Yüzbaşı Keyomers Salih: “Qazîlerin mahkemesinin sonuçlanması ve idam edilmelerinden sonra, ben bu olayların tümünü mübalağasız ve eksiksiz bir şekilde Mehname’de ve önemli olayları da Tac Kiyanî broşüründe yayınladım. Ancak dağıtmadan önce, askeri mahkeme tarafından çağırıldım ve orda bana dediler ki, Qazî’lerin gizli mahkeme tutanaklarını açıkladığın için suçlusun. Bu nedenle yüzbaşılık rütbem kaldırıldı ve bir yıl da hapis cezasına mahkum edilerek tutuklandım. Bundan dolayı bir taraftan Mehname’nin basımı durduruldu ve diğer taraftan da bu haberler dağıtılmadı.

Keyomers Salih, 1943-1946 yılları arasında Kürdistan ve Azerbaycan’da meydana gelen olayları da Mehname’nin 44-66 sayılarında yayınlamıştır. Ve ondan sonra da uzun bir süre Kürdistan ve Azerbaycan’la ilgili ayrıntılı birçok haber yayına hazırlamış, bu haberlerin bir kısmı yayınlanmış ve bir kısmı da arşivlenmiştir. Keyomers, bu bilgileri, cezasını bitirip özgürlüğüne kavuştuktan sonra Mehname’nin 75. sayısında yayınlamıştır. Aynı şekilde Mehname’nin 1946 yılında çıkan 66. sayısında da şunları yazmış; “İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Ingiliz ve Rus askerleri geri çekilir, İran askerleri harekat başlatır.”

Mehname sayılarının çoğunda İran Şah’ına gönderilen sadakat ve güven mektuplarının (bunlardan bazıları: Dîborkî Elî Yar Es’ad kuvvetleri, Mameş aşireti reisi Qeranî Axa Eşayer, Herkili Reşit Bey ve Hesen Tilo, Quqyas Mamedî ve Nûrî Begê Begzade, Mihemed Emîn Çepê Herkî, Hemzeyê Qadirî Mameş ve diğerleri) bazıları yayınlanmış, bazıları da askeri arşivde korunmuştur. Bunlardan en önemlisi de Umer Xanê Şikakî’nin Sarayla olan ilişkisini gösteren mektubudur ki o dönemde Umer Xan Kürdistan Cumhuriyeti’nin alay komutanı rütbesinde idi. Seqiz ve çevresinden Şah’ın sarayına güven vermek için gönderilmiş 17 adet mektup mevcuttur. Bu mektuplarda İran Şah’ına olan sadakati dile getirilmekte, kendini İran Şah’ının Saray yönetimine tanıtmakta ve aynı zamanda Sarayın vereceği bütün emir ve görevleri yerine getirmeye hazır olduğunu belirtmektedir. Bu mektuplar İran askeri arşivinde korunmaktadır.

Belirtmek gerekir ki Dîbork kuvvetlerinden sorumlu Elî Yar, gönderdiği mektuplardan birinde, Başkan Qazî Mihemed ile birlikte Bakü ve Rusya Azerbaycanı’na gidişlerini ve burada yapılan görüşmelerin sonucunu, eksiksiz olarak uzun ve ayrıntılı bir şekilde İran Sarayına yazıp  onları bilgilendirmiştir.

Birkaç satırda bütün mektupların içeriğini dile getirmek mümkün değildir; ancak mektupların içeriğinin yaratığı etki bakımından, Elî Yar’ın bu mektubu Cumhuriyet’e vurulan en büyük darbedir. Umer Xanê Şikakî, sayı itibarıyla Saraya en çok mektup gönderen kişidir. Rus askerlerinin Kürdistan’dan çekilmesinden sonra, Umer Xan tarafından alelacele Şah’a gönderilen mektupta, bir an önce İran askerlerinin Kürdistan’a yetişmesini talep ederek şöyle der: “Bütün Şikak aşireti ile birlikte İran Şah’ının bir subayı gibi emirlerinizi yerine getirmeye hazırız.” Bunun için de, Şah’a olan sadakatini ispatlamak üzere, her iki oğlunu Kadir ve Lezgîn’i Tahran’a Şah’ın yanına gönderir ki İran askerleri Kürdistan’a ve bilhasa Mahabad’a doğru gelince, onlara rehberlik ve koruyuculuk yapsınlar.

Umer Xan’nın dışında, birçok aşiret reisi ve yerel kuvvet sorumlusu da, İran Şah’ına güven vermek ve askerlere rehberlik yapması için oğullarını, kardeşlerini ve güvendiği adamlarını Tahran’a göndermişlerdir.

