Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunun(THKO) liderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, 6 Mayıs 1972 yılında, Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde idam edildiler.
Onlar, Ulucanlar Kapalı Cezaevine getirildikleri zaman, DDKO kurucu ve yöneticileri olarak bizler de Ulucanlarda tutukluyduk.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) lideri Mahir Çayan ve arkadaşları da mayıs ayında katledildiler.
Türkiye İhtilalci Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) lideri İbrahim Kaypakkaya da, Dersim’de yakalandı. Diyarbakır-Siirt illeri Sıkı Yönetim Komutanlığı Askeri Cezaevinde, işkenceyle, mayıs ayında katledildi.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin ve Devrimci Gençliğinin bu ünlü liderlerinin hepsi, 12 Mart 1971 Askeri Faşist Darbesinin kurbanları. Bu vesileyle askeri darbeyi, onların idamı ve katledilmesini lanetliyorum.
Bunlar, aynı zamanda 68 Kuşağının üyeleriydiler. Ben de o kuşaktanım. 68 Kuşağıyla ilgili birçok görüş ve senaryo var. Ben de bu konuda bir senaryo ve görüş sahibiyim.
Bu yazımda, ismi geçen liderlerin ve örgütlerin savundukları strateji, mücadele yöntemi, halkla ilişkileri, sosyalist hareket yarattıkları sonuçlar üzerinde duracağım. Kürdistan’a olan etkilerini ele alacağım.
***
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sömürgeci, otoriter, tekçi bir devlet olarak yapılandı. Bu karakteri gereği de, devlete dar sivil ve asker bürokrasi hâkim ve sahip oldu. Bu aynı zamanda, sivil ve asker bürokrasinin devleti yönetmesiydi; diğer toplumsal kesimlere devleti yönetme hakkının tanınmamasıydı.
Devlet, aynı zaman da bir Türk devlet-ulus devleti olarak yapılanmıştı. Kürtlerin millet olarak varlığını da kuruluşundan kısa bir sonra, inkâr ve ret etti. Devlet, bu sömürgeci karakteri gereği, Kürtlere devlet sahibi olma ve yönetme hakkının hiçbir şekilde tanımıyordu.
Sivil ve asker bürokrasi, devleti bir tek parti, Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) (CHP) eliyle yönetti. Tek parti yönetimi devam ederken M. Kemal Atatürk, yönetimin başında milli şefti ve tartışılmaz tek liderdi.
Atatürk’e rağmen, yeni bir örgütlenme oluştu. CHP’ye alternatif oldu. Yerel seçimleri kazandı. Siyaset yoluyla bu partiyi tasfiye etmek toplumsal açıdan zor görüldüğünden, Kürdistan’da 1925 ulusal ayaklanmayla ilişkili gösterilerek meşruiyetine son verildi, yargılanmalar ve cezalandırmalarla tasfiyesi sağlandı.
Sivil ve askeri bürokrasi, muhalefeti bu şekilde tasfiye etmekle, muhalefeti tasfiye konusunda bir stratejiyi benimsemiş oldu.
Bu stratejiyi, hem Türk toplumsal muhalefetine ve hem de Kürtlere karşı da kullanarak, ayakta kalmaya çalıştı. Kürtlerin hak talepleri için çalışmalarını ve örgütlenmelerini de, Kürtleri provoke ederek, bastırmayı rahatlıkla sağladı, kitle bütünleşmesini, meşruiyet temelinin genişlemesini, engelledi.
***
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Türk Devleti ve onu yöneten CHP, çok partili sistemi benimsemek ve kabul etmek zorunda kaldı.
Türkiye’de çok partili sistemin benimsenmesi ve kabul edilmesiyle, CHP’nin içinde olup da ayrılan kurmayların öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kuruldu. Demokrat parti, kısa sürede, halkın desteğini ve tasvibini kazandı. Kitleselleşti, büyük bir güç haline geldi. 1950 genel seçimlerinde tek başına hükümet oldu.
Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, sivil ve asker bürokrasinin yanında, en genel ifadesiyle burjuvazi ve yandaşları siyaset yapmaya, iktidarı paylaşmaya başladılar.
