Irak Federal Mahkemesi’nin 21 Şubat 2024’teki kararlarının amacı, Güney Kürdistan Federe Yönetiminin kısmi egemenlik yetkisini kısıtlamaktır. Irak devletinin asil niyet ve amacı, sadece kısmı egemenlik yetkisini kısıtlamak değil, gücü yetiğinde Kürdistan’ın federe statüsünü tamamen ortadan kaldırmaktır. Kısmi bir egemenlik yetkisine sahip Güney Kürdistan Federe Yönetimi,  Kürdistan’daki farklı kültürel kimliklerin meşru haklarını tanıyarak, kadın hakları ve insan hakları konusunda Federal Irak devletinin tüm engellemelerine karşın küçümsenmeyecek düzeyde adımlar atarak Kürdistan coğrafyasını aralarında paylaşan ezen-ulus devletlerden farkını ortaya koyabilmiştir. Böylece Kürdler, farklı kültürel kimliklerin meşru haklarını, kadınların ve geniş anlamda insan haklarını tanıyan ve uygulayabilen bir devleti oluşturabileceklerini ortaya koymuştur. Evet, Kürdler, bir ezilen-ulus olarak, Türk, Fars, Arap, vb. gibi devlet sahibi olma hakkına sahiptir.

Irak Federal Mahkemesinin Kürdistan bölgesi hakkındaki son kararlarına bakmadan önce, İçinden geçtiğimiz süreçte dünyadaki ve Ortadoğu’daki ana gelişmelere kısaca bakalım. Dünya bugün hem siyasi hem de ekonomik krizi birlikte yaşıyor ve ciddi sıkıntılarla yüzleşmektedir. Özellikle Covid salgını ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile bu sıkıntılı dönem çok daha şiddetli bir sürece girmiştir. Dünya, başını ABD ve Çin’in çektiği iki kutuplu dünyaya dönüşme evresine girmesi ile birlikte gerilimli bir döneme girmiştir ve bu kutupların küresel hegemonik mücadelelerinden ötürü, söz konusu gerilim her geçen gün daha da keskinleşmekte ve kaotik bir hal almaktadır. İçinden geçtiğimiz bu kaotik süreçte, BM’nin “ülkenin bütünlüğü ilkesi” Rusya’nın 2014 yılından beri Ukrayna’da izlediği ve uyguladığı  politikalardan dolayı ortadan kaldırılmış ve iflas etmiştir. Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunda 2014’teki şiddetli çatışmaların ardından kurulan Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını 21 Şubat 2022de tek taraflı’ tanıyarak BM’nin söz konusu ilkesini hiçe saymıştı. Yine, 30. 9. 2022 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rus ordusunun Ukrayna’da işgal ettiği Herson ve Zaporijya bölgelerin bağımsızlığını tanıyan kararnameleri imzaladı. Ardında da Kırım  “bağımsız halk cumhuriyeti” Rusya tarafından ilhak edildi. Böylece BM’nin “ülkenin bütünlüğü ilkesi”, BM’nin kurucularından ve veto hakkına sahip üyesi olan Rusya tarafından ortadan kaldırmıştır. Bu gelişmeler BM’nin ”ülkenin bütünlüğü ilkesi” ve Batı dünyasının pozitivist siyasetinin “İstikrar siyasetini” geçersiz ve anlamsız kılmıştır. Dolayısıyla Kürdistan siyasi özneleri ve aktörleri ulusal-demokratik politikalar geliştirirken bu global gelişmeleri  dikkatle izlemek ve üzerinde düşünmek zorundadırlar.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgale kalkışması ve 2014’ten beri izlediği politikalar Batı dünyasının pozitivist siyasal gelişme paradigmasının iflasını ve uygulanabilir bir politika olamayacağını açıkça göstermiştir, bu ‘istikrar ve düzen’ politikasının başarısızlığını deşifre etmiştir. İflas eden bu paradigmanın yerine Bati yeniden ulus-devlet modeline, daha doğrusu ezilen ulusların devletleşmesine yönelik bir siyasi modele yönelebilir. Neden yönelmesin ki?  Söz konusu olan alternatif ulus-devlet modeli yakın tarihte Balkanlar’da başarılı bir biçimde uygulanmıştır. ABD ve Avrupa Birliği, Balkanlar’daki baskı altında olan ulusların (ezilen-ulusların) sorununu, bir egemenlik sorunu olarak ele alıp bu doğrultuda çözmeye yönelmişlerdir. Böylece Balkanlar’da 19’uncu yüzyıldan beri devam eden çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık sonlandırılmış ve siyasi istikrar sağlanabilmiştir. Zaten içinde yaşadığımız modern dünyada nerede olursa olsun ezilen-ulusların sorunu; bir egemenlik sorunudur.  Çünkü ezilen-ulus sorunu, kültürel ve demokratik sorundan ziyade, bir egemenlik sorunudur. Bu nedenle içinden geçtiğimiz süreçte, Balkanlarda uygulanan modelin benzerinin Ortadoğu’da da uygulanması mümkündür.

