İslam dünyasını ve özellikle de İran halklarını, 1400 yıl önce yaşanmış talihsiz Kerbela olayı üzerinden istismar ederek kendi iktidarlarının ömrünü uzatmaya çalışan İran mollaları, İran’ın Kum ve Meşhed şehirlerinde kurdukları fitne ve fesat yuvalarıyla Ortadoğu halklarını birbirine düşmanlaştırmak için organize bir faaliyet yürütmektedirler.
Özünde İslam düşüncesini zerre kadar önemsemeyen bu sapkın anlayış her gecen gün 80 milyonluk İran halkalarını muazzam petrol gelirlerine rağmen hızla yoksullaştırırken diğer taraftan demokrasi ve evrensel hukuk kurallarının kırıntısından dahi bahsedilemeyecek bir vahşet rejimini her geçen gün daha da derinleştirerek insanlara zülüm uygulamaktadırlar.
İran mollarını Hümeynin’nin 1970 sonlarında ülkeye dönüşü ve Şah Rıza Pehlevi’nin ülkeden kaçmasından sonra hukuk yerine cuma hutbeleri ve molla fetvalarıyla yönettikleri İran halklarını savak istibahrat örgütü, devrim muhafızları ve besiç denilen silahlı çeteler vasıtasıyla inanılmaz bir baskı altında tutmakta ve en ufak bir demokratik muhalefet gösteren grup veya şahısları vahşice vinçlerin arkasında sallandırarak kitlelleri büyük bir korku ve baskıyla sindirmektedirler.
Bahsi gecen bu uygulamalardan dolayı mollalara karşı altan alta büyük bir rahatsızlık ve öfkenin geliştiğinin farkında olan rejim yöneticileri içerde var olan vahşet yoksulluk ve rahatsızlığı da kullanarak deşifre ettiği paramiliter güçleri vasıtasıyla kendi coğrafyasının dışında Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da savaştırarak İran gerçeğini gizlemeye çalışmaktadırlar.
İran Şiilerini büyük Pers İmparatorluğu hayalleriyle kandırıp motive etmeye çalışan bu şeytan tayfası aynı zamanda kendi ülkesini Ortadoğu’daki tüm şiddet ve savaş ortamının dışında tutmuş olduğunun yalanlarıyla İran halklarını kandırmanın sinsi yöntemlerini kullanmaktadır.
Yine bu sapkın mollalar katı mezhepçi anlayışlarıyla kendilerinin dışındaki bir milyar altı yüz milyon Müslümanı adeta görmezden gelen bir saplantı içerisinde Şia yayılmacılığını büyük bir İslami gereklilik ve zorunluluk olarak savunmaktadırlar.
İran da yaşayanları farklı etnisitelerden ve farklı inançlardan geldiğine aldırmayan mollalar 12 milyon Kürtleri ve 5 milyon Belucleri hem inançlarından hem de etnik kökenlerinden dolayı baskı altında tutmakta hayatın tüm alanlarında onlara ikinci sınıf yurttaş muamelesi yapmaktadırlar. Bütün bu baskı ve zülüm uygulamalarına karşılık Kürt ve Beluc halkları kendi siyasi ve askeri örgütlenmeleri vasıtasıyla kendi halklarının özgürlük mücadelesini bütün zorluklara rağmen yiğitçe sürdürmektedirler.
İran devletini yöneten mollalar kendi yaşanmış tarihlerine ve komşu milletlerin mazisine de ihanet ederek geçmişte Pers ve Medlerin İran coğrafyasının 72 (satrap) eyalete bölünerek dönüşümlü olarak 36 yıl Medler 36 yıl da Persler tarafında demokratik ve eşit bir biçimde idare edildiğini ve bu dönemin İranlıların tarihinde en parlak dönem olarak tarihe geçtiğini de adeta inkar etmektedirler.
