1923 Lozan Antlaşması’nın ardından Kürd coğrafyasının 1. Dünya Savaşı’nın galibi ülkeler tarafından dört parçaya bölünerek, kendi işbirlikçileri Devletler (Türkiye, İran, Irak, Suriye) arasında bölüştürülmesi ile Kürdistan halkı tarihinin en büyük handikapı ile yüz yüze geldi.
Kürdistan’ı egemenlikleri altına alan Devletler yüz yıllık süreç boyunca Kürdistan halkının tüm milli, tarihi, kültürel ve ruhi değerlerini ortadan kaldırmak için her türlü yol ve yöntemlere başvurdular. Söz konusu devletlerin birbirleri ile tarihsel ve derin çelişkileri olmasına rağmen mesele Kürd meselesi olduğunda tarihsel derin çelişkilerini tarihin tozlu raflarına kaldırarak Kürdistan halkını ezmek için her zaman biribirleri ile ortaklaşa işbirliklerini sürdürdüler.
Parçalar arasındaki dayanışmayı ve ruhi birliği ortadan kaldırmak için suni hudutlar oluşturdular. Bu hudutlar’a kimi yerlerde mayınlar, tel örgüler döşediler. Bütün bunlar Kürdler arasındaki dayanışmayı ve ruhi birliği yok edemedi. Her hangi bir parçada gelişen mücadeleye diğer parçalardaki Kürdler imkanları ölçüsünde destek olmaya çalıştılar.1920 li yıllarda Şeyh Ahmed Barzani’nin o dönemde çok genç yaşta olan kardeşi Mele Mustafa Barzani yi Şeyh Said le görüşmeye gönderdiği bilinen bir gerçektir.1946 yılında Doğu Kürdistan’da (Mahabad) Cumhuriyet kurulduğunda Mele Mustafa Barzani’nin 3000 e yakın pêşmerge ile Kürdistan’ın güneyinden Doğu Kürdistan’da kurulan cumhuriyete sahip çıkmak ve hizmet etmek için gittiğini sağır sultan bile biliyor.
Mele Mustafa Barzani önderliğinde Kürdistan’ın güneyinde 11 Eylül 1961 de başlayan Eylül devrimine Kuzey Kürdistan ve Güney Batı Kürdistan’dan binlerce gönüllünün katıldığı ve kiminin şehit olduğu, kiminin de yaralanarak Gazi olduğu da bilinen bir gerçektir. Ha keza 26 Mayıs 1976 tarihinde başlayan Gulan Devrimi’ne de yine Kuzey Kürdistan ve Güney Batı Kürdistan’dan büyük bir lojistik desteğin yanısıra yüzlerce gönüllünün pêşmerge olarak katıldığı bilinen bir gerçek olmasının yanı sıra Sayın Başkan Mesud Barzani, “Barzani ve Kürd Özgürlük Mücadelesi” adlı iki ciltlik kitaplarında Kuzey Kürdlerin’in ve Güney Batı Kürdlerin’in desteği olmasaydı Gûlan Devrimini gerçekleştirmekte çok zorluk çekeceklerini ifade etmektedir.
Bu fedakarlıklar mayın tarlalarına, tel örgülere ve sınırlara yapılan askeri yığınaklara rağmen yapılmıştır. Parçalar arasına nifak tohumları sokmak ortak ruhi şekillendirmeyi zedelemek için her türlü yol ve yöntemlere başvurmuşlarsa da muvaffak olamamışlardır.
Özellikle 1958 de Irak’ta askeri bir darbe sonucu kralın devrilmesi ve yeni gelen yönetimin Anayasayı değiştirerek, Irak Devleti’nin iki asli unsur dan Arap ve Kürd unsurundan müteşekkildir ibaresinin anayasa maddesi haline gelmesinden sonra, Mele Mustafa Barzani’nin Ulusal bir lider olarak ülkesine dönmesini müteakiben Mele Mustafa Barzani Kürdistan’ın Egemen’i ülkelerin başkentlerinin hedef tahtasına oturtulmuştur. Başta Kuzey Kürdistan da ki Kürdler olmak üzere, diğer parçalardaki Kürdler üzerinde yapılan komplo ve entrikalarla, Barzani’yi gözden düşürme ve parçalar arasında güvensizlik yaratmak için aklı almaz yol ve yöntemlere başvurmuşlardır.
