Temmuz 1983… Kürdistan’ın güneyinde Kürdlere soykırım, Temmuz 1983’te, Barzanilerden 8000 erkeğin, sabaha karşı yapılan bir baskınla, ailelerinden, evlerinden koparılarak gözaltına alınması, Irak’ın güneyine Semave çöllerine götürülerek ve kurşuna dizilerek, önceden hazırlanmış toplu mezarlara doldurulmasıyla başladı. Gözleri bağlı bir şekilde çukurun başına getirilen Kürdler kurşuna dizilerek cesetler çukurlara dolduruluyordu. Her çukura 75 kişi dolduruluyordu. Bu yıl, Kürdistan’ın güneyinde gerçekleşen soykırımın 36. yılı. Ağustos 2014 de geçekleşen Ezidi soykırımının da beşinci yılı
Bugün, Semave’de açılmamış yüzlerce toplu mezarın bulunması muhtemeldir. 1983, Saddam Hüseyin’in, (1937-2006) ‘en zehirli gaz hangisidir?’ araştırmalarına başladığı yıldır. En zehirli gazı üretip, Kürdlere karşı onu kullanıp, Kürdlüğü kısa zamanda bitirmenin çabası söz konusudur. Bu konuda labaratuvar olarak da Kürd köyleri ve cezaevlerindeki Kürd mahkumlar kullanılmaktadır. Şimdi müze olarak kullanılan Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı, bu tür deneylerin yapıldığı önemli bir cezaevidir, çok önemli bir işkence merkezidir.
16 Mart 1988 Halepçe… Kürdlere soykırımın doruk noktasıdır. Çok kısa bir zamanda 6000’den fazla Kürd zehirli gazlarla boğulmuştur. 1983’den 1988’e, ‘en zehirli gaz hangisidir?’ denemelerinde, katledilen Kürdlerin sayısı ise, 6000’in çok çok üzerindedir. Zamana ve mekana yayılmış bir soykırım…
Temmuz 1983… 1980’de başlayan İran-Irak savaşı devam etmektedir. Böyle bir ortamda bile Irak, Kürdleri soykırımla yok etmeyi düşünebilmektedir, tasarlayabilmektedir. Tasarladıklarını yaşama geçirebilmektedir. Bu ancak, komşu devletlerden aldığı politik, diplomatik ve askeri yardımla mümkün olabilir.
***
Kürdistan’ın güneyinde yaşanan soykırımın üç önemli özelliği var. Birinci olarak bu soykırıma Enfal adı verilmiş. Enfal, Kur’an’ın bir suresi. Şavaşta, gavurlardan elde edilecek malın mülkün, helal olması anlamına geliyor. Bu esir alınan kadınların ve çocukların da helal olduğunu gösteriyor.
Bugün, Suudi Arabistan’ın tamamında 5000 cami olduğu söyleniyor. Kürdistan’ın güneyinde de herhalde, 5000 cami vardı. Buna rağmen Saddam Hüseyin Kürdleri soykırımlarla yok edebilmek için onları, ‘gavur’ kabul ediyor. Resmi ideoloji böyle bir kurum…
İkinci olarak, bu soykırıma karşı, dünyanın hiçbir yerinde bir tepki gelişmedi. Paris, Londra, Roma, Washington, Moskova, Berlin, Zürih gibi merkezler’de bu soykırıma karşı en ufak bir tepki, eleştiri, suçlama gelişmedi. Bu soykırıma karşı, sadece, İsrail’de, Tel Aviv’de, Saddam Hüseyin’i, kınayan, suçlayan büyük bir yürüyüş yapılmıştır.
Halepçe’de, zehirli gazlarla soykırımın gerçekleştirildiği günlerde, İslam Konferansı Kuveyt’de toplantı halindeydi. İslam Konferansı’nda da bu konu hiç gündeme gelmedi. İslam Konferansı, Bulgaristan’da, orada yaşayan Türklere, Bulgar isimleri verilmesinden dolayı Bulgaristan’ı kınıyor, ama bu soykırımdan dolayı Saddam Hüseyin’e hiçbir şey söylemiyordu. Saddam Hüseyin yönetimi de, İslam Konferansı’nın öbür üyeleri gibi rahat rahat Bulgaristan’ı kınıyordu. Saddam Hüseyin, Kürdlere karşı zehirli gaz kullanırken, eleştirilmeyeceğini, kınanmayacağını, suçlanmayacağını şüphesiz biliyordu. Bu, uluslararası ilişkilerde onu rahatlatıyordu.
