Mehmet Emin Aslan/ Kürd Ulusal ve Birlik Sorunu

0
1645

Kürdlerin yaşamış ve yaşamakta olduğu gelişmelerden kaynaklanan sorunların ve bu sorunların çözümüne yönelik yaklaşımlar faklıdır. Bazı kesimler Kürd sorunu ve bazı kesimler de Kürd ulusal sorunu olarak değerlendirmektedir. Kürd sorunu ve Kürd ulusal sorunu farklı sorunlar olup ve çözümleri de farklıdır. Kürd sorunu; kültürel ve demokratik haklarını ele geçirmesiyle çözülen bir sorundur. Bu da ulusal-azınlık siyasetin alanına girer. Kürd ulusal sorunu ise,  Kürd ulusun ülke olarak tasarladıkları toprak parçası üzerinde egemen olmasıyla çözülen bir sorundur. Bu farklı çözümlerin nedeni de Kürdlerin statüsüyle ilgili tespitlerden kaynaklanmaktadır. Bir yaklaşıma göre, Kürdlerin statüsü; içinde yaşadıkları devletlerin birer azınlığıdır. Bir diğer yaklaşıma göre, Kürdler bir azınlık grubu değil bir ulustur.

İçinde yaşadığımız süreçte Kürdistan uluslararası bir sömürge, Kürdler ise uluslararası ezilen ulustur.  Kürdistan’ı fiili olarak siyasal, askeri, hukuksal, ekonomik, kültürel ve her yünden mutlak egemenliği altına alan Türkiye, İran, Suriye ulus devletleridir. Kürdistan’ın güney parçasına, kısmi bir özerklik tanınmıştır. Bununla birlikte Irak’ın Kürdistan üzerindeki egemenliği devam etmektedir. 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandum’u ve ardından 16 Ekim’de yaşanan işgal hareketleri bunu bir daha ortaya koydu.  Tüm bu gelişmelere karşın Kürd siyasi akımları, asgari düzeyde bile ortak bir siyasi tavır ortaya koyamadılar. Hata Goran,  Komel, PKK, Adalet ve Demokrasi ile Talabani ailesinin başını çektiği YNK kliği, Kürdistan coğrafyasını bir ülke olarak tasarlamadıkları ve Kürdistan Bölge Yönetimini tasfiye gayretinde oldukları gün gibi açıktır.

Kürdlerin sorunu, bir egemenlik yani devletleşme sorunu olduğunu düşünenlerin, Kürdistan’da hep tekerrür eden bu yetmezliklerin, basiretsizliklerin, kusurların ve ihanetlerin karşısında yeniden teorik-pratik muhasebesini yapmaları gerekir.  Muhasebe konusunun Kürd ulusal ve birlik sorunu ve bu sorunun siyasi çözümü olduğundan ötürü,  ulus kavramına daha yakından bakalım. Burada önce, ulus kavramı hakkında farklı görüşleri belirteceğiz ve ardından kendi görüşümüzü açıklayacağız.

Ulus Kavramı Hakkında Farklı Görüşler

Ulusu, birbirlerine karşı birtakım bağlarla bağlı olan belirli bir insan topluluğu olarak da tanımlanabilir. Bir insan topluluğunu ulus durumuna getiren bu bağlar, nesnel ve öznel niteliklidir. Ulusu oluşturan bu bağların niteliğine göre, üç çeşit ulus anlayışı vardır. Nesnel ulus anlayışı, öznel ulus anlayışı ve liberalizm ya da yurttaş ulus anlayışıdır. Nesnel ulus anlayışına göre, insan topluluğunu ulus durumuna dönüştüren birtakım nesnel faktörlerdir. Öznel ulus anlayışına göre, insan topluluğunu ulus durumuna dönüştüren birtakım öznel faktörlerdir. Liberalizmde ise, insan topluluğunu ulus durumuna dönüştüren faktörün, insanların yurttaş statüsünde kendilerini yönetmesidir. Şimdi bu üç farklı anlayışı daha yakından görelim.

a-Nesnel Ulus Kuramı

Nesnel ulus anlayışını oluşturan bağlar, beş duyu ile hissedilen ve maddi niteliklidir. Bunlar; ırk birliği, dil birliği ve din birliğidir.

