Gönderildikleri sürgün yerlerinden Kürd muhacirlerin feryadı

Son yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten ve savaşa sokan İttihat Terakki muktedirleri, Kürdleri yerlerinden topraklarından sürmek ve muhacir etmekle yetinmemiş, aynı zamanda sürgünde uyguladıkları politikalarla adeta bunu bir Kürd kırımına dönüştürmüşler. Kürdler, sürgün bulundukları yerlerden avazları çıktığı kadarıyla maruz kaldıkları muameleyi, Kürd cemiyetleri ve basın yoluyla duyurmaya çalışmışlar fakat nafile. Seslerini kime dinletebilirler ki. “Açlıktan, sefaletten, altı yüz seksen bini (680.000) iskân edildikleri çöllerde yok olup mezara gömüldükten sonra, hareket eden ölüler halinde kalan altı yüz bini (600.000) de yüzlerce müracaatlarla, mücadele ve ısrarlara rağmen halen sevk edilmediler.[1] İskân edildikleri yerleşim birimlerindeki Kürd mültecilerin durumunu anlatan Kamuran Bedirhan, “Hâlihazırda savaş ve tehcir hasebiyle yersiz ve yurtsuz kalan vatandaşımız sefil ve sergerdan (şaşkın) bir halde bulunuyor.

Kürdün koyunu, ineği, atı ve serveti elinden alınmış ve her çeşit yaşam vasıtasından mahrum bulunan millettaşlarımız, zalim ve merhametsiz muamelelere maruz bırakılmışlardır. Ermeniler hakkında irtikâb eden mezalim ve facialar, Kürdler hakkında da hiç tereddüt edilmeden irtikâb olunmuştur.”[2]

Kürd “muhacir”lerinin çokluğu hayret verici ve dikkate şayandır. Zira bu muhacirlerin büyük bir kısmı kayıtsız, nam ve nişansız olarak sahralarda, dağlarda ve derelerde perişan bir halde dolaşmakta ve yalnız bu kısmın sayısı elbette altı yüz bini geçmektedir.[3] Yine Kurdistan dergisinin aynı sayısında, dergi adına yapılan açıklamada, hükümetin Ziya Gökalp ve Süleyman Nazif’in saptırıcı ve yanıltıcı içtihatlarına dayanarak belirtikleri rakamın çok üstünde mülteci Kürdlerin olduğunu belirtir. “Hükümet defterinde kayıtlı olarak yarım milyonu geçmiş ve askerlik telaşından ve Türkleştirmek ameliyesinin şerrinden, resmi dili bilmemesinden ve izzet-i nefis ve milli şereften dolayı resmen hükümete müracaat ve muhacirler defterlerinde kayıtlı olmayan, Ziya Gökalp ve Süleyman Nafiz Beylerin değersiz içtihatlarına binaen Kürd unsurundan sayılmamış olan Kürd muhacirlerine -ki toplamı bir milyonu behemhal geçmiştir- yarım milyon liranın tahsisi ve mezkur meblağla refah ve saadetlerin temini hayret verici bir şairane hayal ve şaşkınlık veren bir sanatsal ameliyesidir.”[4] Benzer bir tespit de derginin yazarlarından Berzencizade Abdulvaid tarafında yapılmış. “Umumi Savaş süresince geçen dört sene zarfında açlıktan ölen Kürdün nüfusu, her kalp sahibini yaralayacak müthiş bir yekûn teşkil eder. Bir milyon nüfusu da Türkleştirmek üzere Anadolu’nun içlerine kadar daimî tehcire (kalıcı göçe) mahkûm edilmişken bugün harabe olan vatanına ulaşabilecek pek az kişi kalmıştır.[5]

Serbestî gazetesinde “Kürd muhacirleri” başlığıyla yayımlanan bir haberde, “Tekrar bu meseleyi kurcalamak veya bu yaranın üstüne neşter vurmak mecburiyetindeyiz. Bu hafta zarfında, oralardan gelen resmi bir memur, bize Kürdlerin maruz kaldıkları ve şu anda kalmakta oldukları du­rumlarını acıklı bir dille anlattı. Açlık ve sefaletten her gün binlerce Kürd-Türk ölmekte”[6] dir. “Konya’dan Zeki imzasıyla aldığımız bir mektupta, o bölge­de bulunan 6000 Kürdün pek sefil bir halde bulunduğu kemali suretle anlatılmaktadır. Sefalet yüzünden Kürd ailelerinin pek merhamet ve yardıma muhtaç bir hale geldikleri ilave olunu­yor.”[7]