7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’yla başlayan İsrail-Filistin Savaşı’nın tüm Ortadoğu’ya yayılma ihtimali bulunmaktadır ve bu yönde işaretler de mevcuttur. Çünkü İsrail-Filistin Savaşı, farklı bir biçimde Irak, Suriye, Lübnan ve Kızıldeniz ‘de de yaşanmaktadır.  Artık Ortadoğu, Birinci Dünya Savaşı sonucunda oluşturulan yapay siyasi yapılanmalarla ve yapay sınır çizgileriyle kendini sürdürememektedir. Çünkü küresel güçler Güneybatı Asya tanımıyla kavramlaştırdıkları alanda hegemonya mücadelesine girmişlerdir. Güneybatı Asya olarak tanımlanan yer Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya, Uzakdoğu, Pasifik’i içine alır. Hegemonya mücadelesinin kızıştığı Güneybatı Asya’nın stratejik noktası Ortadoğu coğrafyasıdır. Ortadoğu, Asya ile Afrika, Asya ile Avrupa, Akdeniz ile Hint Okyanusunun bağlantı alanıdır. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Akdeniz ve Kafkasya’yı birbirine bağlayan yolun geçtiği alandır. Ortadoğu’da hegemonyasını kuramayan bir küresel gücün Güneybatı Asya’da kendi denetimini kurması mümkün değildir. Ne var ki Ortadoğu Birinci Dünya Savaşından buyana çelişki ve çatışmaların yoğun olduğu bir bölge olmuştur her zaman. Birinci Dünya Savaşının galipleri ve onların yönlendirmesindeki uluslararası örgütü olan Cemiyeti Akvam tarafından kurulan yapay devletlerin (Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Katar, Kuveyt vb.) ve belirlenen yapay sınır çizgilerinin her an değişebilirliği, toplumsal patlamaların potansiyeli ile yüklü olarak orta yerde duruyor. Küresel güçlerin Ortadoğu’daki hegemonya savaşının akıbeti, Güneybatı Asya’daki hegemonya savaşının kaderini de belirleyecektir. Ortadoğu’nun başlıca stratejik noktasını Kürdistan ve Irak oluşturmaktadır. Kürdistan ve Irak’ın üzerinde denetimini kurabilen herhangi bir küresel güç, Ortadoğu’da hegemonyasını rahatlıkla kurabilir. Güneybatı Asya’da hegemonyanın yolu Ortadoğu’dan ve Ortadoğu’daki hegemonyanın yolu da Kürdistan ve Irak’tan geçer. Demek ki, Ortadoğu üzerindeki hegemonya mücadelesi, sadece bölgenin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve Ortadoğu’nun Batı Dünyasının kapitalist ilişkilerine açılmasını ve entegrasyonunu sağlamak olarak değil,  ayni zamanda bölgenin Güneybatı Asya’nın stratejik noktası olmasından da kaynaklanmaktadır.