Irk Birliği

Irk birliğini temel alan anlayışa göre, insan topluluğunu ulus durumuna getiren bağın, bu insanlar arasındaki ırk birliğidir. Yani ulus, aynı ırktan olan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Bu nedenle insanların bir ulus oluşturabilmesi ve dolayısıyla bir devlet kurabilmesi için aynı ırktan olmaları gerekir.

Irksal aidiyet unsuru, sömürge ülkelerde bir kurtuluş mücadelesine, ulus-devletlerde ise faşizm ideolojisine hizmet eden bir niteliğe sahiptir. Irksal farklılık, Avrupa sömürgeci devletlerinin sömürgelerinde ulusalcılığın gelişmesinde ve kendi devletlerini kurmasında önemli bir rolü olmuştur. Gönümüzde ırksal farklılık, yani birçok ırkı (etnik) egemenliği altında bulunduran devletlerde, ezilen ulusların kurtuluş ve ulusal azınlıkların demokratik mücadelesinin nedenidir. Çok ırklı ülkelerin devletleri, ırk farklılığından dolayı parçalanma riski taşımaktadır.

Diğer yandan ırksal aidiyet görüşüne göre, bir devlet, diğer devletin egemenliği altında yaşayan ırkdaşlarını o devletin egemenliğinden kurtarmalıdır. Hatta ırkdaşların yaşadığı bütün coğrafyaları ele geçirmelidir. Yine ırksal aidiyet görüşüne göre, devletin vatandaşı olan, ancak egemen ırka mensup olmayan insanlardan ülkenin kurtulması gerekir. Bu görüş, ülkede tehcirci ya da soykırımcı politikaların uygulanmasına neden olur. Hitler’in Almanya’sında her iki görüş de uygulamaya konulmuştur. Nazi iktidarı, Almanya sınırları dışında Almanların yaşadığı yerleri işgal etmiş ve tüm Almanları birleştiren bir devlet kurmaya girişmiştir. Diğer yandan Alman vatandaşı olup Alman ırkından olmayan Yahudi ve Çingeneleri soykırıma tabi tutmuştur.

Dil Birliği

Dil birliğini esas alan anlayışa göre, ulus aynı ortak dili konuşan insanların oluşturduğu bir topluluktur. İnsanların kendi aralarında bir bağ kurabilmesi, bir ulus oluşturması ve bir devlet kurabilmesi için her şeyden önce bu insanların birbirleriyle konuşup anlaşmaları gerekir.

Hâlbuki bir devletin kurulabilmesi için mutlaka dil birliğinin olması şart değildir. Örneğin: Kanada, İsviçre, Belçika, vb. gibi devletlerde birden fazla dil konuşulmaktadır. Diğer taraftan aynı dili konuşan değişik devletler vardır. Arap devletlerin hepsi aynı ve ortak dil olan Arapçayı konuşurlar. İngiltere, İrlanda, Amerika Birleşik Devletleri İngilizce konuşan devletlerdir. Güney Amerika’nın birçok devleti İspanyolca konuşurlar.

Din Birliği

Din birliği görüşüne göre, ulus aynı dine bağlı olan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Bazı devletlerin oluşumunda din birliği belirleyici bir etken olmuştur. Örneğin, Boşnak, Hırvat ve Sırplar aynı ırka mensup olmaları ve aynı ortak dili konuşmalarına karşın üç ayrı ulus-devlet oluşturmuşlardır. Bunların ayrı ulus ve devlete dönüşmesini sağlayan faktör dindir. Hırvatlar Katolik, Sırplar Ortodoks ve Boşnaklar ise Müslüman’dır. Dünyanın farklı bölgelerinde birçok devletin kuruluşu ve varlıklarını davam ettirmeleri din sayesindedir. Örneğin: Pakistan ve Endonezya Müslümanlık sayesinde devletlerini kurabilmiş ve varlıklarını devam ettirebilmektedirler.

Bazen ulus kavramı ve yeni bir devletin kurulması bakımından, sadece din farklılıkları değil, mezhep farklılıkları da belirleyici etken olabilmektedir. Örneğin: Hırvat ile Sırpları ayrı birer ulusa dönüştüren faktör mezhep farklılığıdır.