***

Keyomers Salih Yazıyor:  “17 Kasım günü top, cephane ve birkaç tanktan (eski ve işe yaramaz tanklar) oluşan İran askeri birlikleri, Tahran’dan Tebriz’e doğru yola çıkar ve üç gün sonra yani 20 Kasım’da Tebriz şehrinin yakınlarına ulaşırlar. Bu haberin duyulmasıyla birlikte Azerbaycan hükmetinin bütün yöneticileri ülkeyi terk ederek Rusya’ya kaçtılar; ancak İran askerleri birçok yönüyle emin olana kadar yani ayın 21’ine kadar şehre girmekten kaçındılar.

Tebriz şehri kontrol altına alındığı zaman, ben derginin yeni sayısını hazırlamak üzere Tahran’a döndüm.

Sonraki günlerde çıkan kararla İran askerlerine Kürdistana doğru ilerleme emri verildi. Amaç, Kürdistan Cumhuriyeti kurulduğu zaman Sinê, Kamyaran, Dîwander ve Saqiz yakınlarında yerleştirilen birkaç askeri birliğe de ki bunlar -bazen Kürdistan Cumhuriyeti askeri birlikleriyle zaman zaman çatışmaya girerlerdi- Mahabad’a doğru ilerleme emri verilmişti.

Ortak bir kuvvetin oluşturulması amacıyla, Tahran’daki bir kısım askeri birlikler, diğer bazı İran askeri birlikleriyle Tebriz’de birleştirilerek, Qazvin yolundan Kürdistan’a doğru gönderildiler. Bu kuvvetler 20 Kasımda Saqiza ulaşır, oradan da Kürt aşiret reislerinin rehberliğinde ve Bokan yolundan Mahabad Cumhuriyeti’ne doğru yola çıkarlar.

Bu kuvvet, 29 Kasımda Mahabad’a ulaşır ve çok sayıda subay alelacele bir şekilde Qazî Mihemed, Sedrî ve Seyfî Qazî’yi aramaya başlayıp yakalamak ister. İran askerleri karargahını Mahabad’ta kurduktan sonra, aynı gece telsiz ile Tahran’la ilişki kurup Qazî’lerin durumunun(kaderinin) ne olacağını sorarlar. Bu arada Qazî de tutuklanarak karargah komutanlığına getirilmişti.

Meydan mahkemesinin yapılabilmesi için bir komitenin kurulduğu ve komitenin yargılama yapmak üzere Mahabad’a doğru yola çıktığı ile ilgili ferman, Tahran’dan çok çabuk geldi. Gulam Husên Ezîmî başkanlığında ve Savcı Albay Hesen Kufanyan ile hakim Sergurd Cafer Sanıî’den oluşan mahkeme komitesi Albay Emîr Hoşeng Xilitbarî gözetiminde 6 Aralık günü Mahabad’a ulaşır ve Qazî’lerin yargılanması için toplanmaya başlar.

Ben, mahkeme komitesinin Qazî’leri yargılamak üzere yaptığı bütün oturumlarında hazır bulundum. Mahkeme oturumları birkaç saat sürüyordu. Bütün soru ve suçlamalar, savcı Hesen Kufanyan tarafından yöneltiliyordu. Diyebilirim ki sorular yeterince net değildi ve suçlamaların çoğu da sanıklar (Qazî’ler) tarafından reddediliyordu. Qazî’ler çok cesaretli bir şekilde suçlamaların ispatlanması için belge istiyorlardı. Ancak suçlamalar ve mahkemenin yargılama sonucunda vereceği son karar, daha önceden Tahran’da belirlendiği için, mahkemenin bu suçlamaları ispatlamaya yönelik herhangi bir belge sunma kararı da yoktu. Bundan dolayı mahkeme oturumları birkaç saat içinde sonuçlandı ve ondan yarım saat sonra da Qazî’lerin idam kararı onaylandı. Aslında bu karar Tahranda alınmıştı ve aynı gece Qazî’lere de açıklandı.

  1. Qazî Mihemed Aşağıdaki Suçlamalarla Suçlanarak İdam Cezasına Çarptırıldı

* Merkezi devletin onayı ve kararı olmadan, %51 Rus Devletine ve %49 Kürdistan Cumhuriyetine olmak şartıyla, Rus Devleti ile petrol ticareti antlaşması yapmak.

* İran ülkesinin haritasını değiştirip yeniden belirlemek ve Urmîye, Kırmanşah, Sinê, Tewrîz ve İlam olmak üzere beş vilayeti İran’dan ayırmak.

