Türk basını dönemin siyasi iktidarının yönlendirmesiyle 1925 Kürd milli hareketini Şeyh Said Efendinin unvanından hareketle iç ve dış kamuoyunda irtica, gericilik, yabancı devletlerin entrikası ya da eşkıyalık gibi nitelendirmelerle manipüle etmek istiyordu. İhsan Nuri, Türk basınının bu manipülatif propagandasınını teşhir etmek amacıyla, henüz hareketin devam etmekte olduğu bir süreçte, Bağdat’ta “1925 Kürd Milli Ayaklanması” başlığı altında yayınladığı broşürün giriş kısmında; “Zulüm ve esaretten kurtuluş, insanlık âlemince bir hak olarak tanınan milli hudut dahilinde Kürd milletinin özgürlüğü ve bağımsızlığını elde etmek amacıyla gerçekleştiğini. Bu yüce maksat (amaç) ile silaha sarılan kahraman kavmin milli ayaklanmasının kötü bir yoruma uğratıldığı ve böyle bir muazzam eserin başka nam ve hesaba pek aşağı bir ihtilal şekli mahiyetinde gösterildiğini esef ve teessürle (üzüntüyle) gördüm. Kürdlük mefkûresinin (ülküsünün) mukaddes kurbanlarına karşı irtikap (kötülük) edilen şu büyük günah önünde efkarı-ı umumiyi (kamuoyunu) aydınlatmayı milli ve vicdani bir görev olarak addettim (saydım).”[1]

Bahsedilen broşürde “1925 Kürd Milli Ayaklanması”nı, yirminci asrın gerçekleşen toplumsal ve siyasi olayları arasına eklenen pek büyük bir milli ayaklanma olduğunu belirterek, devam etmekte olan hareketle ilgili düşüncelerini; ayaklanmanın sebepleri, ayaklanma şekli ve ayaklanmanın askeri önemi gibi üç temel başlık altında değerlendirmiş. Önümüzdeki yazılarda bu başlıklar altında yapılan değerlendirmeleri sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.

Milliyetçiliğin ve milli hareketlerin pek revaçta olduğu 20. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşen “1925 Kürd Milli Ayaklanması”nın, dünyadaki diğer milliyetçi hareketler gibi ulusal bağımsızlık başta olmak üzere elbette ki siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, idari, askeri vb. birçok sebepleri vardır. Kısacası nüfusu milyonlara varmış bir milletin artık hayat ve hürriyet hakkından mahrum, ulusal kimliğinden yoksun bir askeri dikta rejiminin pençesi ve mezalimi altında kalamazdı.

1925 Kürd Milli Ayaklanması’nın sebepleri

Hareketin önemli bir siyasi ve askeri kadrosu olan Yüzbaşı İhsan Nuri, mevzubahis broşürünün birinci bölümünde Kürd ayaklanmasının genel sebeplerini; “Mahkeme ve dil”, “İrfan” (Kültür-Bilim), “Yetkiyi kötüye kullanma”, “Askeri istibdat”, “Nifak ve tefrika ilkası”, “Kürd te’diyatı”, “Unsur-i asli”, “Türkleştirme ve göçertme” ve “intihabat” (seçimler) başlıkları altında kısaca ve örnek olaylarla açıklamaktadır.