Bununla birlikte ulusun oluşumunda din faktörünün etkisi sınırlıdır, önemini büyütmemek gerekir. Dünyada birkaç dinin varlığına karşın yüzlerce devlet vardır. Onun için kaçınılmaz bir biçimde birçok devlet aynı dinden ve aynı mezheptendir. Aynı dinden ve aynı mezhepten olan insanlar ayrı ulus oluşturturmuşlar ve dolayısıyla ayrı devlet kurmuşlardır.

b- Öznel Ulus Anlayışı

Öznel ulus anlayışına göre, ulus bir kısım öznel ilişkiler ile birbirine bağlanmış insanların ortaya çıkardıkları topluluktur. Bu ilişkiler, manevi ya da psikolojik niteliklidir,  bazı duygu ve düşüncelerden oluşur.

Öznel ulus anlayışını ilk olarak Ernest Renan (1823-1892) tarafından ileri sürülmüş ve savunmuştur. Öznel ulus anlayışına göre, ulusu oluşturan insanları birbirine bağlayan tarih, ideal, hatıra, amaç birliği gibi öznel ilişkidir ya da münasebettir. Mazide yaşanılan ortak başarılar, ortak acılar, ortak amaca ulaşmak için yapılan mücadeleler, ortak tehlikelere, tehditlere karşı birlikte davranma isteği gibi etkenler, insanları birbirine bağlar ve ulusu oluşturur.

Renan’a göre, ulus, ortak bir tarihe sahip olan ve gelecekte de birlikte yaşama irade ve arzusuna sahip olan insanlardan oluşan bir topluluktur.[1]

c- Liberalizm Ulus Anlayışı

Liberalizmde ulus; belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insan topluluğunun yurttaş statüsü esasında kendilerini yönetmeleridir. Yani bir devletin yurttaş topluluğudur. Yurttaşlar topluluğundan maksadı da, aynı yönetim altında olmayı arzulamalarıdır. Bu yönetimin özelliği de, egemenliğini yurttaşların iradesinden alması gerektiğini iddia etmesidir. Liberal ideoloji, ulusu, belli bir toprak parçasıyla ilişkilendirir ve bu toprak parçası üzerinde yaşayanların yurttaşlar topluluğu esasında yönetilmesi için devletleşmenin gerekliliğini savunur. Böylece devlet, toprak parçası ve yurttaşlıkla ilişkilendirilmektedir.  Irk, dil, din gibi faktörler tali durumda kalmaktadır. Gerçi l789 Fransız Devrimi ile birlikte resmi dil olan Fransızcanın yurttaşlar tarafından bilinmesi ve kullanılması konusunda ısrarcı olunmuştur. Bu dönemde halk, nasıl devrimle gelen eşitlik, özgürlük, yasa, feodal bölünmüşlüğün yerine bütünleşmeyi, merkezileşmeyi ve yeni devlet yapısını sahipleniyorsa bu anlamda Fransızcayı da sahiplenmektedirler. Fransızca’nın ana dil olması ile olmaması bir şeyi değiştirmiyordu. Bir insanı Fransa yurttaşı yapan şeyin Fransızca’nın anadili olması ya da olmaması değil, egemen yurttaş olarak ülkesine bağlılığıdır.

Merkantilizm, devletin çabalarıyla milli ekonomileri bütünselliğe ve büyütmeye yönelik bir ideoloji idiyse, Liberalizm de Adam Smith’ten beri, devletin milli ekonomiye müdahalesini eleştiren, serbest ticaret ve serbest piyasa ekonomisini savunan bir ideolojidir. Liberalizm, tüm dünyayı kapitalizmin pazarına dönüştürme anlayışıdır. Artık ekonomik büyümeyi serbest piyasaya bırakılmalı, devletin de özel mülkiyet ile serbest piyasanın güvencesi durumuna çekilmesi isteğidir. Devlet yatırımlarının amansız karşıtı olan liberal J. B Say (1767-1832), “şimdiye kadar hiçbir millet düzenli bir hükümet yönetiminde olmadan bir zenginlik düzeyine ulaşmamıştır”[2] der. Demek ki liberaller de devlet olmadan ulusun zenginleşemeyeceğini, ulusun ancak devletin desteği ve korumasıyla ekonomisini büyütebileceğini söylemek durumunda kalmıştır.

