Mele Selim, hareket başlamadan önce 1913’ten itibaren bölgedeki nüfuslu Kürd din adamları, aşiret reisleri ve Ermeni temsilcilerinden şahsiyetleri ziyaret ederek harekete destek vermelerini talebinde bulunur. Bu amaçla görüştüğü şahsiyetlerden bir de, o dönem Van’da bulunan Mele Saîdê Kurdî’dir. Saîdê Kurdî, kendisine aynı zamanda ders vermiş olan Mele Selim’in bizatihi şahsına yönelik gönderdiği harekete katılım çağrısına verdiği cevapta: “Ben Van’da müftüydüm. Üstadım bana haber gönderdi, orduda dinsiz subaylar yetişiyor, bunlar ileride din için tehlikelidir, bize iştirak et, biz bu dinsizlere isyan edeceğiz. Ben de cevaben dedim ki: Bu orduda yüz bin evliya var, birkaç dinsiz için bunlara kılıç çekemeyiz. Üstadım Seyda Selim geleceği daha iyi gördü. Ben göremedim ama intikamımız alınacak.”[1]

Örgütleme çalışmalarını gizli bir şekilde yürüten Rêxistina Îrşad’ın varlığı ve amaçları Seyyid Ali’nin kardeşi tarafından İttihatçılara ihbar edilir ve bunun sonucunda birçok önde gelen Îrşad örgütü üyesi olduğu iddiasıyla, Eylül 1913’ten itibaren İttihat ve Terakki yönetimi tarafından tutuklanır ve bir kısmı da suikastlar sonucu öldürülür. Hareketin önemli isimlerinden olan Hüseyin ve Hayrettin Berazi de 1913’te öldürülür.[2] Bundan kısa bir süre sonra da Süleyman Bey (Arçeşli), Kardeşi Farho, Hayri Bey, Ebax (Özalp) Kaymakamı Mustafa Bey, Nuri Bey, Hüseyin Abdal Ağa[3] ve diğer tanınmış Kürd şahsiyetleri de tutuklanır. Daha sonra hareketin devam ettiği günlerde bölgedeki önemli liderlerden bir olan Kamil Bedirhan da nisan ayı sonlarında tutuklanarak İstanbul’a gönderilir ve daha sonra oradan kaçarak Tiflis’e gider.

Bütün bu gelişmelerle birlikte özellikle Bitlis kırsalında ve çeşitli nahiyelerde bulunan kadrolar örgütsel ve propaganda çalışmalarına devam eder. 17 Nisan 1330 (1914) tarihli polis müdürünün Kürdlerin örgütsel çalışmalarına dair verdiği rapora göre; merkez sancağına tâbi Şatak nahiyesinin Hâçukan (Xaçûkan) köyünden Süleyman Ağa düğün bahanesiyle Miryanis köyüne giderek ve gece Fakî İsa namında birinin hanesinde ve birkaç gün de söz konusu köy ihtiyar heyetinden Mehmed oğlu Ali’nin evinde kalarak ve Mutki kazasının Ali Harat köyünde oturan İğık kabilesinden Hotan oğlu Şakir ve Dolek köyünden Ömer Aziz oğlu Zerkubî ve Garzan kazasının Millo köyünde oturan Atmanki aşiretinin Mala Badır kabilesi reisi Hasan bin Hamid ile iki refikini ve Arinc köyünden Mustafa Bin Ali Han ve bir refiki, Şirvan kazasının Arbo köyünden Reşit Bin Mustafa ve Muhtar Hacı bin Ahmed ve Cafer Bin Remo (Remzi)’yi celb ve merkum Ali’nin odasında gizlice toplanarak kendilerini hükümet aleyhine sevk ve tahrik ve ahâliyi isyana davet eylediği nahiye müdürlüğünce[4] tespit edilmiştir.

Hizan ilçesi ile Karçikan, Şetek ve Sîmek nahiyelerinde Kürdler arasında propaganda yapılmakta, örgüt kurulmakta ve silah dağıtılmakta idi. Bu gelişmelerle ilgili olarak Xaçûkanlı Süleyman Ağa, birkaç arkadaşı ile birlikte, Şetek Nahiye Müdürü tarafından silah dağıtımı maddesinden dolayı tutuklanarak il merkezine gönderilmişlerdi. Bu konuda yapılan soruşturmanın sonucu, Mele Selim’in merkeze getirilmesi gereğini gösteriyordu. Vali durumu Hizan kaymakamına bildiriliyor.[5] Kürd hareketinin aktif örgütleyicilerinden ve liderlerinden biri olan ve Kürdler arasında önemli etkiye sahip Mele Selim’i tutuklamaya ve onun bölgesinde “düzeni” yeniden kurmaya karar verir. Hizan Kaymakamı, silahlı jandarmalarla aniden Mele Selim’in evini sarıp onu yakalayarak Sîmek nahiyesine götürüyor ve oradan da 50 jandarmanın eşliğinde, il merkezine iki saatlik uzaklıkta bulunan Alek’e kadar geliyorlar.[6]