Üçüncü olarak, Kürdlere karşı bu soykırımı Müslüman bir hükümet gerçekleştirdi.
Şu ilişkileri kavramak önemlidir. Halepçe’de soykırım 16 Mart 1988’de meydana geldi. Çok kısa bir zamanda 6000’den fazla Kürd zehirli gazlarla boğuldu. Sakat kalanların sayısı çok yüksek. O günlerden bu güne, hala sakat çocuklar doğuyor. Çocukların çoğunun yaşam süresi çok az…
1988 yaz aylarındaysa, Enfal çok yoğun, yaygın bir şekilde sürdü. Germiyan taraflarında, kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk-çocuk bütün Kürdler, İmadiye taraflarında, yedi yaşından büyük bütün erkekler soykırımlarla yaşamlarını yitirdiler.
Arap güvenlik güçleri, sabaha karşı bir Kürd köyüne baskın düzenliyordu, köyün bütün sakinlerini, çoluk-çocuk, yaşlı-genç, bütün Kürdleri evlerinin dışına çıkarıyordu. Daha sonra, evleri yağmalıyor, para, mücevher, kıymetli eşyalara el koyuyordu. Daha sonra da, evleri, köyü içindeki eşyalarla birlikte yakıyordu. Kürdleri, arabalara bindirip toplama merkezlerine götürüyor, gözaltına alıyordu. Orada, Kürdleri birkaç gün, aç, susuz bırakıyordu. Kadınları, çocukları ayrıştırdıktan sonra, önceden hazırlanmış çukurların başına getiriyordu.
Bu çukurlar, önceden iş makinalarıyla açılmıştı. Bir kenarı, 20-25 metre, öbür kenarı 6-7 metre, derinliği 8 metre olan çukurlar… Bu çukurların 6-7 metre gerisinde de 11 kişilik bir tim var. İnfaz timi. Tabanca taşıyan bir tim… Bu tim çukurun başına getirilen Kürdlere yakın mesafeden ateş ediyordu. Kurşunu yiyen bu çukurun içine düşüyordu… Bu şekilde her çukura 75 kişi dolduruluyordu…Çukurlar doldurulduktan sonra da toprakla örtülüyordu.
Kurşunu yiyip çukura düşerken henüz ölmemiş olanlar da olabilir. Örneğin, kadınlar, çocuklarına siper oldukları için, çocuklar hala yaşıyor olabilir. Ama kalın toprak tabakası her yaşayanı öldürmekte, herşeyi örtmektedir.
1988 yaz aylarında bu operasyonlar, Kürdistan’da yoğun, yaygın bir şekilde devam etti. Bu soykırım operasyonlarında 182 binden fazla Kürd yok edildi. Bu operasyonların gizli yürütüldüğü, haberlerin basına sızmasının çok sıkı bir şekilde engellendiği açıktır.
Enfalle ilgili gerçekler, 2003’de Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra ortaya çıkmaya, ilgililer bu ortamda konuşmaya başladı. Arif Kurbani’nin, Umrean’dan Topzawa’ya başlıklı broşürü, bu konuda çok önemli bir tanıklığa yer veriyor. Arif Kurbanî’nin 2004’de soykırımda görev almış bir elemanla yaptığı söyleşi, bütün süreci açıkça ortaya koyuyor. Roşan Lezgin tarafından Türkçe’ye çevrilen bu broşür 2007’de Peyamaazadi sitesinde yayımlanmış.
Burada soykırım sözcüğü uluorta söylenen bir sözcük değil. Birleşmiş Milletler’in, 1948 tarihli, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde gösterilen bütün olgular, olgusal ilişkiler, Kürdistan’da yaşatılan soykırımda açıkça görülmektedir.
İran-Irak Savaşı 22 Eylül 1980’de başladı. 8 yıl sürdü. 20 Ağustos 1988’de ateşkesle sona erdi. Görüldüğü gibi Kürdlere soykırım savaş içinde bile gerçekleştirilebilmektedir. 1988, sekiz yıl süren savaşı son yılıdır. Hava kuvvetleriyle, savaş uçaklarıyla bombardıman, savaşı sürdürmenin en kolay yolu olmaktadır. Kürdlerin elindeyse uçak yok. Ayrıca, ağır silahlara sahip olmamaları için de her türlü önlem alınıyor. Ayrıca Kürdler o yıllarda, gelişkin, uçaksavar silahlarına da sahip değillerdi. Kimyasal silahlara karşı hiçbir korunma malzemesine sahip değillerdi.
Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin, Saddam Hüseyin’in anti-Kürd politikalarına uygulamalarına destek verecekleri Irak yöneticileri tarafından zaten bilinmektedir.
Ali Hasan el Mecid’in (1940-2010) sözlerini hatırlayalım. Saddam Hüseyin’in yeğeni, Kürdistan Genel Valisi Ali Hasan el Mecid şöyle diyordu: “Bu gerici Kürdleri tümüyle yok edeceğiz. Onlarca Halepçe yapacağız. Bunun için her türlü silahlarımız var. Ve bu planımızı çok kısa bir zamanda yaşama geçireceğiz.”
Ali Hasan el Mecid bu sözü, Halepçe’den sonra söylemiş. Kasete alınan bu beyanlar, Baas Partisi’nin öbür yetkililerine de gönderilmiş. Bu kaset, ABD’nin 20 Mart 2003’de, Irak’a silahlı müdahalesinden ve Saddam Hüseyin Rejiminin yıkılmasında sonra, Baas Partisi’nin bürolarını basıp belgelerine el koyan peşmergenin eline geçmiş… O günlerde 20 kamyon belgenin ABD’ye götürüldüğü söyleniyordu…
Yukarıda, Halepçe’de soykırımın 18 Mart 1988 de meydana geldiğini belirtmiştik. Enfalin 1988 yaz ayları boyunca, yaygın ve yoğun bir şekilde devam ettiğini belirtmiştik. Bu soykırıma karşı, Tel Aviv’den başka, dünyanın hiçbir yerinde bir tepki gelişmediğini de vurgulamıştık. Burada temel soru şu olmalıdır. Bu soykırıma karşı Paris, Londra, Roma, Washington, Moskova, Berlin gibi merkezlerde, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, İslam Konferansı gibi uluslararası kurumlarda, bir tepki olsaydı, Halepçe’den sonra, bütün yaz boyunca Enfal’e devam edebilir miydi? Batı ülkelerinin, Batı demokrasilerinin, demokrasiyi, sadece kendi ülkelerinde değil, örneğin Ortadoğu’da da savunması gerekiyor.
Bu sorunun şöyle bir boyutu da var. Kürdlere karşı Enfal, çok gizli yürütülüyordu. Bu biliniyor. Ama devletlerin İstihbarat örgütleri, Kürdlere karşı sistematik bir şekilde yürütülen bu süreci muhakkak izliyordu. Süreç hakkında bilgi sahibiydi.
3 Ağustos Ezidi Soykırım Günü
Bu yıl Kürdistan’ın güneyinde yaşatılan soykırımın 36. yılı. Kürd basınında, Kürdistan hükümetinde, Kürdistan Parlamentosu’nda bu konuyla ilgili haberler, konuşmalar, yazılar gerçekleşti.
Kürdistan Parlamentosu, bir oturumunda, 3 Ağustos’u Ezidi Soykırım Günü olarak ilan etti. Kürdistan Parlamentosu’nun, 3 Ağustos’u Ezidi soykırım günün olarak ilan etmesi şüphesiz çok olumlu bir adım. Kürdistan Parlamentosu’nun, Kürdistan hükümetinin, Müslüman Kürdlerin soykırımıyla ilgili olarak, bir günün saptanması konusunda, Birleşmiş Milletler, Avrupa Komisyonu, İslam konferansı gibi uluslararası kurumları harekete geçirmeye çalışması da önemlidir. Şengal’deki toplu mezarların çok azı açılabildi. Bugün, Şengal’de açılmamış onlarca toplu mezar var… Hepsinde de Ezidi Kürdler yatıyor…
Görüldüğü gibi, gerek Sünni olsun gerek Şii olsun İslam, Müslüman Kürdlere de, Ezidi Kürdlere de soykırım yapabilmektedir. Kürdlere soykırım gündeme geldiği zaman, Müslüman olması, Ezidi olması fark yaratmamaktadır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.