 Evet, küresel güçler bir kez daha dünyayı kendi sermayelerinin ihtiyaçlarına göre yeniden paylaşma mücadelesine girmişlerdir. Bu paylaşım kavgasının en karmaşık ve çetin yaşandığı alan, Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasıdır. Günümüzde İsrail-Filistin savaşından ötürü Ortadoğu’nun büyük bir kesimi ve Güney Kürdistan çatışma ortamı içindedir. Büyük bir ihtimale ve ilerleyen süreç içinde Gazze’nin akıbeti, Dağlık Karabağ’a benzer olacaktır. Eylül 2023’te Dağlık Karabağ (Ermenistan)  ile Azerbaycan arasında yapılan savaş sonucunda, Dağlık Karabağ Cumhuriyet’in özerk statüsü ortadan kaldırılmış ve Dağlık Karabağ Ermenilerinin büyük çoğunluğu da tehcire tabi tutularak Azerbaycan’a bağlanmıştır. Gazze’yi Dağlık Karabağ’dan farklı kılan yanı,  Batı Dünyasını karşısına alabilecek ve çatışacak kadar bölgesel düzeyde bazı güçlerin kararlı desteğine sahip olmasıdır. Bu güçler de başta İran olmak üzere Ensarullah (Husiler) grubu, Lübnan Hizbullah grubu ve Irak Şii iktidarıdır (günümüzde Irak Federal devletinde iktidar olan güç, Haşdi Şabi güçleri olduğundan ötürü, Haşdi Şabi yerine Irak Şii İktidarı kavramını tercih ettik). Bu destek ve İsrail’in Gazze’yi işgal etme politikası sürdükçe İsrail-Filistin kavgası sürecek ve insan hakları ihlalleri artarak devem edecektir. Yaşanan insan hakları ihlalleri, Batı Dünyası kamuoyunda büyük hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Onun için, ABD önderliğindeki Batı Dünyası ya İran’la doğrudan çatışmaya ya da İsrail’in Gazze’yi işgalini sonlandırılmasını sağlaması veya Gazze karşılığında bazı tavizler vererek uzlaşmayı tercih edebilirler. Bu tercihi belirleyecek olan motivasyon; değerler değil, çıkarlar olacaktır. Bu perspektiften söz konusu tercihleri tetkik edelim. Günümüzde Rusya-Ukrayna savaşının yanısıra Uzakdoğu’da Çin ile Tayvan arasında gerilim oldukça keskinleşmiş ve her an bir çatışmaya dönüşebilir durumdadır.  Ayrıca Çin ve Rusya Ortadoğu’daki Amerikan liderliğindeki Batı dünyasına karşı mücadele eden İran önderliğindeki cenahı desteklemektedir. Görünürdeki verilere bakılırsa İsrail’in Gazze’yi işgal etmekten vazgeçmesi zayıf bir ihtimaldir. Bu durumda, üçüncü şık daha çok ihtimal dâhilindedir. O zaman İran önderliğindeki cenah hangi şartlarda Amerika ile uzlaşabilir sorusu gündeme gelir. Bu metine göre, başta İran ve Irak Şii yönetimi olmak üzere Lübnan Hizbullah grubu ve Ensarullah (Husiler) grubu,  yalnızca Güney Kurdistan Bölgesel Hükümet’inin (KBH) siyasi statüsünü bir kültürel statüye dönüştürmede uzlaşmaya yanaşabilirler. Başka bir deyişle Kürdistan’ın federe yönetim statüsünün kültürel özerklik statüsüne indirgenmesinde uzlaşmaya yanaşabilirler.  Böylece hem İran, Irak ve Suriye’de Kürd ulusal hareketinin güçsüzleşeceğini hem de Şii Hilalî’nın gerçekleşmesinin yolu açılabilir.