Burada hangi toplumların uluslaşabileceği ve dolayısıyla devletleşebilecekleri sorunu liberallerin sorunu oluyor. Liberallerin uluslaşma ilkesi, liberal tarih teorisinden üretilmiştir. Batı Avrupa’da liberalizmle, tarih anlayışı değişime uğramış ve yeni değerler sistemi oluşmuştu. Liberaller tarihi, evrim ve ilerleme öğretisine dayandırmıştır. Tarihsel evrim, toplumsal gelişmenin aileden klana, bölgesele, ülke esasında ulusa ve nihayet geleceğin birleşik dünyasına varacak bir aşamayı oluşturmaktadır. Bu birleşik dünyanın ortak bir dili de olacaktır. Başka anlatımla tüm dünyanın genişletilmiş yeniden üretimle kapitalizme açılacağı tarihsel evrim gereğidir. Dünyanın tüm ülkelerine kapitalizmin ilişkilerini ve ideolojisini de taşımak, “barbar toplumları”, “çağdaşlaştırma” olup bir ilerleme olarak algılanır. İşte liberalizm için 19. yüzyıl, Avrupa evriminin uluslaşma aşamasıdır. Bu durumda liberalizm için ulus olmanın ölçütü kapitalizmi yaşatabilir büyüklükte ve dış pazara taşıyabilir nitelikte olmasıdır. Bunu da “yaşayabilir büyük ulus” ve “ilerleme olarak ulus”la formüle etmiştir. Bu da belirli bir büyüklükte olması ve küçük toplumları asimile edebilecek biçimde bir genişleme gösterebilmesidir. Buna da “eşik ilkesi” demektedirler. E. J. Hobsbawn (1917-2012), “Bir halkın, eşiği aşacak büyüklükte olması koşuluyla, kesinlikle bir millet olarak sınıflandırılmasına olanak tanıyan pratikte yalnızca üç kriter vardı. Bu üç kriterden birincisi, milletin, mevcut devletle tarihsel bağı ya da oldukça eskiye dayanan ve yakın döneme uzanan geçmişle bağıydı. İkinci kriter, yazılı bir milli edebi ve idari anadile sahip olan, çoktandır yerleşiklik kazanmış bir kültürel elittin varlığıydı. Üzülerek belirtmek zorunda olduğumuz üçüncü kriter, kanıtlanmış bir fetih yeteneğiydi.”[3] Liberallerin ulusla ilgili temel kriteri (kıstası), ortak bir mazi, ortak dil ve kültür ile kapitalist sömürüyü dünyaya taşıyabilecek, dünyayı kapitalist pazara dönüştürebilecek kadar kapitalizminin gelişmişliğidir. Kapitalizmin gelişimiyle, özel mülkiyet hakkı ve serbest piyasaya (üretimde özgürlük, mübadelede eşitlik) dayalı özgürlükçü, eşitlikçi ve bireyci bir siyasal ideolojinin önderlik ettiği bir siyasal düzen gündemleşti. İşte bu yeni ideoloji yani liberalizm ideolojisi, halkın mutlakıyetçi monarşiye olan sadakatini kırmak üzere krala bağlılığın yerine, ülkeye bağlılık fikrini geliştirdi. Böylece krala olan sadakati ülke sadakatine dönüştürmeye yönelik olmak üzere yurtseverliği geliştirmiştir. Yurtseverlikle krala olan tebaalık, ulus-devletin yurttaşlığına dönüşme sürecine girer. Liberal ideolojisinin kaynaklandığı kapitalizm, atanma ya da soydan ve miras hakkı yoluyla geçişli krala tabi bir iktidarı benimseyemez. Krallıklar ya kaldırılmalı ya da yetkisiz ve sorumsuz bir makam olarak, kültürel değerlerin bir süs eşyası konumuna getirilmeliydi. Ayrı ayrı kapitalist ülkelerde ikisi de oldu. Böylelikle merkantilizm ulusçuluğu liberalizm ulusçuluğuna dönüştü. Zaten liberalizmin ulus ve ulusçuluk anlayışı, Batı kapitalist ülkelerin sorunlarına yönelik çözüm arayışının ürünüdür.