Gelinen bu aşamada İran yönetimi Ortadoğu’da tüm devletlerin katı mezhepçi bir anlayışla iç işlerine karışmakta hatta her türden acem oyunlarını kullanarak adeta karıştırmakta olduğu bilinmektedir bütün bu yapılanların var olan gerici yobaz molla rejiminin ömrünü uzatmaya yönelik olduğunu bilmekteyiz. Ayrıca en önemlisi Şia yayılmacılığını esas alan mollaların İran’ın yanı başında çoğunluğu Sünni mezhebe mensup bir Kürt devletinin oluşmasına tahammül etmeyeceği de Kürtler tarafından bilince çıkarılması gereken önemli bir konudur.
Sonuç olarak İran halkları üzerinde vahşet uygulayan ve kendi halklarının yoksulluğu üzerinden 38 yıldır saltanat süren ve büyük avantajları kullanarak inanılmaz lükse sahip mollaların asıl korkuları muazzam petrol gelirlerinden çalarak Avrupa başkentlerine illegal yollarla transfer ettikleri paraları korumak ve iktidarlarını sürdürebilmenin çırpınışları içerisinde oldukları da bilinmektedir.
Ortadoğu’daki güç dengelerinin hesaplarına göre Rusya Federasyon’u tarafından desteklenip şımartılan İran gerici rejimi Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’e gönderdiği Hizbullah ve Haşti Şabi vahşi yapılar vasıtasıyla Rusya devletine adeta diyet borcunu ödemektedir. Güney Kürdistan’da yapılacak olan referanduma en şiddetli karşı çıkışın öncü rolünü oynayan molla rejimi güdümünde tutuğu Haşti Şabi, Hizbullah ve PKK gibi örgütleri kullanarak bazı provakasyonlar yaratıp Güney Kürdistan’daki özgürlük mücadelesini düşmanca engellemeye çalışmaktadır.
Gelinen bu aşamada Rusya’nın şımarttığı İran, yeniden büyük şeytan rolünü üstlenerek Kürt halkına ikinci bir Mahabad’ı yaşatmak istediği gün gibi açıktır. Dillerim ve temenni ederim ki referandum karşıtı tutum içerisinde olan Goran, Komela ve PKK gibi Kürt siyasi yapıların geçmişte yaşanan acı tecrübelerinden ders çıkararak içinde bulundukları yanlıştan bir an önce sıyrılıp kendi halkının hizmetine girerler.
Şeytanê Bozorg (Farsçada büyük şeytan demektir).
Ey Kürdistanlılar geçmişte yaşanmış acı tecrübeleri ve ölümsüz önderlerinizi bizlere yaptıkları vasiyetleri unutmayın.
Qazi Muhammedin idama giderken Acemlere asla inanmayınız ve güvenmeyeniz sözleri.
Broyê Haskê Teli’nin Ağrı dağına sahipsiz bırakmayın sözleri.
Seyid Rıza’nın düşmana, sizin hilelerinizi çözemedim ama size karşı da diz çökmedim sözleri.
Şeyh Said’in; benim torunlarım beni düşmanlarımıza karşı mahcup etmesinler sözleri.
Bütün bu ölümsüz şehitlerin sözleri bizi özgürlük mücadelesinde zafere taşıyabilecek altın sözler olduğunu unutmayalım, bu altın sözlerin yeni ve mücadeleci nesillere ışık tutmasını temenni ederek yazımı sonlandırmak istiyorum.
Saygılarımla…
- Hüseyin Taysun
14.09.2017
İSTANBUL
***
Birlik çağrısı yapan siyasiler ne kadar samimidirler!
Yaklaşık yarım yüz yıllık siyasi yaşamımda diyebilirim ki en çok duyduğum şey, Kürd siyasi yapılarının birlik çağırılarıdır. Ancak her ne hikmetse bu birlik çağrılarının sonucunda ortaya çıkan birliklerin ömrü ya altı ay ya da bir yıldan fazla sürmüyor veya tüm birlik çağrıları hayata geçmeyerek havada kalıyor. Dolayısıyla bu konu üzerinde fazlaca düşünüp zaman harcama ihtiyacını duydum, yaptığım araştırmalar sonucunda edindiğim kanaat ya birlik çağrısı yapan çevrelerin samimi olmadığı veya birliğin hangi zeminde gerçekleşebileceği konusunda ilgili tarafların oldukça yetersiz kaldıklarıdır.
