24 Haziran 2018 günü Türkiye’ de yapılan seçimlere ve ortaya çıkan sonuçlara baktığımızda seçimlerin mutlak ve tartışmasız galiplerinin ırkçı şoven siyasi partiler olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kendi varlıklarını ve parti programlarını T.C. Devletinin bekası üzerine kurarak Kürd halkının köleliğini olağanlaştırmaya çalışan devlet kurumları ve onların emrine girmiş siyasal parti ve kadrolarının adları birbirinden farklı olsa da temel anlayışları yüzyıllık ırkçı şoven rejimin Kürd halkını yok sayan büyük ve güçlü Türkiye iddiası ve özlemine dayanmaktadır.

Bu nedenle kendilerini tek bayrak, tek millet, tek dil ve tek devlet mantığıyla tarif ederek icraat yapanların bu coğrafyada diğer halklara hayat hakkı tanıması mümkün değildir. Dolayısı ile ırkçı şoven rejime bağlı olan bu siyasi parti ve kurumların özellikle Kürdleri baskılamak üzere birbirlerine veremeyecekleri taviz ve uzlaşamayacakları herhangi bir çelişki yoktur. Böylece tamamının birbirine yakın durduğu hatta birbirlerini tamamlayıp onayladıkları yegâne konu Kürd ve Kürdistan meselesidir. Bu anlamda bir derin devlet projesi olan ve Türk marjinal güçleri tarafından ele geçirilen HDP’ nin de dahil olduğu siyasal parti ve kurumların var olan Kürd ve Kürdistan sorununu çözmeye yönelik herhangi bir projeleri olmadığı gibi böylesi bir meselenin gündeme getirilmesinden dahi büyük rahatsızlıklar duydukları da gün gibi ortadadır.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı Kürdlerin binlerce yıldır yaşadığı topraklarda insanca ve özgürce yaşama istek ve talepleri her seferinde kan, zulüm ve sürgünlerle bastırılmış, mücadeleye öncülük yapan siyasi ve kanaat önderleri idam sehpalarına yollanarak vahşice katledilmiş ve geriye kalan Kürd halkının tamamına baskı, zulüm, cehalet ve fukaralık sistematik bir biçimde uygulanmıştır. Bütün bunlarla da yetinmeyen ırkçı şoven T.C. Devleti Kürdistan’ın diğer parçalarındaki bir takım kazanımları da yok etmek üzere diğer Kürdistan işgalcisi ülkelerle ortaklaşarak düşmanca ve provokatif eylemlere yeltenmektedir. Böylesi hasmane tutum ve davranışların en son örnekleri de Kerkük provokasyonu, Efrin işgali ve yine Güney Kürdistan’daki son işgal ve imha girişimleridir.

Bilinmelidir ki yukarıda bahsi geçen tüm olaylar Türkiye siyasi partilerinin ortak mutabakatı ve onayı ile gerçekleştirilmektedir. Dolayısı ile Kürdistan coğrafyasının önemli bir kısmını işgal altında tutarak Kürdlere ait yer altı ve yer üstü zenginliklerini talan eden T.C. Devlet anlayışının kendiliğinden merhamete ve hidayete gelerek bu uygulamalardan vaz geçmesi, Kürdlerin hak ve hukukunu gözetmesi asla mümkün değildir.

Kürd halkının onurlu evlatlarının bu tarihi gerçekler ışığında zaman zaman örgütlenerek, Kürdler adına meşru hak talebinde bulunarak dünya kamuoyuna ve bizzat Kürdleri duyarlı kılmak yönündeki mücadeleleri TC Devlet yapısını oldukça zora sokmaktadır. Ancak devletin Kürd Ulusal damarı olarak bilinen bu yurtsever çevreleri kendi derin labirentlerinde yetiştirdiği ve güç sahibi yaptığı Apocu anlayışla baskılayarak kontrol altında tuttuğu da bilinen acı bir gerçekliktir. Kürdlerin kalesini içeriden fethetmiş olan bu ceberrut devletin bu ve benzeri nedenlerle Kürd ve Kürdistan sorununun çözümü konusunda hakkaniyete dayalı barışçıl ve demokratik bir yaklaşım içerisine girmesi oldukça zor görünmektedir.

T.C. Derin Devletinin ortaya çıkarıp 40 yıl önce Kürdistan siyasal arenasına sürdüğü ve kendilerine Kürd Ulusal damarını tasfiye etme görevini vermiş olduğu Apocu ekibe, görünen o ki 40 yıl aradan sonra yeni bir görev vererek bu sefer de Kemalist Türk Solunu Kürdler nezdinde büyük kurtarıcı olarak lanse ettirmektedir. Bu talihsiz projenin T.C. Derin Devletinin projesi olmakla birlikte Kürdlerin kendilerine güvenini sarsacak son derece tehlikeli bir girişim olduğu bilinmelidir. Yılların mücadelesi sonucu Kürdistan’ da tabela partisi olmaktan ileri gidemeyen CHP ve MHP anlayışının seçim öncesinde alanlara çıkarak mitingler düzenlemesi ve 24 Haziran seçimlerinde oylarını Kürdlerin coğrafyasında yüzde 15-20’ler düzeyinde artırması Apocu anlayışın marjinal Türk Soluyla birlikte pratikleştirdikleri önemli bir tuzak olarak düşünülmelidir.

Sonuç olarak Apocu anlayış bir taraftan Kürd milli damarına hayat hakkı tanımazken diğer taraftan uyguladığı şiddet siyasetiyle rejim partilerine alan açmaktadır. En önemlisi de on binlerce Kürd gencini ölüm tarlalarına sürmekte hiçbir sakınca görmeyen bu anlayış meclise temsilci gönderirken sanki liyakat sahibi Kürd Aydınları yokmuş gibi Türk Sol örgütlerine özel bir imtiyaz tanıyarak Kürd halkının savunmasını ve temsiliyetini özünde Kürd düşmanı olan bu kesimlere havale etmektedir.

Son cümle olarak, Kürdlerin mevcut koşullarda devlet ve bazı güçlerin kendi aralarındaki zımni işbirliğini görerek gerçek bir Kürd birlikteliğinin oluşması için samimi, akıllı ve cesurca bir araya gelmeleri gerekmektedir. Aksi durum Kürdlerin daha fazla mağdur ve daha fazla bağımlı bir duruma gelmesine yol açacaktır. Umarız geçmişten günümüze kadar yaşanan bu olaylar, kendisine Kürdistaniyim diyen çevreler tarafından bir kez daha değerlendirilir, yeni ve çözüme dönük politikalar oluşturulur.

Saygılarımla.

30/06/2018 İSTANBUL