Bu üç değişik ulus anlayışı, bir siyasi toplum olarak ulusun bir unsurunu esas alarak oluşturulmuş teorilerdir.  Bize göre bu ulus kuramları, ulus ve uluslaşma olgusunun içeriğini açıklamaya yetmiyor. Çünkü,  ulus; siyasallaşmış bir toplumdur. Bu nedenle ulus kavramını daha yakından görelim.

Ulus: Nesnel ile Öznel Unsurun Sentezidir.

Ulus: Belli bir toprak parçası üzerinde egemenliğini kuran ve devam ettiren belli bir insan toplumudur. Belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan belli bir insan toplumunu bir ulus durumuna getiren bağlar, iki unsurun sentezinden oluşur. Bu unsurlar da, nesnel ve öznel niteliklidir.

Nesnel Unsur

Nesnel unsur, belli bir toplum ve bu toplumun üzerinde yaşadığı belli bir ülkedir. Başka bir deyişle belli bir ülke üzerinde ortak dile/dillere ve tarihe, gelecekte birlikte yaşama iradesine ve aidiyet duygusuna sahip olan bir insan toplumun yaşamasıdır. Bunları maddeler halinde görelim.

  • Belli bir insan toplumun belli bir coğrafyayı ülke olarak tasarımlaması.
  • Belli bir insan toplumun belli bir dil ya da dillerle iletişim kurabilmeleri.
  • Ülke olarak kabul edilen belli bir coğrafyada yaşayan belli bir toplumun insanları birbirlerine karşı aidiyet duygusu taşımaları, ortak tarihe ve gelecekte birlikte yaşama iradesine ve arzusuna sahip olmaları ve bunlardan kaynaklanan gelenekler, adet, alışkanlıklar gibi ortak kültürel değerler.

Aidiyet duygusu ülke, ırk,  dil, din gibi nesnel ve hissiyat gibi öznel unsurlarla ilintilidir. Burada haklı olarak psikolojik bir olgu ve öznel unsur olan aidiyet duygusunun bir nesnel unsur olarak nasıl ele alındığı sorulabilir. Bu şöyle açıklanabilir. Pakistan, Endonezya gibi bazı toplumların ulus-devlete dönüşmesini sağlayan en etkin faktör din unsuru olmuştur. Onun için uluslaşmanın nesnel unsurları arasında sayılan din faktörü, inanç ve ibadetten meydana gelir. İnsanların inancının nesnel nitelikte olmadığı açıktır ve bunda bir şüphe yoktur. Çünkü inanç ruhsal ya da psikolojik bir olgudur. Herhangi bir insanın kendisi inancını belirtmeyinceye kadar hangi inançta olduğunu bilemeyiz. Dinin inanç yönünü ya da veçhesini beş duyumuzla öğrenemeyiz. Ama dinin ikinci yönü olan ibadet tamamen nesnel bir unsurdur. İbadet gözle görülen bir pratik faaliyetidir. İbadetin biçimine bakarak kimin hangi dinden ve hatta hangi mezhepten olduğunu biliriz.

Aynı şekilde gelecekte birlikte yaşama iradesi ve arzusuna sahip olma belirlemesi, aidiyet duygusu gibi, bir öznel unsurdur. Ne var ki,  birlikte yaşama iradesi ve arzusunun olup olmadığını ancak fiiliyata anlaşılır. Birlikte yaşama iradesi ve arzusunun veçhesini, ancak fiiliyata dönüştüğü zaman beş duyumuzla öğrenebiliriz. Örneğin: Kanada on federe birimden oluşmaktadır. Bunlardan dokuz (9) federe biriminde İngiliz kökenliler çoğunluktadır. Buna karşın 7.650.000 nüfuslu (2006) Québec federe biriminde anadili Fransızca olan Frankofon kişilerin oranı % 82; İngilizce konuşan kişilerin oranı %8’dir. Kanada devletinin iddiası, on federe birimin, ortak bir aidiyet duygusu, birlikte yaşama iradesi ve arzusunun olduğudur. Québec federe birimi, biri 1980’de, diğeri 1995 yılında olmak üzere, Kanada’dan ayrılma konusunu iki defa referanduma götürmüştür. Ancak Québec federe birimin yurttaşları Kanada federal devletin yurttaşlarıyla ortak aidiyet duygusuna ve birlikte yaşama iradesine sahip olduğunu ortaya koymuştur. Böylece Kanada’nın on federe birimin yurttaşlarının ortak aidiyet duygusuna ve birlikte yaşama iradesine ve arzusuna sahip olduğu iddiası, öznel nitelikli bir olgu iken, referandum eylemiyle bir nesnel olguya dönüşmüştür. Aynı zamanda, Québec federe birimin halkı, kendilerini bir Québec ulusu olarak değil, Kanada ulusunun bir parçası olarak gördüklerini de ortaya koymuştur.

