Eski PKK’lı komutan Serhed Kerim, Independent Türkçe için Gülbahar Altaş’ın sorularını yanıtladı.

Rusya Kürtlerinden Serhed Kerim, 1998’de, yani 19 yaşında hukuk fakültesini kazanıyor ancak hukuk fakültesine başlamak yerine aynı yıl kendi deyişiyle “Belki de dönemin şartlarında silahlı mücadeleyle haklarımızın daha kısa sürede alacağını düşünerek PKK’ye katıldım” sözleriyle PKK‘ya katılma gerekçesini dile getiriyor.

Bir diğer anlamda ABD tarafından Şubat 1999’dan Ankara’ya teslim edilen PKK’nın şu anda tutuklu olan lideri Abdullah Öcalan‘dan bir yıl önce örgüte katılıyor.

Zaman içerisinde örgütte üst düzey komutanlığa kadar yükseliyor ve özellikle Kandil, Suriye’nin kuzeyi (Rojava; Kürtlerin yoğun yaşadığı bölge) İran’ın kuzeybatısında (Rojhilat; Kürtlerin yoğun yaşadığı bölge) bulunuyor.

PKK’da 20 yıl kaldıktan sonra 2018’de yine kendi deyişiyle “umudunun kırılması ve örgüt içi infaz girişimleri” gerekçesiyle örgütten ayrılma kararı alıyor.

Eski PKK’lı komutan Serhed Kerim ile yaptığım bu söyleşinin, özellikle örgütten yakın tarih diyeceğimiz 2018 yılında ayrılması nedeniyle önemli olduğunu düşünüyorum.

Serhed Kerim ile özellikle PKK’da bulunduğu 1998-2018 yılları arasındaki yaşanan “ümitlerin kırıldığı ve bir oyun” olarak nitelendirdiği barış sürecini, HDP-Kandil ilişkisini, hendek olaylarını, PKK’nın Suriye’de, İran’da, Şengal’de (Sincar) ve Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki varlığının da içinde olduğu sorular sordum.

Serhed Kerim, sorularımı yanıtlarken, cevapları başka sorulara gebe oldu. Ancak zamanı tasarruflu kullanmak amacıyla merak ettiğim ve umuyorum ki birçok oyucumuzun da kafasındaki öncelikli soruları dile getirmeye çalıştım…

–  Öncelikle merak ettiğim şu; 19 yaşında hukuk fakültesine başlamak yerine neden PKK’ya katıldınız? 

Serhed Kerim
Serhed Kerim

Sovyet Kürtlerindenim. 90’larda Sovyetler dağılınca birçok millet bağımsız ülke kurdu. Özgürlüklerine kavuştu. Bir Kürt genci olarak ve ailemle de halkımızın diğer fertleri gibi göç ve baskılara maruz kaldık. Tüm baskılara rağmen tabii kendi özümüzden Kürt yurtseverliğinden vazgeçmedik, aksine bu değerleri sahiplenen bir ailede büyüdüm.

Ben de halkım ve vatanımız için savaşmak; haklarını almak için mücadele etmek istiyordum. O dönemde birçok bölgede olduğu gibi PKK bizim bölgede de Kürtler ve Kürdistan’ın bağımsızlığı için faaliyet yürütüyordu, propagandasını yapıyordu. Ben de PKK’ye katıldım.

Yurtsever, aydın bir ailede yetiştim. Eğitime de önem veriliyordu. Ancak o dönem üniversiteye başlamak yerine PKK’ye katıldım. Belki de dönemin şartlarında silahlı mücadeleyle haklarımızın daha kısa sürede alacağını düşündüm… Örgütün içinde de 20 yılım geçti ve sonuç olarak 2018 yılında da ayrıldım.

“PKK, IKB hükümetinde bir oluşum olarak yer alacaktı Bayık engelledi!”

–  Peki, PKK’ya katıldıktan sonra umduğunuzu buldunuz mu? 

Örgütün amacının Kürt ve Kürdistan olduğu söylenildi ve beklentim de Kürdistan’ın dört bir yanındaki halkımın hak ettiği yaşamı sağlamak ve özgürleştirmekti. Bizler de diğer halklar gibi kendi topraklarımızda özgür bağımsız bir şekilde yaşamayı umuyorduk ve dediğim gibi, bu nedenle de örgüte katıldım.

Ancak ne yazık ki “Bu yıl Kürdistan’ı kurtaracağız, bu yıl bağımsızlık yılıdır, gelecek yıl kurtaracağız” deniliyordu. 2002 yılına kadar umudum vardı. Yani yapılacak kongreyle yeni bir şeyler olacağına dair ümidim vardı.

Saddam’ın devrilmesiyle Güney Kürdistan’da (Irak Kürdistan Bölgesi – IKB) bir Kürt hükümeti kurulacaktı. PKK’nin de bir oluşum olarak katılması bekleniyordu. Özellikle örgütte olan bizler için büyük bir beklentiydi. Ama onu da yıktılar. Tabii zaman içerisinde farklı olaylara da tanıklık edince beklentinin karşılanmadığını fark ettim…

–  Kongre nerede yapıldı? PKK, kurulacak ilk IKB hükümetinde nasıl yer alacaktı? Bu konuyu daha detaylı anlatır mısınız? 

Tabii. Kongre Kandil’de 2002-2003 yılları arasında Şehit Harun çevresinde bir mağarada yapıldı.

IKB hükümetine katılma sürecine gelince; bilindiği gibi uluslararası güçler, 2003 yılında Saddam rejiminden sonra KDP ile KYB’yi bir araya getirerek, ortak bir Kürt hükümeti kurmak istediler. Bir nevi Erbil hükümeti öncesinde de PKK’nin de siyasi bir oluşum olarak yer alması için zemin oluşturma girişimi diyebiliriz.

Abdullah Öcalan’ın avukatları da o dönemde Kandil’e Öcalan’ın mektubunu getirdi. Mektupta; “partinin şu ana kadar yönetiminde olan hiç kimsenin yürütmede yer almamasına” dair talimat verdi.

Bilindiği gibi partide önceden konsey vardı. Mektupta; Mesud Barzani‘nin Kürt halkına başkanlık etmesini, Leyla Zana‘nın da yardımcı olmasını isteniyordu. Bu amaçla Erbil’de birkaç kez Mesud Barzani ile bir araya da gelindi.

Öcalan’ın talimatları hepimize okundu. Abdullah Öcalan, örgütün ismini değiştirerek, KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak adlandırılmasını vurguladı.

Hatta, Karayılan‘a partinin isminin değişmesi sonrasında sürecin oturması adına bir müddet kendisinin liderlik yapmasını da istiyordu. Aralarında Osman Öcalan ve Nizamettin Taş’ın da olduğu bazı isimler kongreyi düzenledi.

Talimatlar, İmralı mektuplarında da yer aldı zaten. Bunlar tarihe düştü. Zübeyir Aydar, Remzi Kartal, PJAK yetkilisi, Güney Kürdistan’dan aydınlar kongreye katıldı. Yani oldukça geniş kapsamlı bir kongreydi.

Amaç, “yeni bir yapılanmayla partinin ismi değiştirilerek, terörle anılmasının önüne geçmek, yeni kurulacak Kürdistan hükümetine parti düzeyinde katılarak demokratik bir şekilde birlikte bulunulmasıydı.”

Akabinde kongrenin ilk günü olan 4 Nisan 2002 tarihinde “PKK adıyla yürütülen faaliyetlerin durdurulduğu” ve en üst örgütlenme olarak KADEK adının kullanılması kararı alındı.

Ancak Apo’nun önerileri ve talimatları yerine getirilmedi. Bu proje ve süreç Cemil Bayık‘ın öncülüğünde Mustafa Karasu, Duran Kalkan gibi isimlerce baltalandı. Karayılan kendisine baskı yapılmasıyla bir nevi istemeyerek Bayık’ın yanında yer alsa da genel anlamda ortaya oynuyor zaten…

Şunu da söyleyeyim; kongrede 2 gün Kürdistan bayrağını -ki bu bayrak Kürt halkının temsili olan bir bayraktır ve kutsalım olan bir bayrak- bulundurduktan sonra Bayık, bayrağı oradan kaldırdı.

Nitekim bu dönemle ilgili Cemil Bayık, kadrosuna yönelik arşiv konuşmalarında da yer veriyor. Hatta Bayık, bu süreçten söz ederken “Osman Öcalan ve Nizamettin Taş’ın Kürdistan Bayrağını KDP’nin bayrağı” olarak nitelendirip, “bu bayrağın Kandil’in bayrağı olmayacağını, kalkıp kongrede direttikleri gibi Kürt toplumunun içinde de yayıldığını söyleyerek” utanmadan bu durumu şikâyet ediyor.

Bu girişim Kürtlerin birliğini sağlanmasına ve kazançlarına yönelik bir girişimdi; ancak buna izin vermediler. Akabinde Osman Öcalan ve Nizamettin Taş gibi isimlerle uyuşmazlıklar halt seviyeye ulaşınca partiden tasfiye ettiler.

Aksi durumda onları infaz edeceklerdi. Onlar da o dönemde Kürdistan hükümetine sığındı. PKK’den ayrılan veya tasfiye edilmek istenen birçok kişi zaten katledildi.

Tabii Bayık, bunu İran‘ın inisiyatifinde yaptı. İran’a yönelik tehditlerin ortadan kalkması için… İran’da çok sayıda Kürt olduğu gibi, Azeri ve diğer hak talebinde bulunan azınlıklar var. Girişimin sonuçlanması durumunda bu kesimlerin hak talep etmesi anlamına gelecekti.