Jandarmaların çokluğunu gören Mele Selim, işin içinde bir olağanüstülük olduğunu sezinleyince köylülere durumu bildiriyor ve köylüleri heyecana sürükleyerek harekete teşvik ediyor. Başgösteren arbede üzerine 2-3 jandarma yaralanıyor ve Mele Selim kurtarılıyor; oradan doğru, oturduğu Xumaç köyüne gidiyor.[7] Bu olaydan sonra Kürdler tam bir teyakkuz haline geçiyor. Mele Selim, çevreye haberler göndererek derhal açıkça hazırlıklara başlıyor, Xumaç bölgesini savunmak için gerekli önlemleri almaya başlıyorlar.

Kürd hareketinin Bitlis’in çeşitli bölgelerindeki etkinliği artıkça, yeterli mühimmat, askeri ve polis gücünün olmaması nedeniyle Vali Mazhar Müftü gelişen olaylar karşısında tedirgin olur. Dahiliye Nezareti 6 Mart 1330’da Van Valisi Tahsin Bey’e yaptığı uyarıda, gerçekte Bitlis’te yeterli kuvvetin olup olmadığı sorulur, Bitlis Valisi Mazhar Bey’in zaafiyet gösterdiği ve telaşlı olduğu, bu gidişle bir Kürt meselesi çıkaracağı[8] uyarısında bulunur. Bunun üzerine yapılan değerlendirme sonucunda, Siirt’te 18 Temmuz 1913’te mutasarrıf olarak tayin edilen ve dönemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın da akrabası olan Mustafa Abdülhalik Renda, gelişen olaylar üzerine yaklaşık sekiz ay sonra 30 Mart 1914’te Siirt’ten Bitlis’e vali olarak tayin edilir. M. Abdülhalik Renda, Siirt’te iken, yapılan seçimlerde Vilayet Umumi Meclis azalığına seçilen Kâmil Bedirhan Bey’in yapılan itiraz üzerine mazbatası verilmemişti. İtirazda bulunan müftü ve nakîb efendinin itiraz gerekçesi ise, “Bedirhanilerin şimdiye kadar bu memlekette yaptıkları muhalif isyanları nazar-ı itibara alarak hükümetimizi ikaz etmeye matuf (yönelik) olduğunu[9] belirtir.

Yeni Bitlis valisi M. Abdülhalik Bey, Bitlis’te göreve başladığı gibi Örfi İdare ilan eder ve aynı günün gecesinde, bir köylü tarafından, Şeyh Şahabettin Efendi mührüyle kendisine hitaben Arapça “İlâ mutasarrıf kumandan” serlevhasıyla bir ültimatomun gönderildiğini. Ültimatomda hükümet dairelerini, deppoyu ve silahları teslim etmediğimiz taktirde kasabayı işgal ettikleri zaman hepimizin derisini yüzerek saman dolduracaklarını ve hükümet kapısına asarak gelip geçene tükürteceklerini ve dökülecek Müslüman kanının vebalinin bize ait olacağını bildiriyor ve ültimatomun sonunda “Allah’ın inayeti ile cihada başlıyoruz” diyordu.[10] Law Reşd’in aktarımına göre, Mele Selim’in ısrarı üzerine, Valiye, Şeyh Şehabeddin’in mührü ile mühürlenen ve tehditler içeren bir mektup yazılarak, Feqi Mistefa aracılığıyla gönderilmiti.[11]

Sorunun fena bir renk ve şekil alacağını anlayan Bitlis Valisi M. Abdülhalik bir taraftan asker ve mühimmat yetersizliği nedeniyle zaman kazanma peşinde iken, diğer yandan da başta Mele Selim’in kayınpederi ile Küfrevizade şeyhlerinden Şeyh Abdülhalik Efendi, Müftü Efendiyi ve yörenin ileri gelenlerinden oluşan bir heyeti devreye koyup, hareketin liderlerinden Mele Selim’i şehir merkezine getirterek bir anlaşma sağlamaya çalışır. “Mele’nin il merkezine getirtilmesi ve bir uzlaşma sağlanarak sorunun çözülmesi için, hükümet adına Mele’nin kayınbabası olan Kadiri şeyhlerinden Şeyh Nasreddin’i, halk adına da Küfrevizade Şeyh Abdülhalik Efendi, Müftü Efendi ve tekkelerin yönetimiyle görevli Nakîb Efendi ile yörenin eşraf ve ileri gelenlerinden oluşan 10 kişilik bir özel heyet gönderiyor.

