Geçen makalede “Hazır Mevcudiyetimiz, nüfus çokluğu ve Kürd coğrafyasının genişliği”nden bahsetmiştik. Nüfus çokluğu her zamanda ve bilhassa şu medeniyet asrında vefa, saadet (mutluluk), gelecek ve bağımsızlığı temin edemezler.  Belki zikredilen ile beraber sağlam karakterler, anlamlım eziyetler, faydalı alışkanlıklar ve hususiyetler lazımdır. Bu sebepten şu makalede Kürdlerin meziyetleri ve yaratılış kabiliyetlerinden bahsediyorum. Şarkta ve bilhassa Kürdistan’da eğitim genelleşmediği için bilim erbabı ve tahsilli insanlarımızın sayısı sınırlıdır. Bu durum milletler için büyük bir eksikliktir. Fakat bu eksikliğin telafisi için Kürd milletinin eskiden şimdiye kadar yetiştirdiği dahi alimler: İbnû’l Hacib, İbnû’l Salah, Sûleyman El-Kurdî, Ahmed bin Haydar, İbn-i Ademler gibi. Edebi türden de: Beytûşî, Berdeşanî, Harîrî, Cizîrî, Nudehî, Hanî, Kurdî, Nalî, Rızalar gibi. Ve meşhur tarihçiler: İbn-i Esir, İbn-i Halikkan, Selahaddin-i Eyubî torunlarından Ebû’l Fida, İbn’ul Hac, Şerefhanlar gibi şarkın en güzide (seçkin), en mûmtaz ve en bilinen şahıslarıdır. Bu gibi zatların isim ve resmi, Kürd milletinin tarih sayfalarını süslemiş, yaratılış kabiliyetleri ve kavrayışları her zamanda ve her mekanda biliniyorlar. Halihazırda Kürdlerin alimleri, edipleri, hatipleri, tabipleri ve hukukçuları Asya’da mevcut olan küçük, hakir, zayıf ve düşkün olanlara nispeten değil belki en büyük ve bilinen milletlerin meşhur adamlarına nispeten eğer üstün olmazlarsa behemahal onlara denk olabilirler. İsimleri saymak ve şahısları zikretmeye lüzum görmediğimden detaya girmeden genel olarak bununla yetiniyorum. Ve ilim, adalet, insaf ve vicdan sahiplerine karşı idiamın ispatı için daimi surette hazır bulunuyorum.

Her milletin, her ırkın ve her grubun kendisine mahsus bir takım meziyetleri ve psikolojik durumu olduğu gibi Kürd unsuruna dahi mahsus bir takım psikolojik durum, meziyetler ve karakterler de vardır. Bunların hepsi, bir mecmuada ve bilhassa bir makalede beyan edilemeyeceği görünmektedir. Lakin “tümü idrak edilmeyen, tümü de terk edilmez” deyiminin gereğiyle özet olarak bir kısmından bahsetmeği gerekli görüyorum.

Biz (Kürdler) beşbin sene önceden Hindikoh’dan (Hint Dağı-Himalaya) Kurdistan Kohlarına (dağlarına) (Bilad-ı Cebel)e geldik[2] ve bu yörede binlerce sene kaplanlarla beraber dağlarda yaşadık yaratılış ve tabiatımızdan gelen içiçe geçmiş ve karışmış birtakım haller, hususiyet ve ahlakı şimdiye kadar muhafaza ettik ve kıyamete kadar yine onları muhafaza edeceğiz.[3] Şu hallerden biri vatan sevgisidir. Gerçekten vatan sevgisi vasıtasıyladır ki şu kadar uzun bir zamanda Bilad-ı Cebel’den katiyen ayrılmadık.

Eğer Kürd milletinin sultanları, emirleri, melikleri, hanları ve beyleri tarafından; Selahaddîn-î Eyûbî ve Kerîm Han gibi bilad-ı Cebelden ayrılıp, Arabistan ve İran sahralarına rağbet ve meyletmiş olsaydı, Selahaddîn ve Kerim Han gibi binlerce cihangir ve emsalsiz sultanlar memleketlere sahip olacak, isimleri alemin tarih sayfalarında sabit ve beyinlerde yeredinir ve her ağızda dolaşırdı. Zira Baban emirlerinden Abdurrahman Paşa, Beni Erdelan hükümdarlarından Hûsrev Han, Beytiyardini hanlarından Seyfetin Han, Diyarbekir emirlerinden Beni Mervan Emin Bedreddin, Hûsneviye hükümdarı Nasıruddevle, Beni Anan emirlerinden Ebu-ş Şevk Farıs, Fazleviye Sultanlarından Muzafferuddin  Efrasyab, Lor hükümdarlarından Şûcaûddin Hurşid, Hakkari beylerinden sahibû-sikke İbrahim Han, Cezire prenslerinden Emir Şeref, Erzurum emirlerinden Emin Ahmed, Van emirlerinden Emir Mahmud, Ahlat ve Hasankeyf Meliklerinden Melik Eşref, Azerbaycan, Bradost, Mahideşt hanlarından Aziz Han, Rüstem Han, Şîcaûdin vb. pek çok zatlar Salahaddin-i Eyubî ve Kerim Han’dan aşağı(az) değillerdir. Lakin bu zatlar kaplanlar gibi vatanlarından ayrılmamışlar ve dağlar haricinde iktidara meyletmemişler, saltanatlarını yaymamışlar, memleketleri istila ve boyunduruk altına almamışlar ve şöhrete rağbet etmemişlerdir.

