkesi gereğince, federal sistemlerde temsilin kurumsallaştırılması bir zorunluluktur. İktidarın bölünmesi ilkesi, her federe birimin dilsel, dinsel, etnik, kültürel, tarihsel veya ekonomik farklılıklarını korumasına ve geliştirmesine imkan tanır. Ülke içinde azınlıkta kalan gruplar, federe birimler olarak örgütlenerek hak ve çıkarlarını koruyabilir. Çok merkezli siyasal yapı, iktidarın tek elde toplanmasına ve demokratik rejimin çoğunluğun despotizmine dönüşmesini engeller.”[73]

Görülüyor ki, federal sistem, demokratik, özgürlükçü ve azınlıkların kolektif haklarının tanınmasını sağlayan bir rejimin kurulmasını kolaylaştıran siyasal ve hukuksal araçlara sahiptir. Ülkenin demokratik, özgürlükçü ve katılımcılığı öngören bir anayasaya sahip olabilir. Önemli olan uygulamadır. Demokratik esaslara sahip olan bir ülke (üniter ya da federal), uygulama safhasında insan haklarını ve azınlık haklarını korumayabilir ki, çoğunlukla da korumamaktadır. Hatta ileri demokratik rejimlere sahip federal devletler de, insan hakları ve azınlık hakları sorununu çözebilmiş değildirler.

Ulus devlet modeli olarak federal devlet; etnik, dilsel, dinsel azınlıkların kültürel ve demokratik haklarını, federe yönetimler aracılığıyla korumasına ve gelişmesine imkan sağlamıştır. Ancak federe birimlerin içinde de etnik, dilsel, dinsel gibi azınlıkların olunabileceği ve bu azınlıkların sorunu çözümlenmeyebilir.   Demek ki, federal devlet,  ulus devlet düzeyinde etnik, dinsel, dilsel gibi azınlıkta olan topluluklara, federe yönetimlerini kurma imkanı tanımak suretiyle sorununu çözerken, ulusaltı (federe) birimler alanında azınlıkta olan topluluklarda sorun yaşamaktadır. “Federal devlette, federe yönetimlerin, kendi yetki alanlarına giren konular bakımından nihai karar verme yetkisine sahip iktidar merkezleri olmaları iki yönlü bir sonuç doğurur. Bu durum, bir yandan federe birimlerin etnik, dilsel, dinsel kimliklerinin ve farklı çıkarlarının güçlü şekilde korunmasını sağlarken, diğer yandan, federe birimlerde azınlıkta kalan grupların çıkarları için tehlike oluşturabilir. Nitekim federalizm, Amerika Birleşik Devletleri’nde, bütün federe birimlerde azınlıkta kalan siyahların haklarının korunmasında başarılı olmamıştır.”[74] Kanada’nın Québec eyaletinde de, resmi dil Fransızcadır. Dolayısıyla Fransızca’nın korunması ve gelişmesi için her türlü tedbir alınmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Buna karşın Québec’te azınlıkta kalan İngiliz kökenli yurttaşların anadili olan İngilizce’nin kullanılmasını sınırlamak için birçok tedbir alınmıştır, alınmaktadır.  Aynı şekilde Québec’te yaşayan yerli halklar da, Fransızlaştırma politikasından ötürü, kaygılıdırlar.

Demek ki ulus devlet düzeyinde örgütlenen federal devlet, azınlık haklarının korunması ve geliştirilmesi bakımından yeterli güvence vermemektedir. Federal devletlerde, demokrasinin, özgürlüklerin, azınlık haklarının güvencesinin yolu, bu hakları gerçekleştirmeye yönelik siyasal bilincin ve iradenin  hem federal ve hem de federe birimlerde ortaya çıkmasından geçer..

  1. FEDERAL DEVLETİN, BÖLGELİ ÜNİTER DEVLETLE KARŞILAŞTIRILMASI

Gelişmiş ileri demokrasiye sahip üniter devletler,  etnik, dilsel, dinsel gibi nedenlerle farklı olan bölgelere, değişik ölçülerde özerklik tanımaktadırlar. İspanya ve İtalya özerk bölgelerin statüsünü anayasal güvence altına almıştır. Britanya’da anayasa olmadığından dolayı, Kuzey İrlanda, Galler ve İskoçya’nın özerkliklerini yasaların ve siyasal geleneklerin güvencesine almıştır. Ancak bu ülkelerin ya da genel olarak bölgesel özerkliklerin statüsü, federe yönetim statüsünde değildir.