Kürtler, bu dönemde de bağımsız siyaset yapma olanağından yoksun oldular. En genel anlamda Devletçilik ve Kemalizm karşıtlığından dolayı, Kürt yönetici sınıfları, DP’yi desteklediler. DP’de siyaset yapmaya başladılar. Kürtlerin okumuş kesimi, CHP’de siyaset yapmaya başladı. Ama her iki partide de Kürtler kendi kimlikleriyle siyaset yapmadılar. Entegralist bir siyaset sürdürdüler. Devletin Kürt milletini inkâr ve ret politikasına doğrudan karşı çıkamadılar. Uzlaşmacı ve uyumlu bir politika sürdürdüler.
Türk sosyalistleri ve komünistleri de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra asıl olarak illegal olarak örgütlendiler. Açık ve parlamenter siyasette etkin olamadılar.
Sivil ve asker bürokrasinin partisi CHP, halk gücüyle ve seçim yoluyla iktidarı ele geçirmeyeceğini bildiğinden, 27 Mayıs 1960 yılında askeri darbenin gerçekleşmesini sağladı. Darbenin yapılması için de bir meşruiyet zeminin hazırlanması gerekirdi. Bunun için de, devletin açık ve gizli örgütleri provokasyonlar yaptılar. Olmadık olayları olmuş göstererek, halkı manipüle ettiler.
Askeri darbe, sivil ve askeri bürokrasi, buna rağmen, siyaset alanında pay sahibi olmak isteyen ve iktidar olmak isteyen güçlerin oluşmasını engelleyemedi. Darbeden sonra, siyaset alanı daha çok renklendi, çoğulculaştı, sivil ve askeri bürokrasi için korkulu yapıya kavuştu.
27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra, CHP zaten siyaset sahnesindeydi. Burjuvazi ve yandaşlarının, biri kitlesel olmak üzere, birkaç partisi kuruldu. En önemlisi de emekçiler adına Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuş oldu. Böylece Türkiye’de siyaset üç niteliksel yapıda ve üç ana temsil üzerinden yürümeye başladı. Bu gelişme, siyasette başlı başına yeni ve niteliksel bir gelişmeydi.
TİP, M. Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Arenlerin başını çektiği aydınlarla birleşmesinden sonra, daha anlamlı bir hale geldi. Sosyalist düşünce sistematiğine uygun yapılanma sağlandı. Sosyalist muhalefeti temsil edecek, bir nitelik, özellik, kitlesellik kazandı.
Bu Kürtler açısından da, 1959’daki 49’lar olayından sonra yeni bir gelişmeydi. Kürt sosyalistleri de TİP’de kendilerini ulusal kimlikleriyle tanımlama olanağı buldular. Sosyalist olan ve olmayan Kürtler, TİP’i, Kürtlerin ulusal haklarının kazanılmasında bir platform, bir olanak, bir kapı açacağı görüşüyle desteklediler.
Bu durum, Türkiye’deki siyaset alanı için daha renkli bir gelişmeydi. Daha niteliksel bir çoğulculuğa işaret ediyordu.
Siyasetin bu yeni konumu, sosyalist muhalefetin gelişmesi, TİP’in halktan destek görmesi ve 1965 yılında 15 milletvekiliyle (bu milletvekillerinden biri de Kürt olan Dr. Tarık Ziya Ekinci’ydi) ve bir senatörle parlamentoya girmesi, parlamento içi açık muhalefet olması, hem sivil ve asker bürokrasiyi, hem de burjuvazi ve yandaşlarını ürküttü.
Tabi ki sivil ve asker bürokrasi, hem burjuvazi ve yandaşlarının, hem de emekçiler (bir ölçüde Kürt) adına ortada olan, güçlenen, halk desteğini kazanmaya başlayan sosyalist TİP muhalefetinden korkuyordu.
Kürtlerin öncelikle dergi çevrelerinde toplanmaları, daha sonra 1965’te Türkiye Kürdistan Demokrat Partisini (TKDP) ve 1969 yılında Devrimci Doğu Kültür Ocaklarını (DDKO) kurarak siyasete taraf olmaları; Kürt siyasetinin, hızla kitleselleşmesi ve yaygın örgütlenme olanaklarını ve parametrelerini göstermiş olması da, hem sivil ve askeri bürokrasiyi, hem de burjuvazi ve yandaşları için daha da ürkütücü oldu.