Yüzbaşı İhsan Nuri’nin sıraladığı sebepleri, kısaca maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz: Birincisi; hududu kuzey ve batı yönünde Sivas, Ankara kapılarına, İskenderun Körfezi’ne dayanan geniş mıntıkanın sakinleri olan Kürdlerin mahkemeler başta olmak üzere diğer tüm resmi kurumlarda Kürdçenin yasaklanması ve Türk mahkemelerinin Kürdler hakkında haksız muamelelerde bulunması. İkincisi; Kürd, Türkün esaret boyunduruğu altına girmeden evvel İrfan ve umran (medeniyet) hususunda bu gününden çok ileri idi. Memleketlerindeki hususi medreselerde yüksek ilim tahsil etmiş yüzlerce zevat vardı. Eğitimde Türkçe zorunluluğu şartı ve eğitim kurumlarının işlevsizleştirilmesiyle, Kürdistan Türkler tarafından mutlak bir cehalet içinde bırakılmaya mahkûm edildi. Üçüncüsü; Kürdistan’da Türk memurlarının su-i istimalatı (kötü uygulamaları) sayısızdır. Kürdistan’da görevli alt ve üst derecedeki memurların bilumumu, günahsız halkın ziyan ve hatta felaketine olarak her çeşit hile ve desiseler ile iştigal eylemektedir. Dördüncüsü; ordu Kürdün başına musallat olmuş bir bela idi, vesileler yaratarak takibatta bulunurdu, uğradığı köyleri zarara uğratırdı. Bir sene mütemadiyen çalışan köylü, topladığı hasılatı kendi sırtı ile yalçın kayalardan geçerek tabur merkezlerine getirir ve teslim ederdi. Askeri kıtalardaki Kürd fertleri en süfla (kötü, alçak) ve en ağır hizmetlerde kullanılırdı. Beşincisi; aşiretler arasına nifak ve tefrika sokarak birbirine kırdırmakla hakimiyetini devam etmeye çalışmak, Türk Hükümeti’nin Kürdistan’daki idare esaslarının ilkesi ve dayanağı idi. Bu husus kendi başına en büyük mülkiye amirleri ve askeri kumanda heyetleri tarafından idare edilmekte idi. Türklerin telkinleri ile yekdiğerine düşman ettirilen Şırnak, Batuvan, Dêrşev aşiretleri, Kürdistan Komitesi’nin gizli irşatlarıyla barıştırıldığı zaman, ikinci fırka ve hatta yedinci kolordu kumandanlığı telaşa düşmüş, bu aşiretlerin husumetlerinin devamı için faaliyette bulunulması, hususi Şırnak ve Dihê’de (Eruh’ta) bulunan onsekizinci alayın taburları kumandanlıklarına şifreli yazılmıştı. Altıncısı; Türkiye Cumhuriyeti, sınırları içerisinde asli unsur olarak Türkleri kabul etmektedir, nüfusun çokluğu ve sınırlarının genişliğinden dolayı Kürdistan mevcudiyetini inkâr etmekle beraber, Kürd milletine toplumsal bir statü vermemekte. Kürdü vahşet ve cehaletle eşdeğer göstermek, Kürd düşünür ve aydınlarını köreltmek, kendi fayda ve ceberrut hissini Kürdistan’da temin etmek, Türk hükümetinin Kürdistan’a ait idare düsturlarındandır. Yedincisi; Tarih ve coğrafya kitaplarından Kürdistan kelimesini kaldırdıkları gibi, mektep sıralarında dahi Türklükten, Türk kültüründen başka bir şey telkin edilmemektedir (öğretilmemektedir). İnsanlardan ve başka, milliyet namına olan tecavüz ve ellerini Kürdistan dağlarına, çeşmelerine bile uzatmışlar. Kürdçe adlandırılan bir dağın, bir vadinin ismi Türkçe isimlerle değiştirilmekte. Sekizincisi; Ermeni tehcirini müteakip “Zo” diyen Ermenilerden kurtulduk, “Lo” diyen Kürdler kaldı nakaratını tekrara başlamakla, Kürdlerin de Ermeniler gibi açıktan açığa tehcir (göç) ve taktili (öldürmeyi) lüzum ve zaruretinden bahsedilmekte. Kürdistan’ı Yunanistan’dan mübadeleyle tabi Türk muhacirleriyle doldurmak üzere ne miktar iskân edebilecekleri hakkında valilerden projeler istenilmiştir. Bu suretle Kürdün köyündeki tarlası, dağındaki merası dahi elinden alınarak Türk göçmenlerine verilmek suretiyle Kürdistan’da güya Türk çoğunluğunu oluşturup, başından reisleri ve aydınları uzaklaştırılacak olan namuskar Kürd milleti esir gibi kullanılmak isteniliyordu. Dokuzuncusu; Kürdistan’da seçim, halkın seçmesiyle değil, Cumhuriyet Hükümeti’nin emir ve tayiniyle icra olunmuş, tayin kılınan adamlara oy vermek istemeyen seçmen, cebir (şiddet, zor) ve tehdit altında oy vermeye mecbur edilmiş, yine de ısrar edenlerin namına hükümetçe sahte oy pusulaları atılarak muayyen (belirli) şahıslara çoğunluk kazandırılmıştır. Bu toplanılan meclis, şüphesiz ki halkın hukukunu korumaya değil, kendisini tayin edenlerin emir ve arzusunu yerine getirmek üzere mesai sarfedecektir.[2]