Federal devletlerde, federal ile federe yönetimler arasında yetki paylaşımıyla ilgili kurallar anayasayla düzenlenir ve bu yönetimlerden biri tek başına anayasayı değiştiremez. Federe yönetimlerin bu değişikliği onaylaması gerekir. Üniter devletlerde ise, bölgesel özerk yönetimlerin yetkileri genellikle yasa yolu ile belirlenir. Gerçi İspanya ve İtalya’da yetki paylaşımı anayasa ile belirlenmiştir. İspanya ve İtalya dahil olmak üzere bölgeli devletlerde merkezi yönetim tek taraflı olarak,  yetki paylaşıma ilişkin anayasa kurallarını değiştirebilir.  Bölgeli üniter devlet bu değişikliği yapmak için özerk yönetimlerin onayına ihtiyaç duymaz.  Böylece federe yönetimlerin yetkilerini federal yönetim tek yanlı olarak değiştiremezken, bölgeli üniter devletlerde özerk yönetimlerin yetkilerini merkezi yönetim tek yanlı olarak değiştirebilmektedir. “Burada, özerk yönetimlerin yetkilerinin güvencesi bakımından önemli olan, ulusal parlamentonun anayasa değişikliğini hangi çoğunlukla kabul edeceği değildir. 2/3 veya ¾ gibi nitelikli çoğunluklar aransa bile, anayasayı değiştirecek olan merkezi yönetimdir. Bu nokta, özerk bölgelere ayrılmış üniter devleti federal devletten ayıran bir temel özelliktir. Federal devlette, yetki paylaşımına ilişkin kuralları yönetimlerden biri tek başına değiştiremez. Anayasa değişikliği, hem federal hem de federe yönetimlerin onayı ile gerçekleşir.”[75]

Federal devleti, bölgeli üniter devletten ya da federe yönetimleri özerk yönetimlerden ayıran diğer önemli özellik de, federe birimlerin ulusal politikanın belirlenmesine katılmasıdır. Anayasa değişikliği ve ulusal politikanın belirlenmesi gibi önemli konularda, ulusal ölçekte oluşan çoğunluk iradesinin yanı sıra ulusaltı ölçekte oluşan çoğunluk iradesinin de sağlanması gerekir.  Federal devlet sisteminde ulusal ölçekte oluşan çoğunluk iradesi, ulusaltı (federe) ölçekte oluşan çoğunluk iradesinden üstün bir irade olarak kabul edilmemektedir. Çünkü federal yönetim ile federe yönetimler hukuk bakımından eşittirler. Bölgeli üniter devletlerin bazılarında, özerk bölgelere tanınan yetkiler anayasa güvencesi altına almıştır. Ancak merkezi yönetim, ulusal ölçekte oluşan çoğunluk iradesi ile tek yanlı olarak anayasa değişikliğini ve ulusal politikayı belirlemektedir. Bu önemli konularda ulus altı yani özerk birimler ölçeğinde oluşan çoğunluk iradesinin bir hükmü yoktur. Ulusal ölçekte oluşan çoğunluk iradesi, ulusaltı ölçekte oluşan çoğunluk iradesinden üstündür. Dolayısıyla merkezi ya da ulusal yönetim ile özerk ya da ulusaltı yönetimler hukuk bakımından eşit değildir. Merkezi yönetim, özerk yönetimlerden üstündür. Özerk yönetimler, yetkilerini merkezi yönetimden alırlar. Özerk yönetimleri merkezi yönetime bağımlı olan birer iktidar merkezlerdir.

E- FEDRAL DEVLETİ KONFEDERAL DEVLETLE KARŞILAŞTIRLMASI

Konfederal devlet, egemen devletlerin egemenliğini koruyarak oluşturdukları ortak kurumlara dayalı birliktir. Federal devlet ile konfederal devlet arasında nitelik bakımından farklılık vardır. Uluslararası hukuk bakımından, federal devleti oluşturan federal ve federe yönetimler egemen devlet statüsünde değildir. Egemen devlet statüsünde olan, federal ve federe yönetimlerin tümünü temsil eden federal devlettir. Konfederal devlette ise,  üye devletler birer egemen devlettir.  Ve uluslararası hukuk bakımından da, konfederalın her üyesi birer egemen devlet kimliğine sahiptir.

