Şeyh Said, dini ve ideolojik kimliği fark etmeksizin tüm Kürtlere mal olmuş bir şahsiyet. Seyid Rıza, İhsan Nuri, Şeyh Mahmud Berzenci, Kadı Muhammed, Mela Mustafa Barzani, Abdurrahman Kasımlo ve Musa Anter gibi.

Ulusları ulus yapan, ortak paydalarıdır. Bunlar, tarihin kritik evrelerinde aldıkları kararlarla kişisel dünyalarını aşar, birliği sembolize eden bir değere kavuşur. Bunun kimi zaman bir an, bazen de uzun bir zaman olması bu gerçeği değiştirmez.

19.yüzyıl, imparatorluklar çağının bölgesel devletleri olan Kürt Mirlikleri’nin yıkılmasıyla sonuçlanmış, ancak Kürtler pes etmemiş, her fırsatta özgürleşmek için başkaldırmışlardır.

Bu başkaldırılar Türk devletinin Kürtleri inandırmak istediği gibi ne bey ve hanedan üyeleri liderliğinde yapıldığında feodal, ne de tarikat ve tekke şeyhleri öncülüğünde yapıldığında dinsel olmuştur. Tam aksine her zaman hamiyet-i milliye ve Kürt ulusal düşüncesi bu başkaldırıların ana dinamiğini oluşturmuştur.

Kürt hükümetlerinin yıkılmasından otuz sene sonra ilk büyük başkaldırıya liderlik eden Şeyh Ubeydullah Nehri, Urmiye’deki Amerikan elçisine gönderdiği mektupta, İngiliz hükümetine de iletilmek üzere açıkça Kürtlerin ayrı bir millet, dinlerinin de Türk ve İranlılardan farklı ve kendilerine özgü olduğunu, Kürdistan’ın bu iki devlet arasında suç alanına dönüştürülüp geri bırakıldığını, Kürtler olarak diğer milletler gibi egemen ve bağımsız olmak istediklerini, Kürdistan’ın iki devletin zulüm ve baskılarına boyun eğmeyeceğini bildirmiştir.

Yüz yıl önce imparatorluklar çökerken, uluslara özgürleşme imkânı doğmuş, yüzyıllardır güçlü bir ulusal damara sahip olan Kürtler de anavatanlarında modern bir devlet kurmak için yoğun çalışmalarda bulunmuşlardır.

Bu berrak bilinçle 20. yüzyıla giren Kürtler erken dönemde dernek, kulüp, cemiyet, parti gibi formların tamamında örgütlenmiş, tüm dezavantajlarına rağmen basın-yayın organlarını oluşturup ulusal davayı geri bırakılmış Kürt kitlelerine ulaştırmışlardır.

Bu dönemde Kürt siyasasının başını çeken Seyyid Abdülkadir, Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid gibi isimlerle yakın ilişki içerisinde olanlardan biri de köklü bir tarikat geleneğinin postnişini Şeyh Said Efendi’dir.

Ancak o sadece bir tarikat şeyhi değil, 1639’da Osmanlı sultanı IV. Murat’a boyun eğmediği için katliamdan geçirilen Seyyid Haşim ve Aziz Mahmud Urmevi’nin mirasçısı, modern dönemde ilk kez bağımsız Kürdistan’dan bahseden Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babası Seyyid Taha’nın arkadaşı ve Nakşibendiliğin kurucusu Mevlana Halid-i Kürdi’nin takipçisi Şeyh Ali Septi’nin torunudur.

İşte bu şahsiyet, 1925’te Kürtler için süre dolarken, Türklerin büyük devletlerle işbirliği sonucunda Kürt siyasasına yaptığı müdahalelerle patlak veren en büyük başkaldırı hareketinin öncülüğünü yapmış, esir düştüğünde Kürdistan devleti kurma suçlamasıyla istiklal mahkemesinde yargılanıp idam edilmiştir.