Neticede, bir süre sonra yeniden PKK’nın adı kullanılıp değiştirilmesini de engellediler. Çalışan aydın ve birçok kesimin de çalışmalarını engellemiş oldular.

Günümüzde de görüyoruz zaten Remzi Kartal, Zübeyir Aydar ve birçok ismin Avrupa’da Kürtler ve Kürdistan için çalışmalarına izin vermiyorlar. Kısaca bunlar Abdullah Öcalan’a da kulak asmadılar. Hatta Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan‘ı öldürmeye çalıştılar.

Bu süreçle Kürtlerin birliği baltalandı. Akabinde de Kürdistan Hükümeti kuruldu, eksiklikleri olsa da şu anda tüm dünya, Kürtleri temsilen bu hükümeti tanıyor.

Peki PKK! Daha da kötüye gitti, dört parçanın yanı sıra, Avrupa, İskandinav ve Rusya gibi birçok ülkede zayıfladı. 2002-2005 yıllarında bunlar yaşandı. Yani söylesek de söylemek de bunlar tarihteki yerini aldı.

–  Türkiye de bu birleşmeyi tehdit olarak görmedi mi?

Türkiye de kendisi için elbet tehdit olarak görüyordur ancak bu durum karşısında sessiz kalmak zorunda kaldı. Çünkü o dönemde Türkiye bu kadar güçlü değildi ve bunu engelleyecek gücü de yoktu.

–  Apo’nun tutuklanmasından sonra Kandil’de “önderlik yolu” olarak tanımlanan Apo’nun ilkelerine bağlılık konusunda ne değişti? 

Genel anlamda ilk başlarda gözle görülür bir değişiklik olmadı. Apo’nun direktifleri, çalışmaları devam ettirildi. Bunun da nedeni Apo’nun adının geçmemesi durumunda kimse Cemil Bayık’ı ciddiye almayacak olmasıydı; mecburen onun adını anmak durumundaydılar. Zaten sıkıştıklarında Kürt ve Kürdistan haklarını dillendiriyorlar.

“2003 yılından sonra PKK, Abdullah Öcalan’ın PKK’si değildir. Nokta”

–  Apo halen PKK’nın tutuklu lideri olarak kabul görse de söylediklerinizden yola çıkarak, Kandil’de şu anda Cemil Bayık’ın sözü geçiyor. Peki, mevcut durumda Öcalan’ın açıklama ve talimatları ne kadar geçerlidir?

Serhed Kerim ve Cemil Bayık

Kandil, Cemil Bayık’ın elindedir…Bir eşkıya bir mafya, bir çete başı gibidir. 2003 yılından sonra PKK, Abdullah Öcalan’ın PKK’si değildir. Nokta!

Bunu çok açık ve somut bir şekilde söylüyorum. Bunun en yakın şahitlerindenim. PKK, Öcalan’ın kurduğu PKK değildir. Cemil Bayık, PKK’yi yeniden şekillendirdi ve 19 yıldır da Bayık, İran’a tehdit ve saldırı yapılmasına izin vermiyor.

–  Kesin konuşuyorsunuz. Tanık olduklarınızdan örnek verir misiniz? 

Evet, benim tanık olduklarımdan biri, özellikle örgütte 2004’ten sonra tanımlanan tasfiye süreci oldu. Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gelen mektuplarını okuyorduk.

Örneğin; Cemil Bayık’ın ve grubunun ile Osman Öcalan ve onun çevresinin mektupları yorumlama şekli farklıydı. Cemil Bayık kendi çıkarları doğrultusunda mektupları yorumlayıp öyle dillendiriyordu.

Osman Öcalan ise yazılan her şeyi olduğu gibi aktarıyordu. Mesela Apo; mektuplarında Cemil Bayık için birçok olumsuz ve iyi olmayan cümleler kullanıyordu. Hatta Bayık’ın bir süre kenarda durması konusunda da talimat verdi.

Ancak bunu yerine getirmediler. Yani Abdullah Öcalan’ın talimat ve önerileri şu andaki yönetim tarafından yerine getirilmedi. Bunun gibi birçok örnek de var tabii.

2003’te İran’a müdahale edecektik. Bayık izin vermedi. Zaten artık hiçbir şey PKK’nin yetkililerinin iradesinde değil, İran ne talimat verirse onu yapıyor. İran etkisindedir ve yüzde 100 Hizbullah‘ın etkisindeler. Onlar ne derse o ve güçleri yettikçe İran’ın zarar görmemesi için her şeyi yapıyorlar.

–  Neden İran ve Hizbullah?

Lübnan‘da kurulan Mahsum Korkmaz Akademi Kampı’na dayanıyor aslında. Bayık, o dönemde İran ile diyaloglarını artırmıştı. Yani zamanında Cemil Bayık, PKK’nin tüm çalışmalarını, diplomatik çalışmalarını özellikle İran’da yürütmüştür.

O dönemde de haliyle birtakım dostluk ilişkileri kurdu. Bu nedenle de bunların denetiminden çıkamıyor. Siyaseti kendi sınırlarında değil, sınırları dışındaki yer ve bölgelerde yürütüyor ve İran’ın kendisi belirliyor.

Günümüzde de İran siyasetinin birçok örneğini görüyoruz ve Kürt milleti olarak da bunun ceremesini çekiyoruz. Şengal, Kerkük, Mahmur ve Rojava’da aynı siyaseti yürütüyorlar. Kandil, bir nevi kendi selametleri için sırtlarını İran ve Hizbullah’a dayıyor.

–  Zaman zaman Apo’ya karşı tecritin yapıldığı, görüşme yapılmasının engellendiğine dair gerek Kandil gerek HDP kesiminden birçok açıklama yapılıyor. Hatta yakın zamanda da HDP bu konuda yine açıklama ve gösterilerde bulundu. Öyleyse söylediklerinizde yola çıkarak bunu nasıl okumalıyız?

Evet, ne yazık ki siyasi kültüre sahip bir toplum olduğumuzu söylemek çok zor. Evet, toplum olarak siyaseti biliyoruz ancak siyaset yapmak halkın, toplumun çıkarları için geliştirmektir. Yoksa siyaset çok iyi propaganda yapmak değildir.

Bunlar halkın iyi niyetliliğini istismar ediyor. Geçmişte de gördük şu anda da görüyoruz. Örneğin; pat diye bakıyorsunuz bir gerekçeye dayanarak açlık grevi başlatılıyor, sonuç sıfır başarı ve olan gerçekten iyi niyetli bir şekilde başlayan gençlerimize oluyor.

Bu girişimleriyle bir şeylerin değişeceğine inanıp, bu yola başvuranlara umut yerine hayal kırklığına bırakıyor… Ya da Kürt öğrenciler bir gerekçeyle toplanıyor, akabinde polisler etraflarını sarıp gözaltına alıyor. Bu öğrenciler yakalanacaklarını bilerek toplanıyorlar. Hepsi talimatla, yönlendirmeyle yapılıyor. Bunun gibi binlerce örnek var…

Bu halk için akıllıca bir siyaset ve davranış şekli değil. O gençlerin tutuklanmasının kime ne yararı olacak? O gençlerin özgürlüklerinin ellerinden alındığı gibi, olaylara tanık olanlar diğer gençlerimiz de sindiriliyor. Bu tür durumlar, ancak Kürtlerin düşmanlarına hizmettir.

Binlerce kez Abdullah Öcalan; mektuplarında “Benim adımı vermeyin, kendi siyasetinizi yapın. Faaliyetlerinizi yapın, çalışın. Benim ismime ve posterlerime dahi yer vermeyin” talimatını vermiştir. Ne yapılıyor; Kandil’in talimatı dışına çıkamıyorlar, korkuyorlar. Buna benzer birçok örnek de gördük.

Örneğin; Sayın Leyla Zana, Kürtler için çaba gösterdi. Birçok kez Mesud Barzani ile görüşmeler gerçekleştirdi. Kürt halkının içinde bulunduğu sorunu çözmeye yönelik büyük çabalar sarf etti. Ancak Kandil her seferinde buna izin vermedi, tehdit edildi. Ne oldu Leyla Zana da sessizliği sığındı.

Bakın bir PKK’ye yakın medya kanalları Ronahi TV, Stêrk TV gibi isimler kurarken, Türkiye’de Kürtler için en azından “TRT Kurdî” deniliyor. Burada Kürtlerin ve Kürt kimliğinin tanımı var. PKK’nin ise Kürtlük adına yaptığı bir şey yok; sadece Kürtlüğü bir araç olarak kullanıyor.

Yine Kandil üzerinden gideyim; bir partinin içinde başka parti olmaz. Bunlar HDP‘yi kendi bünyelerine almış durumdalar. HDP’de öne çıkan biri, bir süre sonra baktığınızda 1-2 sözle toplum içerisinde onu itibarsızlaştırıp, sindiriyorlar.

Ne istediklerini bilmiyor, halkı da bir muğlaklık içine bırakıyorlar. Halk, vatanına, toprağına bağlıdır. Susuz, yemeksiz bir şekilde dağlara çıkıp mücadele eden bir halk kitlesinden söz ediyoruz. Benim gibi birçok kişi de dağlarda, ovalarda, şehirlerde halkımızın hakları için mücadele etti; ancak sonuç İran’a ve diğer Kürt düşmanlarına hizmet…Bu kişiler adeta, virüs gibi Kürtlerin içine sızmış durumdadır.