***
Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde, siyaset alanındaki ve iktidar mücadelesindeki bu yeni gelişmeler, devleti ürküttü. Devlet, özellikle devlet ve rejimi değiştirmede tehlike gördüğü, sosyalist ve Kürt muhalefetini dağıtmak için birçok strateji uyguladı.
Bu stratejilerden biri, sosyalistleri ve Kürtleri tutuklamak ve yargılamak: Bu strateji beklenilen sonucu vermedi. Bu strateji, sosyalist ve Kürt muhalefetinin büyümesini, meşruiyet zemininin genişlemesini sağlıyordu.
O zaman daha etkin bir stratejin izlenmesi gerekirdi. O da, sosyalist ve Kürt muhalefetini bölecek, provoke edecek, meşruiyet zeminini yok edecek bir stratejinin benimsenmesiydi. Sosyalist muhalefetin bir partide ( ki bu parti TİP’ti) toparlanmasını engellemek. Sosyalist Muhalefeti, parlamento ve sistem dışına itmekti.
Bu da, ideolojik dürtüler ve ideolojik anlamsız ayrışmalardan sonra sağlandı. Devletin yeni stratejisi için bir kapı artalandı.
Sosyalist Hareket, “sosyalist devrimciler” ve “milli demokratik devrimciler” şeklinde büyük bir bölünme ile karşı karşıya kaldı.
Bu büyük bölünme ile kalınmadı. Sosyalist muhalefet, “sosyalist devrimcilerin”, “Sovyetçi ve TKP yandaşı olanlar ve Bağımsız Sosyalistler/Demokratik ve Güler Yüzlü Sosyalistler”; “milli demokratik devrimcilerin, Doğan Avcıoğulcular, Mihri Belliciler/Kırmızı Aydınlıkçılar, Doğu Perincekçiler/Beyaz Aydınlıkçılar, Mahirciler/THKP-C’ciler, Denizciler/THKO’cular” şeklinde bölünmesi ortaya çıktı.
“Sosyalist Devrimciler”, sosyalizmin, halkla, demokratik, sivil, parlamenter yolla iktidar olmasını savunuyorlardı.
“Milli Demokratik Devrimciler”, halka rağmen, Kemalist sol kanatla, Kemalist cuntacılarla, ihtilal yoluyla, silahla, parlamenter ve demokratik olmayan yolla iktidar olmayı savunuyorlardı.
Gerçek devlet iktidarı ve sahibi güçlerin eline “milli demokratik Devrimcilerin” yaklaşımları, bakış açıları, özellikle silahlı ve ihtilalci stratejileri, THKP-C ve THKO örgütlenmesinin ortaya çıkmasıyla büyük fırsat verdi.
Devlet güçleri, silahlı eylemlerle sosyalist hareketin meşruiyetini ortadan rahatlıkla kaldıracağını stratejik halka olarak ele geçirdi.
Bu nedenle devlet güçleri, halka rağmen, ihtilalla iktidar olmak isteyen sosyalist güçlerin eylem yapmalarına olanak sağladılar.
Bu silah güçlerin bir kesimi de, özellikle Kemalist Sol Cunta grubuyla organik bağ içinde bu süreci derinleştirdiler.
THKP-C, şehir gerillacılığını; THKO, kır gerillacılığını başlatmakla, devlet güçlerine daha büyük bir zemin hazırladılar. Bu gerillacılık hikâyesi, Latin Amerika’dan alınmış bir hikâyeydi. Türkiye’de şehir ve kır gerillacılığının başarı sağlamasıda olanaklı değildi. Öyle de oldu.
Bu stratejilerin üstüne, 12 Mart 1971 Faşist Askeri Darbesi oturmakla kalmadı, kendisine meşruiyet de sağladı.
Sonuç da, Kürtler ve sosyalistler için, felaket oldu. Kürt Hareketinin ve özellikle de sosyalist hareketin tasfiyesi bir ölçüde sağlandı. Ama tümden yok etmesi olanaklı olmadı.
Devlet, bu yeni stratejiyle, hem Kürt Hareketiyle ve hem de Sol Hareketle yaşamayı öğrendi. Tasfiye ve küçültme, meşruiyet temelini zayıflatma ve yok etme stratejisine devam etti.
