Şakir Epözdemir/ Türkiye Kürdistan Demokrat Partisinin 51 yıllık kaderi

Merhum Şerafettin Elçi vefatından hemen önce yazdırdığı hatıratında, özellikle TKDP ile ilgili açıklamalarında tam olarak hatırlamadığı birkaç konuda “ olayın detaylandırılması için konuyu Şakir Epözdemir’e sorun” diyerek bana bir görev vermiştir. Vefatının 4. yılında iki konuda açıklama getirmek istiyorum:

  • sakir-ep-antalya-cezaevi-11965/67 döneminde örgütlenme faaliyetimiz,
  • Şubat 1971’de Parti Merkez Komitesinin Diyarbakır toplantısı ile ilgili detaylı açıklama…
  • Şerafettin Elçi kitabının 122. sayfasının son paragrafında: “ – Kuruluşun ardından geçen birkaç aylık dönemden sonra parti ile ilgilenmedim. Kuruluştan sonra zaten örgütlenme ve sekretarya işini Sait Elçi yaptı.” diyerek, sayfa 123 -2. Paragrafta partinin teşkilatlandırılması ile ilgili verdiği bilgileri yeteri kadar hatırlamadığından işi bana havale ederek şunları söylüyor: “- Bu konularda Şakir Epözdemir daha detaylı bilgiye sahiptir. Çünkü o fiilen işin içindeydi” demiş.

Ben de rahmetlinin isteğine uyarak 123. sayfanın ikinci paragrafını şu şekilde düzeltiyorum.[1]

Partiyi kurduğumuz ilk kuruluş toplantısında, yani Gazi Köşkü’nde ve büyük bir çınar ağacının altında; Sason, Kozluk ve Baykan’ı örgütlemem için arkadaşlarım tarafından görevlendirildim.

Kuruluşun ilk haftasında Baykan’a gittim. Ali Epözdemir amcamla anlaşarak Kozluk’a bağlı, kendilerine ait köylerinde bulunan Medeni Altan’a misafir olduk ve Sason Bölge başkanlığına Molla Abdullah Timoqî yî getirmek üzere Sason Bölgesini teşkil edilmesi üzerine mutabakata vardık. Böylece Sason Bölge Komitesini Molla Abdullah Timoqî, Medeni Altan (Ali Unus evinden Medenî) ve Ali Epözdemir ile tanzim edilmesini kararlaştırarak bu 3 bölge komitesi üyelerinin de aynı zamanda her biri kendi ilçelerinde yerel komite başkanlığı ile görev almaları hususunda anlaştık. Buna göre Bölge Başkanlığına ve Sason Merkez Komitesinin başında Mela Abdullah Timoqi olmak üzere, Bölge Komitesi üyeliklerine ve Kozluk ile Baykan merkez Komiteleri başkanlıklarına da Medeni Altan ve Ali Epözdemir olacaklardı. TKDP’nin ilk kuruluşu bu mübarek bölge de ve özellikle Suriye de okumuş, örgüt tanzimlerinde deneyimli olan ve de Mala Elîyê Unus ailesinden çok değerli bir şahsiyete sahip Medenî Altan’ın katkısıyla gerçekleşmiş oldu. İlk adres böylece doğru bir adresti. Ve hala o ilk görevi başardığımın gururunu taşımaktayım.

Bunun arkasında Diyarbakır Bölge Komitesini kardeşim -Tatvan Şehidi– Şevket Epözdemir’in başkanlığında kurarak başta bu Bölge Komitesi üyeliklerine Mela Abdurrahman Uçaman, orta öğretim öğretmenlerinden Ahmed Güney, Ahmet Yıldız ve Mehmed Yıldız’ı getirerek daha sonra Silvan’dan İskân Azizoğlu’nu da bu Bölge Komitesine katarak üye sayısını 6 ya çıkardık. Radyocu Abdurrahman Uçaman ile Ahmed Güney Hoca aynı zamanda Diyarbakır merkez ilçe komitesinde görevlendirildi ve onlara Amed merkezinde çalışmalar yapmak için görev verildi. Abdurrahman Uçaman merkez ilçe başkanıydı. Mehmet Yıldız –sonradan Avukat oldu ve bir ara Batman’a yerleşti- ve Ahmed Yıldız Hoca da Dicle, Palu, Eğil ilçelerini tanzim edeceklerdi. Abdurrahman Uçaman aynı zamanda Hazro ve Lice de faaliyetlere başlamıştı. Amed merkez de birçok hücreler tanzim edilmişti. Ayrıca Zülküf Karahan sorumluluğunda Siverek’in örgütlenmesi ve orada bir bölge başkanlığının kurulması için 1967 sonbaharında bir teşebbüsümüz oldu ve Zülküf Karahan’ı Diyarbakir Bölge sorumlusu Şevket Epözdemir ile irtibatlandırdık. 1967 sonunda Reşid Hermo’nun 40 günlük Diyarbakır ve etrafıyla ilgili çalışmalarında Derviş Sado’nun teklifi ile İskân Azizoğlu Bölge komitesine alınarak Silvan da çalışması yönünde görevlendirildi.

