50 milyona yakın nüfusu bulunan Kürtler tarih boyunca katliamlara, sürgünlere maruz kaldı. 20.yy başlarında Kürdistan dönemin emperyalist devletleri tarafından parçalanarak dört devletin kontrolüne terk edildi. Bu dört devlet tarafından bugüne kadar her türlü hak talepleri şiddetle bastırıldı, büyük katliamlar yaşandı. Kürtlere yapılan katliamlar ciltler dolusu boyuttadır. Bu katliamları Avrupa, ABD, SSCB ve bütün İslam dünyası ya destekledi ya da sessiz kalındı.

I.Dünya Savaşı’ndan sonra bölge düzeni Kürt ve Kürdistan’ın parçalanması ve kurtlar sofrasına statüsüz bırakılması üzerine kuruldu. SSCB yıkıldıktan sonra bölgede iki süper devletin Kürdistan’ın parçalı hali üzerinden korumaya çalıştığı denge hesapları bozuldu ve yeni bir süreç başladı. Bu yeni süreçte ABD’nin destek ve koruması altında Güney Kürdistan’da federe bir statü elde edildi. Güneybatı (moda deyimle Rojava) Kürdistan’da yine ABD’nin destek ve koruması altında Kürtler tarafından kontrol edilmekte olan bir alan vardır.

Dünya değişiyor, zaman değişiyor. Biz Kürtler bu değişimlere uygun olarak değişiyor muyuz? Süreç değişmemizi zorluyor. Siyaset kabiliyetimiz büyüyor ama siyaset tarzımız yeterli oranda değişim gösteremedi. Hala iç düşmanlıklarımız birinci derecede sorun. Kürtlerin birbirlerine karşı nefreti düşmana olan nefretinden çok daha güçlü. Hala ideolojik ezberlerimizle siyasete tutunmaya çalışıyoruz. Bazılarımız hala 50 yıl önceki ideolojisi ile dünyayı okumaya çalışıyor. Günümüz dünyasında bunların geçerliliği yok.

Son dönemlerde tüm dünyada Kürtlere tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir sempati gelişti. Biz bunun değerini yeterince anlamıyor olsak da bu böyle. Kürtler arasındaki bölünmüşlüğün bölgede kurulmak istenen yeni düzeni olumsuz etkileyeceğini düşünen uluslararası güçler Kürtleri zorlayarak, iterek, tehdit ederek, bir araya getirmeye, aralarında barış sağlamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Kürtler ise buna karşı direniyor. İç düşmanlık ve İşbirlikçilik bazılarımıza haz veriyor. Bu zayıflığımızdan yararlanan sömürgeci devletler kendi senaryolarını bize oynatıyor. Bizler bu senaryoların hep iyi oyuncuları olmaya çalıştık. Bugün senaryo 16 Ekim 2017 ihaneti ile yeniden önümüzde.

Birçok Kürt yazarı, aydını “21.yy Kürtlerin yüzyılı olacak” diye sesleniyor. Bir olursak elbette öyle. Kürtlerin lehine dönmüş bir dünya var. Kendi aramızdaki kavga önümüzdeki birçok fırsatın kaçmasına sebep olabilir. Kürtler açısından bugün korunması ve geliştirilmesi gereken üç alan var.

Birincisi: Güney Kürdistan’ın elde ettiği statü. Tüm dünyanın muhatap aldığı federe bir devlet. Coğrafyası, hükümeti, milli geliri, ordusu ve polis teşkilatı ile Kürtleri geleceğe taşıyacak devlet statüsüne sahip yegane Kürdistan parçası. Kürt dünyasına umut, enerji veren alan. Hiçbir parti veya siyasetin bozmaya hakkı olmayan özgürlük alanı.  Dünya Kürtlerinin rüyasının gerçekleştiği yer.

ABD’nin destek ve koruması ile ortaya çıkan ikinci egemenlik alanı Güneybatı Kürdistan’dır. PYD tarafından yönetilen bu yönetim alanı Kürdistan’ın geleceğinin inşa edilmesinde önemli halkadır. PYD dahil her Kürt siyasi çevresi bu alanın bir partinin egemenlik alanı değil, bir vatan parçası olduğunu ve Kürt halkının özgürlük alanı olması gerektiğinin bilincinde olması lazım. Bir statüye dönüşme şansına sahip olan bu alan tüm Kürtler tarafından desteklenmeli, korunmalıdır.