Serbestî gazetesinin yazarı ve editör yardımcısı olan Celadet Bedirhan, İttihat ve Terakki’nin tehcir politikasını “cinayet siyaseti” olarak değerlendirerek, Kürd muhacirlerin de tıpkı Ermeniler gibi zülüm ve baskıya maruz kaldığını fakat Ermeni ve Rum muhacirlerinin hükümet tarafından mazhar oldukları yardım ve destekten dahi mahrum bırakıldığını söyler. “Kürdistan’dan (Kuzey Kürdistan) göç ettirilip Musul çöllerine bir avuç kum gibi serpilip binlerce Kürdün açlıktan, sefaletten nasılsa hayatını kurtararak Musul şehrine ilticaya muvaffak olanların, Musul caddelerinin kaldırımlarına ağlayarak ve inleyerek uzanmış kısık ve öz bir seda ile “Ez bextê Xudayî serî çiçîyê” (Allah için olsun azıcık merhamet.) diye inliye inliye terk-i hayat ettikleri bütün Musul ahalisinin ve altıncı ordu zabıtasının malumudur.

Hatta bu hususta günlük Musul sokaklarından yüzlerce cenazenin arabalarla toplandığını, Musul belediyesinin kayıtlarına müracaatla da ispat ve izhar eylemek mümkündür.

Şark vilayetlerinin her tarafından zulüm ve baskıya duçar olan Kürtlerden en feci ve en kanlı darbelere maruz kalanlar arasında Dersim ve havalisini de zikredebiliriz.

Hatta Dersim’de günahsız olarak öldürülen ve idam olunan yüzlerce masumun şehadet olayını, ev ve yurtlarından kovulan binlerce felaketzedenin sefalet maceralarını açıklayan müspet belgeler, nezdimizde mahfuzdur.” [8]

Dersim bölgesi Kürd muhacirlerinin yalnızca bir kafilesinin yaşadıklarının tanığı olan Sabri Süleyman olayı şöyle aktarıyor: “Pertek şosesinde bir sürü insanın ikişer ikişer dizilip yürüdüklerini gördüm, fakat meseleyi daha iyi anlamak için yaklaştım. 50-80 yaşları arasında ihtiyar erkek ve kadınlar ile 3-5 yaşları arasında genç çocuklardan ibaret büyük bir kafile mezraya doğru sevkediliyordu. Bunlar; Hezan, Demşan, Heyderan, Kureyşan ve Kırmanç gibi muhtelif Dersim aşiretlerine mensup idiler.

Tehcirlerinin sebebini sordum; hiçbir kabahati olmayan bu mazlum ve biçarelerin jandarmaların kahrına maruz ve askeri kadroları bunların evlatlarıyla doldurulduğu Kafkas savaşında tarihimizin kaydetmediği yararlıklar gösterdikleri ve felaketlere katlandıkları halde, böylece tehcir ve öldürülmeye maruz kalıyorlardı.

Masum, her şeyden mahrum, kendi köyünden ve koyunundan başka bir şey düşünmeyen zavallı halk, muhasara edilerek ta ilk çağları hatırlatacak derecede mezalime düçar oldular. Gençleri de prangalara vurularak Kafkas cephesinin ilk ateş hattına bir daha dönmemek şartlarıyla gönderildi. Bunların şu hali sefaletleri haftalarca devam etti ve çoğu öldü. O zaman celladın biri “Beni iki gün Çabakçur (Bingöl) boğazına göndermiş olsalardı Dersimi kökünden budardım.” dediği herkesçe malumdur.

Hakikaten Munzur, Peri, Palu suları ihtiyar erkek ve kadın ile genç çocuklardan ibaret cesetlerle doldu. Geride kalanlar ise haftalarca aç, biilaç olarak bir takım canavar tabiatlı jandarma erlerine teslim edilerek yollarda izan ve insafa sığmaz zulüm ve hakaretlere uğradılar. Genç kızların iffet ve namuslarına tasallut edildikten sonra vahşice öldürüldüler. Mazlum ve masum kafileye Harput’ta hafif bir mola verilmişti. Türkçe bilmez, mezalimin her türlü zahmetine katlanmış bu zavallıların susuzluktan ciğeri yanıyor. Açlıktan yokluğa mahkûm oluyordular. Kendi dilleriyle gelip geçenden ekmek, su isterken zalim jandarmaların işkencelerine uğramaktan başka bir şey elde edemiyorlardı.

