Vatanın perişan hali karşısında kan ağlayan soylu Osmanlı milleti; iyi düşünün ve iyi görün. Gençler. İttihat’ın şaibesiyle katiyen lekelenmemiş muhterem ve saygın gençliğin ilk evvel kulağına küpe edineceği bir şey vardır. O da “İttihat ve Terakki” namı verilen ve on iki sene evvel “İstibdat Saltanatı”nı yıkıp bir  “esafil saltanatı” (alçaklar saltanatı) kuran haydutlardan oluştuğu, her ne şekil ve surette, her ne nam ve unvanla olursa olsun ortaya çıktığı takdirde, hiçbir şeyin elimizde kalmayacağına kanaat-ı kamiledir (büyük bir ihtimaldir).

Hiçbir şey diyoruz, işi mübalağa etmiyoruz.

Mütarekenin (ateşkesin) sözleşmesinden bugüne kadar cereyan eden siyasi olaylar, garazdan (maksattan) salim bir dimağla, görür bir gözle tarafsız tetkik ve araştırılacak olursa, anlaşılır ki bugün bize teklif edilen sulh (barış) şartlarının bu derece ağır olmasına İttihat ve Terakki’nin Anadolu’da başkaldırması sebebiyet vermiştir.

Saygın elitlerden avam fertlerine kadar bütün millet emin olmalıdır ki, Sultan Osman Gazi’nin bir yüce emaneti olan altı yüz küsur senelik şu muazzam saltanatı bugünkü hastalıklı hale getiren, Osmanlı memleketini melun emelleri uğruna düşmana çiğneten, bilatefrik (ayırmaksızın) cins ve mezhep bütün Osmanlıları perişan eyleyen o alçak partinin bugün her ne nam ile olursa olsun ortaya çıkmalarına, başkaldırmalarına göz yummak devletimizin büsbütün dağılmasını istemek, Barış Antlaşması’yla elimizde kalacak üç-beş vilayetin de büsbütün elden gitmesine talip olmak demektir.

Evet; İttihat Ve Terakki İstanbul’da yeniden canlanır ve Ziya Gökalp mağşuşunun (hilekarın) “Parmak Hesapçı” doktrinlerine “Turan” nağmesini tutturursa, altı yüz küsur senelik şu yüce Osmanlı emanetimiz artık hiçbir suretle payidar olamaz.

-Cenab-ı Hak muhafaza buyursun- devletçe de, milletçe de, memleketçe de heba olur gideriz. Çünkü büyüğümüzden küçüğümüze kadar hepimiz bilmeliyiz ki, zahirde (görünürde) hamiyet kanının galeyanıyla, hakikatte şekavet (eşkıyalık) kanın feveranıyla (kaynamasıyla) kabaran kanlı katil alayının İstanbul’da hüküm sahibi olmalarına başta Büyük Britanya olduğu halde, İtilaf devletlerinden hiç biri rıza yüzünü gösteremez. Tekrar eski azılılar güruhu ayaklarında ceinayet parangalarının izi, yakalarında ceza numarası olanlara, İtilaf devletlerini el uzatması kabil (olanaklı) değildir. Halbuki bugün hayretle, taaccüplerle (şaşkınlıklarla), fakat pek büyük teessür ve teessüflerle (üzüntülerle) görüyoruz ki İttihat ve Terakki canlanmak ve canlandırılmak üzere olduğuna dair emareler vardır. “Namuslu İttihatçı”, “Namussuz İttihatçı”, taktil (öldürme), tehcir (göçertme) ve ihtikar ( karaborsacılık) ile itham olunmayan ittihatçı, “partide faal bir vazife ifa etmemiş ittihatçı” gibi tasniflerin ve bunun bir içtimai mesele olduğunun gazete sütunlarında görüldükten sonra, halkın ağzında da dolaşmaya başlaması, bu emarelerin en başlıcasıdır.

Her şeyden önce şunu çekinmeden söyleyelim ki, namuslu İttihatçı yoktur ve olamaz. “Serbestî”mizin erkanı tahririyesinde (yazı kurulundan) olan Hasan Fehmi merhumun öldürülme hadisesiyle alçak mahiyyet (içyüzleri) anlaşılan, Ahmet Samim ve Zeki Bey vakalarıyla en çirkin eşkıyadan oldukları ortaya çıkan o haydut cemiyetinin efradı arasında namuslu tek bir kimse bulunacağını tasavvur etmek, şekavet ve şenaatte (çirkinlikte) onlarla hem efkar ve hem âmal (emeller) olduğunu ilan etmek demektir. Safahattan, behimiyyetten (hayvani içgüdüyle) başka bir gayretleri olmayan zevk ve sefa sebepleri tükendiği vakit en cıvık İttihatçılar, en adi hafiyelerin kanatlarına sığınarak dolap çevirmek isteyen kaldırım ve meyhane kabadayıları, kumarcıları, İttihatçılar arasında namuslu adam bulunduğunu tasavvur eder ve o “namuslular!!”la tevhid-i âmal (emel birliği) ve efkar eyleyebilirler.

Fakat bu memleketin iyi gören ve iyi düşünen evladı, İttihat şaibesiyle lekelenmemiş gençleri, İttihatçılar arasında namus erbabı tahayyül bile edemez. Hele onların her ne şekil ve unvan ile olursa olsun ikbal ve saadet makamına yükselmelerini hiçbir şekilde hoş göremez.

Çünkü pekiyi bilir ki, Şehriyar (Padişah) basiretli şevketli efendimiz Hz.leri şekavet ve çirkinliğin ezeli amansız hasmıdır.

Çünkü pekiyi bilir ki, bugün Sadrazam olan Damat Ferit Paşa; İttihat ve Terakki denilen bu eşkıyalıklarını devam ettiren güruhtan son derece nefret etmektedir.

Velhasıl (özetle) pekiyi bilir ki, Şark ve Garb’ın menfur (iğrenilen), mekruhu (tiksinti veren) olan bu medeniyet kisveli eşkıyayı adiye yine başkaldırırsa, bu memleket de, devlet de, millet de büsbütün mahf ve heba olup gidecektir.

Bundan dolayı uzun sözün kısası olarak söyleyelim ki, millet İttihatçıların namuslusuna, namussuzuna başkaldırmak, her türlü mel’un maksatlarına geniş ihtimal ve yer bırakmamak için gözlerini dört açmıştır.

[1] Serbestî, Numara: 646, Çarşamba 9 Haziran 1336 (9 Haziran 1920), s. 1