İkincisi alicenap, yüce şeref ve tokgözlü olmalarıdır. Kürdlerin yüce şerefi, izzeti nefsi ve milli şerefleri o kadar geniş ve o kadar yüksektir ki adeta mahrum olmalarına sebep, refah ve saadetlerine mani olmuştur. Zira İstanbul’a gelmeyen yahut vilayet ve sancak merkezinde bulunmayan bir Kürd memuruna tenezzûl ve adi bir şey için değil hayat ve memat meselelerinde bile tebesis etmez, zillete bulunmaz ve dalkavukluk etmez. Haysiyeti, milli şerefi, yiğitlik, cesaret ve ırkının başına gelen felaketleri söylemez ve bunları rastgele de söylemez. İşte şu 1. Dünya Savaşı’nda da Van, Erzurum, Bitlis, Kafkas ve Azerbaycan’da Kürt kahramanları Irak, Kafkas, Suriye, Filistin, Çanakale ve Galiçya cephelerinde bulundukları esnada hain Ermeniler tarafından kadın, kız, çocuk, ihtiyar, hasta ve yaralılarımızın katliamından ve malları yakılmış ve talan edilmiş servetimizin macerasından bahsetmiyoruz. Bu facianın yayılmasından hoşnut değil bilakis nefret ediyoruz. Zira bu gibi felaketler Kürd ırkının hamaset ve hamiyetiyle uyuşmaz ve aykırıdır. Diğer kavimler ise hiçbir seviye ve meziyete malik olmadıkları için elbette saptırma, iftiralar ve karıştırmakla ömürlerini geçirerek mevcudiyetlerini ancak matbuat sahifelerinde ispat edebilirler.

Demek ki her milletten daha fazlaca felaketzede, musibet görmüş, talan edilmeye hedef, katliama, göç etme ve göç ettirilme belalarına maruz kalan Kürdlerin sûkut ve sûkutu, ilimsiz ve lidersiz olma, mağduriyetsiz ve idraksizlikten değil, ırki yiğitliğinin gereğindendir.

Bilhassa Kürdler sadakat, dost, barış ve anlaşma zamanında herkesten ve her milletten daha emin ve sözünde duran, ahdı bozma ve hiyanet esnasında kaplan gibi intikam alma ve açık olmaya rağbet eden ve milli kuvvete ve ırki kahramanlığa son derece itimat ettikleri için bazı başka milletler gibi gaddar, kandökücü, hain, cani, dalkavuk, iftiracı ve zillet sahibi değillerdir. Kendilerine saldırı olmadan hiçbir ferde hücum etmezler.

Zaten Kürdler kaplanların kardeşi ve vatandaşları ve tıpkı kaplan gibidirler. Kendilerine saldırı olmadan hiçbir kimseye saldırmazlar.

Saldırı sonrası eğer yaralı olmamışlarsa, intikam almak ile yetinerek meşru müdafaanın sınırını geçmezler.

Eğer vatan meselesi mevzuu bahis olmazsa biz Kürdler komşularımızı müdafaa ve himaye etmekle beraber sulh ve meselenin sebeplerini üretmek için hiçbir yönden kaçınmayız ve her kavmin, her milletin refah, saadet, gelecek ve bağımsızlıklarını en samimi bir kalple niyaz eyleriz.

Osmanlıcadan çeviren: Cemil AMEDÎ

Kaynak: Mehmed Mîhrî Hîlav û Kovara Kurdistan, IBV Yayınları, 2015

[1] Kurdistan, no: 3, 25 Şubat 1335/25 Şubat 1919

[2] Bilad-ı Cebel’in tarihçe, hudut ve tarihi önemi başka bir makalede arzedilecektir.

[3] Kürdler ve kaplanlar arasında müşterek bir takım vasıflar vardır. Zikredilen vasıfların ispatında tereddüt etmem. Fakat biliyorum ki bizim kaplanlardan bu gibi vasıfları almışız yahut kaplanlar bize uymuşlardır. Bu söylediğimi muhakkak ve haletmek arzusunda bulunanlar kaplanlardan sormalıdırlar.