Türkiye’deki siyasi alan ise korunması, hatalarından arındırılarak geliştirilmesi gereken üçüncü alandır. 10-15 milyon Kürdün siyasi sığınağı olan bu alan bugün HDP’nin etki çemberindedir. Kürtlerin en az yarısını yakınında tutan önemli bir etkileşim alanıdır. Aynı zamanda silahın artık etkisinin kalmadığının bariz ifadesi olarak önemle değerlendirilmesi gereken bir alandır. Bu alanı seçim üzerinden değerlendirmek doğru olmaz. Burada önemli bir duygudaşlık atmosferi olduğu açıktır. Bu alan duygusu, kaygısı, sevinci ve korkusu ortak olan bir toplumu ifade etmektedir. Burada önemli olan toplumun kaderini kaygıları farklı olan insanların özel gündemlerine kurban etmemektir.

Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadelenin şartları yok artık. Hem savaş tekniği olarak büyük engeller oluşmuş hem de Kürt halkı bir bütün olarak bundan sonra silahla çözümün mümkün olmadığına inanıyor. Bunu Kürt halkının hareket tarzından okumamak siyasi cehalettir. Silahlı mücadelenin başladığı dönemde temel destek alanı olan kırsal alan büyük oranda boşalmış veya boşaltılmış, şehirlere taşınmışlar. On milyondan fazla Kürt Türkiye’nin İstanbul; Adana, Mersin, İzmir gibi büyük şehirlerine taşınmışlar. Bulundukları yerde HDP üzerinden Kürt duygu dünyasında tutunmaya çalışıyorlar. Bu duygudaşlığın korunması onlarca mebus kazanmaktan daha değerlidir. Duygudaşlığın güçlü kalması Kürtlerin dış dünyada milli bilinçlerini korumasının ifadesidir. Bu duygudaşlık çeşitli çalışmalarla beslenmelidir.

HDP’yi destekleyen bölgedeki halk legal siyasete destek verirken hendek gibi akıl dışı hareketlere sırtını çeviriyor. Legal siyasetin arkasındaki sinerji bugüne kadar verilmiş mücadele olduğu doğrudur ama ilegalitenin legal siyaseti kontrol etme ısrarı her iki kesim siyasetini de sıkıntıya sokar. Legal siyaset Kuzey Kürdistan tarihinde görülmemiş büyüklükte etkileşim alanı açmıştır, duygudaşlık yaratmıştır. Bunu Öcalan da, Kandil de veya başkaları kendi başarı hanesine yazabilir. Bunda bir sorun yok. Sorun legal siyasetin karar mekanizmalarına yapılan müdahaledir.

Elde edilen bu etkileşim alanı gerek içeriden gerek dışarıdan büyük saldırılarla karşı karşıyadır. Gerek devletin karşıdan saldırıları gerek devlet kontrollü yerel işbirlikçiler ve ideolojik tuzaklar büyük bir risktir. Bu riskleri azaltmak için savunma mekanizmaları geliştirmek lazımdır. Bu alanda tüm Kürt siyasetinin kendi aralarında demokratik kültür geliştirmesi çok önemlidir. Ortak aklın, ortak mücadelenin formülü bulunmalıdır. Ortadoğu’nun muhtemel dönüşümü ve bu arada ortaya çıkacak dengeler Kürtlerin önünü açacak imkanlar sunmaya açıktır. Gerek dini gerek siyasi çürümüş ideolojilerin Kürtlerin geleceğini karartmasına müsaade edilmemelidir. Bütün iyi niyetlerine rağmen Türk solunun Kürtlere rehber olamayacak ideolojisi, devlet kontrollü kişiler ve hendek benzeri eylemler Kürtlerin geleceğe yol almasını engelleyen davranışlardır. Buna izin verilmemelidir. Bu alana sahip çıkılmazsa HDP, iç ve dış saldırılarla, ince hesaplarla Kürtlerin ulusal aidiyetinin silinmesinde rol alan bir mekanizmaya dönüşebilir. Legal siyasi süreci birlikte yürütmek için ortak akıldan başka bir yol yoktur. Ortak akıl seçim dönemindeki koltuk hibeleri olarak anlaşılmamalıdır.