“PKK’ye eskisi gibi katılım yok”

–  PKK’nın gücü genel olarak şu anda nasıl? Halk geçmiş yıllarda olduğu gibi katılım sağlıyor mu?

Eskisi gibi değil. Ne Avrupa’da ne Türkiye’de ne Rojhilat’ta…Kandil için artık insanlarımız sokağa çıkmıyor. Aşikar zaten… Rojava’da PYD yoluyla sokağa çıkanlar var. Suriye rejimine yakın PKK kadroları, halka baskı yaparak sokaklara döküyor. Ayrıca eskisi gibi katılım da yok zaten…

–  Zaman zaman dillendirilen konulardan biri de PKK’nın içindeki çocuk savaşçılar. Örgütün içinde çocuk savaşçılar çok var mı?

Evet. Çok sayıda çocuk savaşçı var. Görüntü ve kanıtları da var. Birkaç kişi veya birkaç bölükten oluşmuyor. Bunlar taburdur. Bu taburlar Duran Kalkan‘a bağlıdır.

–  Bu taburlar kaç kişiden oluşuyor?

Benim bulunduğum dönemde 60 -70 kişiden oluşuyordu. Son dönemlerde havadan saldırılar nedeniyle bu taburlar küçültüldü. Bazı değişikler yapıldı; yani 2018 yılından beri içinde değilim ve örgütte askeri ve stratejik değişimler aralıklarla yaşanıyor. Bu yüzden tam olarak şu anda neler olduğunu bilmiyorum.

Bu taburlar uzun yıllar vardı. 12, 13,14,15… yaşındaki çocuklar vardı. Bu çocuklara fedai olmayı öğretiyor, sonra da kendi ve İran’ın çıkarları için feda ediyorlar.

–  Peki, PKK içerisinde iç infazların olduğu iddia ediliyor. Siz tanık oldunuz mu? 

Bire bir tanık olmadım. Ancak dolaylı tanık oldum diyebiliriz! Muhalif olan, sivrilen, talimatlara uymayan gerillaları bombardımanların hedefine koyabiliyor ya da formalite icabı Türk karakollarına birkaç kuru -sıkı ateş açıp, Türk askerlerin ağır silahlarla karşılık vermesiyle hayatlarına son verebiliyorlar…Bunlar infaz değil de nedir?

“İran’ın, Kandil’in aleyhine yayımlayacağı birkaç belge ve görüntü dahi sonlarını getirebilir”

–  PKK, Türkiye başta olmak üzere, birçok ülkede “terör” listesinde bulunuyor. Uzun süre içinde bulunan biri olarak siz nasıl görüyorsunuz? 

Şu bir gerçek PKK birçok ülkede ve uluslararası arenada “terör örgütü” olarak kabul edilmiş durumda. Ve öylesine terör listesine konulmadı. Zaman zaman PKK’nin bu listeden çıkarılması için girişimlerde bulunuluyor ancak bu çok zor.

PKK’nin terör listesinden çıkartılması için de birçok davanın masaya yatırılması, incelenmesi gerekiyor. Örneğin; Mandela’nın davası 28 yıl sürdü. Mevcut durumda PKK’ye yönelik binlerce değil, milyonlarca dava var. Uluslararası mahkemelerde her bir davanın ayrı ayrı incelenmesi yılları alabilir.

2003 yılında PKK’nin adının değiştirilmesi ve sisteminin değiştirilmesine yönelik çabalar başarılı olsaydı, bu süreç daha kolay gerçekleşebilirdi; ancak gelinen aşamada bu imkânsız!

Kaldı ki şu anda PKK, ismini dahi değiştirmek istese, İran hiçbir şekilde buna izin vermeyecektir. İran’ın, Kandil’in aleyhine yayımlayacağı birkaç belge ve görüntü dahi sonlarını getirebilir. İran tamamıyla PKK’yi denetimine almış durumda…

“Barış sürecini Kandil bozdu”

–  Merak ettiğim konulardan biri olan barış sürecine gelelim. O dönemde örgütün içindeydiniz. Kandil’de o dönemde tam olarak ne oldu? 

Sizin söz ettiğin son barış sürecinde ben Rojava’da görevdeydim. Ancak şunu söyleyeyim. Bu süreç Abdullah Öcalan’ın tutuklanması sonrasında, aslında onun talimatıyla tek taraflı ateşkesle başlatıldı ve bu süreç 2006-2007 yılına kadar sürdü.

Kuzeydeki (Türkiye’deki) gerillalar Kürdistan Bölgesi’ne aşamalı çekilecekti. Zaman zaman silahlar da sıkılıyordu ancak şiddetli değildi. Akabinde de 2009 görüşmeleri ve son barış süreciyle devam etti. Siyasi olarak birçok imkân sağlansa da bu süreç başarılı yürütülemedi.

KADEK’in isminin değiştirilmesi, barış süreci… Hepsi bir zincir olarak günümüze kadar geliyor. Kürt halkının, hatta Türk halkının da umuduyla oynandı. MHP, CHP’nin AK Parti’nin kendine ait bir siyasetleri var ve her biri de iktidar olmak istiyor. Bu süreçte tüm taraflar birbirlerini hedef aldı.

Bunca sıkıntı ve engellemelere rağmen Kürtler, yaklaşık 80 vekil çıkarttı. Kürtlerin sivil harekette çalışmalarını gerektiği gibi sürdürmesi gerekiyordu; ancak Kürt siyasetçilere gerilla kıyafeti giydirilip, görüşmelere kattılar.

Görüşmeleri gerçekleştirmesi gereken ve gerilla kıyafeti giymesi gerekenler Türk hükümetiydi! Karayılan ve Duran Kalkan’ın kalkıp Türk hükümetini temsil edenlerle fotoğraf çekmesi gerekiyordu. HDP’nin orada ne işi vardı? HDP, siyasi büyük bir Kürt partisidir. Halkı için sivil hayatta mücadele eden bir partiydi. Ama ne oldu PKK’nin etkisiyle, özellikle Cemil Bayık, Karayılan, Kalkan’ın etkisinden çıkamadılar. Ve gittikçe de durum kötüleşiyor.

–  Yani barış sürecini Kandil mi bozdu? 

Evet. Kandil bozdu. Özellikle de Cemil Bayık başta olmak üzere, Duran Kalkan ile bunu bozdular.

–  Sürecin bozulmasından Kandil yönetimi, Ankara’yı sorumlu tuttu/tutuyor. Söylediklerinize bağlı olarak, Kandil, süreci neden bozdu?

Şimdi bazı şeyleri kabul etsek de etmesek de ortadadır. Türkiye bir devlet ve sahip olduğu bir sistemi var. Öne sürülen maddeleri kabul etmeyecekleri belli… Yıllardır Kürt halkı, Türkiye’de baskı altındadır. Bunu hiç kimse inkâr edemez.

Kendi öz hakkı olan anadilinden mahrum bırakılmış, Kürtçe isimlerini dahi kullanamayan bir halk… Barış süreciyle birlikte birçok şey değişti. Olumlu anlamda çok güzel adımlar atıldı; ancak sürecin ilerlemesine dair ne Kandil ne de Türk hükümetinde belirgin adımlar atılmadı, tam tersine daha çok uzaklaştı.

HDP de gerekli rolü üstlenmedi. Az önce de dile getirdiğim gerekçelerle…Abdullah Öcalan’ın bir mektubu vardı. Mektupta; “PKK Türkiye’yi tarumar edeceğini, Türkiye de PKK’yi yok edeceğini söylüyor. Eğer PKK, Türkiye’yi tarumar etmezse alçaktır. Şayet Türkiye, PKK’yi yok etmezse ondan alçaktır.”

Artık bunun ne anlama geldiğini siz yorumlayın. Gerçekten barış sürecinin hayata geçirilmesi istenilmedi. Mesela Türk yetkiler, iktidarlarını korumak için her türlü şeyi yapabildiği gibi, PKK’li yetkililer de ki bunlar bir gruptan oluşuyor. Bunlar da mafya, çete, eşkiya -ki bunu çok açık bir şekilde telaffuz ediyorum- kendilerini koruyorlar. Dertleri Kürtler ve Kürdistan kesinlikle değil. Kendini ayakta tutmaya çalışıyorlar.

“HDP, Demirtaş’ın serbest bırakılması için ne yapıyor?”

–  HDP’nin bu süreçte başarılı olamadığını ve Kandil’in güdümünde hareket ettiğini net bir şekilde söylüyorsunuz…

Evet, bu bir gerçek! En büyük yanılgı da bu oldu. HDP, PKK’ye hiçbir şekilde yaklaşmamalıydı. Tekrar soruyorum; Selahattin Demirtaş‘ın Kandil’de ne işi vardı? Üstüne üstlük bir de gerilla kıyafeti giydirip fotoğrafını çektiler.

HDP, Türkiye devletinin bünyesinde bulunan bir siyasi partidir. Kendi çalışmalarını sürdürüyor olsaydı, 80 milletvekilini 350 milletvekiline çıkarsalardı neler olurdu? Şu anda aşamalı olarak vekillerini özellikle Kürt milletvekillerinin büyük çoğunluğunu hapsettiler.

Bir söz vardır; “Hatice’ye değil neticeye bakın” diye, neticede şu anda durum aşikâr… Kaç milletvekili şu anda hapiste; halkın ümidini elbirliğiyle yok ettiler.

