Abdullah Kıran/ Kürdün Kürtten başka düşmanı yok

Akif Beki durumu güzel özetlemiş: “Sanırsın ki Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de Başbuğ’un ülkücü timleri aldı…”

Hani Türk milliyetçilerinin sıkça kullandığı bir söz var: “Türkün Türkten başka dostu yok.” Doğruluğu farklı yönlerden tartışılabilir, zira en zor dönemlerde, en büyük düşman bellenen ülkelerden bile Türkiye’ye yardıma koşanlar oldu.  Mesela 1999 depreminde, başta komşumuz Yunanistan olmak üzere pek çok ülke Türkiye’ye yardım elini uzatmıştı.

Şimdi “Türkün Türkten başka dostu yok” sözüne çok benzeyen bir deyiş de Kürtlerde var. Kürtler arasında oldukça yaygın olan bu sözü Türkçeye şöyle aktarabiliriz: “Kürdün Kürtten başka düşmanı yok.” Bu söz dışarıdan bakıldığında mübalağa gibi gelebilir;ancak Kürt tarihini az çok bilen herkes bu sözün doğruluğunun hakkını verir. Zira, Kürtler açısından en hayati dönemeçlerde mutlaka Kürdün ihanet ruhunun devreye girip kardeşini arkadan hançerlediği, çok bilinen ve konuşulan bir şeydir. Sezar’ın bir Brütüs’ü olduğu gibi, Kürtler adına tarih sahnesine çıkan her Kürt liderin de mutlaka, ama mutlaka kendi soyundan bir Brütüs’ü vardır ve bu Brütüs, en kritik anda hançerini liderinin kalbine saplar. Kürtlerin bu sosyo-kültürel durumu ifade eden bazı özdeyişleri vardır: “Qewmê kewê (keklik soyu)” veya “kurmê darê ne ji darê bûya zewala darê çênedibû (eğer ağacın kurdu ağaçtan olmasaydı, ağaç çürümezdi” gibi.

“Bir gözümü çıkarın”

Kürdün bu hali şöyle bir hikâyeyle de anlatılır: İki Kürt kardeş odunculukla geçinmektedir. Her gün dağlarda, alın teriyle kesip topladıkları odunları şehre getirip satar ve çocuklarının rızkını çıkarırlar. Günün birinde gene odunlarını satmak üzereyken, zabıta tarafından tutuklanır ve zindana atılırlar. Ancak her biri ayrı hücrelere konur. Bu arada suçlarının ne olduğunu düşünüp dururlar. Zira yıllardır aynı işi yapmalarına karşın böyle bir müdahaleyle karşılaşmamışlardır. Derken hücrelerden birinin kapısı açılır ve bir görevli girer. Kardeşlerden birine şöyle der: “Sizi yanlışlıkla tutuklamışız. Padişah efendimiz durumunuza çok üzüldü ve şöyle dedi: ‘Git, kardeşlerden biriyle konuş; benden ne dilerse onu kendisine vereceğim, ancak ona vereceğimin iki mislini de kardeşine vereceğim.’ Yani siz padişahtan bir çuval altın isterseniz, padişah efendimiz kardeşinize de iki çuval verecek.  Kardeşinizin hiçbir şeyden haberi yok. Yarına kadar düşünün ve kararınızı verin.” Görevli çıkar çıkmaz, oduncu kardeş teklif üzerine düşünmeye koyulur. Kendisi ne istese, kardeşi iki misline sahip olacaktır. İşte bu durum çıldırtır onu. Ertesi sabah görevli kapıyı çaldığında, cevabı hazırdır: “Benim bir gözümü çıkarın.” Hesabı, onun bir gözü çıkarılırken kardeşinin iki gözünün çıkarılacak olmasıdır.

İşte Talabanigiller, son Kerkük hadisesinde kardeş Barzani’ye ve Kürt halkına bunu yaptılar.  Üstelik Bafel Talabani zere kadar utanç duymadan, Fransa 24 kanalına çıkıp,ihanet belgesinin altında 50 YNK yöneticisinden 38’nin imzası olduğunu söyledi. Sanırsın ki parti değil bir ihanet çetesi var karşında. Halkına bu kadar ağır bir ihanette bulunmuş bir parti yoktur dünya tarihinde.  Bu belgenin hazırlanması ve ihanetin yürürlüğe konmasında, şu anda Irak’ta cumhurbaşkanı olan  YNK’li Fuat Mahsum’un da payı da az değil. Şimdi, efendisine iyi hizmet vermiş bir köle gibi sevinebilir. Öte yandan, bugüne kadar konuyla ilgili bir açıklamada bulunmayan eski başbakan Behram Salih’inde bu ihanet çarkının içinde olması mümkündür.