Barzani’nin katıksız bir Kürdistan mefkuresi savunucusu olmasından hareketle, dini eğilimler üzerinden Barzani’yi bir taraftan kızıl Molla olarak tanımlamaya çalışırken, diğer taraftan da sol ve Sosyalist algı üzerinden de Mele Mustafa Barzani’yi, aşiretçi, gerici, ilkel milliyetçi ve ABD emperyalizminin işbirlikçisi olarak tanımlayıp gözden düşürmek için her türlü komplo teorisi ne başvurmuşlardır.
Bu konuda 1971 de meydana gelen ve Saidler olayı olarak adlandırılan büyük trajedi üzerinden Kuzey Kürdistan da Barzani’ye karşı ilk büyük hamleyi başlattılar. Silahlı mücadele tarihi boyunca savaş alanında dahi hiç bir zaman meşruiyetin dışına çıkmayan Mele Mustafa Barzani ye akıl almaz sol ve sosyalizm algısı üzerinden komplo teorileri ile saldırdılar. Hedefi o kadar büyüttüler ki, ABD, İsrail işlerini güçlerini bırakmış, Türkiye’nin paşa gönlü için, Mele Mustafa Barzani’yi kullanarak önce Said Elçi yi ona öldürtmüşler. Ondan sonra da Dr. Şıvan’ı Said Elçi ve iki arkadaşının öldürülmesinden sorumlu tutarak iki arkadaşı ile birlikte idam etmişlerdir.
Bu tarih (1971) Kuzey Kürdistan’ın milli mücadele tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bu eğilim 1970 li yıllarda sosyalist rüzgarın bütün dünyada revaçta olmasını da arkasına alarak Kuzey deki Kürd örgütlerinin büyük çoğunluğu üzerinde etkili olmaya başlamışlardır. Özellikle de 1975 te Cezayir de yapılan anlaşma ile ABD ve İran’ın Barzani’yi arkadan vurmaları üzerine Eylül devriminin kesintiye uğraması ile Kürd Kürdistan milliyetçiliği daha da dezavantajlı duruma gelmiştir.1965 te kurulan TKDP’nin genç kadrolarının da büyük çoğunluğu revaçta olan sol sosyalist rüzgarın etkisiyle Barzani karşıtı bir pozisyona sürüklenmişlerdir. Söz konusu süreçte TKDP’nin dar çekirdek kadrosunun yanında medrese geleneğinden gelen kadrolar Faik Bucak, Said Elçi misyonunu ayakta tutmaya çalışmış. Sol yelpazeden de, Dengê Kawa ve Rizgari Merkez doğru tutumu takınarak Barzani karşıtı tutum içine girmemişlerdir.
1971 de Dr. Şıvan ve iki arkadaşının Said Elçi ve iki arkadaşını hiçbir sebep olmadan liderlik hırsı ve ideolojik nedenlerden kaynaklı öldürmeleri sonucu başlayan Barzani karşıtlığı,1990 da SSCB’nin dağılması ve hemen ardından 1990 da ki 1. Körfez savaşı sonucu 1991 de ortaya çıkan Kürd baharına kadar devam etti. Bu tarihi süreçten sonra SSCB ve ona bağlı Doğu Bloku Paktının tarihin çöplüğüne gitmesi doğal olarak dünyadaki tüm sol hareketler üzerinde dönüştürücü bir etki gösterdiği gibi, Kürdistan’daki örgütler üzerinde de pozitif bir rol oynaması kaçınılmazdı.
1970’lerin başından 1991’e kadar Kürd sol örgütlerinin hedef tahtasında olan PDK ve Barzani bir çırpıda yeniden gözde bir konuma çıkıyordu. Çünkü 1991 de Kürdistan’ın güneyinde elde edilen tarihi ve milli kazanımların temel gücü PDK ve Barzaniler’di.