Şimdi CHP‘nin kapısından medet umuyor. CHP’nin ne farkı var? Birçok Türk de HDP’ye destek oldu, oy verdi bu süreçte. Tüm umutları ve beklentileri yıktılar. Ne yaptılar? PKK’ye bağladılar. Buna gerek yoktu.

O dönem bir yana, yakın zamanda da Kandil’den onlara yine talimat geldi. HDP örgütleri ve vekilleri Gemlik’e Öcalan yürüyüşü yapmak ve İmralı’ya gitmek istediler. Peki, partinin eski eş başkanı, Edirne Cezaevi’ndeki Selahattin Demirtaş için ne yaptılar? Kürt gençleri, partileri, oluşumları halen Kandil’e kurban verilmeye devam ediliyor.

“Kandil, HDP’yi tehdit etti”

–  HDP yanıltıldı mı?

Elbette ve sadece yanıltılmadı, kullanıldı, kandırıldı, tehdit edildi, yıldırıldı… HDP’de yer alanlar sivil ve siyaset yapıyor. Yani ölümle tehdit edildiklerinde ne yapabilirler ki?

Osman Baydemir gibi samimi birinin şahsına yönelik karalama başlatılması halinde ne yapabilir? Selahattin Demirtaş ne yapabilir? Leyla Zana yine öyle. Leyla Zana için kaç defa kötü sözler sarf ettiler? Bunlara benzer birçok örnek var. Bu şahsiyetler Kürt halkı tarafından sevilen isimler ve vekillerin bu hale düşmesini halkımız ister mi?

–  Barış sürecinin tekrar başlayacağını düşünüyor musunuz? 

Çok zor! Bundan sonra zaten PKK’nin muhatap alınacağını da düşünmüyorum. Muhatap ne Karayılan ne Kalkan ne Bayık. Her şeyi batırdılar…

–  Peki, olası bir barış sürecinin başlaması durumda Kürt cephesinden sizce kimler muhatap alınacak?

Kürtlerin tarafından HDP vardı. HDP’nin durumu muğlaktır… Arada CHP’ye yanaşıyor; kaldı ki CHP ile de ilişkileri zayıf durumdadır. Ortak amaçları mevcut Türk hükümetine karşı ortak hareket etmektir. Yoksa öncelik Kürtlerin hakları değil…

Bir de HDP, Kandil’in etkisinde ve kendi öz iradesiyle de CHP ile de tam olarak yakınlaşamıyor. Yakınlaşmayı bir nevi Kandil sekteye uğratıyor. Halkın da eskisi gibi arkalarından gideceğini sanmıyorum…

HDP’lilerin bir kısmı Avrupa’ya özellikle gitti. Birçoğu hapiste, geride kalan da mevcut durumda ne yapabilir ki? Her taraftan hareket alanları daraltıldı/daraltılılıyor. Diğer Kürt partileri de tam olarak ne kadar muhatap alınır o da muğlak…

“Kandil, Kürt halkının iradesini hendeklerde kırdı”

–  Kürt kentlerinde hendek olaylarına gelelim. Nizamettin Taş ile daha önce yaptığım bir röportajda Taş, hendekleri bir “milat” olarak nitelendirdi. O dönem de PKK’nın içindeydiniz? Hendeklerin kurulmasında gerçekte amaç neydi? 

Hendek meselesinde de gerillalar, Türkiye (Serhed Kerim, burada ‘Kuzey Kürdistan’ ifadesini kullanmıştır – ed.n.) dağlarındaydı. PKK doğrudan bu gerillalara “geri çekilin” diyemiyordu. Buradaki amaç da hem silahlı güçlerin oradan tasfiyesi hem de oradaki silahlı gücü bir şekilde zayıflatmaktaydı.

Sonuç olarak oradaki güçlerin birçoğu geri çekildi. Kürdistan’ın diğer parçalarına göre de Kürt kentlerindeki halkımızın iradesi başkaldırıda oldukça yüksekti.

Hendeklerle birlikte ne oldu? Kürt halkı sindirildi, zayıflatıldı, baskı altına alındı. Tutuklanan tutuklandı, tutuklanmayansa sessizliğini koruyup, evinde oturdu.

Yaşananlar da Kürt halkının iradesini kırmaya yönelik bir oyundu. Bu konuyla da Murat Karayılan ilgileniyordu. Bu konuda özellikle dış güçler çok uyardı ancak hiçbir şekilde dinlemediler. Evet, bu anlamda hendekler bir milattı. Kürt tarihinde şehir faaliyetlerinde hiç bu kadar başarısız olunmamıştı.

–  Kandil’i uyaran dış güçlerden kastınız? 

Büyük devletler ve uluslararası bazı kuruluşlar. Tam olarak isim vermek istemiyorum… Velhasıl Kandil’dekiler kimseyi dinlemedi ve Kürt halkının iradesini kırdı. Her yönden halkı ümitsiz bıraktılar.

Bakmayın gerçekten ortada ciddi askeri bir güç de yoktu zaten; ufak tefek grupları ara sokaklara sürüyorlar ama genel anlamda Kürt halkının iradesi kırıldı.

Bu süreç de aslında HDP’nin sorumluğundaydı. Daha barışçıl bir şekilde olaylara müdahale edebilirdi ancak onu da yapamadılar. Şehir savaşını askeri sürece bağladılar, başaramadılar. Şimdiye kadar da savaş devam ediyor. Halen dağlarda çatışmalar oluyor, bombardımanlar oluyor. Hem gerillalar şehit ediliyor hem siviller…

–  Peki, bu süreçte Kürt kentlerinde yenilgi üzerine yenilgi almaları, “Kandil’e yanlış bilgi gönderildiğine” dair gerekçeye bağlandı. Sürecin Kandil’deki tanıklarındansınız, gerçekten yanlış bilgi geldi mi size?

Başarısızlıkları birtakım gerekçelere bağlandı. Bunun üzerinden Afrin’den örnek vereyim size; Türkiye, Afrin’e saldıracağını açıklamıştı. PKK’nin Afrin’de ne işi vardı; zaten orada PYD, YPG, SDG vardı. Kandil, “Türkiye gelsin de gösterelim günlerini, Afrin’i onlara mezar yapacağız” açıklamalarını yaptı.

Apo’nun kendisi, “Benim posterlerimi hiçbir yerde yükseltmeyin diyordu” ne oldu hem hendeklerde hem Afrin’de posterlerini astılar, parti marşlarını okudular. Türkler nezdinde kışkırtma yarattılar. Türkler de bunu kaçırır mı? Uluslararası medyaya uluslararası kamuoyuna “bunlar terör örgütüdür ve kışkırtmaktan başka bir şey yapmıyorlar” söylemlerini kullandı.

Üstüne üstlük Karayılan, başarısızlıklarını halka mal edip, “Halk savaşmadı, halk korkakça davrandı” gibi sözler sarf etti. Arlanmaz! Mazlum halkımız başka ne yapsın? Kendisi bu siyaseti ve şehir savaşını başlattı ve yürüttü, asıl başarısız olan da kendisidir.

Bir de kalkıp yanlış bilgilendirme deyip, bu günahın altından mı kalkıyorlar. Kısacası olan yine günahsız, mazlum gençlerimize, insanlarımıza oldu. Gençlerimiz o çatışmalarda bile bile katledildi.

“PJAK, İran’ı koruyan bir kalkandır”

–  İran’da şu anda PKK güdümünde PJAK bulunuyor. Gördüğümüz kadarıyla PJAK, PYD-YPG veya Şengal’deki YBŞ gibi ön planda da değil… Sahi PJAK’ın İran’daki rolü tam olarak nedir? 

PJAK’ın rolünü söyleyeyim. Öncelikle şunu belirteyim, PJAK‘ın yürütmesinde yer alan birçok isim İran İslam Cumhuriyeti’ndendir. PJAK’ın sözde kuruluş amacı “Rojhilat’taki Kürtlerin haklarını korumak ve Kürt bölgelerini özgürleştirmekti.”

Ancak gelinen aşamada aksine Rojhilat’ta silahlı mücadele eden ya da İran rejimine karşı başkaldırmak isteyen diğer Kürt parti ve örgütlerin çalışmalarını da engelliyor.

PJAK, bu bölgede bir nevi tampon görevi görüyor. Bir diğer anlamda “İran’ı ve Şii Hilalini” korumak için bir kalkandır. Rojhilatlı Peşmergelerin de faaliyetlerini engellemeye odaklı…

–  Bu söyledikleriniz bana 2015 yılının 24 Mayıs’ında Zagros Dağı’nın Kelaşin bölgesinde karargah inşa etmek isteyen KDP-İ (Kürdistan Demokrat Partisi – İran) Peşmergeleri ile PKK’lılar arasında yaşanan çatışmayı hatırlattı…

Evet, aslında o olay da hangi amaca hizmet edildiğine dair bir örnektir; o dönemde KDP-İ Peşmergeleri yeniden yapılanmaya girerek, askeri eğitimlerine başladı. Rojhilatlı Kürtlerden oluşan bu Peşmergeleri İran sistemini hiçbir şekilde kabul etmiyor.

KDP-İ bu bölgeyi daha önce zaten kullanıyordu, tekrar bu bölgeye yerleşmek isteyince de Kandil izin vermedi ve aralarında çatışma yaşandı. Kelaşin bölgesi, İran’a yakın olmasıyla stratejik bir bölgeye sahiptir. Bir diğer anlamda İran, burada PJAK’ı devreye sokarak, onlara (Peşmergelere) darbe vurdu.