Açık konuşmak gerekirse, ben de işin ucunda ölüm dahi olsa, köle ruhlu Kürdün Barzani’ye devlet kurma şerefini, hiçbir zaman vermeyeceğini düşünmüyor değildim. Zira Kürt Kürtle ittihad etmiyor. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı sonrasında, Bitlis emiri İdris-i Bitlisî’yi Kürdistan’a Mîrê Mîran (beylerbeyi) atamak istediğinde, İdris-i Bitlisî “hiçbir Kürt beyinin diğer bir Kürt beyini kendisi üzerinde kabul etmek istemeyeceğini” ileri sürerek  Yavuz Sultan Selim’den Kürt olmayan birini atamasını istemiş ve böylece o dönem, Bıyıklı Mehmet Paşa Kürdistan beylerbeyi olmuştu.

Irak eski başbakanlarından Nuri el-Maliki, 20 Ekim 2017’de IP kanalına verdiği Arapça mülakatta şöyle diyor: “Eğer YNK içindeki birileri ve onların İran’la ilişkileri olmasaydı, biz asla Kerkük’e giremezdik.” IŞİD Kobani’yi dört ayda teslim alamamıştı, ancak Kerkük birkaç saat içinde İran’ın Haşdi Şabi güçlerinin eline geçti. YNK’li bir grubun kenti Haşdi Şabi’ye teslim etmesi şüphesiz büyük bir trajedi ve skandaldı. Ancak KDP ve Barzani yönetiminin de hiçbir direniş göstermeden 2014 sınırlarına çekilmesi, tüm Kürtler de büyük bir travma yarattı.  Zavalı Kürtler referandum sonrasında ancak 21 gün sevinebildi; oysa sonraki günlerde yaşadıkları şok ve travma tarif edilebilir cinsten değil.  Kriz geçiren, hastalanarak yataklara düşen, umutsuzluktan deli divane olan, hattâ kan kusanlarını ben bizzat gördüm.

Diyelim ki Haşdi Şabi, ellerindeki ABD silahlarıyla Kerkük kentinin kırsalında pêşmergeyi dağıttı; o zaman pêşmerge kentin içine doğru çekilip bir şehir savaşı başlatabilirdi. Sizden çok daha güçlü bir saldırgan evinizin içine kadar saldırabilir, ancak sizin cesedinizi çiğnemeden evi talan edemez. YNK’li pêşmergeler tamamen teslim olsa, hattâ Haşdi Şabi saflarına katılsalar bile, geri kalanlar Kerkük’te ölümüne direnmeli; yüzlerini örtüp ağlayarak geri çekileceklerine şerefleriyle savaşmalıydı. Umarım Barzani’nin ve Kürt yönetiminin bu hususta Kürtleri nisbeten rahatlatacak bir cevabı vardır.

Eğer pêşmerge Kerkük’te birkaç gün bile direnebilseydi, dünya İran’ın ve Haşdi Şabi’nin barbarlıklarına seyirci kalmaz, mutlaka müdahale ederdi.  ABD’nin eski Irak büyükelçisi Zalmay Khalilzad, 21 Ekim’de Rudaw TV’ye verdiği mülakatta şöyle söyledi: “Kerkük’te pêşmerge geri çekilmeseydi ABD’nin tutumunda değişiklik olacaktı. ABD Kürtlerle iyi ilişkilere sahiptir. Kerkük ve diğer bölgelerde yaşananlar karışık bir durumdu.”

Sadece bir iki gün içinde Kerkük’ten 120 bin insanın evini barkını terk edip Erbil ve Süleymaniye’ye sığındığı söyleniyor. Belli ki İran birkaç hafta içinde kentin demografik yapısını tekrar altüst edecek.  Şemsettin Sami, 1896’da kaleme aldığı ünlü Kamus’ul Alam’ında, o günlerde 30,000 kişilik nüfusa sahip olan Kerkük’ün “Kürdistan’ın Musul ilinde ve Musul’un 160 kilometre güneyinde” yer aldığını belirttikten sonra şöyle devam eder: “Halkının dörtte üçü Kürt, geriye kalanları da Türk, Arap vesairedir. 760  Yahudi ve 460 Keldani de vardır.”