Heyet Xumaç’a varınca Seyyid Ali’yi de orada bulur. O gece heyet onuruna bir çay ziyafeti yapılır ve sorun tartışılır, Heyet üyeleri, Mele Selim’e, başvurduğu harekattan vazgeçip hükümete boyun eğmesini, eğer kalkışmayı ve anlaşmazlığa düşmeyi zorunlu kılan nedenler var ise, bu nedenleri belirli istekler şeklinde hükümete bildirmesini anlatarak, kendilerinin de bundan yana olduklarını eklerler. Seyyid Ali de heyetin görüşünü destekleyerek, Mele Selim’e fikrinden vazgeçmesini söyler. Fakat Mele Selim, davasından hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğini anlatmak için şu karşılığı verir: Vali Bitlis’te ne duruyor! İşte Musa Bey (Hacı Musa Bey) bize vali! [12]

 Vali tarafından Mele Selime gönderilen görüşme heyeti, istenen sonuca ulaşamazlar ve Mele Selim’i hareketi durdurması için ikna edemezler. Valinin talebi üzerine bizzat Mele Selim görüşmeleri sürdürmek için heyetle beraber Bitlis’e gider.  Şehirde yakın arkadaşlarından birinin evinde kalarak, elçi aracılığıyla üç kez Vali’nin Mele Selim’e yaptığı önerilere karşılık o da önerilerde bulundu. Selim’in aşağılayıcı davranışları karşısında Vali görüşmeyi kesti ve ve Mele Selim de Xumaç’a geri döndü. Ayrılmadan önce, gönderdiği son mesajda, eğer Türk askerleriyle yakında çıkacak olan çatışmada hayatta kalırsa, “yakın gelecekte bütün Kürdlerin kendi hakları, özellikle Kürdleri perişan eden ve ülkeyi yabancılara satan Türk yönetimini kovmak için ayaklanacağını”[13] bildirir.

Gönderilen nasihat heyetiyle ilk başta zaman kazanma arayışında olan Vali, gerekli askeri kuvvete ulaşınca şunu söyleyecek: Bu bölgede hâkim olan nasihat heyeti ve söz değil, yalnız kuvvettir. Bundan sonra Mele Selim’e yakınlığıyla bilinen Kürdler, Vali’nin emriyle tutuklanmaya başlandı. Tutukluların serbest bırakılması talebinde bulunan Mele Selim, olumlu bir cevap alamayınca çevrede şehir merkezine girmek üzere hazırlıklarını yapmış olan arkadaşlarıyla harekete geçer. Kürdler 31 Mart gecesi Bitlis şehir merkezine girerek hareketi başlatıyor. 3 Nisan 1914’te de Bitlis’te Örfi İdare ilan ediliyor.

(Devam edecek.)

https://www.rudaw.net/turkish/opinion/28042024

[1] Nevzat Bingöl, Bitlis İsyanı ve Şeyh Selim, Do Yayınları, İstanbul, 2013, s. 38

[2] Nevzat Bingöl, Age., s. 34

[3] Dr. Celîlê Celîl, Jîyana Rewşenbîrî û Sîyasî ya Kurdan (Di dawîya Sedsala 19a û Destpêka Sedsala 20a de), Jîna Nû, Uppsala, 1985, s. 157

[4] Nevzat Bingöl, Age., s. 86

[5] Law Reşid (Kemal Fevzî), Mele Selim ve Bitlis Hareketi, Jîn, aded: 17-18, (Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî & Kürdçe -Türkçe Dergi (1918-1919), M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi, Sweden, 1985)

[6] Celilê Celil, Kürt Aydınlanması, Avesta Yayınları, İstanbul, 2013, s. 136

[7] Law Reşid (Kemal Fevzî), Mele Selim ve Bitlis Hareketi, Jîn, aded: 17-18, (Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî & Kürdçe -Türkçe Dergi (1918-1919), M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi, Sweden, 1985)

[8] Nevzat Bingöl, Age., s. 82

[9] M. Abdülhalik Renda, Hatırat, Yayına Hazırlayanlar: Aytaç Demirci- Sabri Sayarı, YKY, 2. Baskı, 2019, s. 125

[10] M. Abdülhalik Renda, Age., s. 144-145

[11] Law Reşid (Kemal Fevzî), Mele Selim ve Bitlis Hareketi, Jîn, aded: 17-18

[12] Law Reşid (Kemal Fevzî), Mele Selim ve Bitlis Hareketi, Jîn, aded: 17-18, (Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî & Kürdçe -Türkçe Dergi (1918-1919), M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi, Sweden, 1985)

[13] Celilê Celil, Kürt Aydınlanması, Avesta Yayınları, İstanbul, 2013, s. 141, 142