Uluslararsı hukukta olduğu gibi iç hukuk bakımından da federal ve konfederal devlet arasında temel farklılıklar vardır. Federal devlette, federal yönetim ile federe yönetimler hukuk bakımından eşittirler. Konfederal devlette ise, üye devletler ile konfederal yönetim (ortak organlar)  eşit değildir.  Çünkü konfederal yönetim üye devletlere bağılıdır. Üye devletler ile konfederal yönetim eşit değil, üye devletler konfederal yönetimden üstündürler.

Bir diğer temel farkta şudur:  federal devlette, birliği temsil eden ve birliğin adına hareket eden federal yönetim yetkilerini ulustan alır ve ulusa karşı sorumludur.  Konfederal devlette ise, birliği temsil eden ve birlik adına hareket eden konfederal yönetim, üye devletler tarafından seçilir. Bunun için federal devlet yönetimi konfederal devlet yönetimine göre, daha fazla demokratik meşruiyette sahiptir.

Avrupalı yazarların büyük çoğunluğu tarafından, federal devlet ile konfederal devlet arasında kesin ayrım çizgilerini çekmişlerdir. Oktay Uygun bu ayrım çizgilerini sekiz başlık altında toplamıştır.

“1- Konfederasyonda üye devletler egemenliklerini sürdürür. Federasyonda, kurucu siyasal birimler egemen devlet olma özelliklerini yitirir. Egemen olan, federal ve federe yönetimlerin oluşturduğu bütün, yani federal devlettir.

2- Konfederasyonda kişiler yalnızca üye devletlere vatandaşlık bağıyla bağlıdır. Federal devlette ise, hem federal hem de federe vatandaşlık söz konusudur.

3- Konfederasyonda, konfederal organlar yetkilerini üye devletlerden alır. Federal devlette, federal ve federe yönetimler yetkilerini birbirlerinden almaz. Yetkilerin kaynağı anayasadır.  Konfederasyonda, konfederal organların yetkileri üye devletler tarafından tek taraflı olarak değiştirilebilir. Federasyonda ise, yetki paylaşımına ilişkin değişiklik için federal ve federe yönetimlerin birlikte hareket etmeleri zorunludur.

4- Konfederasyonda, anayasa değişikliği üye devletlerin oy birliği ile gerçekleşir. Federal devlette ise ağırlaştırılmış çoğunluk yeterli görülür.

5- Konfederasyonda, üye devletlerin ayrılma hakkı vardır. Federal devlette bu hak tanımamıştır.

6-Konfederasyonda, dış politika ve askeri güçlerin kontrolü esas olarak üye devletlerin elindedir. Federal devlette ise, dış ilişkiler ve ulusal güvenlik federal yönetimin yetki alanına girer.

7- Konfederasyonda, vergilendirme yetkisi üye devletlere aittir. federasyonda, bu yetki federal ve federe yönetimler tarafından kullanılır.

8- Federal devlette, yönetimler arasında çıkabilecek uyuşmazlıkları çözmek üzere (genellikle yargısal “nitelikte) bir organ kurulmuştur. Konfederasyonda bu tür bir organa gerek duyulmaz.”[76]  Federasyon ve konfederasyon arasındaki bu ayrım çizgilerini,  kesin ayrım çizgileri olarak değil, federal ve konfederal sistemlerde genellikle var olan özellikler olarak görülmelidir.

