Balkan savaşlarından alınan ağır yenilgi ve toprak kaybından sonra, İttihat ve Terakki yönetimi imparatorluğun geri kalan topraklarını elde tutabilmek ve etnik olarak Türk unsurunun egemenliğine dayalı bir toplum yaratmak amacıyla, bir taraftan tehcir ve mecburi iskâna zorlarken, diğer taraftan da asimilasyon politikalarını uygulamaya koyarlar, toponomi çalışmalarıyla köy, şehir ve yer adları gibi topografik isimleri de değiştirirler. Bu şekilde, “Bir yönüyle dağ ve nehirlerin adları değiştirilmeye başlanırken, bir taraftan da kıyım, zorla göç ettirme ve iskanlarla Anadolu ve Kürdistan’ın demografik yapısı değiştirilmeye çalışılır.”[1] Bu amaçla yeni kanunlar, kurumlar ve nizamnameler hazırlarlar; “13 Mayıs 1913’te İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi kabul edildi. Bu nizamnamenin uygulanmasına Dahiliye Nezareti memur kılındı. 1914 yılı başlarında kurulan İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti (İAMM) nizamnamesinde, aşiretlerin tüm ihtiyaçlarını karşılamak ve dışarıdan gelecek göçmenlerin sevk, iâşe ve iskanlarını sağlamak ve Osmanlı topraklarından dışarıya göçü engellemek görevlerine sahip olduğu belirlenmişti.

İttihat ve Terakki Cemiyetinin biricik gayesi, Türk olmayan unsurları kesin olarak Türkleştirmek ya da kökten tasfiyeye tabi tutmaktı.[2] Bu amaçla öncelikle başta Anatolya coğrafyası olmak üzer, önce gayri Müslümleri sürmek ve sonra da Türk olmayan Müslüman halkları asimile etmek ve eğer o mümkün olmazsa çeşitli yöntemlerle yok etmeyi hedeflerine koymuştular. Bu plan ve politikalarını 1908’den 1914’e kadar yoğun bir şekilde sürdürdüler. Başlayan Birinci Dünya Savaşı koşullarını fırsat bilerek, bu doğrultudaki plan ve politikalarını uygulamaya koymuşlar.

Hükümet 27 Mayıs1915 tarihinde 4 maddelik geçici bir “Tehcir Kanunu” çıkarır. 30 Mayıs 1915’te Bakanlar kurulu kararıyla çıkarılan 15 maddelik bir yönetmenlikle, tehcir süresiz oluyordu. Tehcir kanunu sadece Ermeniler için değildi, kanuna devlet aleyhinde faaliyette bulunan bazı Rumlar, diğer azınlıklar ve Müslümanlar (da) tabi olmuşlardı. Ermenilerin sevk ve iskânları ile ilgili ayrıca bir talimatname de hazırlanmıştı.[3] Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti Umumiyesi teşkilatı hakkındaki kanun 8 Mart 1916’da Meclis-i Mebusan’da kabul edilerek Meclis-i Ayan’a gönderilir. İskân-ı Aşâir ve Muhacirin müdürü Şükrü Bey, bugüne kadar düzensiz bir şekilde iskân edildikleri için muhacirlerin birçoğunun telef olduğunu, ancak kurulacak yeni teşkilat ile muhacirlerin “ırk ve iklim alışkanlıkları” göz önüne alınarak sevk ve iskân olunacaklarını belirtir.”[4] Aslında İTC yönetimi tarafından I. Dünya Savaşı öncesinde tüm yerleşim yerlerinin milliyet esasına göre nüfus dağılımı tespit edilmişti. Savaşta müslim ve gayrimüslim nüfusun büyük kesiminin yer değiştirdiği sıralarda resmi olmayan nüfus sayımları yapılarak Anadolu’nun etnik dağılımı tespit edilmeye çalışılıyordu.[5] İttihatçılar sevk ve iskana sadece Türkleştirme aracı olarak değil, bir savaş aracı, bir savaş stratejisi olarak da başvurmuşlar.[6]

