Baba ve oğul Esad’ın yaklaşık elli yıldır demir yumrukla yönetmekte oldukları Suriye muhaberat devletinde, Tunus’la başlayan Arap baharının Suriye’de reform, demokrasi ve özgürlük isteyen kitleleri de ayağa kaldırdığını biliyoruz.

Bahsi geçen Arap baharı döneminde Suriye demokratik muhalefetinin yanında en çokta umutlanan ve Beşar Esad diktatörlüğünün iktidardan indirilmesini isteyen kesim, yıllardır vatandaşlık kimliğine dahi sahip olamayan ve farklı zamanlarda rejimin zulmüne uğramış ve her türlü haklarından mahrum olan Kürdler olmuştu.

Ancak gelişmeler ne demokratik Suriye muhalefetinin ne de yıllardır diktatör Esadların zulmünün altında inim inim inleyen Kürdlerin istediği gibi olmadı. Çünkü Suriye, coğrafi ve stratejik konumu itibariyle, ABD başta olmak üzere hem batı dünyası hem de Rusya açısından paylaşılmayacak derecede önemliydi.

ABD ve Rusya’nın Akdeniz’de üstünlük kurma yarışı ve ayrıca Rusya’nın sıcak denizlere inme konusundaki ısrarı, Suriye’yi düşünüldüğünden daha fazla önemli kılmaktaydı. Küresel güçlerin böylesine önemli saydığı bir coğrafyaya müdahale etmeleri ve o bölgede üstünlük sağlamaya yönelik hamleleri de çok gecikmedi.

Küresel güçlerin bizzat kendilerinin önemli bir askeri güç kaydırmadığı Suriye coğrafyasında, değişimi kendi lehine dönüştürebilme çabaları yine kendilerinin hesabına çalışacak taşeron örgütler vasıtasıyla götürülmeye çalışıldı. Ve işte IŞİD denilen vahşi örgüt bu şartlarda ortaya çıkarılarak bölge halklarının başının belası haline dönüştürüldü. Ancak IŞİD’e yapılan yatırım birtakım Kürdistan’ı sömürgeleştiren devletler vasıtasıyla farklı biçimde kullanılarak küresel güçlerin aleyhine işlemesine ve yine aynı örgütün bölgede isminden de anlaşılacağı üzere vahabi ve selefi bir halifelik kurarak coğrafyanın yerleşik halklarına inanılmaz vahşet koşullarını yaşattı. Ve yine sekülerist bir anlayışla Suriye devletini yöneten Beşar Esad diktatörünün de işini kolaylaştırarak elini güçlendirdi.

IŞİD denilen vahşi örgütün önü alınamaz ve kontrol edilemez bir güce dönüşmesi, kendisini yaratan güçleri de tehdit eder duruma gelince kendi halkından milyonlarca insanı katletmiş Beşar Esad diktatörü neredeyse bir tercih sebebi sayılacak durumuna geldi. Bu ortamı fırsata dönüştürmek isteyen Rusya devleti, yıllarca ittifak halinde olduğu Esad ailesi ve Baas partisi vasıtasıyla Suriye’ye güç kaydırarak adeta ABD ve müttefiklerinin karizmasını çizmiş oldu.

Rusya, Suriye rejiminin mevcut zayıf yapısını kullanıp Suriye topraklarında yeni yeni üsler açarak ABD ve müttefiklerinin Akdeniz’de ki gelecek hesaplarını adeta tehdit eder bir güce ulaşmaktaydı. Bu süreçleri ABD adına doğru yönetemeyen ve ABD’nin stratejik kurumlarının eleştiri hedefi olan Obama, ABD seçimlerini kaybediyor ve yeni iktidara gelen Cumhuriyetçilere tarihi bir fırsat yaratıyordu.

Bu durumu ABD adına hazmedemeyen Pentagon çevreleri, siyasete yeni soyunmuş olan Trump’ı Rusya’ya ders vermek adına hazırlamaktaydılar. İşte bütün bu hesaplara uygun düşecek ve Rusya’nın Suriye toprakları üzerinden Akdeniz’de güçlenmesine müsaade edilmeyeceğini gösteren bir çıkışı, ABD’nin Akdeniz’de ki savaş gemilerden fırlatılan füzelerle Suriye’nin önemli bir askeri hava alanını vurarak Rusya’ya haddini bildirmiş oldular.

Geldiğimiz noktada, Rusya’nın almış olduğu bu büyük darbe hem Rusya adına telafisi mümkün olmayan bir yıkım hem de Beşar Esad diktatörlüğünün sonunu getirecek önemli bir olay olarak tarihe geçecektir. Konuya Kürdler açısından bakacak olursak bu yeni gelişmeler, Rusya’yı ve Beşar Esad’ı müttefik gibi gören çevrelerde de nasıl bir yanılgının yaşandığını göstermesi açısından önemlidir.

Görünen o ki artık Suriye coğrafyasında Kürdlerin sonuç almak üzere ilişki kurup ittifak geliştirebileceği tek güç ABD ve onun batılı ittifaklarıdır. Burada Sayın Mesud Barzani’nin ve onun tecrübeleri doğrultusunda hareket eden Kürd çevrelerinin, nasıl da ciddi bir öngörü ve sağlıklı bir ilişki geliştirdikleri böylece daha iyi anlaşılmaktadır. Düne kadar Rusya ve Beşar Esad’la flört ederek siyaset geliştirenlerin bir kere daha tarihi bir yanılgı içerisinde oldukları anlaşılmıştır.

Kürd ulusal mücadelesi konusunda iddia sahiplerinin bundan sonra yapacakları tek şey kendi örgütsel hesaplarını bir kenara bırakarak Kürd ulusal mücadelesini Kürdistani bir ruhla sahiplenip tüm Kürd güçlerinin birlikte hareket edeceği yeni ve doğru ittifaklar çerçevesinde halkımızın meşru ve haklı mücadelesini zafere ulaştırmak olmalıdır.

Bu seferde bazı çevrelerin yanlış hesabı Bağdat’tan değil ABD’nin Akdeniz’de ki gemilerinden atılan füzelerle dönmüştür.

Bu son gelişmeler sadece Beşar Esad’a tarihi bir ders vermekle kalmamış aynı zamanda İran ve Türkiye’nin de kendi hadlerini bilmeleri konusunda oldukça uyarıcı bir özellik taşımaktadır. Kürdler adına umudu yükselten bu gelişmeler, umarım ve temenni ederim ki, Kürd siyasi çevreleri tarafından doğru değerlendirilir ve halkımızın çekmekte olduğu acılar biran önce son bulur.

Saygılarımla

07.04.2017 / İstanbul