Çatışmalarda hem Rojhilatlı Peşmergeler hem de gerillalar yaşamını yitirdi. Mantık olarak PJAK’ın da KDP-İ Peşmergelerinin bu girişimlerine destek verip, İran’a karşı birlikte savaşmasıydı, aksi yapılıp silahlarını Peşmerge’ye çevirip bölgeden onları çıkarmaya çalıştı; ancak başaramadılar ve arabulucularca anlaşmaya vardılar.

Olan da yine iki taraftan Kürt canlarına oldu. PJAK, İran’ın kalkanı ve kendisi dışında hiçbir Kürt parti ve örgütünü bulundurmasına izin vermiyor. Hatta şunu açık bir şekilde söylüyorum; PJAK olmasaydı buradaki Kürt güçleri her gün Kürtleri asan bu rejimin sonunu getirmişti…

“Türkiye’nin eliyle İran ile savaşın başlaması bekleniyor”

–  Konuşmanızda sık sık İran-Kandil yakınlaşmasına değiniyorsunuz. Kandil’in İran’a yakınlığı, Kürtlere olmasa da PKK’ya tam olarak ne kazandırıyor? 

Kandil-İran yakınlaşması dediğiniz gibi Kürtlerin değil ancak PKK’nin yetkililerinin ayakta kalmasını sağlıyor. Başta da belirttiğim gibi PKK; Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu ve Murat Karayılan’dır ve gerillalar onlar tarafından kullanılıyor.

Ben de PKK’liydim ve parti için gitmedim. Halkımın hakları için PKK’ye katıldım. Söylediğim gibi, bu kişiler örgütün adını kullanarak amaçlarımızın dışına çıktılar. Kandil’in tek umudu İran şu anda…

Ancak şunu da söylemekte yarar görüyorum: Türkiye’nin eliyle İran ile savaşın başlaması bekleniyor. Tüm dünya da bunu umuyor.

Nasıl ki Abdullah Öcalan Suriye’de olduğu dönemde Türkiye, güçlerini Suriye sınırına yönlendirip, Öcalan’ın kendilerine teslim edilmesini; aksi durumda müdahale edeceklerini açıkladı, sonrasında da Öcalan, oradan çıkartılıp, komployla İmralı’ya gönderildi.

Interpol’ün arama listesinde olan Kandil’deki liderler hiçbir yere gidemez. Dediğim gibi bunların derdi Kürtler ve Kürdistan değil, sadece ömürlerini uzatmaktır. Bunu da İran ve Hizbullah’ın etkisiyle sürdürüyorlar.

–  Söyleminizden yola çıkarak, mevcut durumda PKK ve Kandil ayrı mı tanımlanmalı? Yani bir yandan PKK tabanı; destekleyenler ve gerillalar, bir yandan Kandil yönetimi….

Bütün mesele Kandil’dir. Kandil, partinin tabanı ve tüm üyelerini kullanıyor. Taban ve destekçileri propaganda yayınları izliyor. Gerillalar gerekli iletişim araçlarına sahip değil ki; eğitimlerde, konuşmalarda ne söylense odur.

Benim kaldığım dönemde de beyinler bir nevi formatlanıyor. İçinde oldukça şunu da fark ettim; bir yerde İran’a bir yerde Suriye’ye bir yerde başka ülkelere hizmet ettiğimizi fark ettim.

Türkiye’de örneğin; samimi davasına inanan Kürtlerimiz bir iki sloganla yıllarca tutuklu kalabiliyor. Ne oluyor; olan partiye gönül bağıya bağlı olan, gençlerimize ve ailelerine oluyor. Hapislerde yıllarını geçirenler, sonradan oynanan oyunları fark ediyor ancak dediğim gibi, olan onlara ve kaybettikleri yıllarına oluyor.

“Esad’ı ayakta tutan da PKK’dir”

–  Suriye’de başlayan iç çatışmaların hemen akabinde Kobanê Halk Meclisi kentin yönetimini üstlendi. 19 Temmuz 2012 yılı, “Rojava devriminin” başlangıç tarihi olarak kabul edildi. Ön görüşmememizde özellikle Rojava’da bulunduğunuzu söylediniz. Rojava’da gerçekten neler oldu ve oluyor?

Rojava meselesi Arap ülkeleri başta olmak üzere, diğer ülkeleri de kapsıyor. Libya’da iç savaşın başlamasıyla Suriye de bundan nasibini aldı.

Soruyorum; peki, Beşşar Esad, Muammer Kaddafi’den güçlü müydü? Hüsnü Mübarek’ten daha mı zekiydi? Hayır!

Şimdiye kadar Esad’ı ayakta tutan da PKK’dir. PKK, Mısır’da olsaydı Hüsnü Mübarek’in gitmesine izin vermeyecekti. PKK, Esad’ı korudu/koruyor. PKK olmasaydı, diğer Kürt güçleri bölgeye konuşlanacaktı.

Rojava’da bulunduğum süre içinde şuna da tanık oldum, Rojava halkının yüzde 80’i Molla Mustafa Barzani’nin ilkelerini benimsiyordu. Kaldı ki şu andaki kuşağın baba ve dedeleri de Mustafa Barzani ile mücadele etmiştir. Çoğu da KDP’nin onlara destek vermesini istiyordu. Ancak PKK, İran ve Şam yönetiminin talebi üzerine bölgeye yerleşti.

Size yaşadığım bir olayı anlatayım; Haseke’de Suriye devletiyle savaşıyorduk, aynı gün Kamişlo’ya da gidip çok rahat bir şekilde silah alıyorduk. Kamişlo Havaalanı vardı, uçaklarla silah bize aktarılıyordu anlam veremiyorduk o an kaynağın tam olarak nereden geldiğini de bilmiyorduk; zamanla ortaya çıktı. Yani bir yandan rejimle savaşıyorduk bir yandan bize silah gönderiyordu.

Bir de mesela birçok şehir ve kasaba aldık. Bu bölgelere savaşmaya gittiğimizde bir iki silah sıktıktan sonra Suriyeli askerler direkt silahlarını bize teslim edip çekiliyordu.

Terör listesinde olan bir örgütün, devrimle haklarını korumak için ayaklanan bir halkın, toplumla anılması da bu bölgedeki halka yarardan çok zarar verdi. Bakın bakalım Rojava’da ne kadar Kürt kaldı? Çoğu sürgün hayatı yaşıyor.

Kürtlerin bölgelerine gerek PKK gerek Şam gerekse Türkiye’nin yoluyla Araplar yerleştirildi. Kürt kentlerinin demografisi değiştirildi. Rojava’da benim bulunduğum dönemde 3 milyon Kürt vardı şu anda 300 bin bile kalmadı.

Bu Kürtler nereye gitti? Kimin için şu anda savaşıyor? “Demokratik Suriye için” diyorlar. Bana ne demokratik Suriye’den, Suriye sosyalist olsa ne olacak? “Demokratik Suriye”, “Demokratik Türkiye” diye diye gençlerimizi, halkımızı sindirdiler, yok ettiler. Bana Kürtlerin de yer yüzünde hak ettiği hakları lazım…

–  Afrin, Kürtlerin kontrolüne tekrar geçebilir mi?

Hayır, çok zor. Askeri tecrübelerimden yola çıkarak o bölgeyi tekrar almak çok zor. Türkiye orada konuşlanmış durumda. Yapabilselerdi Kuzey Kürdistan’da bir metrekare toprağı kurtarırlardı…

–  Peki, Kürtler için büyük önem taşıyan Serekaniyê’den (Resulayn) niye çekildiniz?

Bu konuyu anlatayım. İlk Rojava Kürdistanı’na girdiğimizde bize “Orayı özgürleştirip, oradaki halka teslim edip çıkacaksınız. Oradaki halk kendilerini yönetsin” talimatı verildi. Biz de gittik, kurtardık; ancak hemen sonrasında bize “çekilmeyin” talimatı verildi.

O dönemde bizler “üçüncü çizgiyiz” derdik. Yani ne Suriye ne de başka bir tarafta değildik. Çünkü amacımız sadece bölgede baskı altında olan Kürt halkımızın can güvenliğini, topraklarını korumaktı.

Süreç içerisinde de bir yandan koalisyona yakınlaştı, bir dönem Rusya, amiyane tabirle her bir taraf PKK’yi terbiye etti. Biri Afrin biri de Serekaniyê ile savaşın içinde olan bizler yaşananlar karşısında şok olduk, bir baktık durum sanıldığından da ciddi ve bir kaosun içindeyiz…

Sonuç olarak çekilmek zorunda kalındı. Hatta Mazlum Abdi’de, “Türk devletiyle hiçbir alıp veremediğimiz yok, onlara zarar vermiyoruz. Bize saldırmasını istemiyoruz” demişti. Eee Türkiye de kendi siyasetini yürütüyor, çekilir mi? Bölgedeki tüm taraflar haklı-haksız kendi siyasetini yürütüyor.

“Mazlum Abdi, PKK tarafından sindirilmeye çalışılıyor, bölge halkı buna izin vermiyor”

–  Mazlum Abdi’den söz ettiniz? Abdi, Kürtler, hatta ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerince de yıldızı parlak bir komutan olarak kabul görüyor. Önceki yıllarda Kandil, Abdi’nin görevine son vererek, onu geri çektiği ancak koalisyonun ve bölge halkının tepkisi üzerine geri adım attığı söyleniyor. Bu ne kadar doğru ve mevcut durumda Kandil Rojava’da ne kadar baskın?