İşte Kürd milleti, huzur ve selametine yönelik olan bu insafsız uygulamalar ve suikastları Kürdistan’da yaymaya başlayan vefasız Türkün zalim idaresine ve imhacı siyaseti altında uzun müddet sabredemezdi.

Gerek Birinci Dünya Savaşı ve gerekse ondan sonra Türk-Yunan savaşı sıralarında, “en hafif bir hareketle milli istiklalini (bağımsızlığını) kazanmak mümkün iken, yaralıya bıçak çekmeyi fıtratındaki mertlik hissiyle kabili telif (bağdaşır) görmediği ve Yunan savaşının başarıya ulaşması halinde Kürd milli arzusunun da tatmin sözü almış olduğu için sükût ve hatta Türklüğün o en hassas dakikalarında azami yardımını yaptı.” Kendi yardım ve işbirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ortaya çıkan bu yeni yapıda, nüfus ve toprak itibarıyla yarısından ziyadesine sahip olan Kürdlerin, bu yeni hükümetten milli namına çok şeyler beklemeye elbette hakkı vardı. Kürd milletinin kendi kaderini tayin etmesini ve kurtuluşunu büyük mesuliyetle yüklenen Kürdistan İstiklal Komitesi, yeni hükümete isteklerini sundu ancak Kürdlerin hakları tanınmadı.

Bunun üzerine Kürd milleti, haklarını elde etmek amacıyla hazırladığı kahraman evlatlarını bu uğurda kurban etmek kararını vermede artık tereddüt etmedi. Cumhuriyet hükümeti de pek habersiz ve hazırlıksız olmadığı bu milli hareketi boğmak için, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin liderlerini ve milletin aydınlarını tutuklamaya başladı. Daha önceki yazılarda Kürdistan İstiklal Komitesi lideri Cibranlı Halid Beyin tutuklanması sürecinden bahsettiğim için, tekrar o konuya girmeyeceğim. Kısacası örgüt lideri Halid Beyin tutuklanmasından sonra, “Bu ağır vazife milli uhdesine tevcih edilen “Büyük Mücahit Şeyh Said Efendi Hz.leri” ahval ve vaziyetin nezaket ve vahametini idrak etti. Milli başkaldırı zorunlu olarak belirlenmiş zamandan çok evvel başladı.”[3] Bir sonraki yazıda Şehid Şeyh Said’i ve beklenmedik bir olay sonucunda Piran’da hareketin başlamasını yazdıktan sonra, tekrardan yazı dizimizi “İhsan Nuri Paşa ve Agirî Hareketi”yle sürdüreceğiz.

[1] Bitlisli İhsan Nuri, Age., Bağdat İstiklal Matbaası, 1341-1925

[2] Bitlisli İhsan Nuri, Age., Bağdat İstiklal Matbaası, 1341-1925

[3] Bitlisli İhsan Nuri, Age., Bağdat İstiklal Matbaası, 1341-1925