Önümüzde yeni bir dünya vardır. Bizleri seven, sayan, saygı gösteren, korumaya çalışan bir dünya. Bu olumlu yaklaşımı yaratmak için Kürtler büyük bedeller ödedi. Dünyadaki bu olumlu gelişmeyi değerlendirmek milli bilince ve siyasi yeteneğe sahip olmayı gerektirir. 50 yıl öncesinin sınıf mücadelesi ideolojisi döneme hitap eden bir ideoloji değil. Ayrıca 50 yıl hiç şehir görmemiş, ekonomiden ve yaşam döngüsünden haberleri olmamış kadroların, liderlerin dünyadaki bu değişimi anlaması çok zordur. Bu kadroların legal siyaseti illegal disiplinle yönetmesi sorunludur.

Siyaset bir uzlaşma ve sonuca varma sanatıdır. Bazı kalıplara sıkıştırılmış, döneme ve şartlara uymayan düşüncede ısrar etmek hedefe varmayı zorlaştıran davranış biçimidir. Kürt siyasetinde geleneksel tutum halini alan kendi doğrularına esir olmak, onun değişmez mutlak doğru olduğunu kabul etmek önümüzü tıkayan alışkanlıklardır. Onun için Kürt aydın ve yazarların yazıları okunur ama katkı sağlayıcı eleştiri yok denecek kadar azdır. Eleştirinin ilerlemede önemli etken olduğunu bilmesine rağmen yeni bir düşmanlık yaratmaktan korkulur. Bu bakımdan Kürtlerin yazım alanı çok gelişmiştir ama yazıların etki gücü kuşkuludur.

Kürdistan’ın tümünde her örgütün kendi özgül şartlarında sorunu farklı dile getirmesi ve süreci kendince yürütmesi doğaldır. Kafamızda bir saygı olgusu oluşturmalıyız. An yönetim alanlarının paylaşma savaşı vereceğimiz an değil. Ortak hedefler etrafında bütünleşmektir. En azından birbirimizin kazanımlarına saldırmamalıyız. PKK’nin ve diğer tüm partilerin Güney Kürdistan’a zarar verecek hareketlerden kaçınması gerekir. Aynı zamanda KDP ve diğer tüm Kürt partilerinin PYD’nin Rojava’da elde ettiği yönetim alanına zarar verecek hareketlerden kaçınmaları lazımdır. İki vatan parçasında kazanımların korunması millet olmanın gereğidir. Kerkük için kaygılanmayan Afrin için kaygılanamaz. Aynı şekilde Afrin için kaygılanamayan Kerkük için kaygılanamaz.

Bir ortak ulusal bilinç yüklenmesine ihtiyacımız vardır. Moda söylemle bize yeni bir format gerekmektedir. Siyaset olarak, bireyler olarak yeni bir formata ihtiyacımız var. Bu Kürtlerin siyasi geleceği için önemli bir ihtiyaçtır. Önce kendimizden başlayarak farklılık yaşadığımız bir Kürt siyasi partiyi veya gurubu düşman değil, ailemiz içindeki bir bireyin farklı tutumu olarak kabul edelim, eleştirilerimiz olsa da saygı ile karşılayalım. Bunu yapabiliriz. Çünkü düşmanlarımız çok güçlü ve birlikte hareket ediyorlar. Çünkü biz farklılıklarımızla henüz ayrışma lüksü olmayan saldırı altındaki bir aileyiz. 13.07.2019

***

Gelecek Hayali ve Bardağın Dolu Tarafı (I)

Sömürge bir toplumun gelecek hayali nedir? Ya da daha açık bir ifadeyle dili yasaklanmış, tarihi ve varlığı inkar edilmiş, coğrafyası parçalanmış ve işgal edilmiş, toplumsal yaşama dinamiği ve özgür yaşama ruhu darbelenmiş, kendini yönetme arzu ve becerileri kırılmış bir toplumun gelecek hayali ne olabilir?

