Şeyh Said Efendi önderliğinde Kürdlerin 1925’te kemalist rejime karşı ortaya direniş, Kürdlerin hak arama mücadelesinde bir kilometre taşıdır.

Devletin provakasyonuna karşı kendiliğinden gelişen bu direniş Kemalist rejimin Kürdlerin yokedilmesi için planlanan politikalar için bir gerekçe yapılmıştır.

Şeyh Said önderliğindeki direniş özellikle dış kamuoyuna bir ‘irtica’ olarak sunulmuş, İngiliz ve Fransız emperyalizminin, sözümona ‘devrimci’ Sovyetlerin de desteği alınmıştır.

Bir devlet provakasyonuyla öfkesi patlatılan Kürdler dünyada adeta izole edilmişlerdir.

Kürdlere yönelik militer Mecburi İskan politikası, asimilasyon politikaları bu dönemde uygulanmaya başlamış, Kürdler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmış ve dar ağaçlarına gönderilmişlerdir.

Bunun yanısıra monolotik kemalist rejim Kürdlerin meşru direnişini, kendisine karşı ‘muhalif’ olarak gördüğü kesimlere karşı da kullanmış ve Takriri Sükun yasasıyla bu karanlık rejimi zulümle, adaletsizlikle güçlendirmiştir.

Kendisi Mussoloniye, Hitler’e ilham kaynağı olan Kemalizm Kürdlerin hak arama mücadelesini ‘dış tahrik ve destekler’le ‘izah’ etme propagandasını yürütürken, özellikle İngiliz emperyalizminin yardımıyla Yunanistana karşı verdiği milli mücadeleyi de ‘yedi düvele karşı’ verilmiş bir ‘ulusal kurtuluş savaşı’ gibi gösterme yalanına da başvurmuştur.

***

İngiliz emperyalizminin, Almanya’ya ve Almanya’nın işbirlikçisi İttihat Terakki’ye karşı kurguladığı Kemalizmin yalana dayalı komploları bununla sınırlı kalmadı.

Şeyh Said efendiyi ve Kürdleri bir yandan Kazım Karabekir ve Serbest Fırka çevresiyle ilişkilendirmeye çalıştıysa da bunda başarılı olamadı.

İngilizden alınan ‘Vize’ ile Karadeniz’de Rumları katleden Kemalist rejim, Mustafa Kemal Paşa’nın İngilizler ve Vahdettin’in ortak bir planıyla Samsun’a gönderildiği olgusuna rağmen, Kürdlerin Vahdettin ile ilişkisini de ispatlamak için beyhude çabalar içine girdiler.

***

Zaman içinde rejimin bu çabalarında, komplolarında bir azalma görülmedi.
Her döneme göre yeni komplolar geliştirdiler. Şeyh Said efendiyi ve Kürdleri itibarsızlaştırma çabalarından vazgeçmediler.

Kemalist rejim Kürdlerin hak arama mücadelesini itibarsızlaştırmak için onları bazen ‘İrticacı’ olarak lanse ettiği gibi bazen de Arapların devletleşmesinde önemli bir rol oynayan İngiliz görevli Lawrence ile ilişkilendirmeye çalışıyorlardı. Lawrence’nin İngiltere’de olduğuna dair Londra’dan yapılan açıklamalara rağmen Ankara Lawrence’den bir türlü vazgeçemiyordu. Aşağıda da göreceğimiz üzere Lawrence bu kez ‘Menemen’de karşımıza çıkmaktadır!

Kürdlerin meşru hak arama mücadelesini karalamak için Şeyh Said efendi ile Menemen olayının lideri olarak gösterilen Erbil’li Şeyh Esed ile Şeyh Said efendi arsında bir ilişki yaratmaya çalıştılar.

Şeyh Esed Erbil’li bir Türkmendi. Ama Kemalist rejim ve gazeteleri ‘O’nu mahkum etmek’ için 1925 Şeyh Said direnişiyle ilişkilendirdiler. Bunu yaparken de ‘Şeyh Said’ nezdinde Kürtleri ‘gerici’, zorba Kemalist rejimini de ‘İlerici’ olarak lanse ettiler.

28 Ocak 1931 tarihli Vakit gazetesinin birinci sayfasında yayınlanan haber şöyleydi:

“Zaferi Milli gazetesinin 1341’deki (1925 yılı-B.N.)başlığı. Çok mühim bir vesika. Şeyh Sait isyanında Şeyh Esat Efendinin rolü. Şark isyanı İstanbul’daki Nakşibendi Kongresinde mi kararlaştı?