Sonuç                                                                                        

Yukarıda federal devletin açıklamasından da anlaşılacağı gibi, hiçbir federal devlette “iki ülke ve iki millet gerçekliği” söz konusu değildir. Onun içindir ki, “iki ülke ve iki millet gerçekliği esas alan eşit ortaklığa dayalı bir federasyon” önermesi, siyasal ve toplumsal yaşamda karşılığı bulunmayan geçersiz bir düşünce ya da teoridir. Modern çağın devlet formu ulus-devlettir. Ulus-devlet, yönetme bakımından, üniter, bölgeli ya da federal  devlet olabilir. Yasa yapma ve bozma yetkisi devletin biçimini,  uygulama yetkisi ise  yönetim biçimini belirttir. Ayrıca ulus-devlet; hem demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi medeniyetin hem de sömürgecilik, totalitarizm, soykırım gibi barbarlığın en güçlü silahlarıyla donanmış  iki yüzlü bir örgüttür. Elbette soykırım; ezen uluslar için değil, ezilen uluslar ve muhtelif azınlıklar için söz konusudur.

İçinden geçtiğimiz süreçte küresel güçler, nüfuz alanlarını genişletmek için dünyayı yeniden paylaşma mücadelesine girmişlerdir. Bu nedenledir ki, ABD, neoliberal politikadan vazgeçip ulusalcı politikaya yönelmiştir. İşte Trump yönetiminin istikrarsızlık politikaları bu geçiş sürecinin sancılarını ifade etmektedir. Bu durum diğer küresel güçleri endişelendirmekte ve yeni arayışlara yöneltmektedir. Böylece dünya, neoliberal kapitalizmden tekrar vahşi kapitalizm evresine dönmekte ve küresel güçler ekonomik ve siyasal bakımdan kıran kırana bir hegemonya mücadelesine girişmişlerdir. Buna karşın ezilen ulusların kurtuluş hareketinin tarihsel görevi; dünya üzerindeki hegemonya mücadelesini, ulusal egemenliğinin bir aracına dönüştürmektir. Çünkü ezilen-ulusun tarihi, egemen ulus-devlet tarafından yapılmaktadır. Ezilen uluslar, kendi tarihlerinin yapıcıları olmak ister. Bu haklarıdır. Bunun için de kendi kaderlerini tayin etmeleri gerekir. Ancak bu durumda yani siyasi birliğini temsil eden ulus-devletle kültürlerini geliştirebilir, kendi tarihlerinin yapıcıları olur ve başlı başına toplumsal birim niteliğine varırlar. Bunun içindir ki; ayrı ulusların federal devlet modeli çözüm değil, ancak, aynı ulusun federal devlet modeli çözüm olabilir ve yaşayabilir. Küresel güçler ise, ezilen ulusların kurtuluş mücadelesini kendi hegemonya mücadelesinin bir aracına dönüştürmek istemektedirler. Şöyle ki, küresel güçler; ulusal sorunu etnik-kültürel kimlik sorununa indirgeyerek, ezilen ulusların devletleşmelerinin önünü kesmek ve yerine demokratik ve kültürel hakları, bu olmazsa bölgesel özerklik ya da federe yönetim ikame etme gayretindedirler. Kürdistan özgülünde ise, Yurtsever Demokrat İttifak ve arkasındaki siyasi güçler olarak PSK ve PAK, Kürd ulusal sorunun çözümünü federal Türkiye’de görmektedirler.  İşte söz konusu güçler, Kürd ulusal sorunun çözümü için, federal Türkiye yerine “iki ülke ve iki millet gerçekliği esas alan eşit ortaklığa dayalı bir federasyon” önermektedir. Bu önermeden iki sonuç çıkmaktadır. Birincisi, Kürd ulusunu, siyasal ve toplumsal yaşamda karşılığı, geçerliliği bulunmayan bir hedefe yöneltmektir. İkincisi ise, ulusal-demokrat siyaset yerine ulusal azınlık siyasetini ikame etmektir. Bu nedenledir ki, Kürd ulusal sorunun çözümünü, ezen-ulus devletlerin içinde bir statü edinmesinde görenlerin ve Kürd ulusunu bu statü hedefine yöneltmeye kalkışanların niyetinden ve amacından bağımsız olarak Kürd ulusunu manipüle etmektedirler.

Newroz pîroz be!

