Kürdistan ve Kürdler-I [1]

Şimdiye kadar gerek özel hayatlarından ve gerekse yerleşik oldukları memleketten en az bahsedilen ve en az tetkikine lüzum görülen bir millet varsa Kürdler ve Kürdistan’dır. Halbuki bu kadar ihmale ve Dünya tarihinin bütün devirlerinde pek mühim mevkiler işgaline hak kazanan bu yüce ve asil milletten bahsetmek hem de ehemmiyetle (önemle) bahsetmek ve onların tarihi, dini geleneklerini, meşhur şahsiyetlerini, özel ve genel hayatlarını, kainat (evren) sahasında işgal etikleri mevkileri bildirmek, pek lazımdır sanırım. Bu lüzumu benden evvel idrak edip teşvik buyuran zevatın (kişilerin) maddi ve manevi yardımlarına güvenerek bütün acizliğime rağmen bu mühim vazifeyi deruhte ettim (üstlendim). Eğer hüsnü niyetime muhterem okuyucular teveccüh ve hata boşluğunu da kapatırlarsa ne bahtiyarlık.

Hazreti Nuh’un evlatlarından Sam’ın neslinden türeyen Kürdlerin Aryanilere mensup oldukları bazı tarihçiler tarafından iddia ediliyorsa da Yunan yazarlarından Kesenof’un Sefername’sine nazaran milattan dört yüz sene evvel şimdiki Mammüratül-aziz (Elazığ) ve Diyarbekir’in her tarafında Kürdlerin yerleşik olduklarını teyit ediyor. Yunan eserlerinde “Karduh” diye isimlendirilen Kürdler, herhalde zannedildiği gibi İranilerin bir şubesi değil belki üç bin senelik bir tarihe sahip bir müstakil büyük millet olduğu tüm tarihi gerçeklerde bulunur.

Yalnız İraniler aynı kavmiyete mensup olmak itibariyle bir yakınlığın mevcudiyeti de inkâr edilemez. Çünkü yukarıda açıklandığı yönüyle İraniler gibi Kürdler de Aryanilerden olmakla beraber dil ve görgü kuralları gibi hususlarda tetkik edilecek olursa, bu karabet tezahür eder (meydana çıkar).

Bütün bunlara rağmen henüz eldeki tarihi vesikalar (belgeler) müspet ve kesin olarak Kürdlerin kökeni ve bugün yerleşik bulundukları bölgeye ne zaman göç ettikleri hakkında bize kesin bir malumat veremiyor. Her ne kadar Kürdçe, Arapça ve bilhassa Farsça yazılan bazı eserlerde Kürdlerin kökeni hakkında malumat veriliyorsa da, bunları tarihi bir esas olarak kabul etmek de doğru olmaz.

Bununla birlikte bugün yalnız bu milletin elde mevcut muteber vesikalara nazaran milattan birkaç asır evvelki vaziyetlerine vakıf oluyoruz ki bu da yeterli değildir. Nitekim yukarıda kaydedilen malumat da bu cümledendir ve herhalde bir esaslı malumatı almaya yeterli değildir. Eğer bu konuda yeterli belgeleri elde etmiş bir mürşide (kılavuza) rastlarsak doğal olarak milletimiz namına teşekkürleri arz eder, bu mühim eserin eksiklerini tamamlarız.

Her ne kadar muhtelif tarihi kaynaklarda hudut olarak daha değişik yer kısımlarının dahil veya hudut harici oluyorsa da, fikrimize nazaran en doğrusunu bulmak lazım gelir. Kürdler yalnız bir saha dahilinde yerleşik olmayıp Cezire’nin kuzey kısmına, Şam ve Halep vilayetlerinde, Anadolu’nun her tarafında Rusya’nın Kafkasya eyaletinde ve İran’ın her tarafında hata Horasan, Afganistan ve Belucistan’da bile Kürd aşiretleri vardır.