Dünyayı ve dünya üzerindeki canlıları korumak en saygın mücadeledir. Ancak insanlar dinler yaratarak, guruplar yaratarak, devletler yaratarak, sınırlar yaratarak kendi içlerinde hakimiyet kavgasına tutuşmuşlardır. Güçlü olan zayıfı ezme, yok etme, haklarını gasp etme, varlığını inkar etme, emeğini sömürme yarışı içindeler. Böyle bir durumda dindar olup bağlı bulunduğu milletin mağduriyetini görmezlikten gelme inanç bazında söylersek günahtır, ihanettir. Aynı şekilde herhangi bir ideolojiye inanıp kendi toplumunun üzerindeki baskıyı görmemek ve onun sahip olması gereken hakları savunmamak da en yumuşak ifade ile ihanettir, sahtekarlıktır. Her insan dünyanın sağlığını korumakla sorumludur. Dünyanın yaşı 4.5 milyar ama insanın yer yüzündeki yaşı birkaç yüz bin yıl olduğu bilim adamları tarafından iddia edilmekte. İnsan olmadan dünya olur ama dünya olmadan insan olmaz. Bir Kürt de her insan gibi doğayı, üzerindeki hayvanların sağlığını savunabilir. Amazon yağmur ormanlarının katledilmesine karşı mücadele edebilir. Ama aynı Kürt veya herhangi bir insan Dersim ormanlarının yakılıp yok edilmesine karşı mücadele etmiyorsa o insanda problem vardır. Bu nedenlerle neye inanırsa inansın her Kürt bireyi milletinin uğradığı haksızlığa, hak gaspına karşı çıkmadan ne insan olabilir ne de dindar. Ne çevreci olabilir, ne sosyalist olabilir ne de demokrat. Benzer şekilde bir Kürt Filistin’in devlet olma hakkını savunup da Kürtlerin devlet hakkına karşı çıkıyorsa eğer sömürgeci devletlerden birinin yönlendirileni değilse zekasında, samimiyetinde problem vardır.

Gerçektir ki 50 milyona yakın nüfusu olan Kürtlerin üzerinde yaşadığı vatanı parçalanmış, dili yasaklanmış, varlığı inkar edilmiş, sürgün edilmiş, öldürülmüş ve birçok yerde zenginlik kaynaklarına el konularak açlığa mahkum edilmiştir. Her şeyden önce bu haksızlığın ortadan kaldırılması Kürt ve insan olmanın bir görevidir. Dünya toplumunun eşit bir parçası olmak için diğer toplumların kullandığı hakların aynısını isteme hakkımız vardır. Türk’ün, Fars’ın, Azeri’nin, Arap’ın, Rus’un ve diğer tüm toplumların neyi varsa, hangi hakları kullanıyorsa Kürd’ün de aynı hakları olmalıdır. Kürtlerin bugünü elinden alınmış, geleceği yok edilmek istenmektedir. Bu hakların mücadelesini vermek dini açıdan en büyük ibadettir. İnsani açıdan bakarsan en büyük insaniyet budur. Siyasi olarak da en büyük devrimciliktir.

Her toplumun gelecek hayali olmalıdır. Hayalini kaybetmiş bir toplumun geleceği yoktur, olamaz. Özgür düşünme yetisi kontrol altına alınmış, sömürgeleştirilmiş bir toplumun gelecek hayali özgür bir yaşama sahip olmaktır. Günümüz dünyasında her toplumun hayali özgürleşip devletleşmedir. Kürtlerin de özgürleşme hayalinin hedefi devletleşme olmalıdır. Ancak eşit koşullar altında birlikte yaşama iradesi gösteren toplumların kararı da saygı ile karşılanmalıdır. Mümkün mü? Elbette mümkün ama şu ana kadar Kürtlerin birlikte yaşamaya zorlandığı toplumlarda Kürtleri kendine eşit görme iradesi ortaya çıkmamıştır. “Kürt de olsa benim kardeşimdir. Kürt de olsa insandır” sözü kardeşliği değil olsa olsa ölçüsüz bir kibrin ifadesidir.

Bağımsızlık mücadelesi uzun bir dönemi ifade edebilir. Bu dönemin olgunlaştırılması, hedefe yönlendirilmesi siyaset uzmanlarının projelendirilmesi ile mümkündür. Hayalin gerçekleşmesi ulusal haklarından mahrum kılınmış toplumun en önemli hedefidir. Dolayısıyla olağan üstü haller dışında kendi iç dinamikleri ile yürütülen mücadele uzun bir dönemi gerektirebilir. Dönem siyaseti ile gelecek hayali birbirine karıştırıldığında siyaset tıkanır. Kürt siyasetinin bugün içinde sıkıştığı durum tam da budur. PKK ve türevleri günlük siyaseti gelecek hayalini bilinçten silmek için kullanırken diğer Kürt siyasetleri gelecek hayalini dönemsel siyaset yerine kullanmaktadır. Bunlar siyasetin projelendirilmesi ve sağlıklı yürütülmesini sıkıntıya sokmaktadır.