Demek ki, belli bir toplumun aidiyet duygusu ve birlikte yaşama iradesi ve arzusu; belli bir toprak parçasını ülkesi olarak tasarımlaması, belli bir dil ya da ırk veya din gibi unsurları kendilerine ait ortak değerler olarak görmesidir. Böylelikle aidiyet duygusu ve birlikte yaşama iradesi ve arzusu önceden var olan mevcut koşullar olarak nesnel unsurla ilişki içinde değerlendirilebilir. Çünkü ortak değerler olarak aidiyet duygusu, birlikte yaşama iradesi ve arzusu, bir ulusal egemenlik ya da siyasi iktidar değil, önceden var olan koşullar olarak kendi kendini tekrarlayan kültürel değerler ve alışkanlıklardır. Bu değerler ve alışkanlıkların kendini yaşatması ve devam ettirebilmesi için, ulusal egemenlik kurumuna gereksinmesi vardır.

Öznel Unsur

Öznel unsur, belli bir insan toplumun belli bir toprak parçası üzerinde egemenliğini yani devletini kurabilme ve devam ettirebilme niteliğinde olan bir faaliyettir. Bu nitelik; belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan belli bir insan toplumunu meydana getiren bireyleri, egemenlik amacı doğrultusunda birbirine bağlı kılan siyaset ve ideolojidir. Bu siyaset ve ideoloji, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan belli bir insan toplumunun ortak hak ve görevleri anlayışı üzerinde egemenliğini kurmasını ve sürdürmesini amaçlayan faaliyettir. Demek ki öznel unsur,  hiçbir güce danışmadan, izin almadan yasa yapma, değiştirme, bozma ve uygulamaya geçirme yetkisine, yani egemenliğe sahip olmayı amaçlayan bir siyasi/ideolojik faaliyettir. Uluslaşmanın veya devletleşmenin nesnesi; belli bir insan toplumu ve üzerinde yaşadığı belli bir coğrafyadır. Öznesi; bu belli bir insan toplumunun ülke olarak tasarımladığı belli bir coğrafya üzerinde egemenliğe sahip olma amacıdır ve bunun için mücadele etme kararıdır. Ulusu oluşturan öznel unsurdur, yani egemenliği hedefleyen siyasal/ideolojik faaliyettir.

Belli bir insan toplumu, belli bir toprak parçası üzerinde ancak, ulusal siyaset ve ideoloji üzerinde yükselen araçlarla egemenliğini yani devletini kurabilir ve devam ettirebilir. Modern çağda ancak devlet sahibi olan insan topluluğu bir ulustur. Zaten modern toplum; ulus-devletler sistemi içerisinde (Westfalya Antlaşması, Cemiyeti Akvam, Birleşmiş Milletler) yaşayan ulus-devlettir. Bu nedenle Modern Çağ’da ulus ve devlet, birbirinden kopartılamayan bir ikilem olarak ulus-devlettir. Modern çağda ulus-devletini kurma niteliğine sahip olamayan bir insan topluluğu, bir insan sürüsü ya da kalabalığı olarak başka bir devletin egemenliği altında yaşamak durumundadır. Bu insan topluluğun önünde iki alternatif vardır; ya asimilasyon veya entegre yoluyla ezen ulus-devletin içinde erir; ya da ulusal siyaset ve ideolojinin aracılığıyla nesnel koşulları devletleşme amacı doğrultusunda değiştirmek üzere mücadeleye girişir. Siyasal egemenlik hedefinde iradesini ve tercihini ortaya koyan bir insan topluluğu, bir ulustur, ancak ezilen-ulus konumundadır. Demek ki hem bağımsız ve hem de ezilen-ulus bakımından anahtar kavram egemenliktir, yani bağımsız devlettir.