Zikirolunan hudut içinde yerleşik olan Kürdlerin miktarı her ne kadar iki buçuk milyon olarak tahmin ediliyorsa da henüz tahriri (sayımı) icra edilmeyen aşiretler fertleri ile Osmanlıya göç edenler hesaba dahil edilirse, tasavvur edilmeyecek bir sayı yoğunluğuna ulaşırlar.

Coğrafik durumu itibarıyla Kürdistan bir hususiyet arz eder. Tarihi şöhrete sahip yüksek dağları, temiz havası ve arazisinin bitki örtüsüyle öteki memleketlerden ayrılır.

Bugün İran hududu içinde kalan ve Kürd memleketi ile Şehrezor ve Süleymaniye sancaklarını ihtiva eden kısımları son derece verimli ve mahsuldar (bereketli) dir.

En meşhur dağları Hz. Adem’in inişi ile tarihi mukaddeste maruf olan “Cudi” ve İran sınırı ile devlet-i Âli’ye sınırını ayıran dağ silsilesidir.

Nehirlerine gelince; Fırat’ın en büyük kolu olan Murat çayı ile Dicle nehri, Batman suyu, Bitlis ve Sud çayları, Habur, yukarı Zap, aşağı Zap, Edhem ve Deyleme nehirleri bütün Kürdistan’ı sulamaktadır. Bunlardan başka ayrıca Van ve Urmiye gölüne akan birçok nehirler de vardır.

Mevkiinin yüksek olması dolayısıyla havası ekseriyetle (çoğunlukla) soğuk ise de Dicle vadisine yakın olan alçak yerlerinde hava latif (hoş, güzel) ve yumuşak, yazın ise oldukça sıcaktır.

Devamı var.

Kürdistan ve Kürdler-II [2]

(2’nin devamı)

Meraları pek güzel, pek latif olan bu yeryüzünün birçok yerlerinde güzel zevkleri okşayan ağaçlıklar, muhteşem çağlayanlar gözleri okşar.

Nispeten alçak olan yerlerinde meşe, kestane ve çınar ağaçları ve daha düşük olan kısımlarında arpa, buğday, pirinç, keten ve meyvelerin çeşitleri bolca yetişiyor.

Genel ticaretine gelince; hemen hemen bugün mevcut denilemeyecek kadar azdır. Zira her taraftan deniz sahiline olan uzaklık ve bölge dahilindeki nehirlerden yalnız kelekler vasıtasıyla istifade meseleleri, bu hususta ilerlemesine mani olmuştur. Nehirlerden bu suretle istifade etmek te belirli vakitlerle sınırlıdır. İç ticaret ise, birçok şeyde mübadele ve hububat zahirelerinin alışverişinden ibarettir denilebilir.

Toprak ve maden serveti noktayı nazarından da Kürdistan ihmal edilmeye kabil bir halde değildir. Bölgenin kuzeyine rastlanan dağlarda; demir, bakır ve kurşun madenleri bulunmaktadır. Maalesef henüz ihracata başlanmamıştır. Güney bölgelerinde ve bilhassa Musul vilayeti dahilinde petrol kaynakları boldur. Bu madenlerden pek ilkel tarzda istifade ediliyor. Ve pek çoğu mübadele (değiş-tokuş) suretiyle ihtiyacı gidermeye çalışır.

Dokuma sanayisi ise; kilim, halı, bez ve keçeden ibarettir. Tarihi ve iklimi durumları hakkında bu kısa bilgilerden sonra biraz da Kürd milliyetinden ve özelliklerinden bahsetmek gerekiyor. Her milletin kendisine mahsus hususiyetleri ve başkasından ayıran mümeyyiz vasıfları (nitelikleri) olduğu gibi, Kürd necip milletinin de bariz (açık) ve meşhur evsafı farikaları (ayırtedici nitelikleri) vardır.

