Bireyin ve toplumun ahlakını belirleyen nedir? Bu soruyu her insan kendine sormuştur. Ve herkes başka başka cevaplar verir. Toplumsal kötülükler katliamlar tek tek kişilerin kötülüklerinden mi yoksa düzenin kötülüğünden mi kaynaklanıyor? Yazar GELİNCİK TARLASI romanında Veli’nin hayat öyküsünde bu sorunun cevabını arıyor. Kimsesiz çocuklar yurdunda büyüyen Veli kendi ailesini ararken yaptığı yolculukta toplumsal vicdanı sorguluyor, iktidarların yaptıkları katliamların insan yaşamı, ruhu üzerindeki etkilerini anlatıyor. Veli’yi katil yapan kim? Kimler suçlu; Veli mi adaletsiz düzen mi? Toplumsal adalet sağlanmadıkça, sömürü düzeni olmadıkça suç yok olabilir mi? Sömürü düzeninin mağduru bir insanı cinayetlere sürükleyen kim? Soyut dini söylemlerle adaletsiz bir düzende yaşayan bireyleri suçtan uzaklaştırmanın mümkün olmadığını ülkemizde yaşayarak görüyoruz. Son on beş yıldır dini siyasette kullanan bir siyasal iktidarla yönetiliyoruz ama suç oranı katlanarak devam ediyor. Bu da bize gösteriyor ki gerçek düzelme ancak köklü toplumsal değişikliklerle mümkündür. Yani kapitalist iktidar hayatta kaldıkça her zaman savaşalar, katliamlar, doğa tahribatı, insanlar arasında ekonomik, siyasal adaletsizlikler olacak. Gerçek düzelme ancak kapitalist düzenin yok olmasıyla mümkündür. Metin Aktaş’ı diğer yazarlardan ayıran en önemli özelliği bu; O GELİNCİK TARLASI romanında insanlara bu gerçeği anlatmaya çalışır. Veli’nin öyküsü kapitalist düzenin mağduru bir insanın öyküsüdür. Yazar bu öyküde doğu toplumlarının düzeni sorgulama yöntemini kara mizah bir tarzda anlatır. Kimine göre deli kimine göre gönül gözü açık bir insan olan Veli büyüttüğü ve Mehdi adını verdiği bir çocukla kapitalist düzeni yıkarak insanlığı kurtarmayı amaçlamaktadır. Bunun için mücadeleye başlar. O doğulu bir Donkişot. Onun travmatik öyküsü toplumsal düzenimize tutulmuş bir ayna.

Veli annesini, babasını hiç tanımamış varlığını bilmeyen kimsesiz çocuklar yurdunda büyümüş bir çocuk. En büyük tutkusu annesini, babasını görmektir. İkinci dünya savaşı yıllarında insanların açlıktan hastalıktan kırıldığı günlerde onu ayakta tutan bu tutkudur. Uzun uğraşlar sonucu annesinin izlerini bulur ama korkunç bir gerçekle yüzleşir. Annesinin öyküsü kendi öyküsünden daha acı daha korkunçtur. Bu kez annesinin öyküsünün peşine düşer. Bu öykü onu büyük bir katliamın yaşandığı topraklara götürür; annesinin trajik öyküsünün izlerini süren Veli kendisini 1937- 1938 Dersim katliamında canlı yakalanarak batı illerine sürgüne gönderilmiş 1947 affıyla topraklarına geri dönmüş Dersim’in Alevi Kürtlerinin yaşadığı küçük bir dağ köyünde görür. Yakılıp yıkılarak yerle bir edilmiş köylerin harabeleri üzerinde yeni bir hayat kurmaya çalışan insanlar köylerine gelen bu yabancıyı katliamda bütün ailesi öldürülmüş Sakine adlı bir kadınla evlendirirler. Sürgün edildiği topraklarda kötü bir hayat yaşamış Sakine’nin tek bir amacı var. Soyu bu dünyada yok olup gitmesin diye bir çocuk sahibi olmak. Ama bir türlü çocuğu olmaz. Bir çocuğu olsun diye didinip durur, bu tutku için her şeyi yapar. Bütün kutsalları çiğner. Veli köye gelirken yanında Mehdi adını taktığı gözle görünmeyen bir çocuğu vardır.  Sakine Veli’yi bu sanrılardan kurtarmak için çok uğraşır. Ama Veli’yi değiştirmediği gibi zamanla o Veli’nin bu sanrılarının gerçek olduğuna inanmaya başlayarak onunla birlikte Mehdi denilen çocuğu büyütmeye başlar. Başlangıçta köylüler Mehdi’nin varlığına inanmaz Veli ve Sakine’yle dalga geçmeye başlarlar. Ama akıp giden zamanla birlikte Mehdi büyüyerek köyde bir sanrı, bir düş olmaktan çıkarak somut bir varlığa dönüşür. Ve bütün köy halkı zulüm düzenini yıkıp insanlığı kurtaracak olan Mehdi’yi büyütmek için elbirliğiyle çalışmaya başlar.

Bu çalışma kara mizah; okurken gülmekten kırılacak, gülerken gözyaşlarını tutmayacak, ağlarken düşüneceksiniz. Doğulu bir Donkişot’tur Veli. Yüzlerce kez ayaklanıp her ayaklanmadan sonra büyük yıkımlar yaşayan bir halkın yaratığı bir mittir. Zalimle başa çıkmayan hep yenilen mazlum halkı ayakta tutan bir ütopya. Bu halkı ayakta tutan ekmek su kadar önemli bir ütopya! Bu romanı okuyan her insan Veli’nin kara mizah öyküsünü okurken şu soruyu soracak kendisine; Veli deli mi? Yoksa insanların yüzüne ayna tutan bir insan mı? Veli deliyse biz neyiz? Evet, biz neyiz kimiz? Veli’nin köye gelmesiyle köy halkı delirmiş miydi? Peki, Veli deliyse çağımızın insanı akıllı mı? Gözle görülmeyen varlığı tartışmalı varlık veya varlıklar için insanoğlunun yaptıklarını nasıl değerlendireceğiz? Veli’nin öyküsünü okurken aslında kendi öykümüzü, insanlığın öyküsünü okuyacağız. Hiçbirimizin kabul etmek istemediği acı trajikomik öykümüzü. Veli’nin yaratığı sanrıya güleriz ama kendi sanrılarımız için gözlerimizi kırpmadan insan öldürürüz, savaşlar çıkarırız, hayatımızı sanrılarımızın emir ettiği kurallara göre yönlendirerek sanrılarımızın kölesi oluruz. Bu gerçek değil mi? Bilimsel teknik gelişmelerin devasa boyutlara ulaştığı dünyanın küçük bir köye dönüştüğü çağımızda hala sanrılar için savaşlar çıkarıyor, acımasızca birbirimizi öldürüyor hala enerjimizin büyük çoğunluğunu sanrılar için harcıyorsak insan ırkı deliriyor. Veli’nin öyküsü çağımız insanın öyküsüdür. Öykü burada sona ermiyor hayal gücümüzü zorlayan sürprizler okuyucuyu bekliyor. Güçlü bir edebiyat, çarpıcı bir kurgu!

Son yıllarda yazılmış iyi romanlardan biri. Mutlaka okuyun!