Giriş Yerine Önsöz

Elinizdeki bu çalışmada, 20. yüzyılın başlarından itibaren gecikmeli olarak Kürdlerde gelişen milliyetçi düşüncelerin etkisiyle, ortaya çıkan basın-yayın faaliyetleri aracılığıyla hızlanan Kürd dili çalışmaları çerçevesinde, Kürdçeyi modern bir yazım, eğitim ve öğretim diline dönüştürmek üzere “Kürd dilinin standartlaştırması”[1] çalışmaları başlamış. Bu çerçevede Kürdçe alfabe, lûgat (kamus, sözlük) ve gramer (dilbilgisi) hazırlamak için dönemin Kürd basın-yayın organları aracılığıyla ve farklı kesimlerin katılımıyla yeni bir tartışma süreci başlatılmıştır. Mehmed Mihri Hilav’ın deyimiyle bu çalışmalarda maksat; Kürd dilinin düzeltilmesi, birliği ve ayıklanmasıdır.

Günümüzden bir asır öncesinde Kürd dili ve diyalektlerine (lehçelerine) dair yapılan bu çok değerli çalışmaları ve belgeleri, yaklaşık yüz yıl sonra yeniden düzenleyip değerlendirmek, ilgili akademik kesimler ve kamuoyuyla paylaşarak devam ettirmek, bugün de sürmekte olan Kürd dili çalışmalarına ve “Kürdçe anadille eğitim hakkı” tartışmalarına bir katkı sunabilirse amacına ulaşmış olur. İnsanlık için diller ve dilin eğitimi, insanın eğitimi ve gelişimi için yerine getirilmesi gereken temel insan hakkıdır ve bunun gerçekleştirilmesi onurlu bir vazifedir. Bu çalışmada, “Kürdçe” ya da “Kürd dili” kavramları, Kürdçenin bütün lehçelerini kapsayan bir üst şemsiye olarak kürdî dil grubu için kullanılmıştır.

Günümüz dünyasında yaşayan birçok dil gibi, Kürdçenin de farklı lehçelerden oluşması nedeniyle kısaca dil ve diyalekt (lehçe) ilişkisine değinmekte fayda vardır. Dil ve diyalektoloji alanındaki çalışmalara baktığımızda, bu tür çalışmaların 19. yüzyılın başlarından itibaren gittikçe arttığını görmekteyiz. Özellikle de basın yayın faaliyetlerinin yaygınlaşması, imparatorluk, krallık ve hanlık gibi sistemlerin yıkılması, siyasi merkezileşmenin yaygınlaşması ve modern ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte, ulus devlete sahip olmayan bütün kültürel gruplar ya da ulusal dil toplulukları arasında kesintisiz iletişim ve ilişki sağlayabilecek, eğitim-öğretimin yapılabileceği bir ulusal dile olan ihtiyaç, dilin standartlaştırılması gerekliliğini doğurmuştur. Bu sürecin gelişmesi ve yaygınlaşması, lengüistik (dilbilim) alanında da yeni yaklaşımlar ve yeni kavramlar ortaya çıkarmıştır. Yazı dili, resmi dil, devlet dili, merkezi dil, eğitim dili, ortak dil, ana dili, bilim dili, egemen dil, ekkaliyat (azınlık) dili, lehçe, şive vb. gibi kavramlarla hayat bulan bir tartışma süreci başlamış. Burada elbette ki bütün bu kavramları ve farklı dil ekollerinin bakışlarını tartışmayacağız ancak çok kısa da olsa konunun anlaşılmasını kolaylaştıracak bazı kavramlara değinmek gerekir.