Tüm demografik operasyonlar bir anlamda etnografik sınırların çizimi faaliyetinin parçalarıdır. Trakya’nın Bulgarsızlaştırılması ve kıyıların Rumsuzlaştırılmasıyla etnik sınırlar batıda çizildikten sonra, 1915 Bahar’ından itibaren doğuya sıra gelmişti. Ama bu, batıdaki örneklerine göre çok daha acımasız olmuş, Ermenilerin yarısının hayatına mal olan İttihatçı demografik operasyonun hemen ardından Kürtler hedef alınmıştır. Yüz binlerce Kürt, Türk bölgelerine sevkedilirken, Türkler Ermeni ve Kürt bölgelerinde iskân edilerek doğudaki etnik sınır çizilmeye çalışılmış.”[7]

Osmanlı devleti yönetimini elinde tutan İttihat ve Terakki, “Ruslar sizi katleder” bahanesiyle, daha Ruslar gelmeden önce bölge halkını zorunlu göçe tabi tutarak, kışın şiddetli ve dondurucu hava koşullarını da doğal bir silah şeklinde kullanarak Kürdleri yerinden ve yurdundan etmiştir. Aslında Enver Paşa’nın Sarıkamış’ta bile bile lades diyerek ölüme sürüklediği 80-90 bin asker de bir boyutuyla bu yaklaşımın sonucuydu. Sivil halkın zorla göçettirilmesindeki temel amaç da, doğrudan silah kullanmadan bu sivil halk kafilelerini ölüme terketmekti. “Bu imha siyaseti, Ermenilere uygulanan yöntemle değil; tüfek, kılıç kullanmadan “Rusalar sizi katledecek” perdesi arkasında gizlenerek, sıfırın altında 15-20 dereceyi bulan soğuk hava koşullarında, aç ve perişan bir halde göçe zorlayarak yapılıyordu. Çıkarttığı tehcir kanunuyla da, her ne şekilde olursa olsun Kürdistanı Kürdlerden boşaltmak istiyordular.”[8] Bu amaçla, “Harp esnasında Hükümetin kesin bir resmi emriyle zavallı Kürd milleti, Ermenilerden daha kötü şartlar içinde tehcir edildiler… Tehcir esnasında açlığın, soğuğun, sıkıntının kırbaçlarıyla asırların kanlı yaşlarına karışacak facialara maruz kalarak terki hayat ettiler. Buna karşı hükümet memurları onları ezmekten, açlığa mahkûm ederek perişan etmekten, öldürmekten feragat etmediler.”[9]

https://www.rudaw.net/turkish/opinion/03032024

[1] Malmîsanij, Kürd Talebe-Hêvî Cemiyeti İlk Legal Kürd Öğrenci Derneği (1912-1922), Avesta Yayınları, İstanbul, 2002, s. 20

[2] Dr. Nuri Dêrsimi, Hatıratım, Doz Yayınları, İstanbul, 1997, r. 47

[3] Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918), İletişim Yayınları, 7. Basım, 2018, İstanbul. s. 62, 63

[4] Fuat Dündar, Age., s. 60

[5] Fuat Dündar, Age., s. 85

[6] Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, 8. Baskı, Ankar, s. 32

[6] Fuat Dündar, Age., s. 32

[7] Fuat Dündar, Age., s. 31

[8] Kadri Cemil Paşa (Zinar Sîlopî), Doza Kurdistan, Kürt Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı hatıraları, Özge Yayınları, Ankara, 1991, s. 47

[9] Bilbas Aşireti Eşrafından Kake Aziz, Nafia Nazırı Esbaki [Eski Bayındırlık Bakanı] Ferid Beyefendiye Cevap, Kurdistan, Sayı:13, 31 Ağustos1335 (31 Ağustos 1919)