Sason ve Diyarbakır bölgelerinde çok kısa bir dönemde teşkilatı tanzim ettikten sonra Tatvan’a gidip Feqe Hüseyin Sağnıç ile diyalog kurmam ve Serhad Bölgesinde faaliyete başlamamız için görev aldım. Feqî hiç tereddütsüz görev almayı kabul ederek Diyarbakır’a Said Elçî ile görüşmeye geldi. Saîd Elçi ile beraber O’na Serhat bölgesinin tanzimi ile ilgili yetki verdik. Bu bölge de, benim sorumluluğumdaydı. Gerçekten örgütlenme konusunda başarılıydım.

Bütün bölge başkanları Said Elçi ve Merkez Komitesindeki (Koma navkom) arkadaşlarla görüşebiliyordu, ama Feqî Hüseyn’in konumu farklıydı. O’nu rahmetli Faik Bucak ile de görüştürdük. O yüzden 1968 MİT operasyonu öncesi O’nu Koma Navkom’a (Merkez Komitesi) almayı karar altına aldık. Böylece Merkezi Tatvan olmak üzere Serhat Bölgesini Feqî Hüseyin Sağnıç’ın başkanlığında kurmuş olduk ki bu çok önemli bir adımdı. Benim o zaman ki bilgimin dâhilinde Feqî Hüseyin Sağniç şu merkezleri bu şekilde tanzim etti: “Bitlis’ı Mela Nureddin Baksı’ya verdi, Tatvan’ı Seyyid Maşallah karataş’a, Van Merkezini Hüsamettin Bayram’a, Gevaşi Şevki Orhan’a (Şevqi Beg), Ahlat’ı Mela Ebdilkerim’e, Malazgiri Mela Abdurrahman Ünlü ye, Bulanığı Ali Ziver Bey’e, Patnosu İhsan Çelik’e ve Varto’yu Mahmud Demiralp (Mehmud Beg, Cibranlı Halid Beyin oğlu)’in sorumluluklarında örgütlemişti. Daha sonra Antalya’da, 1968’in ilk celsesindeki (27.09.1968) görüşmemizde Feqî’den aldığım bilgiye göre; Norşin, Muş, Hınıs, Hizan, Tekman, Erciş, Adilcevaz, Bazit ve Van Muradiye’sini de örgütlediğini ve özellikle tutuklanmamızdan sonra sürekli olarak etraftan örgüte iştirak etmek için adeta zorlandığını bizzat bana ifade etti. Feqî Hüseyn örgütleme işinde çok başarılıydı. Bölgenin özellikle Medrese dinamizmi ve Miralay Halit Bey ile onun mücadele arkadaşlarının geriye bıraktıkları fedakârlık ve milli şuurun etkisi de bu başarısına katkı yapıyordu.

Arkadaşımız Ömer Turhan’ın sorumluluğunda Siirt/Botan Bölgesi ile Mardîn Bilgesinde iki tane bölge başkanlığı (Serokayetiya Komên Herêmî) kuruldu. Siirt Botan Bölge başkanı Mela Süleyman Torî (Dilbixwîn), Mardin Bölge Başkanlığına da Zübeyir Yıldırım (Zubeyr Axa) getirildi. Botan/Eruh Komite başkanı (Serokê Koma Cî) Bekir Sıtkı Turhan, Nusaybin Komitesi Başkanı Şükrü Qelew (Alpergin), Kızıltepe Merkez Komitesi Başkanı Melle Alaeddin Lâçin’di.