***
12 Mart 1971 Darbesinden sonra, İbrahim Kaypakkaya, Şafak/Doğu Perinçek grubundan ayrılarak TİKKO’yu kurdu.
TİKKO, Kemalizm’e karşı keskin tutum aldı. Halka daha çok güvenen bir yapıydı. Halkla birlikte devrimi ve Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını ikirciksiz savundu.
Ama ne yazık ki TİKKO da, kır gerillacılığını benimsedi. Lideri Kaypakkaya Kürdistanlı olmadığı halde, kır gerillacılığı için de Kürdistan’ın Dersim şehrini seçti.
TİKKO’nun Kürdistan’ı sıradan kırsal bir bölge seçmesi, Kürt milleti hakkındaki düşünceleriyle bir çelişki oluşturduğu gibi, Kaypakkaya’nın felaketini de hazırlayan bir yaklaşım ve pratik oldu.
***
1974 yılından sonra da, sosyalist ve Kürt Hareketi daha büyüyerek, kitlesel destek sağlayarak yapılandı.
Ama devlet aynı stratejiyi sürdürdü.
1974’ten sonra demokratik ve siyasi yoldan mücadele eden TİP, TSİP, TKP, DEV-YOL, KURTULUŞ hareketi büyüdü ve toplumun değişik emekçi kesimlerinden destek gördü.
Buna karşılık, yine silahlı sol gruplar kullanılarak bu meşru ve sivil sosyalist hareketin önü kesildi. Sağ-Sol kavgası derinleştirildi.
Kürt ulusal Hareketi, sosyalist ideolojinin egemen olduğu bir çizgide, bağımsız örgütlenmeyle (Rizgarî/Alsa Rizgarî, KİP/DDKD, PSK, KDP/KUK, KAWA, Têkoşîn) gelişti, kitlesel destek gördü.
Devlet, Kürdistan’da da Kürt ulusal hareketini bastırmak için PKK’yı örgütledi. İlk günden itibaren eline silah verdi.
***
Devlet yine böylece silahlı hareketleri geliştirme stratejisiyle, Kürt ulusal Hareketini ve sosyalist hareketi tasfiye etmek için eline fırsatı geçirdi.
Devlet güçleri, 12 Eylül 1980 Faşist Askeri darbenin koşullarını, silahlı örgütler eliyle hazırlattı. Fırsatı kaçırmadan da darbeyi gerçekleştirdi.
***
Darbeden sonra, sosyalist hareketin tüm güçlü, kitlesel, meşruiyeti olan örgütleri (TİP, TSİP, TKP, DEV-Yol, KURTULUŞ) tasfiye edilmekle kalınmadı, sosyalist hareket tümden tasfiye edildi. Şu an Türkiye’de sosyalist bir muhalefetten bahsetmek olanaklı değildir.
Böylece sosyalist muhalefeti, kendisine sosyalist diyenlerin eliyle kolaylıkla tasfiye etti.
Bu aşamada, sahada sadece vekâlet savaşı veren silahlı küçük gruplar var. Onlar da devlete fazlasıyla malzeme sağlamaya devam ediyorlar.
Kürt ulusal hareketinin tüm örgütsel aktörleri tasfiye edildi. Bugünkü aşamada, küçük Kürt örgüt ve partileri var. Sosyolojik ve siyaset bilimi anlamında, kitlesel yapıda bir Kürt ulusal hareketi yok.
Kürdistan’da, Devletin, Kürt ulusal hareketini içerden tasfiye etmek, Kürt milletini, devletini kurma stratejisinden uzaklaştırmak için projelendirdiği PKK var.
PKK da Mahircilerin/THK-C’nin, Denizcilerin/THKO’cuların mirasçısı olduğunu açıkça ilân ediyor.
PKK da, günümüzde kır ve şehir gerillacılığıyla mirasçısı olduğu liderlerin ve kuruluşların yolunda yürüyor.
Şehirlerdeki vekâlet savaşıyla ve gerillacılıkla, Kürdistan şehirlerinin yıkılması, Kürt ulusal dinamiklerinin parçalanması ve tasfiye edilmesi için yol açıyor.
Amed, 27-30 Mayıs 2016
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.