Pozitivistlerin ileri sürdüğü gibi dil, sadece konuşma edimlerinin bir toplamı değildir. Hakeza rasyonalistlerin söylediği gibi, dil insan aklının farklı nedenlerle bulmuş olduğu bir şey de değildir. Dil, sadece konuşma ve bir ilişki-iletişim vasıtası da değildir. İnsanoğlunun bir topluluk halinde yaşamaya başlayıp kendisine, çevresindeki nesnelere, diğer varlıklara, yaptıkları iş ve hareketlere bir anlam ve isim vermeye (sembolleştirmeye) başladığı andan bugüne kadar, tarihsel varoluşumuzun ve biçimlenişimizin yol göstericisi olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde ortak bir dille anlaşan bir topluluğun ortaya çıkması, kültürün ve kültürel birikimin oluşmasını sağlamıştır. Bu bağlamda dillerin tarihsel gelişim aşamaları tanınmadan ve bilinmeden, insanlık tarihi veya diğer bir deyişle yeryüzündeki farklı topluluk ve kavimlerin kültürel tarihi tam olarak aydınlığa kavuşturulamaz ve bilinemez.

Evrendeki bütün varlıkların anlamlandırılması ve diğer insanlar tarafından anlaşılması, dil aracılığıyla mümkün olabilir. Dil, topluluk halinde yaşamın ve toplumsal ilişkilerin gelişmesiyle oluşarak düşünme, insan aklı ve bilincinin gelişmesinde, zihnin yapılanmasında kilit rolü oynamıştır. Bu nedenle Leibniz haklı olarak, “Dil zihnin aynasıdır” diyor. Dil insanın ontolojik varoluş sürecinin en önemli öğesidir. İnsan içinde bulunduğu çevre ve şartlara bedenen çok sıkı bağlarla bağlı olduğu gibi zihnen de bağlıdır. Kan bağı ile bedende görülen atalara benzerlik, zihinsel ve ruhsal eylemler için de söz konusudur. Bu çerçevede, insanda doğuştan dil yeteneği ile ana dili arasında güçlü bir bağ vardır. İnsan sezgisel olarak bir ana dili bilgisine sahiptir. Bu bilgi insanın bilinçaltına iner ve bireyin toplumla en güçlü bağlarını oluşturur. Geçmişle geleceğin sağlıklı buluşması insanın ontolojik varoluş sürecinin sağlıklı temeller üzerinde gelişmesi ve kesintiye uğramaması ile sıkı sıkıya bağlıdır. Böylece fikirlerimizin oluşumunda, ruhsal yapımızın ve kişiliğimizin şekillenmesinde, grupsal ve ulusal kimliğimizin ortaya çıkmasında çok önemli bir etkiye sahiptir. Bir ulusal topluluğun farklı ayırdedici özellikleri olmakla birlikte, en çok görünür olanı dil farklılığıdır. Dolaysıyla bir toplumsal grubun veya milletin kimliğini yoketmenin en etkili yollarından biri, onun dilini yok etmek veya ortadan kaldırmaktır.

Özellikle de basın-yayının yaygınlaşması ve ulus-devletlerin tarih sahnesine çıkmasından sonra, her ulus devlet kendisi için bir “resmi dil”, “ulusal dil”, “merkezi dil”, “yazı dili” veya “eğitim dili” oluşturmaya başladı. Bu da dilde standartlaştırmayı ortaya çıkardı. Bu süreç, bir statüye kavuşmayan birçok dilin ve özellikle de lehçelerin yok olmasına neden oldu. Walter Porzig’in dediği gibi, artık “Dil, devletlerle birlikte çoğalıyor; devlet dille çoğalmıyor.”[2]

Dilde farklılık ve değişim, dilin tarihsel ve temel hususiyetlerinden biridir. Yaşayan bir dil zaman boyunca olduğu gibi kalmaz, sürekli olarak değişir. “Bir dil genellikle, uygun koşullar altında, 2000 yıl içerisinde, yaşayan 8-15 akraba dil doğurur.”[3] Diller ortaya çıktığı günden beri, farklı dil toplulukları arasındaki her nevi ilişki dilde değişime, yeni şive ve lehçelerin oluşmasına, farklı kültürel topluluk ve grupların meydana çıkmasına neden olmuştur. Dilbilimci F. De Saussure’nin deyimiyle, “Farklı lehçelerin ortaya çıkmasının nedeni, dilin zaman içerisindeki değişiminden”[4] kaynaklanır. Bazen bu değişim o derece artar ki, o dili konuşanlar birbirini anlamakta çok zorluk çekerler veya birbirini anlamazlar. Dilin bu derece farklılaşması, dilbilimde diyalekt (lehçe) olarak adlandırılır. Bazı dilbilimciler ve farklı dil ekolleri “diyalekt” kavramını, dilin farklılaşmış “konuşma şivesi” olarak tanımlarlar. Kısacası dilbilimciler tarafından “diyalekt” veya “lehçe”ye dair çerçevesi belirlenmiş standart ve mutlak bir tanımda anlaşma sağlanamamıştır.