                                                                                                 19.03.2019/Amed

[1] Yurtsever Demokrat İttifak 31 Mart 2019 Yerel Seçim Deklerasyonu, s. 3

[2] Yurtsever Demokrat İttifak, age, s. 4

[3] Yurtsever Demokrat İttifak, age, s. 4-5

[4] Federal Devlet  yazısında yararlanılan kaynaklar: Oktay Uygun’un, Federal Devlet, XII Levha Y.2007 , Kemal Gözler, Devletin Genel Teorisi, Oktay Uygun, Devlet Teorisi,  Oktay Uygun, Kamu Hukuku İncelemeleri, XII Levha Y.2013, Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi,2014. Mustafa Koçak,  Devlet ve Egemenlik, Seçkin Kitapevi,2006.  Ahmet Yıldız, Ulus Devletin Bunalımı Federalizm Ve Kürt Meselesi, Etkileşim Y. 2010. Karl Doehring, Genel Devlet Kuramı, Çeviren, Ahmet Mumcu, İnkılâp Y.2002.

 Chrıstopher Pıerson, Modern Devlet, Çevirenler, Neşet Kutluğ/ Burcu Erdoğan, Chiviyazıları,2011. A. Giddens, Ulus Devlet ve Şiddet, Ç. Cumhur Atay, Kalkedon Y.2008

[5]  Uygun, Federal Devlet, XII LEVHA Y. 2007, s. 1

[6]  Gözler, Devletin Genel Devlet Teorisi, s. 150

[7]  Elazar, Federal Systems of the World, s. 15 Aktaran,  Yıldız, age, s. 52

[8] Elazar, Exploring Federalism (USA: University of Alabama Press, 1987) s. 6. Aktaran Yıldız Age, s. 52-53

[9]   Yıldız, age,s. 53

[10]  Giddens, age,  s.8

[11] Aktaran C.Pıerson, Modern Devlet, s. 85

[12] Uygun, Federal Devlet, s. 5-6.

[13]  Doehring, age, s. 83

 [14] Federal devlet teorileri konusunda geniş bilgi edinmek için Oktay Uygun Federal Devlet s. 7-78 bakınız.

[15] Prof. Kapani, age, s. 64-65

[16] Kapani age, S. 65-66

[17] P. Kıng, Federaism and Federation, s. 133. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s. 82

 [18]  Aktaran, Koçak,  age, s. 120

[19]  Doehring, age, s. 242

[20] Koçak, age, s.121

[21] D. Elazar, American Federalism. S. 46. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s.91

[22] Elazar, age, s.46, Aktaran Uygun, Kamu Hukuku  İncelemeleri, s. 612

[23]  Uygun, Federal Devlet,  s. 91

[24] Gözler, age, s. 153-154

[25] Uygun, Federal Devlet s. 116

[26] David B. Truman, aktaran, Uygun, Federal Devlet, s. 137-138.

[27]–  Uygun, Federal Devlet, s. 140

[28] ABD Anayasası, 10. Değişiklik, aktaran Uygun, Federal Devlet, s. 147

[29] Chester James ANTIEAU. Aktaran Uygun,  Federal Devlet, s. 147

[30] Alman Anayasası, m. 30. Aktaran, Uygun, Federal Devlet. S. 147

[31] .Kanada Anayasası m. 91. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s.148

[32] C. ANTIEAU, ABD, Kanada ve Almanya’da bu yönde verilmiş yargı kararları. Aktaran. Uygun, Federal Devlet, s. 149.

[33] K. WHEARE, Federal Government, s.77. Aktaran. Uygun, Federal Devlet, s. 150

[34]  A. DICEY, The Law of Constitution, s. 89. Aktaran, Uygun,  Federal Devlet, s. 153

[35]  Uygun, Federal Devlet, s. 153

[36] Uygun, Federal Devlet. S. 154

[37] “Yedi başlık altında sıralanan etkenler, büyük ölçüde, I.DUCHACEK’İN The Territorial Dimension of Politics adlı kitabındaki açıklamalara dayanıyor. Bkz: s. 126 vd..” Aktaran,  Federal Devlet s. 166. Bu çalışma, konunun somut bilgiyle tamamlaması için,  iki etkeni özet halinde anlatacak ve diğer etkenlerin sadece başlıklarını vermekle yetinecektir.