Dün İstanbul’da ve Anadolu’daki nakşibendi teşkilatı ile bu teşkilat üzerinde Menemende muhakeme edilen Şeyh Kürt Esat efendinin oynadığı rolü gösteren mühim bir vesika elimize geçti. Bu vesika Balıkesir’de intişar eden (Zaferi Milli) refikimizin (341) tarihinde neşrolunan bir nüshasıdır.

Refikimiz bu nüshasında o zaman Balıkesir’de nakşibendi propagandası ve teşkilatı yaparken şüphe üzerine tevkif edilmiş olan Şeyh Rüştü efendi isminde bir adam hakkında malumat verirken bu adamın Kürt Esat efendiye mensup olduğunu kaydetmiştir.

Diğer taraftan yine bize verilen malumata göre o vakit Şeyh Rüştü Efendinin cebinde Şeyh Esat efendinin bir mektubu çıkmış ve bu mektubun içinde bazı tezvirkarane ifadeler görülmüştür. Bu itibar ile Şeyh Esat efendinin Anadoludaki tarikat faaliyeti yeni olmadığı ve çok kamil bir şekilde bulunduğu ve bahusus birtakım şüpheli adamları bu teşkilata vasıta yaptığı sabit olmaktadır.

Asıl mühim bir nokta da şark isyanını yapan Şeyh Said’in Diyarbekir İstiklal Mahkemesi esnasında şark isyanının zuhurundan evvel Şeyh Said’in oğlunu İstanbul’a gönderdiği tahkikat ile tesbit edilmiş idi. Bunun üzerine Şeyh Said’e oğlunu niçin İstanbul’a gönderdiği sorulunca Şeyh Sait cevaben (Oğlumu İstanbul’a nakşi kongresine gönderdim) demiştir. Şeyh Said’in bu ifadesi o zamanki İstiklal Mahkemesi zabıtları arasında münderiç bulunmaktadır. Tabii bu evrak mahfuz olacağı için yeniden tetkik olunabilir..

Şeyh Esat efendi kutbüllaktadi olarak tanındığına göre Said’in oğlunun İstanbul’a  geldiği zaman nakşibendi kongresi de şüphesiz onun riyaseti altında inikat etmiş olması lazım geliyor. İeyh Said’in oğlunun İstanbul’dan avdetinden  üç ay sonra şark isyanı patladığına nazaran şark isyanının <İstanbul’daki nakşi kongresinde kararlaşmış olması hatırlara geliyor.

Vakıa Menemen hadisesine ait olan divanı harp muhakemesi neticelenmiştir. İhtimal ki bu satırlar gazetede intişar ettiği zaman divanı harp kararı infaz edilmiş buklunacaktır.

Ancak Şeyh Esat ile nakşibendi şeyhlerinin Anadolu teşkilatlarına taalluk eden bu meselenin yine tetkik, faydadan hali değildir. Bu tetkikat meseleyi hala basit zannedenlere ikaz edecek yeni yeni delail vereceği anlaşılmaktadır.”

 ***

Vakit gazetesinin hedef yaptığı ve Şeyh Said ile ilişkilendirmeye çalıştığı Şeyh Esat 65 yaşındaydı. 23 Aralık 1930’da meydana geldiği öne sürülen Menemen olayından hemen sonra Mustafa Muğlalı tarafından bir divanı harp oluşturulmuş, 28 kişi idama mahkum edilmiştir. Şeyh Esat ise kendisine atfedilen ‘öneme’ rağmen önce idama çarptırılmış, daha sonra ise cezası 24 yıl hapis cezasına çevrilmişti. Kemalist rejimin iddialarına göre Mehmet Derviş liderliğindeki bir grup Menemen’de ‘Şeriat ilan etmiş’, ordan geçmekte olan veya karakoldan oraya gelen yedek subay Kubilay’ı öldürmüşlerdi.

Mustafa Kemal Paşa, 1930  Aralık ayında gönderdiği başsağlığı telgrafında şöyle diyordu:  “Mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmaları bütün Cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadisedir!”

***

29 Ocak 1931 tarihinde kararını açıklayan Mustafa Muğlalı başkanlığındaki Divan-ı Harp Mahkemesi, 37 kişinin idam edilmesine, 41 kişinin hapis cezası almasına karar veriyor..