Bugün ise belli ki Kürtler, İran tarafından “işgalci” gösterildikleri Kerkük’ten çıkartılacak.  Günün sonunda “Kürdün Kürtten başka düşmanı yok” ve Kürtler yine iç ihanet sonucu kendi evlerini yıktı. Peki, Türkiye’den bu duruma sevinenlere ne demeli? Akif Bekidurumu güzel özetlemiş: “Sanırsın ki Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de Başbuğ’un ülkücü timleri aldı… Bir sevinç, bir sevinç… Kerkük düştü diye zil takıp oynayan kardeşim!.. Düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki çığlık çığlığasın böyle?” 23.10.2017

***

Kerkük İran’a Geçerken

Kürtlerin kendi aralarındaki iç bölünmesi Kerkük’ün İran nüfuz alanına geçmesine yol açmış olabilir; ancak İran’ın, nüfusunun yüzde 65’i Kürt olan bu kenti idare etmesi hiç de kolay olmayacaktır. Türkiye’ye gelince; bugün çoğu medya organlarımıza Kerkük’ün Haşdi Şabi güçlerince denetim altına alınmış olmasının sevinci yansımış. Bugün Türkiye’de Kerkük’ün işgaline sevinen, yarın kendi ekmeğinin biraz daha küçüldüğünü geç de olsa anlayacaktır.

Musul’u bir günde kaybedip ancak üç yılda geri alan Irak (bir bakıma İran) ordusu, Kerkük’ü birkaç dakikada geri alarak dünya askeri savaşlar tarihinde yeni bir “zafer”e imza attı. Şüphesiz bu askeri başarı veya teslimatta Süleymaniye’deki Talabanigillerin emeği yabana atılamaz. Ayrıca Irak Cumhurbaşkanı Fuat Mahsum’un ve Goran hareketinin de bu çorbada tuzu var.  Fakat hiç şüphesiz bu başarının asıl mimarı, İran’ın Ortadoğu’daki kılıcı Kasım Süleymani’dir.  Son dört yıldır tek kelime konuşmamış Celal Talabani’yi, ölmeden önce neredeyse bitkisel hayatta iken İran’a götüren Kasım Süleymani, bir süreden beri âdetâ kamp kurduğu Süleymaniye kentinden, modern İran tarihinin en parlak askeri ve diplomatik zaferiyle ayrıldı. Bağdat ve Şam’dan sonra, bundan böyle Kerkük de Tahran’dan yönetilecektir.

Barzani’yi arkadan hançerleyen köle Kürt, aklıma şu hikâyeyi getirdi: Adamın biri öldüğünde cehenneme gider. Ancak orada Arap, Türk, Fars, Yahudi, İngiliz… velhasıl aklınıza hangi milletten insanlar gelirse gelsin, her birinin başında bir zebaninin beklemekte olduğunu görür. Bunlar, hangi milletten olursa olsun kafasını kaldıran herkesi tekrar cehennemin dibine doğru atar. Ancak Kürtlerin bulunduğu kısımda hiçbir zebani yoktur. Adam bunu çok merak eder ve zebanilere, Kürtlerin başında da neden içlerinden birinin durmadığını sorar. Zebaninin biri şöyle cevap verir: “Onların başında durmaya gerek yok; yukarı çıkmaya çalışan her Kürdü aşağıdaki soydaşlarından biri mutlaka sırtından hançerleyerek aşağı indirir.”

Barzani referandum ile, Kerkük’ün İran’a geçmesini engellemeye çalıştı

Şimdi bütün bunlar neden oldu? Barzani neden durup dururken, hazır Kerkük de fiilen Kürtlerin elinde iken, bağımsızlık referandumunu gerçekleştirdi? Bu sorunun birkaç farklı cevabı var. Ancak en önemlilerinden biri, Kerkük’ün İran’a teslim edilmek istenmesi planında yatıyordu. Zira kimi KYB ve Goran yöneticileri İran ile anlaşarak Kerkük, Süleymaniye ve Halepçe’yi özerk bir bölge statüsünde Irak’a (ve Irak üzerinden İran’a) bağlama hazırlığı yapmaktaydı. Barzani’nin bu oyunu bozmasının tek yolu, halkın desteğini arkasına alıp, daha büyük bir hamle ile bu hamleyi boşa çıkartacak bir karşı atak düzenlemekten geçiyordu.  Evet, sonuna kadar riskli bir hamleydi ve Barzani bu plan konusunda ya Türkiye’yi ikna edemedi; ya da Türkiye kendi insiyatifiyle İran ile hareket etmeyi tercih etti. Tabii Türkiye’nin şiddetle, ABD’nin ise daha ölçülü de olsa gene referanduma karşı çıkmasıyla, Barzani yönetimi uluslararası destekten yoksun kaldı.