[38]Schmitt, Carl, Siyasi İlahiyat,Çeviren: A .Emre Zeybekoğlu, Dost Y., 2010, Ankara

[39]  Uygun, Federal Devlet. S. 187-188

[40]  A. KELLY, W.HARBISON, The American Constitution, s. 3007. Aktaran, Uygun, Federal Devlet, s. 189

[41]  P. KING, Federalism and Federation,, S. 108. Aktaran, Uygun, Federal Devlet, 189

[42]  Uygun, Federal Devlet, s. 189

[43] P. KING, Age. S. 108-120. Aktaran Federal Devlet. S. 186

[44] Uygun, Federal Devlet, s. 193

[45] Uygun, Federal Devlet , s. 201

[46] Uygun, Federal Devlet. S. 195-196

[47] Esman, Milton J. ,”State Sovereignty: Aive and Well”, Sovereignty under Chailenge, ed john D. Montgomery-Nathan Glazer, (New Brunswick-USA: Transaction Publishhers. 2002), s. 377. Aktaran, Koçak, age, s. 135

[48] W. LIVINGSTON, Federalism and Constitutional Change, s. 2. Aktaran, Uygun, Federal Devlet, s. 207

[49] Preston KING, federe birimlerin ulusal düzeyde temsil edilmesini, tek başına federal devletin ayırt edici özelliği olarak değerlendiriyor. Federalism and Federation, s. 19- 143 ve 146. Aktaran, Uygun,  Federal Devlet, s. 221.

[50] Uygun, Federal Devlet, s.222

[51] Uygun,, Federal Devlet s. 223

[52] Uygun, Federal Devlet, s. 225

[53]  Yıldız, age, s. 142

[54] I. DUCHACEK, the Territorial Dimension of Politics . s. 147. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s. 227

[55] A. ALEN, Treatise on Belgien Constitutional Law, s. 84 vd. A. LIJPHART Çağdaş Demokrasiler, s. 15. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s. 228-229

[56] Uygun, Federal Devlet, s. 230

[57] Uygun, Federal Devlet, s. 232

[58] Uygun, Federal Devlet, s. 233

[59] I.DUCHACEK, The Territorial Dimension of Politics, s. 148 vd. W. LIVINGSTON, Federalism and Constitional Change, s. 14. Aktaran uygun, Federal Devlet, s. 234

[60]Uygun, Federal Devlet, s.252-254

[61] Uygun, Federal Devlet, s. 258-259

[62] Uygun, Federal Devlet s. 259

[63] R. BOWIE. C. FRIEDRICH, Studies in Federalism. S. 63 vd. Aktaran Federal Devlet, s. 263

[64] M. Cummıngs, D. Wıse, Democracy Under Pressure, s. 569 vd. R. Bowıe, C. Frıedrıche, Studies in Federalism, s. 165-172. S. Wasby, The Supreme Court in the Federal Judicial System, s. 87 vd. Aktaran, Uygun, Federal Devlet  s. 268

[65] R. Landes, The Canadian Polity, s. 202 vd. J.Mallory , The Structure of Canadian Government, s.. 319 vd. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s. 269

[66]  K. Wheare, Federal Government s. 68. Aktaran, Uygun, Federal Devlet, s. 269

[67] I. Duchacek, The Territorial Dimension of Politics s. 150 vd. Aktaran Uygun, Federal Devlet, s. 270

[68]  Uygun, Federal Devlet, s. 273

[69] Uygun, Federal Devlet, s. 276

[70]  Uygun, Federal Devlet s. 114, Kemal Gözler, age,s. 151

[71] I. Duchacek, The Territorial Dimension of Politics, s. 96 Aktaran, Uygun, Federal Devlet, s.245

[72]  W. Rıker, Federalism, s. 139 vd. Aktaran, Uygun, Federal Devlet, s. 245

[73]  Uygun, Federal Devlet, s. 247

[74] Uygun, Federal Devlet, s. 249

[75]  W. Lıvıngston, Federalism and Constitutional Change, s.  297 Aktaran, Uygun, Federal Devlet, 131

[76] K. Wheare, Federal Government, s. 32-33. F. Kıng, Federalism and Federation, s.133. vd. Murray Forsyth, “The Modern Concept of Confederation” CSE OGIHER Bulketin Vol. 2. No:3, 1994, s. 11-15. J. WOLFE, “Cyprus: Federation Under International Safeguards”, s. 85. Aktaran, Uygun, Federal Devlet, s. 136-137