Peki ama Amerika ve Batı Dünyası, böyle gayriinsani kirli bir anlaşma yapar mı? Sorusu gündeme gelebilir. Bugün büyük bir çoğunlukla ulus-devletlerin politikası değerlere dayalı değil, çıkarlara dayalıdır. Onun için İran ve Amerika nın,  gayriinsani ve kirli siyaset üzerinde uzlaşmaları pekâlâ mümkündür. Tarihte, özellikle de Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında özellikle otoriter ve totaliter devletler tarafından, asimilasyon, kitlesel tehcirler, kıyımlar, soykırımlar gibi gayriinsanî ve kirli siyasetler benimsenmiş ve uygulanmıştır. Aynı şekilde birçok devlet, kendi aralarında gayriinsani ve kirli siyasetler üzerinde anlaşma yapmışlardır. Onun içindir ki, İran ile ABD arasında kirli bir anlaşmanın olması sürpriz olmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı, Irak Federal mahkemesinin aldığı son kararları bu perspektifte okumak gerekir. İran’la eşgüdümlü hareket eden Irak Şii yönetimi ve onun kontrol ettiği Irak federal mahkemesinin 21 Şubat 2024’de Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBH) ile ilgili kararları, bu uzlaşının ilk adımları olarak okunabilir. Çünkü bu kararlar ile: 1) Kürdistan federe parlamentosunun özerk yasa yapma yetkisini ortadan kaldırmıştır. 2) Kürdistan federe mahkemelerinin bağımsız karar alma yetkisini ortadan kaldırmıştır. 3) Kürdistan federe yönetiminin yerüstü ve yeraltı zenginlik kaynakları üzerinde tasarruf hakkını kullanma yetkisini ortadan kaldırmıştır. 4) Kürdistan federe yönetiminde olan coğrafyanın güvenliğini sağlayan güvenlik güçlerinin güçsüzleştirilmesine katkı yapmaktadır. Yani meşru şiddet tekelini güçsüzleştirmeyi hedeflemiştir.  Bununla birlikte,  ulusal-azınlık siyasi gruplarının (YNK, PKK ve uzantıları) dışında kalan ve başta Güneyli ulusal güçler olmak üzere tüm Kürdistan siyasi özneleri ve aktörleri bu ve benzeri olumsuz gelişmelere karşı direnişlerini sürdürecek ulusal iradeye sahiptirler. Yine bu direniş, İran önderliğindeki cenahın Güney Kürdistan’a yönelik tüm girişimlerini boşa çıkaracak iradeye ve tecrübeye de sahiptirlerEn büyük tecrübede,  dünyanın paylaşım savaşları döneminde siyasi yapıların hedeflerini gerçekleştirmesinin başat koşulu, bozguncu gücüdür. Bununla beraber Kürdistan siyasi özneleri ve aktörleri, dünyada, bölgede ve Kürdistan’daki gelişmeleri göz önüne alarak, ulusal siyasetin mahiyetini yeniden değerlendirmelidirler ve bu değerlendirmenin hedefi de, ulusal siyaset ile ulusal-azınlık siyaseti arasındaki ayrım çizgilerinin çekilmesi olmalıdır. Ancak bu koşulda siyasi öznelerin ve aktörlerin,  hem kendi aralarında hem de Kürdistanlılarla ulusal-demokratik programın zemininde ortaklaşması pekişir. Ancak bu siyasi koşulda, Kürd ulusal kurtuluş hareketi, katlanarak güçleşir ve hedefine ulaşabilir.

Ayrıca ve özellikle Irak federal Mahkemesi’nin kararları konusunda şu tespitin belirtilmesi gerekir. Irak Federal Mahkemesi’nin, mevcut koşullarda, Amerika’ya rağmen, Kürdistan Federe Yönetiminin kısmi egemenlik yetkisini kısıtlamaya yönelik kararlar alması ve Irak yönetimi tarafından uygulamaya geçirmesi mümkün değildir. Onun için, Kürdistan-siyasi özneleri ve aktörleri söz konusu uzlaşmanın bir ihtimalden ziyade olabileceğini öngörerek, kendini geleceğin zor ve çetin koşullarına hazırlamalıdır. Bu hazırlanma da ulusal-demokratik program üzerinden örgütlenmekten geçer. Ortadoğu’da Kürdler ve diğer baskı altında olan uluslar, ulusal-demokratik hakları için direnişlerini sürdüreceklerdir. Onun için, bu hegemonya savaşında hangi hegemon güç üste çıkarsa çıksın ezilen-ulusların sorunu çözülmedikçe Ortadoğu’ya siyasi istikrar gelmeyecektir. Ortadoğu’da siyasi istikrara en çok ihtiyacı olan küresel güç Avrupa Birliği’dir. Ortadoğu’da siyasi istikrar, ancak Balkanlar’a uygulanan modelin benzerini yaşama geçirmekle sağlanabilir.

Ortadoğu’da artan ve derinleşen savaşlar ve krizler dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi krizlerin ve hegemonya mücadelesinin önemli bir parçasıdır. Bu kriz ve savaşlar Kürdler gibi ezilen uluslara kendi coğrafyalarında kendi egemenliklerini kurma ve gerçekleştirme fırsatı sunmaktadır. Ancak bu fırsat ezilen- ulusların ulusal-demokratik programını ve direnişini amaçlı siyaset üzerinde örgütlemekle gerçekleşebilir.

       23.02.2024/Amed