Evet. Mazlum Abdi samimi bir komutan; Kürdistan’ın kurulmasını ve bölgede gerçekten gözle görülür adımlar atmayı istiyor ve bunun için çalışıyor. Tabii bu sadece onun değil, koalisyonun da amacıdır. Gerek Kürdistan Bölgesi gerekse Rojava’da Kürtlerin kazanımları için çaba gösteriliyor.

Lozan haritasının 100’üncü yılının dolmasına ramak kaldı ve taraflar da olumlu gelişmelerin sağlanması için çabalıyor. Mazlum Abdi de o bölgenin halkı ve şunu açık bir şekilde söylemesi gerekiyor; “PKK ile hiçbir işimiz yok!” PKK, dedikçe başları daha çok sıkışıyor. Bölgesindeki halk daha çok zor duruma düşüyor.

Mazlum Abdi, PKK tarafından sindirilmeye çalışılıyor ancak bölge halkı buna izin vermiyor. Rojava’da Suriye ve Türkiye’ye geçit veren Kandil, Roj Peşmergelerine izin vermiyor. Bıraksınlar onlar da geçsin topraklarına ve birlikte bölgelerini korusunlar. Onlarca dış ve iç odaklı yabancı silahlı güç şu anda Rojava’da değil mi?!.

PKK’nin gözünde onlarca yabancı güç Rojava’ya girsin ama başka Kürt güçleri girmesin… Her bölgede bunu izliyorlar, izlemeye de devam ediyor. Karşı çıkanları da ajanlıkla suçluyorlar. Oysaki kötülerin en büyüğü de yönetimdekilerdir…

“Ne PKK eski PKK ne Türkiye eski Türkiye”

–  Türk yetkililer yeni bir olası Rojava operasyonuna dair arka arkaya açıklamalarda bulundu. Şayet ABD, Ankara’ya operasyona dair yeşil ışık yakmazsa Ankara operasyonu yapabilir mi?

Suriye’de şu anda ABD, Rusya ve Türkiye olmak üzere üç büyük güç var. Burada Türkiye küçümsenmesin. Rojava’ya girmesi için de kimsenin yeşil ışığını beklemeyebilir. Nitekim yakın geçmişte örneklerini gördük.

Kandil istediği kadar propaganda yapsın, Türkiye askeri olarak güçlü bir ülke. Güçlü olmasaydı Afrin’i, Serekaniyê’yi, Gırê Spî’yi (Tel Abyad) nasıl aldı? Rojava’yı tehdit etmeye de devam ediyor.

Burada özellikle PKK’ye iş düşüyor. Kandil’in son dönemdeki açıklamalarına bakarsanız da yine aynı konuşmalar; “Bu sefer aynı olmayacak, bu sefer sert şekilde karşılık verilecek” vs. vs. Bizim dönemimizde de öyleydiler, şimdi de; öyle peki sonuç?..

PKK, Rojava’daki varlığını Türkiye’nin gözüne soka soka gösteriyor. Bunu yaparken, Türkiye’nin bu durumu koz olarak kullanacağını biliyor. Akabinde Türkiye’nin saldırılarıyla gerek diaspora gerekse diğer Kürt kuruluşları ve lobileri sokağa dökülüyor, uluslararası kuruluşlardan yardım edilmesi çağrısında bulunuyor.

Aldıkları yanıt “Türkiye, belgelerle PKK’nin varlığını gösteriyor ve PKK de terör listesinde, yapacağımız bir şey yok.” Her zamanki senaryo yani…

Olan da düzenlenen saldırılarla bölgedeki sivil Kürtlere, savaşan Kürt güçlerine oluyor. Bir de düşünün Türkiye sınır komşusu, diğer güçlerse farklı coğrafyadan Rojava’dalar.

Şu da bir gerçek bölgede biraz sıkışma olsa, tam olmasa da ABD de Rusya da çekilmekte tereddüt etmez. Ki örneklerini de gördük. Türkiye girdi mi eziyor… Afrin’deki varlığını görüyoruz. Göç edenler Kürdistan Bölgesi’ne sığındı.

Kandil’in bir yıllık ömrü kaldı mı?

–  Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, geçtiğimiz günlerde, “2023’e girmeden Kandil’e bayrak dikeceklerini” açıkladı. Kandil’in gerçekten bir yıllık ömrü mü kaldı? Siz ne düşünüyorsunuz?

Süleyman Soylu, bu sözlerini ülkesinin mevcut konjonktürünü; özellikle de gelişmiş askeri gücüne dayandırıyor olabilir! Demin de belirttim, ne PKK/Kandil eskisi gibi -geçen sürede PKK her yönden zayıflamış durumdadır- ne de Türkiye eski Türkiye!

Türkiye, Kürtlerin temel hakları başta olmak üzere, insan hakları ihlalleri ve şu anda ekonomik kriz gibi sorunlarla boğuşsa da geçmişe göre, askeri olarak daha güçlüdür. NATO’nun da önemli güçlerindendir.

Başta da belirttim Rojava’da, Kürtlerin hâkim olduğu bölgelerin birçoğuna konuşlanmış durumdadır. Kürdistan Bölgesi’nde dağlık alanlarda yerleşmiş durumdalar. Her geçen gün de PKK gerek toplum tabanından gerekse askeri, ekonomik, lojistik ve katılımda zayıflamış durumdadır.

Bunlar gerçek ve Ankara da bunların farkındadır. Haliyle daha fazla da cesaretlenmiş durumda… Örneğin; Sinune’de (Şengal) yakın zamanda halk artık PKK dahil tüm güçlerin bölgelerinden çıkmasını istiyor ve bu istek giderek bölgeye yayıldı.

Kürdistan hükümeti her daim PKK’nin topraklarından çıkması çağrısında bulunuyor. Rojava’da da insanlar rahatsızlıklarını söylemekte korkuyor ancak sınırlarını dışına çıktıkları gibi rahatsızlıklarını dile getiriyor. Yani PKK, her yönden zayıflamış durumdadır.

Tamam Türk yetkiler, kendi çıkarları için her türlü zararı verebiliyor. Peki, Kandil yönetiminin, kendi çıkarları için halkına bu kadar zarar vermesi doğal mı?

Demokrasisiyle bilinen İsveç de, Erdoğan’ın son sözlerine tepki gösterdi ancak bununla birlikte İsveç, değiştirdiği terör yasasını 1 Temmuz’da yürürlüğe sokacağını açıkladı.

Siyaset bir oyundur ve en demokratik ülke bile kendi kişisel çıkarlarını düşünerek hareket eder. İsveç de demokratik bir ülke olmasıyla birlikte ülke çıkarlarını da öne alıyor.

Bu söylediklerime tepki de gösterilecektir. Kabul edelim, etmeyelim; durum da bu…

Karayılan, son açıklamasında, “Bu savaşın uzun süreceğini ve buna göre hazırlıklı olunmasını” söylüyor. Bir 40 yıl daha bu savaş sürse başarılı olunamayacaktır. Barış dışında hiçbir savaş sonuçlanamaz…Habire kafalarını kuma sokuyorlar.

PKK’nın IKB’deki amacı nedir?

–  PKK’nın Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki varlığına gelelim. Örgütün ana merkezi olarak bilinen Irak-İran sınırında yer alan Zağros Dağlarının bir bölümü olan Kandil de IKB topraklarında bulunuyor. Saddam döneminde Mahmur Kampı kuruluyor. Erbil yönetimi 1983’te KDP-PKK arasında imzalanan protokol kapsamında “PKK’ya topraklarında konuşlanması için izin verdiklerini ancak PKK’nın bu durumu kötüye kullandığını” savunurken, Kandil de bu konuda KDP yönetimini suçluyor. Daha fazla uzatmadan, PKK’nın IKB’deki varlık amacı nedir? Örgütte bulunduğunuz dönemde de bu bölgede uzun süre bulundunuz. Haliyle olaylara daha hakimsiniz…

Evet, sizin de belirttiğiniz gibi Kandil’in bir bölümü İran, bir bölümü Kürdistan Bölgesi’nde bulunuyor. Mevcut durumda PKK’nin buradaki varlığı daha çok İran’a kalkan görevi üstlenmiş durumdadır.

Burada da Türk karakollarına bir iki silah sıkmazlarsa, taban “Madem öyle oralarda ne işiniz var?” diye soracaktır. Bölgedeki varlığı; Kürt ve Kürdistan’a karşı bir siyasettir bununla birlikte Türkiye’yi bölgede savaşa çekmekten başka bir şey değildir.

Bu bölgede yıllarca çatışılıyor; ne oldu, bir metre toprak dahi alındı mı? Hayır! Bu yıl da savaştılar, her seferinde insanların canları üzerinden “yok üç gerilla şehit, beş asker öldü. Yok mücadeleye devam edeceğiz.” Keza karşı taraf da aynı şekilde; “Şu kadar örgüt üyesi öldürüldü bu kadar şehidimiz var.” Ne oldu, kim kazandı?

Bölgedeki halkın tek gelir kaynağı tarım ve çiftçiliktir, zaten özgür oldukları topraklarda bölge halkı için PKK’nin varlığı zarardan başka ne getiriyor?.. Türk tarafı desen “ülkenin bekası” diye diye milyonlarca doları askeri harcamalara ayırıyor.

Ayrıca daha önce de belirttiğim gibi, PKK’nin bu bölgelerde olmaması durumda Peşmergeler konuşlanacaktı. Anlayacağınız halkın/halkların aklıyla oynanıyor.