Dönemsel siyasetler değiştirilebilir ama gelecek hayali asla zayıflatılmamalıdır. Bir toplumun gelecek hayali güçlü değilse dönemsel siyasetleri geleceğe projelendirilemez. Gelecek hayali olmayan toplumun ise geleceği olamaz. Gelecek hayali dönem siyasetinin önüne konulmamalıdır ama gelecek hayalini bilinçlerden silmek için egemenler tarafından projelendirilmiş ve kontrol edilmiş bir iradenin ürünü olan “bağımsızlık hayali çöpe atılmıştır” veya “Kürt sorunu kimlik sorunu olmaktan çıkmıştır” gibi söylemlerin masum söylemler olmadığını bilmek lazım. ABD başkanı Trump “Kürtlerin öldürülmesine izin vermeyeceğim” sözü için Trump’ı ve ABD’yi kınayan Kürt siyaseti içinde imtiyaz alanı elde etmiş birinin bilinçaltında neler yaşadığını merak etme hakkımız olsa gerek. Türk sol ve İslami siyasetçilerle yapılan dönemsel ittifaklar sürecin güçlendirilmesi bakımından ihtiyaç olabilir. Ancak egemenlik sisteminin arzu ve planlarına göre bilerek veya bilmeyerek söylemler türetenlerin Kürt siyasetine yön verir mevkide olması rahatsızlık vericidir.

Şüphesiz ki siyaset kalın duvarlar arasına sıkıştırılmış düşünce ve hareket döngüsü değildir. Gerektiğinde esneyen, yumuşayan, gerektiğinde sertleşen, gerektiğinde kahredici suskunluk dönemleri yaşayan veya kabuğunda şartların olgunlaşmasını bekleyen hareket becerisidir.  Kürt siyaseti hedefe yürürken söylemleri veya dönem siyasetini esnek tutmayı tercih edebilir. Dönem siyasetini egemen ulus demokratlarının mücadelesi ile paralel yürütebilir. Bu süreçte bazı söylemlerden sakınabilir. Farklı kesimlerden müttefiklere ihtiyaç duyabilir. Kendi sorunlarının anlaşılırlığını sağlamak için yakın temas ihtiyacı duyabilir. Egemen ulus partilerinin iktidar kavgasında o an daha az saldırgan taraflarla hareket edebilir. Bazı demokratik kavramları Kürt toplumunun genel ihtiyacının önünde de seslendirebilir. Böyle bir tercih dönem için ihtiyaç da olabilir. Bunlar anlaşılır şeylerdir. Ancak taktiksel olarak öne alınmasa bile ortada bir kimlik sorununun var olduğunu, Kürtlerin ulusal haklarının gasp edilmiş olduğu gerçeğinin üstü asla örtülmemelidir. Kürt siyasetinin destek verdiği grup veya bireylerin, sol veya dini kılıflarla sorunu inkar edecek söylem ve hareketlerden uzak tutulması siyasetin sağlığı açısından önemlidir. Çünkü egemen devletin her kılıkta Kürt özgürlük mücadelesini kontrol etmek isteyeceği asla akıldan çıkarılmamalıdır.

Kürt sorununun çözümü Türkiye’de demokrasiyi geliştirebilir. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayabilir. Olmayabilir de. Bunun garantisi olamaz. Dünyada bunun birçok örneği vardır. Kürtlerin Türkiye’nin demokratikleşmesi ile bir sorunu olmadığı gibi Kürt siyaseti de “Türkiye’nin demokrasisi beni ilgilendirmez” deme lüksüne sahip değildir. Asıl olan Kürtlerin ulusal hak mücadelesini Türkiye demokrasi mücadelesinin bir parçası gibi algılanmamasıdır. Türkiye’nin kısmen demokrasiyi uyguladığı dönemlerde Kürtler üzerindeki baskı yumuşamıştır. Bir Kürt halka ve Kürt siyasetçilerine yapılan yoğun baskıyı sorgularken aynı ölçüde Ahmet Altan, Osman Kavala gibi akıl almaz gerekçelerle yargılanan yazarlara, gazetecilere, siyasetçilere ve her türden ötekileştirilenlere yapılan baskılara kulağını tıkamamalıdır. Kürt siyaseti Türkiye’deki iktidar kavgasında dengelere oynayıp mücadelesine destek vereceğini düşündüğü bir kesime destek verebilir. Ama gasp edilmiş hak mücadelesinin önüne Türkiye’deki iktidar mücadelesini koymak akıl dışı bir tutumdur. 03.07.2019

Devam edecek