Bu arada biri 1988’de Halepçe katliamı sonrasında, biride 1991’deki Kürd baharı sonrasında olmak üzere Güney Kürdistan dan, Kuzey Kürdistan’a yönelik iki büyük göç olmuştu. 1988 de Halepçe katliamından sonra yaklaşık 45000 Güneyli Kürd Diyarbakır, Muş ve Kızıltepe deki mülteci kamplarında yaklaşık beş altı yıl misafir edilmiş, başta Diyarbakır halkı olmak üzere, yerleştikleri illerin halkı tarafından büyük bir saygı ve dayanışma ile karşılanmışlardır.
1991’deki göç ise çok daha büyük kapsamlı ve trajedik olmuştur.650 veya 700 bin le ifade edilen Güneyli masum ve sivil Kürd Kuzey’de ki dağlara Saddam Hüseyin’in kimyasal silah kullanabileceği endişesi ile sığınmış, yüzlerce si dağlardaki olumsuz şartlar altında hayatlarını kaybetmişlerdir.
Bu iki göç olayı bir taraftan büyük trajedilere yol açarken, diğer taraftan da parçalar arasında ki dayanışmanın ve ruhi şekillenmenin kahrolası Lozan Antlaşması’nın ardından 68 yıl geçmesine rağmen hala dimdik ayakta olduğunu da dost ve düşmana göstermiştir.
Dönemin TC hükümetinin başındaki Turgut Özal’ın pozitif tutumunun yanısıra Kuzey’de ki tüm Kürdler, Hakkari’den Edirne’ye, Kars’tan Muğla ya kadar ayağa kalkarak her kes kendi imkanları ölçüsünde seferber olmuşlardır. Bu olay Kürdistan tarihinde altın harflerle yazılması gereken bir dayanışma olmasının yanısıra Kürdistan’ı egemenlikleri altında tutan Devletler açısından da muhakkak ki büyük bir kabus olmuştur. Çünkü 1923 ten beri suni sınırlarla birbirinden ayırdıkları aynı milletten olan, aynı tarihe, kültüre, müziğe ve ruhi şekillenmeye sahip olan Kürdlerin yaklaşık 70 yıla varan bir izolasyona, baskıya ve kıskaca rağmen ortak değerlerinden hiçbir şey kaybetmedikleri bu iki büyük göç trajedisi ile ortaya çıkmıştır.
Evet bu trajediler büyük bir dayanışma ruhu ile bizim gönüllerimiz e nakşedilirken, bu durumdan hoşnut olmayan güçlerin eli de elbette ki boş kalmayacaktı.
12 Eylül 1980 de yapılan askeri darbe sonrası Kürdistan’ın güneyine bir birimini gönderen PKK askeri darbe mağduru olması hasebiyle PDK tarafından olumlu karşılanmış. Ekmeklerini ve sularını onlarla paylaşmanın yanında önemli lojistik destekte de bulunmuşlardı. PKK’nin bölgedeki varlığından güneydeki bir çok örgüt rahatsız olmasına rağmen, PDK mağduriyetlerini gözönünde bulundurarak onlara kucak açmıştır.
1991 Kürd baharına kadar, PDK ile PKK arasında ciddi sayılabilecek herhangi temel bir sorun olmamış iken,1991 baharında güneyde DeFacto bir oluşumun ortaya çıkmasından sonra PKK Kuzey’de ki legal yayın organlarında (Yeni Ülke) PDK ye ve Güney Kürdistan da ortaya çıkan DeFacto yönetime karşı akıl almaz düşmanca bir tutum sergilemeye başlamıştır.
19 Mayıs 1992 tarihinde Kürdistan tarihinin ilk bağımsız ve çok partili seçimleri olmuş, bu seçimlerin ardından ilk Kürdistan parlamentosu ve parlamentodan da ilk Kürdistan hükümeti ortaya çıkmıştı. Başkan Mesud Barzani ABD ye yaptığı seyahatin dönüşünde Kürdistan halkına FEDERAL KÜRDİSTAN müjdesini verirken, diğer taraftan da 1991 baharında ABD ve müttefiklerinin desteği ile ortaya çıkan yeni Kürd statüsüne doğrudan müdahale etme cüretini bulamayan Kürdistan’ın Egemen’i olan güçler, vekalet savaşları üzerinden bir taraftan bu kazanımları akamete uğratmayı amaç edinirken, diğer taraftan da parçalar arası çelişkileri derinleştirip çatışmaya dönüştürmenin köşe taşlarını döşemeye başlamışlardı.
