(Kurdistan, sayı-5, 3 Nisan1335/ 3 Nisan 1919):

Müşahede ettiğim olaylar

Pekiyi biliyorum ki Ermeni göçünden sonra 3 Mayıs 1332’de (16 Mayıs 1916) Kürd göçü başlamıştı. Bir gün Harput’ta okuldan gelirken hükümet memurlarından bir kaçı yol üzerinde konuşuyorlardı. Yanlarından geçtiğim esnada sözlerin arasında “Zo diyenler bitti, sıra lo diyenlere geldi” cümlesini işittim. O anda zihnim altüst oldu. Koşa koşa eve geldim, meseleyi pederime anlattım. Onlar da benim gibi heyecanlandılar. Bu esnada kendi kendime şöyle diyordum: Ey zavallı masum millet!…

Yirminci asrın doğurduğu dehşet; tahribat, top ve tüfeklerin kopardığı gürültüler arasında yüzbinlerce şehit verdik. Hilafet merkezinden her gelen sese kabul diye karşıladık, her bir emri yerine getirmek için aç kaldık, çıplak kaldık. Kahramanların bir kısmı Kafkas dağlarında, diğer bir kısmı Arabistan’ın kızgın çöllerinde “Allah-u Ekber” sesleriyle yüce değerleri yükseltmek, yüce ve büyük ataları Selahattini Eyubî hazretlerinin ruhunu şadedecek kahramanlıklarda bulundular. Bu kadar çabanın meyvesini koparmayı hak etmişken, birkaç sersem ve zalimin kurbanı mı olacaksın? Diyerek ağladım. Meseleden haberdar olan birçok Kürd ailesi de ağlaşarak matem tutular.

O gece ıstıraplarla geçirildi. Ertesi sabah şafak vaktinde bir taraftan derslere çalışıyordum diğer taraftan geleceğin karanlıklarını düşünüyordum. İşte bu anda acıklı sesler dışarı çıkmamı ihtar ediyordu. Kitabı bir tarafa attım, gözyaşlarımı silerek dışarı çıktım. Hakikaten Pertek şosesinde bir sürü insanın ikişer ikişer dizilip yürüdüklerini gördüm, fakat meseleyi daha iyi anlamak için yaklaştım. 50-80 yaşları arasında ihtiyar erkek ve kadınlar ile 3-5 yaşları arasında genç çocuklardan ibaret büyük bir kafile mezraya doğru sevkediliyordu. Bunlar; Hezan, Demşan, Heyderan, Kureyşan ve Kurmanc gibi muhtelif Dersim aşiretlerine mensup idiler.

Tehcirlerinin sebebini sordum; hiçbir kabahatı olmayan bu mazlum ve biçarelerin jandarmaların kahrına maruz ve askeri kadroları bunların evlatlarıyla doldurulduğu Kafkas savaşında tarihimizin kaydetmediği yararlıklar gösterdikleri ve felaketlere katlandıkları halde, böylece tehcir ve öldürülmeye maruz kalıyorlardı.

Yine memurların kötü idaresi yüzünden, birkaç aşiret reisinden kuşkulanmış iddiası idi. Masum, her şeyden mahrum, kendi köyünden ve koyunundan başka bir şey düşünmeyen zavallı halk, muhasara edilerek ta ilk çağları hatırlatacak derecede mezalime düçar oldular. Gençleri de prangalara vurularak Kafkas cephesinin ilk ateş hattına bir daha dönmemek şartlarıyla gönderildi. Bunların şu hali sefaletleri haftalarca devam etti ve çoğu öldü. O zaman celladın biri “Beni iki gün Çabakçur (Bingöl) boğazına göndermiş olsalardı Dersimi kökünden budardım.” dediği her gece malumdur.

Hakikaten Munzur, Peri, Palu suları ihtiyar erkek ve kadın ile genç çocuklardan ibaret cesetlerle doldu. Geride kalanlar ise haftalarca aç, biilaç olarak bir takım canavar tabiatlı jandarma erlerine teslim edilerek yollarda izan ve insafa sığmaz zulüm ve hakaretlere uğradılar. Genç kızların iffet ve namuslarına tasallut edildikten sonra vahşice öldürüldüler. Mazlum ve masum kafileye Harput’ta hafif bir mola verilmişti. Türkçe bilmez, mezalimin her türlü zahmetine katlanmış bu zavallıların susuzluktan ciğeri yanıyor. Açlıktan yokluğa mahkum oluyordu. Kendi dilleriyle gelip geçenden ekmek, su isterken zalim jandarmaların işkencelerine uğramaktan başka bir şey elde edemiyorlardı.

O acıklı manzara karşısında bulunan merhamet sahipleri yardım elini uzatmak isterken yine o zalimlerin tehdidiyle bir şey verilemiyordu. Hükümetin mahalli konsolosuna müracaatla bu bahtsızlara insanlık ve şefkat eli uzatıldı.

Daha sonra tehcir edilenler Diyarbekir tarafına sevkedilseler de gerek açlıktan ve gerekse sayısız baskılardan her gün sayıları azalmaktaydı. Nihayet tümü ölüme mahkum oldular.

Şu söylediklerim, müşahedelerimin pek az bir kısmını teşkil ediyor. Muhterem Abdurrahim Efendi’nin dediği gibi; Ermeni katliamı ve tehcirinden sürekli bahsediliyor da Kürdlerden bahseden yok. Hakikaten bu sahada kalem oynatılsa ciltler dolusu yazı yazmak icap eder. Ayrıca bu hususta gördüklerimi ve duyduklarımı toplayarak ilerde açıklayacağımı ifade ederim. Yalnız şurasını hatırlatmak isterim ki Erzurum’dan, Kars’tan Savuçbulak’a kadar o cennet diyarı sakinlerinin çoğulu teşkil eden Kürd aşiretlerinin bugün acaba yüzde kaçı kalmıştır? Ve kalanlar ne haldedir? Burada Ermenilerin Kürdlere tatbik etmiş oldukları katliamlardan, İttihad hükümetinin yok etme politikasından uzun uzadıya bahse lüzum görmüyorum.

Yalnız o facialı, tehlikeli oyunun kurbanı olup bugün yerlerinden hatta evlerinden mahrum olarak her an ölümün karapençesine düşen binlerce Kürd muhacirlerine, merhamet eline dikkat çekmek isterim. Gönül isterki Harput’taki zavallıların felaketini üzüntülü bir şekilde telaki eden ve yardım elini uzatan Amerikalılar, bugün de muhtaç olduğumuz yardımı esirgemesin.

Bu yardımı Kürd milletinin büyük mağduriyeti ve müthiş felaketi namına, bütün medeni dünyadan bekler. Hakikaten bahtsız milletimiz, bu acı maceralardan sonra artık yaşamak arzusuna ulaşabilmelidir.

Burada yaşamaya kararlı ve yaşatmaya ahdetmiş genç bir kitleyi yadetmeyi bir görev telaki ederim. Bu görevin ifası için bütün müneverlerimize (aydınlarımıza) hitap ediyorum; çalışalım pek tehlikeli anlar, pek mühim günler geçiriyoruz. Kalemlerimizle cesaret, medeniyetimizle bütün milli faaliyetimizle kainata sesimizi yükseltelim. Sulh-i Umumi Kongresi’nde bütün milletlerin amel defterleri karıştırılacaktır. Her millet kendi hayat hakkını dava ediyor. Biz de kendimizi gerçek ölümden, ebedi sefaletten kurtarmaya gayret edelim.

Kurmanc Aşiretlerinden Dersimli Sertip