Bugün dünyada ve bölgemizde yaşanan toplumsal-siyasal gelişmeler ve bu bağlamada genel olarak şekillenmekte olan siyasal ve askeri saflaşmalar, dünyayı ve bölgemizi her zamandakinden daha çok yeni bir büyük dünya savaşı eşiğine doğru sürüklediği apaçıktır. “Günümüz dünyası, iç içe geçmiş birçok krizi birlikte yaşamaktadır; çalkantılı, kaotik ve çatışmalı bir sürecin içinde yaşamakta ve bu yaşananları daha da derinleştiren, ağırlaştıran bir sürece doğru ilerlemektedir. Böyle çatışmalı, kaotik ve geçiş dönemlerinde, baskı altında olan uluslar, etnik gruplar tam bir imha ve soykırım tehlikesiyle de karşı karşıya kalabilirler.” Dünyadaki bu kaotik ve çatışmalı sürecin ortaya çıkarabileceği beklenmedik yeni gelişmeler, Ortadoğu’nun mevcut statüsünü kökten sarsacak bir yöne gidebilir. Bu yönüyle birçok tecrübe ve derslerle dolu Birinci Dünya Savaşı’nda, Kürdistan’da yaşananları hatırlatmakta fayda vardır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Kürdistan, sınırları kesin olmamakla birlikte genel itibarıyla Osmanlı ve İran imparatorluğu arasında ikiye bölünmüştü.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), İttifak ve İtilaf güçleri olarak saflaşan dönemin büyük Emperyal güçleri ve bunların etrafında yer alan bölgesel-yerel güçler arasında Dünya’nın yeniden bölüşümü amacıyla gerçekleşmişti. I. Dünya Savaşı ya da o zamanın deyimiyle Umumi Savaş başlamadan önce, Afrika ve Balkanlar’daki birçok gayrimüslim halklar Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsızlığını elde etmişti. İmparatorluğun kan kaybını durdurmak ve hiç olmazsa kaybedilen toprakların bir kısmını geri alabilmek hayali ve Almanların taahhüt ettiği borç paraları bir an önce alabilmek için, İttihat ve Terakki’nin bir ve iki numaralı liderleri olan Talat ve Enver Paşaların 2 Ağustos 1914’te Almanya’yla yaptığı gizli anlaşmayla Osmanlı devleti resmen savaşa dahil olur ve yaklaşık üç ay sonra yani kasım ayı başında da üçlü ittifakın (Almanya, Avusturya -Macaristan ve İtalya) yanında fiilen savaşa katılmış olur. Karşı blokta da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan üçlü İtilaf devletleri vardı.

İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu, İttifak güçleri olarak adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan yanında savaşa katılarak tarafını fiilen belirlemiş oldu. Osmanlı devleti savaşa katılma kararı alırken, Enver, Alman sefiri Wankenhaim’in vaatlerine dayanarak savaş sonunda elde edecekleri kazanımları şöyle dile getirmişti: “Alman ordusu çelikten yapılmış bir kaledir. Binaenaleyh Rusya Kafkas cephesinde büyük ve mühim bir kuvvet ayırıp, bize karşı sevk edemez. Ancak savunma durumunda kalmaya mecburdur. İngiltere’nin Mısır’ı muhafaza edemeyeceği pek tabiidir! Mısır’ı ve Kafkasya’yı kurtarmamıza hatta İran’ı istila etmemize Almanya olur vermektedir. Mısır’a, Kafkasya’ya ve İran’a geziye çıkmış bir asker rahatlığı içinde girme imkânı doğmuştur! Bu suretle de Turan Yolu’nu açacağımıza, Türk birliğini temin eyleyeceğimize şüphem kalmamıştır.”[1]

Bu hayallerle savaşa dahil olan İttihat ve Terakki yönetimi, dört yıllık savaş sürecinden sonra müttefikleriyle birlikte kaybetti. Bu çerçevede, savaş sürecinde özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarının bölüşülmesi için Britanya, Fransa ve Rusya gibi büyük güçler arasında açık gizli çeşitli anlaşmalar yapılmıştı. Bu anlaşmalardan en önemlisi ve birinci derecede Kürdleri ve Kürdistan’ı ilgilendireni de Sykes-Picot anlaşmasıydı.

Sykes-Picot anlaşması İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanmıştı. Bu anlaşma gereğince; Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan Irak-ı Arab ve Güney Kürdistan dahil olmak üzere Arabistan’ın önemli bir bölümü Britanya’nın nüfus etki alanında olacaktı, Suriye, Beyrut ve Klikya da içinde olmak üzere Doğu Akdeniz bölgesi Fransa’nın nüfus alanı olacaktı. “Van’ın Güneyi ve Bitlis’i kapsayan Kürdistan bölgesi Rusya’ya dahil edilecekti.”[2]

Rusya, 17 Ekim 1917’de gerçekleşen Bolşevik devrimi sonucunda Çar yönetiminin imzaladığı birçok gizli anlaşmayı açıkladı. Bolşevik Devrimi’nin gerçekleşmesiyle birlikte, yeni yönetim, Rus Çarı II. Nikolay’ın imzalamış olduğu birçok gizli anlaşma gibi, Sykes-Picot anlaşmasını da teşhir ederek anlaşmadan çekildiler. Sykes-Picot antlaşmasına göre Kürdistan, paylaşımı söz konusu olan coğrafyanın içinde ve de merkezinde bulunmakta idi. Kürdistan coğrafyası; Türkiye, İran ve Rusya hudutları üzerinde bulunuyor ve savaşın merkez alanı durumunda olduğu için, birinci paylaşım savaşında en çok zarar gören milletlerden biri de Kürdlerdi. Burada I. Dünya Savaşı ya da diğer bir deyimle Birinci Paylaşım Savaşı’nın gelişim süreci, genel olarak Dünyada ve özel olarak ta içinde yer aldığımız Ortadoğu coğrafyasındaki etkileri ve meydana çıkarttığı yeni durumla ilgili fazla ayrıntılara girmeden genel olarak Kürdlerin ve Kürdistan’ın savaş sürecinde ve savaşın meydana çıkarttığı sonuçlardan nasıl etkilendiklerine dair kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Birinci Dünya Savaşı arifesinde, Bitlis’te “İrşad Hareketi” desteğiyle ve Mele Selim’in öncülüğünde meydana gelen Kürd hareketi, İttihat ve Terakki yönetimini oldukça tedirgin etmişti. Bu olayla birlikte, başlamak üzere olan Savaş gerekçe gösterilerek merkezi İstanbul’da bulunan ve Kürdistan’daki şubeleriyle faaliyet gösteren Kürd cemiyetleri, yayınları seferberlik ilanı gerekçesiyle kapatılarak örgütsüz, siyasetsiz ve tavırsız bir durumda bırakılan Kürdler, dört yıllık savaş süresini maddi, manevi ve büyük insan kaynakları kaybıyla geçirdiler. Savaş sonucunda, diyebiliriz ki Kürdler hariç büyük çoğunluğu Müslüman halklardan olmak üzere, hali hazırda Osmanlı sınırları içerisinde kalan diğer etnik toplulukların birçoğu ayrılıp kendi milli (ulusal) devletini kurdular.

(Devam edecek.)

https://www.rudaw.net/turkish/opinion/25022024

[1] Mevlanzade Rıfat, Türkiye İnkılabının İçyüzü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2000, s. 23

[2] Vladimir F. Minorsky, Musul Sorunu, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 28