O acıklı manzara karşısında bulunan merhamet sahipleri yardım elini uzatmak isterken yine o zalimlerin tehdidiyle bir şey verilemiyordu. Daha sonra tehcir edilenler Diyarbekir tarafına sevk edilseler de gerek açlıktan ve gerekse sayısız baskılardan her gün sayıları azalmaktaydı. Nihayet tümü ölüme mahkûm oldular.”[9]

İşte bu suretle Ermeniler gibi -fakat savunmasız- zulüm ve baskıya maruz kalan Kürd muhacirleri, heyhat ki halen dahi Ermeni ve Rum muhacirlerinin hükümet tarafından mazhar oldukları yardım ve destekten mahrum oluyorlar. …

Yukarıda tehcirini yazdığımız mazlum halk, şu anda sürgünlerde açlıktan ölüyor ve bu ölüm hala alaycı bir gülümsemeyle karşılanıyor.[10]

Biçare bir sürü masumun halen Konya, Adana, Eskişe­hir’de, ötede, beride, köşede bucakta; ah ve iniltilerini işiti­yoruz. Bunların dertlerine deva şöyle dursun yaralarına tuz olmaktadır. Ah ve iniltileri yetmez bir de feryat ile ağlaşmala­rını musiki dinler gibi dinletilmek isteniyor.

Acaba!… Şu biçareler; Enverlerin, Talatların ceplerini dolduran şu paralar­dan düşkünlere yardımda bulunmak caiz değil midir?

Yalnız gizli ödenek bunları ihya ederdi (kalkındırırdı). Tu­rancı fikrinin istila ettiği bir zamanda bunları söyleyemezdik zira; maksatlarının neden ibaret olduğu İskanı Muhacirin Ni­zamnamesi’nde gün gibi aşikardı. Bunlar anasırı Osmaniye (Osmanlı tebaasından olanlara) düşman, bir kısmı muvakkat (geçici) tehcir, Kürdleri de ebedi tehcir ile imhadan çekini­yorlardı.

Kürd muhacirlerinin çeteciler zamanındaki telefatıyla bu günkü telefatı (telef olması) arasında pek cüzi bir fark var­dır. Bildiklerimize nazaran birtakım yerlerde şimdiki telefat evvelkinden daha çoktur. Evvelce hiç olmazsa bir yevmiye veriyorlardı. Bugün onlarda kesilmiştir. Emin olunuz ki şu fakir ve zavallı Kürd beyiniz zatlar, evvelce büyük servetler, çiftlikler sahibi idiler. Şu medrese köşelerinde iskân edilenler evvelce köşklerde, şu muhtaç anladığımız kafile yüzlerce hat­ta binlerce misafiri mihmanperverlikle memnun etmiştir.”[11]

https://www.rudaw.net/turkish/opinion/31032024

[1] Mîrzayê Cizîrî, Birinci Dünya Savaşı ve Kürd Muhacirleri, Kurdistan, Sayı: 14, 23 Eylül 1335 ((1919)

[2] Kamuran Bedirhan, Kürdler ve Kurdistan, Serbestî, no: 477, 26 Nisan 1919

[3] Kurdistan, Sayı: 8, 29 Mayıs 1335 (29 Mayıs 1919)

[4] Kurdistan, sayı: 8, 29 Mayıs 1335 (29 Mayıs 1919

[5] Berzencizade Abdulvahid, İnsaf, Kurdistan, no: 7, 8 Mayıs 1335 (8 Mayıs 1919

[6] Kürd Muhacirleri, Serbestî, no: 486, 5 Mayıs 1919

[7] Kürd muhacirleri, Serbestî, no: 480, 29 Nisan 1919

[8] Celadet Âlî Bedirhan, Kürdler ve İttihat Siyaseti, Serbestî, no: 209, 22 Şubat 1919

[9] Sabri Süleyman, Tarihten Bir sayfa, Kurdistan, sayı-53 Nisan1335/ 3 Nisan 1919

[10] Celadet Âlî Bedirhan, Kürdler ve İttihat Siyaseti, Serbestî, no: 209, 22 Şubat 1919

[11] Hekkarili Abdurrahim Rahmi, Kürdler ve Kürdistan: İnsaniyet diye bağıranlara, Serbestî, sayı: 483, 2 Mayıs 1919