Mahkemede Şeyh Said’e ısrarla dönemin Kürt lideri Seyyid Abdülkadir’le ilişkisi ve Türk askerine neden “eskerê romê” dediği şeklinde sorular sorulmuştur.

Şeyh Said bireysel olarak tabii ki dini kimliği güçlü biri. Ancak siyasal olarak Kürdistan davasının yılmaz bir savunucusudur. Nitekim yola çıkarken sıradan topluluklara yaptığı konuşmalarda bile “Bizi (Kürtler) ve Türkleri birbirine bağlayan bağın koptuğundan” dem vurmuş, Türklerin Kürdistan’daki gayrimeşru egemenliğine başkaldırmıştır.

Oğlu Şeyh Ali Rıza’dan kâtibi ateist Fehmi Bilal’e, harekette yer alıp hatıralarını yazan Hasan Hişyar Serdi’den Şeyh Said’in bacanağı Binbaşı Kasım’a kadar herkes, Şeyh Said’in ve 1925 hareketinin siyasi amacının Kürdistan ideali olduğunu açıkça kayda geçmiştir.

Buna rağmen Türk devleti davanın esasını gözden kaçırmak için mirleri feodalite parantezine aldığı gibi, Şeyh Said’i de irtica parantezine almış, bu konuda Kürtler arasında ciddi bilinç tahribatına yol açmıştır.

Feodalite ve irtica söylemi Kürtleri köksüz bırakmaya dönük, bilimsel temelden yoksun bir safsatadır. Bu söylemi dillendiren kim olursa olsun, egemen devlet sakızını çiğnemekte, sinsice Kürtlerin kuyusunu kazmaktadır. Buna bir de “dış güçler” söylemini eklemek gerekecektir.

Her ulus gibi Kürtlerin de ulusal davalarını tüm dünya ve devletlerle müzakere etmesi ve müttefik aramasından doğal bir şey olamaz. Herkese helal olanı Kürtlere haram kılmak ancak şeytani bir aklın ürünüdür.

Modern Türkiye’yi İngilizlerin kurduğu bilinen bir gerçek. Günümüzde bile İngiltere’nin onayı olmadan Türkiye’nin politika belirleyemediği tartışılıyor.

Oysa dönemin İngiliz belgelerinden anlaşıldığı üzere İngiliz yetkilileri Şeyh Said’i tanımıyordu ve spontane gelişen 1925 hareketinden habersizdi. O dönemde İngiltere, Fransa, Amerika, Rusya gibi dünya devletleriyle diplomatik ilişkileri Seyyid Abdülkadir ve Bedirhaniler gibi Kürt liderleri yürütmekteydi.

Şeyh Said Efendi ise, hazırlık aşamasında iken provokasyon sonucu patlak veren hareketin başına geçmiş, misyonuna sahip çıkarak Kürdistan tarihine Kürtlerin ortak değeri olarak geçmiştir.

Günümüzde tüm dünyadaki Kürtler arasında Şeyh Said ulusal simge olarak kabul görmekte, Kürdistan Federal Yönetim parlamentosu başta olmak üzere her yerde ismi ve resmi yer almaktadır.

Şeyh Said’e düşmanlık Kürt milletine düşmanlıktır. Bu düşmanlığın irtica, gericilik, dış güçler gibi kisveler altında yapılması sinsilikten başka bir şey değildir.

Kürtler artık kanmıyor. Her zamankinden daha güçlü duygularla ulusal değerlerini sahiplenip savunuyor.

Her zamankinden daha çok egemenlik ve siyasi hakların, inanç ve ideolojik kategorilerden ayrı bir alan olduğunu görüyor.

Bu bilinçle, dinsel ve ideolojik manipülasyonlara set çekip, ulus olmaktan kaynaklı ortak paydalarda buluşuyor.

Bu bilinç, bayrağı çok daha ileriye taşıyarak, aydınlık yarınların inşasını kolaylaştırıp hızlandıracaktır.

Kaynak: https://www.rudaw.net/turkish/opinion/13122023