Ulusun oluşumunda nesnel unsur edilgen karakterli unsurdur.

Yukarda belirtildiği gibi, ulusu oluşturanın nesnel unsur olduğunu iddia eden kuramlar vardır.  Bu kuramların her biri bir nesnel unsuru esas almaktadır. Bu nesnel unsurlar da ırk birliği, din birliği ve dil birliğidir. Ne var ki uluslaşma sürecindeki gelişmeler, nesnel ulus kuramını doğrulamıyor.  Şöyle ki uluslaşmayı sağlayan, ırk birliği, dil birliği, din birliğinden ziyade ırk ayrılığı, dil ayrılığı, din ya da mezhep ayrılığıdır. Yani nesnel unsurlarda ortaklıktan çok farklılıklar belirleyici olmaktadır. Başka bir anlatımla, ırk birliği, ulus birliğine yol açmamıştır; oysa ırk ayrılığı ulus ayrılığına yol açabilir. Dil birliği her zaman ulus birliğine yol açmamıştır; oysa dil ayrılığı, ulus ayrılığına yol açabilir. Aynı biçimde din ya da mezhep birliği, ulus birliğine yol açmamıştır; oysa din ya da mezhep ayrılığı, ulus ayrılığına yol açabilir.

Gerçi, nesnel unsurlar ulus- devletin kurulmasında önemli faktördür, ancak tek başına ulus olgusunu açıklayamaz. Aynı ırka mensup olan ayrı ulus-devletler vardır. Aynı ortak dili konuşan değişik ulus-devletler vardır. Aynı dinden ya da mezhepten olanların aynı ulusu oluşturacakları ve dolayısıyla tek devleti kuracakları söylenemez.

Bu nedenledir ki, ulusun oluşmasında hangi nesnel unsurun etkin olunacağı hakkında önceden kesin bir şey söylenemez. Nesnel unsurların her biri, değişik zaman ve yerlerde diğerine göre daha etkin olmuştur. Bu açıklamaları örneklerle somutlaştıralım. Hırvat, Boşnak ve Sırp toplulukların uluslaşmasında belirleyici nesnel etken,  ırk ve dil değil, sadece dindir. Arnavut toplumun uluslaşmasında ise, belirleyici nesnel etken, dildir. Çünkü Arnavut ulusunun bir kısmı Müslüman (çoğunluk), diğer kısmı ise Hıristiyan olmakla birlikte, bu farklılık iki farklı ulusa yol açmamıştır. Müslüman ve Hıristiyan Arnavutlar kendilerini aynı ulusun mensubu olarak görmüşlerdir.

Aralarında ırk, dil ve din birliği olmasına rağmen kendilerini ayrı ulus gören insan toplulukları vardır. Örneğin Araplar, aynı ırk ve aynı dine mensup olmalarına ve ortak dili konuşmalarına karşın ayrı ulus- devletlerin çatısı altında yaşamaktadırlar.

Görüldüğü gibi, ırk, dil, din unsurları bakımından ortak olan insan toplulukları kendilerini ayrı ulus olarak görmekteler ve ayrı devlet kurmuşlardır. Diğer yanda ırk, dil, din bakımından ayrı olmakla birlikte, kendilerini aynı ulusa ait görmüşler ve aynı ortak devletin ya da egemenliğin yurttaşları olarak yaşamayı kabul etmişlerdir. Bu insan toplulukları için önemli olanın, hangi nesnel unsurları taşıdıkları değil, egemenliğin taşıyıcısı varsayılan eşit ve eşdeğerli yurttaşlar olarak ortak hak, görev ve özgürlüklere sahip olmadır.

Demek ki ülke, dil, ırk, din, yurttaş gibi unsurların uluslaşmanın birer unsuruna dönüşebilmesi için, öznel unsur koşulunun varlığı gerekir. Başka deyişle nesnel unsurların uluslaşmanın birer unsuruna dönüşebilmesi için ulusal egemenliği hedefleyen ulusal siyaset ve ideolojinin varlığı gerekir.

Devam edecek

AMED/ 21/1. 2018

 

[1] Kemal Gözler, s.51-58

[2] Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik,

[3] Hobsbawm, age, s. 55-56