Derviş Akgül arkadaşımıza Kurtalan ve Batman bölgesi verildi. Sanırım Kurtalan da tek bir hücre kurulmadı ama Batman’ın Melle Amadedin Gurdili sorumluluğunda tanzim edildiğini biliyorum.

Şerafettin Elçî Cizre, Silopî ve Midyat tarafını örgütleyecekti, ancak askere gittiğinden dolayı buralar askıda kaldı.

Sait Elçi tek bir kişiyi partiye almış olduğunu ve İstanbu’da görevlendirerek üniversite gençliği arasında çalışması için kendisine talimat verdiğini, o arkadaşın İstanbul Hukuk Fakültesi’nin talebesi ve Niyazi Ağa’nın oğlu Ömer Çetin olduğunu bize bildirmişti.

Nusaybin’den Doğubayazıt’a, Botan’dan Siverek’e kadar günün ve o zamanın en muteber ve kaliteli insanlarıyla ve mevcut potansiyelle örgütlenme faaliyetimizi siz okuyucuların takdirine sunuyorum.

2- 1971 Şubat ayında Diyarbakır’da, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi merkez Komitesi Üyelerinin son toplantısıyla ilgili bir DÜZELTME:

Bu toplantıyla ilgili Sayın Elçi, hatıratının 141. Sayfasının son paragrafında şunları söylüyor: “- Bu görüşmeyi Şakir Epözdemir teyit edebilir ve hatta daha da iyi anlatır. Çünkü ben bazı detayları atlasam da Şakir atlamaz, detaylara çok daha iyi dikkat eder”.[2]

Sayın Şerafettin Elçi’nin isteği doğrultusunda o toplantıyı detaylı olarak anlatmaya çalışacağım.

Toplantı Öncesi Manzaramız

1967 yazında “Doğu Kalkınma Mitingleri” devam ederken galiba Siverek Mitinginden sonra MİT’in talimatıyla Sait Elçi – daha önce 49’lar davasından hüküm giymiş olduğundan – Kütahya’ya sürgününe gönderildi. Hatırladığım kadarıyla Kekê Saîd Eylül ayında Diyarbakır’dan ayrıldı. Gitmeden önce bir toplantı yaptık. O toplantıda sürgünü sırasında Ömer Turhan’ın vekâleten yerine bakması için teklifte bulundum. Teklifim kabul edildi ama teklif ne onun ne de Derviş Akgül’ün hoşuna gitmedi.

O’nun ayrılışından birkaç gün sonra Suriye KDP-S (Suriye KDP’si) tarafından yapılacak kongrelerine davet edildik. Derviş ile birlikte toplanıp Ömer’in Kongreye iştirak etmesini kararlaştırdık. Ömer Suriye dönüşünde “KDP-S kongresinde TKDP ye maddi ve manevi yardım etmeyi kararlaştırdıklarını ve eğer isterlerse partinin eğitim ve tanzimi için uzman Kadrolar gönderebileceklerini” naklettı. Biz de Parti teşkilatının tanzimi ve eğitilmesi için tecrübeli ve uzman bir tane “Kâdir” i talep ettik, 20 Aralık 1967’de KDP-S Politburo üyesi Reşid Hemo Diyarbakır’a gelerek benim evimde 40 gün misafir kaldı. Bu 40 gün içinde Sason, Siirt, Mardin ve Diyarbakır bölgelerinin tanzimlerini gözden geçirerek tabanımıza gerçekten bir moral vesilesi oldu. Reşid Hemo (Cegerxwun ve Hemid Haci Derwêş’ın arkadaşı ve büyük bir siyaset adamıydı.) 18 Ocak 1968’de Tatvan (Serhed) Bölgesi’ndeki örgütümüze katkı sunmak için evimden ayrıldı, ayrılışını fark eden ama nereye gittiğini tespit edemeyen MİT, 19.01.1968’de TKDP operasyonunu başlattı.

Bu operasyon da 16 arkadaş hakkında soruşturma açıldı 11 kişi tutukluyduk ve bu 11 kişi içinde Genel Sekreter Sait Elçi ile beraber 3 tane Merkez Komitesi (Koma Navkom) üyeleri olarak ben, Ömer ve Derviş bulunuyorduk.

