12 Aralık günü Halep İran ve Rusya’nın desteği ile Suriye rejim güçlerinin eline geçti. Orada sıkışan sivil halk ve militanlar rejim güçlerinin bir sonraki hedefi gösterilen İdlib şehrine sevk edilmeye başlandı. Halep’in düşmesinde Türkiye’nin Kürt koridorunu kesme müdahalesine karşılık söz geçirdiği bazı radikal İslami örgütlerin bölgeden çıkarılması ile direnişin zayıflatıldığı, geri kalanların da Rusya, İran ve rejim güçlerinin saldırılarına karşı koyamadıkları gibi analizler az değil. Rusya, İran ve Türkiye arasında sürdürülen görüşmelerin ve yapılan anlaşmaların içeriğine bakıldığında yapılan analizlerin boş olmadığı görülmektedir. Bu üç devletin Kazakistan’ın başkenti Astana’da görüşmelere devam etmesi önerisi Rusya tarafından yapıldı ve taraflarca kabul edildi. Suriye’nin geleceğini bu görüşmelerle belirleme niyetindeler.

Türkiye’nin birincil amacı PYD’nin oluşturmaya çalıştığı Kürt koridorunun önünü kesmek ve Kürtlerin statü elde etmelerini engellemek. Bu hedef uçak krizinin sona erdirilmesinden sonra Rusya’nın yolu açmasıyla gerçekleşme imkanı bulmuştur. Türkiye bu stratejisini ve amacını Suriye’de ayaklanmanın başlangıcında muhalefeti kontrollerinde tutarak hayata geçirmeye çalıştı. Bu yönlendirme sonucu muhalefet yeni Suriye’de Kürtlerin haklarının tanınmasını bir türlü kabule yanaşmadı. Türkiye’nin PYD’ye yapılan ABD yardımlarını durdurma çabası gerçekleşmeyince yeni arayışlara ve ilişkilere girmekten çekinmedi. İçeride PKK ile sürdürülen çatışmasızlık sürecinin sona erdirilmesi ise daha çok Batı Kürdistan’daki gelişmeler üzerinden gerçekleşti. Bir proje ile PKK’yi yönlendirip hendek savaşlarına sürükledi ve birçok Kürt şehrini yerle bir etti, binlerce insan hayatını kaybetti. Halk bu anlamsız şehir çatışmalarına öfkelenerek PKK ile olan duygusal bağlarını kesti. AKP ve lideri İç siyaseti ve hedeflerini bu çatışma üzerinden inşa etmeye çalışıyor. Kürt sorunu Türkiye bakımından artık Bakur ve Rojava bütünselliği içinde ele alınacak.

Ayaklanmanın ilk zamanlarında Şam rejimini hedefleyen Türkiye Rojava’ın engellenmesi karşılığında bundan vazgeçmişe benziyor. Batı Kürdistan’da parçaların birleştirilmesi ve ileride statü imkanlarının sağlanması Türkiye’nin yanında Suriye rejiminin de arzuladığı bir şey değildir. Rejimle ortak hedef Kürtlerin statü imkanı elde etmesini engellemektir. Bu bakımdan Türk silahlı güçlerinin ÖSO’nun önüne geçerek El Bab’a kadar gitmesi, oradan Menbiç ve diğer PYD hakimiyetindeki bölgelere yöneleceğini seslendirmesi Suriye rejimini rahatsız etmemiştir. Bilakis Rusya, İran, Suriye rejim güçleri ve Türkiye görev bölümü çerçevesinde bunları yapmaktadırlar. Bu aynı zamanda ABD’nin Suriye ve bölgedeki hesaplarını bozmaya da yöneliktir. Kürtler söz konusu olunca Kemalistler ve Türk milliyetçileri de iktidarın bu politikasını desteklemektedirler.

Dönem iktidarlarının göz yumması ile Fetullah Gülen’in devlet içinde örgütlenmesi ve iktidarı ele geçirecek kadar güçlenmesi onları 15 Temmuz’da darbe teşebbüsüne kadar getirmişti. Erdoğan önderliğinde bastırılan darbe girişiminden sonra, Türkiye’de geçmişten bu yana iktidarın sorumlu olması gereken neredeyse tüm olayları FETO’ya bağlayarak sorumluluktan sıyrılmaya çalışılmış, FETO temizlik malzemesi gibi kullanılmıştır. Rusya’nın Büyükelçisi Adrey Karlov’un  sivillerini giymiş bir polis tarafından İslami sloganlar eşliğinde 19 Aralık’ta Ankara’da öldürülmesi Türkiye ve Rusya tarafından ilişkilerini bozmaya yönelik bir eylem olduğu şeklinde yansıtılmıştır. İktidar sözcüleri eylemden hemen sonra FETO’yu işaret etmiştir. Fetocuların iktidara karşı her türlü eylemi yapacağı belli olmasına rağmen Türkiye’de kullanılan dil ve oluşturulan siyasi atmosfer ve seferberlik söylemleri karşısında etkilenen herhangi bir insan da benzer eylemlere yönelebilir. Büyükelçi katilinin sağ yakalanması, sorgulanarak olayın arkasındaki güç veya güçleri ortaya çıkarma imkanı varken akıl almaz bir şekilde öldürülmesi olayın derin boyutuna işaret etmektedir. İç ve dış kamuoyunun sorumlular arasında ABD’nin de olabileceği şeklinde yönlendirilmesi yeni cephenin işine gelecektir. Katliamın Rusya, Türkiye, İran ve Suriye rejimi işbirliğine karşı işlenmiş propagandası doğal olarak Rusya ve Türkiye’yi yakınlaştırmaya hedefli organize bir eylem olduğu düşüncesini de akla getiren insanlar vardır. Böylesi vahim bir olay varken, katilin neden sağ yakalanmadığı sorgulanmazken katliamın hemen ertesi günü Moskova’da İran, Rusya ve Türkiye arasında bir deklarasyon yayınlandı.