–  PKK, sivilleri bilerek mi kalkan olarak kullanıyor?

Bir nevi öyle, Türk droneları üç taraftan saldırıyor, Kelar’a birkaç gün önce saldırdı. Soruyorum; PKK, Kelar’da ne yapıyor? Neyin devrimini yapıyor? Araçlara binip, nasıl bu kadar rahat bir şekilde hareket edip, sivillerin de can güvenliğini tehlikeye sokuyorlar?

Duhok’ta çok sayıda sivil yine yaşamını yitirdi. Teknoloji gelişti, askeri teknolojilerle nokta atışı yapılsa da yapılan operasyonlarda siviller de canından olabiliyor. O siviller de Kürt, bunun için siviller artık hiç değilse kendi can güvenliklerini korumak adına topraklarını, evlerini terk etmek zorunda kalıyor.

–  PKK’nın bölgede olmaması halinde Türkiye’nin Rojava gibi IKB’yi de kontrol edeceğine dair görüşler de var, siz ne düşünüyorsunuz? 

Aksine PKK olmazsa; Türkiye ne Rojava’ya ne de Kürdistan Bölgesi’ne girecekti. Türkiye’nin tüm gerekçesi PKK’dir. Yoksa hayatta Türkiye özellikle Kürdistan Bölgesi’ne girmeyi cesaret edebilir mi?

“Yok PKK, taciz ateşi açtı, yok falan karakola saldırdı” diye diye Kürdistan’ın topraklarına girdiler. PKK de, yapsa da yapmasa da inkâr etmiyor. Her saldırısını “teröre ve terör listesinde yer alan PKK’ye bağlayan Türkiye, Rojava’ya da girdi, Kürt kentlerine de girdi, Irak Kürdistanı’nda da girdi.

Ayrıca Türkiye’nin PKK’dan aldığı her bölgeye Türk askeri konuşlanmış durumda. “Savunma, mücadele alanı” diye diye habire Türk askeri konuşlandırılıyor. Önceki konuşmalarımda belirttim zaten…Kandil’den talimat gelirdi; “Şu bölgeyi düşmandan kurtarın bölge halkına teslim edin.” Sonrasında bölge kurtarıldığında kendi güdümünde oluşum ve partiler kurup öyle konuşlandırılırdı, bir süre orada kalır bu sefer başka bölgelere aktarılırdık. Alın size Türk askerine Kürt bölgelerine girme gerekçesi…

“Şengal’de Peşmerge geri çekilmedi, Peşmerge ile IŞİD’e karşı savaştık”

–  Ağustos 2014 yılında IŞİD’le savaş sırasında PKK bünyesinde Şengal’de bulundunuz. IŞİD’in saldırısıyla Peşmergelerin Şengal’den çekildiği iddiası başta olmak üzere, birçok iddia da ortaya atıldı. Gerçekten Şengal’de ve özellikle PKK cephesinde neler oldu?

Evet, IŞİD Musul’a ve Şengal’e saldırdığında ben de oradaydım. Yaklaşık bir hafta orada savaştım. Rabia -Tilkoşe sınırında IŞİD’i durdurduk zaten, çatışmada da ciddi yaralandım.

Şimdi olayın birebir tanığı olarak şunu kesin bir şekilde söyleyebilirim. Şengal‘de gerillalar olarak Peşmerge ile IŞİD’e karşı savaştık. Peşmerge ellerindeki tüm silahlı güçle bizlerin yardımına koştu. Onlar olmasaydı o bölgelerde başarılı olamayacaktık.

Keza bizler de olmasaydık onlar da başarılı olmazdı. Hatta daha sonra koalisyonu ve uluslararası güçleri Kobani’de yardımımıza getiren de Peşmerge’dir.

Bakmayın öyle propaganda yayın yapan PKK ve muhalif medyaya. Birkaç videoyla Peşmerge’nin kaçtığına dair haberler geçtiler. Savaşta kaçan birkaç kişiyi çekip yansıttılar ve bu durumu bölgedeki 500 Peşmerge’ye mâl ettiler. Bir tabur çekildi 20 tabur getirildi.

Yanı başımızda birlikte mücadele ettik. Birlikte Şengal’i kurtardıktan sonra Kandil, Rojava da olduğu gibi Şengal’e konuşlandırdı. “Niye” diye sorduğumuzda “Peşmerge Şengal’i bırakıp kaçtı?” dediler. Peki, Şengal’i bırakıp kaçanlar Peşmerge ise bizimle cephede savaşan kimlerdi? Peşmerge değil miydi? Ayrıca, Peşmergelerin içinde Ezidiler de vardı.

Ona bakarsanız her bir Ezidi Kürt’ümüzün evinde 2-3 silah da vardı niye kendilerini korumaya çalışmadılar? Savaşmak bu kadar kolay mı sanıyorsunuz? IŞİD’li intihar bombacısı veya bomba yüklü araçlarla saldırınca karşılarında ne Iraklı ne Suriye ne koalisyon askeri kalırdı. Kalabalığın içine biri girdiği gibi kendini imha ediyordu, anında onlarca insan ölüyordu.

Çocuk oyuncağı mı? Bu kadar uzaktan ve başkasının canı üzerinden kuru kahramanlık yapmak ahmaklıktır? IŞİD ne zaman yenilgiye uğradı biliyor musunuz? Koalisyon güçlerinden destek geldiğinde örgütün tüm askeri ve stratejik analizi yapıldıktan sonra. Tüm güçler bir olduktan sonra yenildi.

Velhasıl o dönemde PKK, Ezidi Kürtlerimizi bir şekilde ikna ederek, o bölgede kaldı, şimdi ise bir grup Ezidi onlarla kalmış durumda. Sizde biliyorsunuz, geri kalan diğer Ezidilerin yüzde 80-90’ı şu anda Kürdistan Bölgesi’nde ya da yurt dışında. Madem söyledikleri gibi PKK’nin varlığı Şengal’e huzuru ortamı sağladı, şu anda Şengal çok iyi durumda Ezidiler neden Şengal’e gitmiyor? Tam tersine gidenler döndü.

Peki konuşlandıktan sonra Kandil yönetimi ne yaptı? Haşdi Şabi‘yi getirdi. Yani İran’ı getirdi. Şengal’in ortasında Kürdistan bayrağı dışında tüm flamaları astılar. Bir diğer anlamda Şengal’i de Şii Hilali projesinin kapsamında almış oldular.

“PKK Şengal’de Şii Hilali’ne hizmet ediyor”

–  Yani PKK’nın Şengal’de Şii Hilali’ni hayata geçirmek için hizmet ettiğini ve savaştığını mı söylüyorsunuz?

Evet, tam da bunu söylüyorum. Tek fark PKK burada, PJAK’ın İran sınırında yaptığı gibi kalkan görevini üstleniyor. Savaşmak çok daha farklıdır, IŞİD’le savaşıldı ancak bölgede ne kadar savaşıyor?

Gerçekten ciddi bir savaş yürüttüğünü düşünüyor musunuz? Tekrar ediyorum Şengal ve çevresinde, Suriye’de, İran sınırında PKK’nın görevi İran rejimine kalkan olmaktır.

–  Bir şeyi ne kadar çok bölersek birleştirilmesi de o kadar zordur. PKK’ya baktığımızda farklı bölgelerde bünyesinde birçok silahlı örgüt, grup ve dernek var. Bundaki amaç tam olarak nedir? Nitekim farklı isimlerle kurulsa da örgütün çatı oluşumları olduğu bir süre sonra ortaya çıkıyor…

Evet, örnek vereyim; Mesela Rojava Kürdistanı’nda Devrimci Gençler (Ciwanên Şoreşger) diye bir grup kurdular. Bunu neye karşı kurdu? Diğer Kürt siyasi grupları var ve bunlara karşı faaliyet yürütüyorlar.

Ara ara da koalisyon ve ABD’nin zırhlı araçlarına da saldırıyor ki bunlara tanık olduk. -ABD’nin Rojava’da SDG’ye destek verdiği de biliyor- Bu tür grupları eğitiyor ve gerektiği zamanda ortaya çıkartıyorlar. Türkiye’de (Serhed Kerim, burada ‘Kuzey Kürdistan’ ifadesini kullanmıştır – ed.n.)  Kürdistan Özgürlük Şahinleri (Teyrê Bazên Azadiya Kurdistan) kurdular ve yine oradaki kazanımları aslında tetikliyor.

Örneğin; batı illerinde çıkan orman yangınlarını üstlenerek daha fazla kışkırtma, daha fazla tepkiye neden oldular. Kürdistan Bölgesi’nde Partiya Çareseri ve YBŞ’yi kurdular üstüne bir de Haşdi Şabi ile ittifak kurdular.

Haşdi Şabi’nin kendisi Kürt düşmanıdır. PJAK’ın da görevi İran’daki Kürt parti ve gruplarının faaliyetlerini engellemektir. Yöntemler aynı, isimler farklı. Hiçbir ülke tarihinde bu tür bir sistem/oluşum görülmemiştir. Bu durum da halkın içinde belirttiğim gibi muğlaklık yaratıyor.

Amaç zaten sorunuzuz başında da belirttiniz gibi “bir şeyi ne kadar çok bölünürse birleşmez.” Bunlar da zaten parçalara ayırdıkları Kürtleri daha fazla dağıtmak istiyor, amaçları birleştirmek değil… Yani bir düşmanın düşüneceği taktik ve yöntem…

–  Kandil mali kaynağını nasıl sağlıyor? En azından bulunduğunuz dönemde nasıl sağlıyordu?