70 gün Diyarbakır Ceza Evi’nde kaldık, geri kalan tutukluluğumuzu Antalya Hapishanesinde hep beraber geçirdik ve 13 ay beraber ve de çok müsait bir ortamda günümüzü gün ettik. 13 ay beraber yattığımız dönem de dâhil 1971’in Şubat ortalarına kadar bir kere olsun toplanıp her hangi bir konuda değerlendirmede bulunmadık ve teşkilatımızı aklımızın ucuna getirmedik. 3 yılı aşkın uzun bir zaman toplanmadığımızı ve yapılan bu toplantının da Dr. Şivan’ın sorunuyla ilgili olduğunu kaydettikten sonra toplantıda konuşulanları özetlemeye çalışayım:

O gün “Şark Matbaacılık ve Gazetecilik A. Ş.” kuruluşunu gerçekleştirmek için Diyarbakır’da her taraftan çağırılan kalabalık bir seçkin kadronun toplantı ve karar alma günüydü. Biz kadro olarak Merkez Komitesinin tamamı oradaydık. Galiba Sait Elçi bu toplantıyı fırsat bilerek bizleri çağırtmıştı. Feqi Hüseyin Sağnıç ile Tatvan’dan Diyarbakır’a beraber gittik; Feqî benim de Şark Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. toplantısına katılmamı – çünkü ben de o şirkete ortaktım –  ve bu toplantıdan sonra bir yerde, kendi aramızda parti sorunlarıyla ilgili toplanacağımızı ve de bu istek Said Elçi tarafından yapıldığını bana resmen deklere etti.

O gece hepimiz Mehmet Emin Çiçek’in evinde toplandık. Ev sahibi ile beraber 7 kişiydik. ( Ben, Derviş, Ömer, Sait, Feqî, Şeref ve ev sahibi Şeyh Mehmed Emin Çiçek)

Sait Elçi o gece adeta günah çıkarmaya çalıştı. Çok zor durumdaydı. Gemiyi başkasına kaptırmış kaptanımız denizin ortasında yapa yalnız kalmıştı. Antalya Hapishanesinde “ben buradan çıkarsam 4 tane çoban bulur ve o çobanlarla çalışır sizlerle asla çalışmam dediği dava arkadaşlarına Dr. Şivan’ı şikâyet ediyordu. Kadere bakınız. Bir Şivan O’nun başına ne dolaplar çevirmişti. Bula bula bir tek Şivan’ı bulmuştu. O Şıvan Kekomuzun dünyasını karartmıştı. Yaralı bir aslan gibiydi ama tilkinin kapanında üstünlük sağlamaya çalışıyordu. Çok cesur ve de çok tatlıydı Kürdistan sevdalısı, ama sadece bildiğini okuyordu.

 Dr. Şivan’ın kendi partisini kurduğunu, en az Zaxo Parti ve askeri biriminden desteklendiğini, sorunun çözümü için evvela Feqi’nin daha sonra kendisinin Dr. Şivanl’a görüştüklerini, en sonunda sadece Politburo sekreterliği yanında 2 üyeye karşılık partimizi kendisine bırakmayı teklif ettiğini, Dr. Şivan’ın buna da yanaşmadığını uzun uzadıya anlattı. Çok uzunca anlatımını hepimiz sessizce dinliyor, Feqi arada bir Keko’nun söylediklerini yüksek sesle onaylıyordu.

Sessizliği ben bozdum. “Dr. Şıvan’la sürtüşmekten vaz geçelim. Kendi işimize bakalım. Antalya Hapishanesinde sık sık dile getirdiğim gibi örgütümüzle ilgilenelim, 3 yıldır ihmal ettiğimiz tabanımızı toparlayıp genişletmeye çalışalım. Onlar da çalışsınlar. Amacımız Kürdistan’a özgürlükse ha biz ha onlar özgürlüğü getirmiş olsunlar, fark etmez. Başur ile de temas kurmaktan, onlara gelin bizi bir araya getirin demekten vazgeçelim. Ben parti çalışmasından ve örgütlenmeden yanayım” dedim. (Bu söylediklerimi 1998 de kaleme aldığım “Bûyera Dr. Şivan” başlıklı makalemde daha detaylı bir şekilde kayıt altına almışımdır.)