Ayrıca bir dilde farklı diyalekt ve şivelerin oluşumunu, yalnızca lenguistik kaidelerle açıklamak da yeterli olmaz. Lenguistik kaidelerin yanı sıra bir dil topluluğunun tarihi, kültürü, folkloru, adet ve töreleri de dil ve diyalektlerinin farklılaşıp şekillenmesine etki eden çok önemli unsurlardır. F. De Saussur ve ondan sonra Antoine Meillet de, “Dilin değişimini, onu konuşan toplulukların değişimine bağlar; bu durumda dil, bir kültürün ve onun tarihinin hem yansıması hem de gerçekleşmesidir.”[5]

Dünya’da konuşulan bütün diller gibi, Kürd dili de birçok lehçe ve şiveye sahiptir. Kürd dili bütün lehçeleriyle birlikte, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-Arî (İranî) grubuna mensuptur. Bu grupta; Farsça, Kürdçe, Osetçe, Belucçe, Tacikce ve Peştunce gibi diller bulunur. Gerek 20. yüzyılın başlarında ve gerekse de bugün dahi Kürd dili üzerine yapılan çalışmalarda, bazıları Kürdçenin birçok lehçelere sahip bulunmasını, bir dezavantaj ve ortak bir dilin oluşturulması önünde önemli bir engel olarak görmektedir. Kurdîyê Bîtlîsî ta o zamanlarda böyle düşünenlere şu cevabı veriyor: “Bunlar aldanıyor, pek yüzeysel düşünüyorlar. Lehçeler bir engel olmaktan çok, dilimiz için tükenmez birer sözcük haznesi ve dolayısıyla bir nimettir.… Lehçeler, konuşuldukları kitle arasındaki yaşam haklarını korumakla birlikte, kamunun olabilecek edebî ortak bir dil edinilebileceği ve genelleştirilebileceği kanısındayım.”[6] Yazarın Kürd dili ve lehçelerine dair bu düşünceleri, 20. yüzyılın başlarında sürdürülen kurumsal faaliyetin ortak paydasına dönüşür. Kendisinin de üyesi olduğu ve 1919’da yeniden faaliyete başlayan Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti, dili, “milliyet ve milli varlığın temel taşı” olarak belirleyip alfabe, dilbilgisi ve bütün Kürd lehçelerini içermek üzere bir lügat, Kürdçe eğitim için ders materyallerini hazırlamayı, edebiyat, tarih, coğrafya ve folklor alanında yapılacak çalışmaları kurumsal olarak programlaştırıp ortaya koyması, bu amacın, planlı bir dil çalışmasına ve ortak hedefe dönüştüğünü göstermektedir.

Elinizdeki çalışmada Kürd diline dair Batılı ve Doğulu kaynaklardan sözedilirken, ağırlıklı olarak Kürdçe lügat ve gramer üzerine yapılan çalışmalardan kısaca bahsedilmektedir. Sözkonusu çalışmaların, Kürdler tarafından olumlu görülmekle birlikte ihtiyatla karşılandığını Mehmed Mihri ve Kurdîyê Bîtlîsî’nin eleştirel yaklaşımlarından görüyoruz. Mehmed Mihri’ye göre, “Kürd dili hakkında çeşitli, pek çok eser mevcuttur. Bu eserlerin bir kısmı Avrupa alimleri ve bilhassa Rus, Alman, İngiliz ve Fransız oryantalistleri tarafından yazılmış ve basılmıştır. Adı geçen alimlerin insanlıkla ilgili teşebbüslerinin takdire şayan oldukları kuşkusuzdur. Fakat bu eserler, bir kısmının eksik ve tam olmaması, kulaktan duyma birtakım saptırmalar nedeniyle Kürd edebiyatçılarının istifade edebileceği kaynaklardan değillerdir.”[7] Kurdîyê Bîtlîsî de benzer bir yaklaşımla bu tür kaynaklara dair, “Dil alanındaki çalışmalarımıza çok değerli katkılarda bulunabilecekleri ama hiçbir zaman esas olamayacakları.” tespitinde bulunuyor.