Aslında hem Kürd halkı adına siyaset yapan çevreler hem de Kürd halkının kendisi devasa Kürd ulusal sorununun çözümünün ancak ve ancak Kürd siyasi çevrelerinin birlikteliği ve omuz omuza mücadelesi sonucunda başarıya ulaşabileceğinin farkında olduklarıdır. Elbette ki birlikteliğin nasıl bir enerji ve dolayısıyla bir gücü ortaya çıkarabileceğini bilmesi gerekenlerin Kürd ulusal mücadelesi adına siyaset sahnesine çıkan kadrolara ait olduğunu ve bu vesileyle çilekeş Kürd halkının herhangi bir suçu ve kabahati olmadığının bilince çıkarılması gerekmektedir.
Bütün bu gerçekliklere rağmen geldiğimiz bu kritik aşamada, özellikle Kuzey Kürdistan özelinde başta samimi Kürd çevreleri olmak üzere, bir bütünen Kürd halkının birlik hayalleri gerçekleşmemişse burada bedel ödeyen halkımızı suçlamamız ya da eksikliğin onlardan kaynaklı olduğunu söylememiz mümkün değildir. Şayet bir eksiklik varsa, bunun birebir muhatabı Kürd siyasi kişileri ve örgütleridir. Konuya bu çerçevede analitik bir biçimde baktığımızda ya Kürd ulusal mücadelesi adına siyaset sahnesine çıkanlar bütün yetersizliklerine ve yetmezliklerine rağmen kişisel ailesel veya örgütsel çıkarları adına siyasi arenada at oynatmakta yada halkımızın hissetmeyeceği biçimde, Kürdistan işgalcisi kesimlerle zımni ve kirli işbirlikleri içerisinde olduklarıdır.
Aksi taktir de bir çoğu yaklaşık otuz – kırk yıllık siyasi geleneklere ve tecrübelere sahip insan potansiyeline sahip olanların yanılgı üstüne yanılgı yaşamaları mümkün değildir.
Buradan asıl konumuza dönecek olursak;
T.C. Derin devletinin özellikle Kürd ulusal mücadelesinin önünü kesmek üzere geliştirdiği 12 Eylül faşist darbesinden sonra, Kürd ulusal mücadelesini yeniden toparlayabilmek üzere birçok çevre ve şahsiyetin tüm uğraşı ve çabalarına rağmen Kürd halkının sorunlarına doğru ve güçlü temsil adına bir örgütlenme ne yazık ki başarılamadı. Bütün bu başarısızlıklara rağmen, bu konuda çalışma yapan mesai harcayan emek verip bedel ödeyen herkesin Kürdler açısından samimi ve değerli insanlar olduklarının hakkını vermek gerekiyor. Ancak herhangi bir davayı sahiplenip başarıya taşıyabilmenin de kendine göre olmazsa olmaz koşullarının olduğu bu işlere talip kişiler tarafından bilinmesi gereken önemli bir konudur.
Dolayısıyla yeteri kadar donanımlı ve yetkin kadrolara, önemli bir ekonomik birikime, sağlam ve inandırıcı bir programa ve düşmanlarını alt edebilecek kadar inanç ve kararlılığa ve potansiyele sahip değilseniz uğruna yola çıktığınız ideal ve iddialarınızı başarıya taşıma şansınızda yok demektir.