Şerafettin Elçi “Şakir doğru söylüyor” diye söze başladı. “Uzun zamandır sizlerden ayrıyım. Bütün konulara vakıf değilim. Sizin ifadelerinizden anlaşılıyor ki Şorış (İ-KDP) onları destekliyor. Eğer gerçekten Dr. Şivan’ı korumaya çalışıyorlarsa bizim Dr. Şivan’la sürtüşmemiz ile onları da karşımıza almış oluruz. Biz böylesine ağır bir yükü kaldıramayız. Sait Kırmızıtoprak’ı çok yakından tanırım. Kaprisli bir yapıdadır. Müthiş derecede muhteristir. Şayet İKDP’nin ve Peşmerge Komutanlarının sempatilerini de kazandıysa artık hiç kimse onu ikna edemez. Parti çalışmalarını hızlandırın ve elinizden geldiği kadar onlarla dost geçinmeye çalışın. Eğer başta haberim olsaydı, kesinlikle karşı çıkardım ve onunla ortak hareket etmenizi önlerdim” dedi.

Sait Elçi “tamam, parti çalışmalarımıza başlayalım ancak bir şey var!” dedi. Yanında oturan Derviş Akgül’ün elindeki zarfı aldı, “- İsa Suwar’a (Zaxo Cephe Komutanı) bu mektubu ulaştırmamız lazımdır. Önemli bir Tarikat Şeyhi Hac’dan dönmüş Erbil’de Suriyeli Şeyh Mehemed İsa’nın misafiridir. Bu şahıs MİT ajanıdır. Barzani hareketine zarar verebilir. Onu haber vermiş ve bir mahkûmun orada barınması için tavsiyede bulunmuşuz bu mektupta. Bundan sonra ilişkilerimizi keseceğiz” dedi.

Şerafettin Elçi: “-Kardeşim (birayê min), ne alakanız var? Mahkûmlardan size ne? Şeyh Mehemed İsa’nın misafiri sizi ilgilendirmez. Onlar sizin kadar kimlerin ajan olup olmadıklarını bilmiyorlar mı? Vaz geçin. Ne mektup gönderin, ne de mahkûmlara referans olun” diye adeta fırçasını çekti.

Gerçekten yaptıkları iş gayet hafif bir şeydi. İddialı olan bir kurtuluş hareketinin bu kadar basit şeylerle meşgul olması doğal değildi. Kürtçede iki söz var: (1- Aş çu ye, ketine peyî çiqçiqokê, 2-Serê ben winda kirine, nizanin çi bikin.) Gerçekten o gece orada gördüğüm manzara buydu. Kekê Saîd ipin ucunu kaçırmıştı. Yine yaralı aslan gibi kükredi, elini kaldırdı, ses tonunu yükselterek  “- bu mektubu ve mahkûmu göndereceğiz ve bu name son temasımız olacak!” dedi. Sesimizi çıkarmadık. Sekreterlerin ve başkanların dedikleri dediktir. Demokrasi derslerini verirler ama kendilerini bundan hariç tutarlar.

O zarfı, o Mektubu, eğer mahkûm götürdüyse ve o mahkûm orada barındıysa, peki kim kötü haberi Amed’e ulaştırdı bilemem. Ancak, o sırada, Diyarbakır’dan Tatvan’a dönen Feqî Hüseyin Sağniç, “ Îsê Suwar’ın mektubu hiç açmadan yırttığını ve “gidin söyleyin, Sait Elçi ve Derviş Sado bir daha bize ne mektup yazsınlar nede bizimle irtibata geçsinler; ikisi de casusturlar dediğini” bana nakletti.

İşte Mart 1971 ayının ortasında Zaxodan Amede gelen bu haber ile beraber ortalıkta müthiş bir panikleme başladı. Bence Saîdî apar topar Zaxo’ya çeken en büyük sebep bu paniklemeydi.

12 Mart darbesini ve ondan sonra gelen gelişmeler okuyucuların hafızasındadır, tekrarlamama gerek yoktur. Saygılarımla 19.12.2016 – Ankara

Şakir Epözdemir

Not: Bütün siteler, gazete ve dergiler bu düzeltmeyi yayınlayabilirler.

[1] Doğunun Elçisinden Yüce Divana: Şerafettin ELÇİ, Fanos Yayınevi, İstanbul, Kasım 2012, s. 123

[2] Doğunun Elçisinden Yüce Divana: Şerafettin ELÇİ, Fanos Yayınevi, İstanbul, Kasım 2012, s. 141