Haşdi Şabi, Kerkük sınırlarına gelip KYB’li kimi komutanlar tarafından kente alınınca, Barzani’nin önünde iki yol vardı: Ya direnmeyi seçip kenti yıkıma uğratmak (ve hattâ kendisine bağlı güçlerle orada gerekirse intiharı göze almak), ya da Irak’ın arzuladığı sınırlara çekilmek. Eğer pêşmergenin bir kısmı İran ile varılan anlaşma uyarınca mevzilerini terk etmemiş olsaydı, Barzani sonuna kadar direnme seçeneğinde ısrar edecekti. Ancak Barzani sırtından hançerlendiğini görünce elleri kolları bağlandı ve sahadaki durum tamamen değişikliğe uğradı.

Irak ve ABD’nin işaret ettiği 2014 öncesi sınırlara çekilmek, ileriki süreçte uluslararası toplum vicdana geldiğinde, anayasasının 140. maddesinin uygulanması açısından küçük de olsa bir şans demektir.  Ancak Irak ile savaşa tutuşup yenilmek, her şeyi kaybetmek anlamına gelirdi.  Açıkçası Kürtlerin kendi aralarındaki iç çekişme ve KYB’den bir kesiminin İran’la anlaşması, Kerkük’ün çatışmasız bir şekilde Haşdi Şabi’ye bırakılması için yeterli oldu.

Eğer Kürtler 27 yıllık iktidar deneyimleri sonucunda, tek merkezden yönetilen bir pêşmerge gücü oluşturmuş olabilselerdi, yine de bütün bunlar yaşanmazdı. Ancak pêşmergenin bir kısmının KDP’ye, bir kısmının da halen KYB’ye bağlı olması ve askerin iç siyasi çekişmelere taraf kılınması, Kürtlerin bir diğer zaafını meydana getirdi.

Peki, İran’ın bölgedeki yayılması karşısında ABD ne yapar? Bağdat ve Şam’dan sonra Kerkük de mi İran’a kalır? İran ile işbirliği halinde olan Süleymaniye’deki Kürt siyasiler, yarın İran’dan bir tokat yediklerinde durum ne olur? Bence, dünya petrollerinin yüzde 6’sı üzerine oturan Kerkük meselesi burada bitmez. Bu oyunun farklı perdeleri de olacaktır. Bana öyle geliyor ki, bir süre sonra Kerkük etnik ve mezhebi çatışmaların içine doğru çekilecektir. İşte böyle bir durumda, ya Irak anayasanın 140. maddesini uygulamak durumda kalır, ya da Kerkük’e uluslararası bir müdahalenin yolu açılmış olur. Yarın Kerkük’e uluslararası bir barış gücü yerleştirildiğinde, Türkiye, İran ve Irak büyük bir olasılıkla bu barış gücünde yer almayacaktır.

Kürtlerin kendi aralarındaki iç bölünmesi Kerkük’ün İran nüfuz alanına geçmesine yol açmış olabilir; ancak İran’ın, nüfusunun yüzde 65’i Kürt olan bu kenti idare etmesi hiç de kolay olmayacaktır. Kerkük tecrübesi, bir yönüyle de Kürt siyasi hareketlerinin samimiyet testi oldu. Herhalde Kürtler,  kenti İran’a teslim eden siyasi aktörleri unutmayacak ve affetmeyeceklerdir.

Son olarak Türkiye’ye gelince, bugün çoğu medya organlarımıza Kerkük’ün Haşdi Şabi güçlerince denetim altına alınmış olmasının sevinci yansımış.  Bugün Türkiye’de Kerkük’ün işgaline sevinen, yarın kendi ekmeğinin biraz daha küçüldüğünü geç de olsa anlayacaktır. 18.10.2017

29abdullah@gmail.com

Kaynak: Serbestiyet