Şeyh Esat cezası hapis cezasına çevrildikten sonra esrarengiz bir şekilde 1 Şubat 1931’de geceleyin ansızın ölüyor.

2 Şubat 1931 tarihli Son Posta gazetesinde Şeyh Esat hakkında çelişkili haberler veriliyor.

‘Hocanın cezası 24 seneye çevrilmişti. Şeyh Esat, dün sabaha karşı ölmüştür. Ölümünden yarım saat evvel kendini kaybetmiştir. Etrafındakilere herhangi bir vasiyette bulunup bulunmadığıni Divanı Harp heyeti nezdinde tahkik ettim. Hoca, esasla bir vasiyette bulunmamıştır. Esat hoca 40 derece hararetli idi.

Ölümünden evvel ateşi düşmüş, etrafındakilerle bir saat kadar görüşmüştür.. gece onbirden sonra nez haleti baş gösterdiğinden  Dr. tekrar muayene etmiş, Şeyh bundan sonra bir kelime bile söyleyememiştir.’

Gazete alt sütünda ise Şeyh Esat ile ilgili bir başka haber daha vermektedir:

‘Şeyhin itirafnamesi yarıda kaldı. İdam mahkumları beşer kişilik hücrelere ayrılmışlardır. Karar alakadarlara tebliğ edildiğinden şimdi bir kısmı vasiyatnamelerini yazmakla meşguldürler.

Fakat içlerinde elan affedileceklerini ümüt eden az değildir.

(..)

‘Hoca Esat, hilafet komitesi hakkında ve onunla alakasına dair bir itirafname hazırlamakta idi. Vaktinden evvel! ölmüş olması, bu itirafnameyi yarıda bırakmıştır. Ayrıca Şeyh Esat’ın İngiliz casusu Lawrence ile olan alakası da meydana çıkacaktı.’

***

Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere Şeyh Esat’a bir ‘itirafname’ yazdırılmış, fakat Şeyh Esat doktor muyanesinden hemen sonra ‘konuşamaz’ hale geldikten sonra itirafnamenin bitirilmesine de gerek kalmamıştır!

***

Aşağıda aktaracağım haber ise Kemalizmin Şeyh Said efendiye duyduğu kinin hiç bitmediğini gösteriyor.

Menemen’den 4 yıl sonra Diyarbekir’de bir cinayet işleniyor ve bir nahiye müdürü öldürülüyor.

24 Haziran 1934 tarihli Son Posta’dan okuyalım:

‘Sokakta bir cinayet. Maslup bir Şeyh oğlu eski bir nahiye müdürünü öldürdü.

Şehrimizde bugün tüyler ürpertici bir cinayet işlenmiş, kunduracı çıraklığı yapan Şeyh İsmail oğlu Sait İsminde onaltı yaşında bir genç, kırk yaşında bulunan Asaf eendi isminde eski bir nahiye müdürünü öldürmüştür. Cinayet şehrin en işlek caddesi olan Belediye caddesinde ve belediyenin karşısında işlenmiştir. Bu kanlı facianın eskiden beslenen bir kin yüzünden doğduğu ve said2in başkaları tarafından tahrik edildiği de anlaşılmaktadır. Katil tabancasını çekerek Asaf efendiye birkaç el ateş açmış ve çıkan kurşunlar zavallı adamı cansız olarak yere düşürmüştür. Derhal yakalanan katil Müddeiumumi Hakkı beyin nezareti altında sorguya çekilmiştir. Cinayetin uluorta bir şekild eişlenmesi herkeste heyecan uyandırmıştır.

Katil Said’in babası Şeyh İsmail, vaktile Şeyh Sait isyanına iştirakından dolayı İstiklal Mahkemesinin kararı ile idam edilmişti.’

***

Kemalist rejim gazeteleri sıradan bir cinayet olayında bile ‘Şeyh Said’ direnişinin izini sürmekte, intikam mangası gibi hareket etmektedir.

***

Dün Kürdleri mürteci ilan ederek yalnızlaştıran kemalist rejim bugün Kürd illerini, Batı ve İsrail karşıtı gösterilerin merkezi haline getirerek Kürdleri yalnızlaştırma ve ‘Deccal’ olarak gösterme politikasına yeni bir boyut getirmiştir.

25 HAZİRAN 2020