Nitekim üstün zeka, suretle anlama, zihin berraklığı, şehamet ve necdet (yiğitlik ve kahramanlık), mürüvvet ve semahat (cömertlik), şecaat ve besâlet (cesurluk) gibi kutlu meziyetler, Kürdlerin hususiyetlerindendir diyebilirim.

Dilleri her ne kadar diğer diller gibi tedvi edilmiş (yazı dili) haline gelmemiş ise de kendisine has bir nezaheti ve zenginliği itibarıyla özel bir değere sahiptir. Kuzey ve güney taraflarında konuşulan Kürdçeler birbirine tam uygun değilseler de ufak farklılıklarla bir esasa dönüştürülebilir.

Kürd dili, Farısi bilhassa Pehlevi diline karşı bir tam üstünlüğü arzetmekten geri kalmaz.

Şimdiye kadar müdevven ve muntazam, bir ilmi esasa dayalı sarf ve nahif (dilbilgisi) kaidelerinden mahrumiyeti, ulema ve üdebasının (alimler ve edebiyatçılarının) layıkıyla dilleriyle meşgul olmamalarından, teliflerinde (yazı ve eserlerinde) Arapça ve Farsçayı tercih etmelerinden ileri gelmiştir. Bununla beraber mahalli olarak lisaniyata (dilbilim) ait eserler de yok değildir.

Genel ve özel durumlar hakkında şimdilik bu kadar izahatı yeterli gördüğüm Kürdler, hiçbir zaman gerek Avrupa ve gerekse Osmanlı kamuoyunda ve siyasetindeki yanlış hükümlere layık bir millet değildir. Her taraftan yüksek dağlar ile ayrılan, dört asırdan beri ihmal ve lakayt bir siyasetin kurbanı olan bu millet, fazla maruz kaldıkları tesirlerle ters orantılı bir tekammül ve ilerleme göstermişlerdir.

Acaba eski ve yeni birçok ilim ve fen kısımlarında uzmanlar, allameler, Osmanlı tarihi ve milli dönemlerinin en parlak sayfalarında yerler tutan idari ve siyasi adamlar yetiştiren bir millet, bu kadar hakir görülmeli midir?

Fakat kötü talihleri son devirlerde o feyizli toprakların mübarek sinesinde yetişip bilahare iftihar edilecek milli nispetini unutan evlatlarının lakayıtlıkları neticesi olarak tarihi ve organik bütün seciyeleri unutmuş bir halde kalmış ve hatta Afrika vahşi hükümetlerine bile isnatı bugün fikir erbabını düşündürecek bir mahiyet arzeden hurafe ve efsaneler bu yiğit ve gayretli, izzet ve nefis sevgisini hayatından üstün bilen faziletkar millete isnat ediliyor.

Bütün bunlara rağmen hiçbir zamanda ölmeyen hakikatin parlak ışığı, milletimiz üzerine çöken bu bühtan (iftira) bulutunu ergeç giderecek ve ilmi ebedi, içtimai Kürd meziyetlerini (erdemini) teslim ve takdir edecektir. Bugüne kadar -gayri Müslüm vatandaşlar gibi- siyasi ve müstakil bir amacın redolunmuş ve nefret edilmiş takipçileri olmadıkları halde, şimdiki ilim ve fenlerle bu derece techiz olunmaları (donatılmış olmaları), ilim ve fen şubelerine mensup dâhiler yetiştirmeleri ve daha doğrusu pek uzun ve baskıcı bir devrin zulmüne uğramak şartıyla bu kadar medeni kabiliyet göstermeleri de iddia edilenin ispatına bir delilinin hallini (çözümünü) teşkil eder.

(Devamı var.)

Berzencizade Ahmed Arif

[1] Kurdistan, Aded: 4, 15 Mart 1335 (15 Mart 1919)

[2] Kurdistan, Aded: 6, 22 Nisan1335 (22 Nisan 1919)