PDK ve Kurdistanî Cephenin önderliğinde reel milli kazanımlar sonucu özgür, çoğulcu seçimlerle parlamento ve hükümet kurulurken. Diğer taraftan buna paralel olarak ayakları yerden kesik Botan-Bahdinan hükümetleri PKK tarafından deklere ediliyor. Hemen akabinde bir mağaradan gösterdikleri bir kaç beyaz sandalye ile Zap Cumhuriyetini kurduklarını deklare etmeye çalışıyorlardı.1980 askeri darbe sonrası bölgeye giden ve orada PDK’nin sıcak misafirperverliği ile karşılanan aynı zamanda Kuzey menşeli bir örgüt olan PKK’nın bu mantığını ne yazık ki güneyli Kürdler ve bilcümle Kürdler yıllar sonra anlayabilceklerdi. Çünkü söz konusu tarihe kadar hangi parçada bir kazanım olmuşsa diğer parçalardaki Kürdler o kazanımlara sahip çıkmış ve destek olmuşlardı. PKK’nin bu tutumu yeniydi ve zihinleri derinden kurcalıyordu.
Nitekim 13 Ekim 1992 günü haber ajansları PKK ile Kurdistanî cephenin silahlı güçleri arasında silahlı çatışmaların yaşandığını Dünya ya duyuruyordu. Bu bir ilk ti ve büyük sansasyonlara neden oldu. Yüreğinde Kürd ve Kürdistan duygusu olan herkes büyük bir hüzün ve endişe içine girmişti.
PKK yayın organlarında ve kendi paralelinde ki Türk sol çevrelerinin medya desteği ile çok kötü propagandalar la bir taraftan Kurdistanî cepheyi ve özelde Barzanileri hedeflemeye çalışırken, halk arasında da ayaklı gazetelerle çok kötü mağduriyet ve ihanet algılarını oluşturmaya çalışıyorlardı. Halk arasında en etkili olan algı propagandaları çocuklarımız Türk devletinin önünden kaçarak o dağlara sığınmış, Barzani’lerde oralarda çocuklarımızı öldürüyorlar algısı idi.
Oysa madalyonun gerçek yüzü hiçte öyle değildi. Çatışmaların başlamasından bir hafta sonra Kuzey Kürdistan, Doğu Kürdistan ve Güney li örgütlerden oluşan toplam 19 örgütün üst düzey yetkilileri Kürdistan parlamentosunda bir araya gelerek çatışmaların bir an önce durdurulmasını ve Kürd gençlerinin kanlarının dökülmesinin önü bir an önce durdurulmasını istiyorlardı. Toplantıda hazır bulunan başkan Mesud Barzani ve Celal Talabani Apo’nun evet demesi halinde bu savaşı hemen durdurmaya hazır olduklarını deklere ederler.
Bunun üzerine Doğu Kürdistan’lı örgütlerden üç üst düzey yetkili Bekaa vadisinde Apo ile görüşmek üzere sorumluluğu üzerlerine alırlar. Bu üç kişiden biri bugün PAK (Doğu Kürdistan) olarak bildiğimiz örgütün lideri Hüseyin Yezdan Pena’dır. Hüseyin Yezdan Pena’nın ağzından toplam 19 Kürd örgütü ve Mesud Barzani ile Celal Talabani adına Apo ile görüşmenin sonucunda ortaya çıkan büyük hayal kırıklığına bir bakalım: “Celal Talabani ve Mesud Barzani’nin yanısıra 19 Kürd örgütü adına geldiklerini ve ortak payda’nın bu savaşın bir an önce durdurulması olduğunu kendisine ilettik. Apo’nun verdiği cevap ise akıllara durgunluk veren ve deyim yerindeyse, ayaklarımızın yere yapışmasına neden olan bir cevaptı: “Gidin Mesud ve Celale söyleyin, o parlamento yu feshetsinler, o Kurdistanî cepheyi ve Hükümeti de feshetsinler ancak bu şartlarda bu savaş durur, başka bir şekilde bu savaşı hiç kimse durduramaz.” Apo’nun bu sorumsuzca tutumuna karşı büyük bir şaşkınlık içinde idik ve ona şöyle cevap vererek oradan ayrıldık. “Senin bu isteklerini bugün Saddam Hüseyin bile Kürdlerden istememektedir.”