Ayrıca da uluslararası sağlam ilişkiler ve kendi halkınızla kurduğunuz diyaloglarda oldukça belirleyici bir rol taşımaktadır. Böylesi ilişkiler için son derece deneyimli ve fedakâr kadrolara sahip olmanız büyük bir öneme sahiptir. Bu anlamda inandırıcı ve güven verebilen bir yapının ortaya çıkarılması, bazen on yılları göze alarak bıkmadan bezmeden büyük bir sabırla çalışmayı gerektiren önemli bir konudur. Örnek olsun diye söylüyorum, birkaç iyi niyetli dost insanın bir araya gelerek ve büyük bir sabırsızlıkla ortaya çıkarılan çabalarının günümüz dünyasında hele de Kürd ulusal sorunu gibi büyük bir davayı başarıyla omuzlayıp temsil edebilmesi asla mümkün değildir.
Ortaya koyduğumuz programımızı albenisi yüksek cümlelerle donatmak yada herkesin kulağına hoş gelecek büyük ve süslü laflarla ifade etmek, akıl ve sabırla başarıya gitmesi mümkün olan yolun kısa bir dönem sonra tıkayıcı bir özelliğe sebep olabileceği mutlaka düşünülmelidir. Siyasal mücadelede işte partimizi kurduk, tabelasını astık iddialı ve güzel sözlerde söylüyoruz, O zaman herkesler ne duruyor çağrılarıyla sonuca gidilebilecek kadar basit düşünülmemelidir. Bunun tam aksine saygın kararlı cesur ve yetkin kadroların, Kürdistan’ın mezra köy kasaba ve mahallelerine inerek ve bizzat halkın kendisiyle birebir temas kurmak suretiyle, uzun bir dönemi kapsayan saha çalışması başarının önünü açacak olmazsa olmaz yöntem olarak düşünülmelidir.
Geldiğimiz noktada büyüyüp gelişememekten şikâyetçi olan parti ve örgütlerin yaptıkları aslında halka rağmen halk adına siyaset yapmaktan öteye bir tanımlamayla ancak izah edilebilinir.
Kısacası, birlik çağrılarının esasına inecek olursak teşbihte hata olmaz, Ramazan ayında varlıklı insanların birbirlerini iftar yemeğine davet etmesinden öteye bir anlam taşımamaktadır.
Oysa yapılması gereken, Kürd halkı adına siyaset sahnesine çıkanların birbirlerini davet etmesine ya da birbirlerine çağrı göndermesine gerek yoktur. Yapılması gereken tüm çevrelerin şahsi ailevi ve örgütsel çıkar ve ikbal kaygılarını bir tarafa bırakarak, uğruna mücadele edecekleri Kürd halkına birlikte gitmeleridir.
Geldiğimiz bu aşamada halkımız yaşadıkları acılı deneyimlerden sonra, inanın ki bizlerden daha fazla deneyim sahibi bilinçli ve yine bizlerden çok daha fazla kendi davasına bağlı ve samimidir. Bu anlamda geçmiş sol üsttenci bakışla bu halkı o kadar da küçük görmek aslında onları hiçte hak etmedikleri ölçülerde rencide etmektedir.
Sonuç olarak Kürd ulusal meselesi günümüz dünyasında, özellikle de Ortadoğu da en önemli ve oldukça da zor bir sorundur. Bundan dolayıdır ki kendi kasabasında yada köyünde ciddi bir saygınlık yaratamamış, bu anlamda yüzlerce insanı arkasından yürütecek güveni verememiş kişilerin ve ayrıca da hayatın birçok alanında başarısızlıklarıyla bilinen insanların birlik çağrıları ne Kürd halkı tarafından ne de Kürdistani bir mücadeleyi esas almış siyasi çevre ve şahsiyetler tarafından ciddiye alınır bir tarafı olmayacaktır. Ama her şeye rağmen Kürd ulusal mücadelesinin başarıya ulaşması ve mazlum Kürd halkının acılarının sonlanmasının tek reçetesinin de birlikten geçtiğini herkesin kendi cephesinde bilmesi gereken bir konu olduğunu bilince çıkarmak gerekiyor.
Saygılarımla.
M Hüseyin TAYSUN
09/09/2017 -İstanbul
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.