Son süreçte Rojava’da çıkan petrolün bir bölümü onlara akıyor. Rusya, Avrupa ve farklı ülkelerden topluyorlar. Onlara bağlı şirketler, Kürdistan Bölgesi’nde konuşlandıkları bölgelerde gümrük adı altında para topluyor. İnsan kaçakçılığı vs. Yani parayı da tehditle artık topluyorlar. Eskisi gibi artık insanlar gönüllü olarak da onlara mali destek sağlamıyor.

– Geçmişe oranla mali yönden zayıf olduğunu söyleyebiliriz o zaman? 

Evet, şimdi bana Eşkıya Hemido’yu hatırlatıyor. Ancak Hemido bir bölge ve dağda eşkıyalık yapıp milletten para alırken, PKK birçok dağda ve tüm dünyada yayılarak para alıyor. Her biri kendi başına buyruk milletten para topluyor…

“40 yıldan fazladır PKK’de olan Duran Kalkan birkaç Kürtçe kelime konuşmaktan sakınıyor”

–  Türkçeyi PKK’da bulunduğunuz dönemde mi öğrendiniz?

Evet, Rusya’da yetişen bir Kürt olarak Kandil’de birkaç yılda Türkçe öğrendim öğrenmesine de gelin görün ki 40 yıldan fazladır PKK’nin yürütmesinde yer alan Duran Kalkan, birkaç Kürtçe kelime öğrenemedi veya konuşamıyor ya da konuşmak istemiyor…

Bu kişi Kürt toplumu, halkı için ne yapabilir, nasıl hizmet edebilir? Birkaç Kürtçe kelimeyi söylemeye tenezzül etmeyen birinden söz ediyorum. Bu kişi kalkıp bana nasıl halkların kardeşliğinden söz edebilir?

“Benim gibi yüzlerce Kürtün içinde bir ümit vardı ve örgütün içinde yer almayı sürdürdüm”

–  Sizin de söz ettiğiniz gibi Apo’nun yakalanması sonrası aralarında PKK’lı sorumlular Nizamettin Taş ve Osman Öcalan gibi isimler ayrıldı. 20 yıl PKK’da bir komutan olarak faaliyet yürütmüşsünüz. Bazı tanık olduğunuz olayları da anlattınız. Eminim daha tanık olduğunuz çok kritik olaylar var… 20 yıl bir ömür demek, bunca yaşanmış ve tanıklıklardan sonra örgütten neden ayrılmadınız da 2018 yılına kadar beklediniz? 

Çünkü insanoğlu umutlarıyla yaşıyor. İnsan tüm yaşanmışlıklara rağmen içinde bir umut taşıyor. Benim ve benim gibi yüzlerce, binlerce Kürt’ün içinde de bir ümit vardı ve örgütün içinde yer almayı sürdürdük. Halen o umudu taşıyan ve PKK’den ayrılamayan birçok kişi olduğu gibi, benim gibi çok kişi de ayrıldı.

Kürtlük duygusundan uzaklaştım mı? Hayır, asla! Aksine daha fazla arttı. Elimden geldiği kadarıyla içinde bulunduğum şartlarda insanların en azından PKK’nin neye hizmet ettiğini bilmelerini istiyorum. Özellikle de halkımızın… Çünkü çok temiz duygularla PKK’ye katıldım.

PKK’ye katıldığımda tam olarak ideolojisinin ne olduğunu ve ne olup bittiğini de bilmiyordum. Amacım sadece Kürt ve Kürdistan için çalışmaktır. Ancak PKK her halükârda ideolojik bir örgüttür, partidir. Elbette ki insanlarımızın üzerinde büyük bir etkisi de oldu, olmasaydı zaten benim gibi binlerce kişi katılmazdı. Katıldığımız zamanda her birimiz ölümü göze alarak katıldık. Hiçbirimiz sağ salim döneceğimize dair bir öngörünüz yoktu. Nitekim birçok arkadaşımın şehit oluşuna tanık oldum.

İçinde bulunduğum sürede de mücadele ettik. “Bu yıl Kürdistan kurulacak. Gelecek yıl kurtulacak, sonra da Kürdistan’ın şu toprağını kurtaracağız. Halkımızı zor şartlarından kurtaracağız” diye diye 20 yılı geçirdim. Artık dayanılacak güç de kalmadı. Ya orada infaz edilecektim ya da örgütten kurtulup, yaşananları anlatacaktım. Hiçbir şeyin dışardan göründüğü gibi olmadığını aktarmak istedim.

Bir de ben ve benim gibiler örgüte katıldıktan sonra ideolojilerine bir şekilde dahil olup, daha sonra kandırıldığını ve büyük bir oyunun içinde olduğunu fark edebiliyor. Çünkü örgütteyken dışarıyla bağlantımız kopuktu. Televizyonu 1-2 saat izleyebiliyorduk, o da Kandil’deki ve Apo’nun söylemlerinin yer aldığı konuşmalardı. Türklerin TV’lerini de arada izlediğimizde bir düşman gibi izleyip, “düşmandır” deyip umursamazdık. Dediğim gibi, ben ve benim gibilerin içinde taşıdığı umutla gün be gün itelendi…

–  Örgüte katıldığınız için pişman mısınız?

PKK’nin Kürt halkının beklentileri karşılayamaması, Kandil’in kadını, erkeğiyle Kürt gençlerini, halkını kendi çıkarları için kullanıp feda etmesi, Kürt toplumunun sahip olduğu direnme ve enerjiyi Kürtlerin hakları dışında herkese kullanması bu konuda evet, pişmanım…

Sadece ben değil yüzlerce, binlerce insanımız heba oldu. Milyonlarca Kürt, PKK’nin yürüttüğü siyasetten mustarip, çok acı çektiler ve çekmeye devam ediyorlar. Çok yazık…

Umudumuz Kürtlerin kimliğinin tanınması ve Kürdistan’ın haklarını sağlamaktı. Yani halkımızın özgürlüğü için çalıştım. Katıldığımda da, başta da dediğim gibi, PKK’yi tam bilmiyordum. Kürtlerin haklarının kazanılmasına dair umutlarım devam ediyor. Çalışmalarıma da örgütten ayrılsam da devam ediyorum.

“Tek amacım Kürt gençlerinin, ailelerinin artık Kandil’e feda edilmemesidir”

–  Söyleşimizi epey uzatmakla birlikte daha konuşulacak çok konu var ve yazık ki söyleşimizi burada sonlandırmam gerekiyor. Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? 

Evet, tek amacım Kürt gençlerinin ve ailelerinin artık Kandil’e feda edilmemesidir. Dediğiniz gibi daha anlatılacak çok şey var ve Allah nasip ederse, onları kaleme alacağım, kitabımda söz edeceğim.

Sadece şunu söylemek istiyorum tüm yaşananların aklı selim düşünülmesi gerekiyor. Halkımızın kız ve erkek çocuklarını dağlarda katledip, sonra da kanları üzerinden propaganda yapmalarına artık izin vermeyelim.

Eminim Türk’ü, Kürt’ü ile herkesin kafasından geçip dile getiremediği “Bu kadar yüksek askeri teknolojiyle bu denli nokta atışı yapan Türkiye, neden Bayık, Karayılan ve Kalkan’ı hedef alamıyor?” sorusudur. Bu, insanda soru işareti yaratıyor. Kandil’e operasyon yapılmadan önce bakıyorsunuz baştakiler İran sınırına kayıyor. Yani hepsi soru işareti…

Kentlerimizde yanlış siyasetle birçok aile heba olurken, bir kesim rant sağlıyor. Dediğim gibi, bunların Kürtlükle hiçbir ilgileri yok. Hatta barışı istemeyen bazı Türk kesimi de halkını, ülkesini düşünmüyor. Türk halkı da yaşanan bu savaştan mustarip…

Kısacası belli bir kesim bu savaşı kendilerini yaşatmak için kullanıyor. Bunca yıldır verilen bir mücadele var ve 60-70 milyonluk bir halkın ne bir devleti ne bir kimliği var.

Mevcut durumda sadece Kürdistan Federali diye Kürtlere ait olduğunu bildiğimiz bir bölgemiz var. Tüm eksikliklerine rağmen devlet olmaya doğru da gidiyor. Bunun dahi kurulmasına izin vermiyorlar.

Şunu tekrar tekrar vurgulamak istiyorum. PKK eşittir İran’dır. ‘Şii Hilali’ni bir şekilde hayata geçirmek istiyorlar. Şii Hilali’ne de bakın, Süleymaniye, Hawraman, Kerkük, Musul, Şengal’i Rojava’yı orada da Şam’ı, Şam’dan da Filistin’e ulaşıyor.

Ancak öyle ya da böyle İran’ın da sırası geliyor. Artık insanlarımız kendi canları ve gelecekleri üzerinde oynanan oyunların farkına varsınlar. Biliyorum, bazı şeyleri kabul etmek istemeyebiliyorlar, ancak ne yazık ki durum bu ve çok daha fazlası…

 

Kaynak: https://www.indyturk.com/node/525841/r%C3%B6portaj/20-y%C4%B1l-sonra-pkkdan-ayr%C4%B1lan-komutan-konu%C5%9Ftu-bar%C4%B1%C5%9F-s%C3%BCrecini-kandil-bozdu-pkk