Bu savaş Kuzey Kürdistan halkı ile Güney Kürdistan halkı arasında ilk ve derin ayrıştırmaya yol açan bir savaştır. Kürdistandaki kazanımları içlerine sindiremeyen ve ABD ile müttefiklerini doğrudan karşılarına alamayan Kürdistan işgalcilerinin Apo ve örgütü üzerinden dayatılan Kürdistan tarihinin en kirli iç savaşının aynı zamanda Kuzey ile güneyi birbirine karşıt duruma getiren özelde Barzani karşıtlığını kuzey Kürdleri arasında derinleştiren derin bir projedir. Bu savaş aynı yılın Aralık ayının İkinci yarısına kadar devam etti. Bir gün PKK’nın legal alandaki günlük gazetesi konumundaki özgür gündem gazetesini okudum. Apo’nun savaşla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunması beni hepten sarsarken, aynı günün saat 17.00 sinde Apo’nun kardeşi Osman Öcalan’ın BBC radyosuna verdiği demeç yüreğimize su serpiyordu.
Özgür gündem gazetesinde Apo aynen şöyle diyordu: “Ben bu savaştan korkmuyorum, çünkü uzun zamandan beri dir bu savaşa hazırlanıyordum, ama birilerinin bu savaşı durdurmasından korkuyorum.” Aynen dediği gibi de oldu, o korktuğu kişi kardeşi çıktı. Hayat her şeye kadirdir gerçeği de böyle ce ortaya çıkmış oluyordu. Aynı anne babanın çocukları olsalar dahi, biri Apartman dairesinden yüzlerce km ileride bir hareketi telsiz komutları ile yönetmeye çalışırsa, diğeri de her gün kafasının üzerinden binlerce mermi geçerse dikişler birbirini asla tutamaz. Kardeşler bile birbiriyle anlaşamaz.
Bu savaş bir başlangıç’tı.1995 ve 1997 de olmak üzere iki büyük savaş daha olmuştur, PKK ile Güneyli Kürdler arasında.O günden bu güne Kuzey’de Barzani karşıtı bir düşmanlık ilmik ilmik işleniyor ve Kuzey’de ki Kürd halkı bundan böyle Türk Devletinden çok Barzani düşmanlığı için bileniyor. Yalçın Küçük ve Org. Tuncer Kılınç’ın bizim asıl hedefimiz Barzani’dir, PKK bizim için önemli bir güç değildir, biz onu kontrol edebilecek noktaya getirmişiz. Bizim için asıl önemli olan güneyimizde Kürd devleti kuran Barzani’dir ifadesi tam da bunu izah ediyor.
Bütün bu gerçeklerin ışığında Kürdistan’ın kuzeybatısında 06 Şubat 2023 sabahı meydana gelen büyük deprem felaketinde BARZANİ yardım vakfının ilk günde ve herkesten önce deprem bölgelerine varması, onların ardından Kürdistan federe bölgesi başkanı Nêçîrvan Barzani’nin de Gaziantep ve bazı ilçelerinde incelemelerde bulunarak depremzedelerin dertlerine mütevazı bir şekilde ortak olmaya çalışması.1992’den beri ilmik ilmik işlenen Kuzey Kürdistan halkını Barzani karşıtı ve düşmanı yapma derin projesini bir nebzede olsa hafiflettiğini düşünüyorum. Ne yazık ki Türk medyası yine bildik ırkçı tavrını koyarak bu önemli diyalog ve dayanışmayı alabildiğine kumpasladı.
Ancak Rudaw TV, K 24 ve sosyal medya üzerinden kamuoyuna bu çalışmalarla ilgili önemli sunumlar yapıldı.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.