İyi derecede Farsça, Arapça, Türkçe, Fransızca bilen ve Kürdçenin birçok lehçe ve şivelerine hâkim olan Mehmed Mihri Hilav’ın Kürd dili ve lehçeleri alanındaki sistematik çalışmaları, amaçlanan ve planlanan “İrfan” namlı eseri için yazdığı “Mukaddime” ile başlamıştır. Mukaddimet’ûl İrfan adıyla 1918’de bir risale (broşür) halinde basılan eseri, adından da anlaşılacağı gibi “İrfan” namlı çalışmasının girişi kısmı mahiyetindedir. Bu çalışmasının devamı, daha sonra imtiyaz sahibi olduğu Kürdistan dergisinin farklı sayılarında “İrfan” ve “Esas” başlıkları altında 16 bölüm halinde seri yazılar olarak yayınlanmıştır.

Ayrıca bu yazıların devamı ve tamamlayıcısı mahiyetinde; Kürdistan’ın dört bir yanında gerek mirliklerin yerel egemenlik alanları bünyesinde ve gerekse de farklı Kürd aşiretlerinin konuştukları lehçe ve şivelerin yakınlık ilişkisi, bu aşiretlerin farklı tarihsel dönemlerdeki demografik hareketliliği ve yayılma alanlarını, Kürdlerin tarihsel olarak ikamet ettiği bazı yerleşim yerleri adlarının etimolojisini inceleyen diğer bir kısım seri yazıları da, 1955-1956 yıllarında Hewlêr’de yayınlanan Hetaw dergisinde, “Yekîtî Zimanê Kurdî” (Kürd Dilinin Birliği) başlığı altında 27 bölüm halinde yayınlanmıştır. Özet olarak, Mehmed Mihri Hilav’ın edebi ve diğer yazıları hariç, tamamen Kürd dili üzerine yazılmış ve 43 bölümden oluşan yazıları, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kürd dili üzerine yapılmış çalışmalar arasında çok önemli bir yer kapsar.

Hetaw dergisinde, Güney Kurmancisi ya da diğer adıyla “Soranî” lehçesiyle yayımlanan dizi yazılarından özellikle konu itibarıyla tamamen Kürd diliyle ilgili olanlardan beş tanesini örnek olması itibariyle elinizdeki kitabın son bölümü olarak sizinle paylaşmak, metne bir zenginlik katacağı düşüncesindeyim. Bu metinler, çok değerli hocam Dr. Hêmin Omer tarafından orjinal yazım dili Sorancadan Kurmanciye çevirilmiştir.

Bu çalışmaya olan katkısından dolayı tekrar Dr. Hêmin’e çok teşekkür ediyorum. Ayrıca elinizdeki çalışmayı okuyarak, gerekli düzeltmeleri yapan, düşünce ve önerileriyle katkıda bulunan Talat İnanç, Veysel Aydeniz ve M. Emin Hêvîdar’a da teşekkür ediyorum.

[1] Serbestî, sayı: 480, 29 Nisan 1919

[2] Walter Porzing, Dil Denen Mucize, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990

[3] Steven Roger Fischer, Dilin Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2013, s. 55

[4] Aktaran: Prof. Dr. Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, Türk Dil Kurumu Yayınları: 439, 1995, Ankara, r. 145

[5]  Zeynel Kıran, Dilbilim Akımları, İkinci Baskı, Ankara,1996, s. 46

[6] Kurdîyê Bitlîsî, Kürdçeye Dair (Kürdçe Üzerine), Jîn, sayı: 14, 21 Mart 1335 (21 Mart 1919)

[7] M. M. İrfan: Kürdçe Lügat, Kurdistan, sayı: 1, Necm-i İstikbal Matbaası, Perşembe, 30 Kanun-i Sani 1335 (30 Ocak 1919), s. 2