Bu deklarasyonun bazı başlıkları şöyledir: Rusya, İran ve Türkiye Suriye hükümeti ve muhalifler arasında bir anlaşma yapılması için çalışmaya ve bu anlaşmanın garantörleri olmaya hazır.

Rusya, Türkiye ve İran, Suriye’deki krizin görüşmeler yoluyla çözülmesi konusunda hemfikir. Rusya, İran ve Türkiye olarak Suriye’de ateşkesi genişletmenin önemi konusunda aynı fikirdeyiz.

Rusya, İran ve Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekliyor.

Rusya, İran ve Türkiye Suriye’de bir numaralı önceliğin rejim değişikliği değil, terörist tehdidin bastırılması olduğu konusunda görüş birliği içerisinde.(sputnik. 20.12.2016)

Rus bakanla ortak basın toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, ‘Suriye’ye yurtdışından giden bütün gruplara verilen desteğin durdurulması gerektiğini’ söyleyerek  ‘siyasi çözüm ve Halep’teki ateşkesin tüm Suriye’ye yayılması için çalışacaklarını belirtti.

Bu başlıklarda PYD ismi geçmiyor olsa da son günlerde Suriye rejim temsilcilerinin açıklamalarında dile getirdiği; Kürtlerin hak taleplerine karşı olumsuz tutum ve anlaşmanın yazılmayan bölümüne kaydedildiği açıktır. Bu aynı zamanda ABD’nın Suriye siyasetine de önemli bir karşılıktır. Önümüzdeki zamanda bu işbirliğinden destek alacak olan Türkiye’nin gün geçmiyor ki dile getirdiği gibi rojava’nın diğer bölgelerine saldıracağını söylemek kahin olmayı gerektirmez.

Suriye’de tüm bunlar olurken ABD’de birkaç haftası kalmış yönetimin aldırmazlığı, yeni gelecek Trump yönetiminin siyaset belirsizliği, bölgede oluşan siyasi boşluğu doldurmaya önemli bir ivme kazandırmıştır. Rusya Türkiye ile işbirliği ile bir taraftan NATO ile oynanacağını göstermekte diğer taraftan Türkiye’nin beklentilerine imkan yaratarak Türkiye’nin kozlarını rakiplerine karşı kullanmasına imkan hazırlamaktadır. Çünkü göçmen korkusu Batı için demokrasi normlarından taviz verecek kadar etkilidir. Bölgede rakipsiz kalmış İran, Rusya, Türkiye, Şam ve büyük olasılıkla Bağdat’ın işbirliği hiç şüphe yok ki sadece Suriye ile sınırlı kalmayacaktır. Bunların ilgi alanına Güney Kürdistan’ın da girdiği açıktır. Bölgeyi kendi çıkarlarına uygun dizayn etmeye çalışacakları şüphe götürmez.

Ortaya çıkan işbirlikleri ve dengeler üzerinden baktığımızda ABD’nin Suriye’de yeni bir yapılanmada söz sahibi olmanın tek aracı Kürtler kalmıştır. Trump yönetiminin yeni Ortadoğu politikası dengeleri etkileyecek güçte olur mu? Bekleyip göreceğiz.

Tüm bunlar olurken başını Sayın Mesut Barzani’nin çektiği bağımsızlık süreci dış ve maalesef iç karşıtlar aracılığıyla rahat bir dönemden geçmiyor. İran’ın kullanımına açık olan bazı siyasi partiler süreci akamete uğratmak için çalışmalarını sürdürmektedir. IŞİD’in ortadan kaldırılması ile İran’ın destek verdiği Bağdat rejim güçleri Kürdistan’a yöneleceklerdir. ABD’nin Güney Kürdistan’da vazgeçemeyeceği büyük çıkarları olmasına rağmen bu ölçüde iç parçalanma yaşayan Kürt toplumunun önündeki süreç çok zorlu geçeceğe benziyor. Sayın Mesrur Barzani’nin dediği gibi “bugün bağımsızlığın önündeki tek güç Kürtlerdir”. Önümüzdeki süreçte Kürt-Türk, Kürt Arap çatışma ihtimalinin yanında özellikle Güney sahasında Kürt-Kürt çatışması ihtimal dışı değildir. Umalım Kürtlerin tarih boyunca eline geçmiş bu derecede büyük imkanı heba etmesinler. 21.12.2016