* Kürdistan Cumhuriyeti için, Rus bayrağına benzeyen ve üzerinde çekiç-orak bulunan bayrağın kabul edilmesi.

* Kürdistan Hükümeti için Qazî Mihemed’in resminin üzerinde bulunduğu ve Rus rublesine benzeyen Kürdistan adıyla para bastırmak.

* Kürdistanın dört parçasını (İran, Irak, Türkiye ve Suriye) kapsayan büyük Kürdistan haritasının yapılması.

* İrana yabancıların getirilmesi ve İran topraklarının bir kısmını onların idaresine bırakılması, örneğin Mele Mustafa Barzanî.

* İran Devletine ve Şahinşah’ına saldırı ve tehditte bulunmak ve Şahinşahı’na (Arya Mêhir) karşı Kürt halkını başkaldırıya teşvik etmek ve savaşmak..

* İran hükümetine karşı Rus hükümetiyle anlaşma yapmak ve İran toprakları içinde Rus işgalci kuvvetlerine yardımcı olmak.

* Bağımsız Kürdistan hükümetini ilan etmek ve İran topraklarının büyük bir kısmını Kürdistan adı altında işgal etmek.

* Yurt dışına heyet gönderip, yurt dışından heyet kabul etmek. Rusya’yı ziyaret ederek Rusya Azerbaycan Cumhurbaşkanı Bakırof ile resmi toplantı yapmak.

* İran Devletine sormadan ve İran Devletinin onayı alınmadan yabancılar ve İran düşmanları ile ticari bağlantılar kurmak ve antlaşmalar yapmak.

* Özellikle Kürd olmayan bölge yöneticilerinin tutuklanması, öldürülmesi, evlerinin yıkılması ve mallarının yakılması.

Qazî Mihemed üç maddenin haricinde, diğer bütün suçlamaları şiddetle reddetti. Kabul ettiği üç madde şunlardır:

* Azerbaycan Bakü’sünü ziyaret etmek ve Bakırof ile görüşmek.

* Bayrağın varlığını kabul eder, fakat Rus bayrağında varolduğu gibi çekiç ve orak amblemini reddeder.

* Mela Mustafa Barzanî’nin Mahabad’a gelişini kabul eder, fakat Barzanî’nin iradesiyle geldiğini ve kimsenin onu getirmediğini söyler. “Çünkü O Kürd’tür ve Kürdistan her Kürdün evidir, isteyen her Kürd, Kürdistan toprağının her karışında yaşama hakkına sahiptir, çünkü bu hak ev sahibi olmanın hakkıdır.”

  1. Cumhurbaşkanı Qazî Mihemed’in Yardımcısı ve Savunma Bakanı Seyfî Qazî’ye (Yada Mihemed Husên Qazî) Atfedilen Suçlamalar

* Yurt dışına, Rusya Azerbaycan’ı başkenti Bakü’ye gitmek.

* İran Azerbaycan’ı Cumhurbaşkanı Pîşwerî ve Rus Azerbaycan’ı Cumhurbaşkanı Bakırof  ile Tebriz’de ilişki kurmak, toplantı yapmak ve antlaşma imzalamak.

* İran hükümetine karşı, Kürdistan’da Savaş Bakanlığının kurulması.

  1. Sedrî Qazî’ye (Ya da Ebû El Qasim Sedrî Qazî) Atfedilen Suçlamalar

(Mahabad ve çevresindeki Kürdler tarafından İran Milli Devrim Meclisi’ne seçilmişti.)

* Yazdığı çok coşkulu ve duygulu bir şiirle Mele Mustafa Barzanî’yi karşılayıp ve Kürd halkının kutsal bir sembolü gibi nitelemesi.

* Mahabad’ta hükmet işleyişinin ve biçiminin kurulmasında Kürdistan Cumhuriyeti Hükümetine, bakanlarına ve Qazî Mihemed’e yardımcı olmak.

* Qazî Mihemed’e, “Dışarıdan size askeri yardım gelene kadar direnin” diye mektup yazmak.

* İran devletinin Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’ne karşı savaşamayacağına dair Cumhuriyet yöneticilerine telkinde bulunmak ve halkı İran Hükümeti’ne karşı başkaldırıya teşvik etmek.

Mahkemenin yürütülmesiyle ilgili bazı ayrıntılar hakkında Kiyomers Salih şöyle yazıyor:  “Mahkeme oturumu yaklaşık olarak dört saat sürdü ve yarım saat sonra mahkeme heyeti onların idam kararını aldı ve telsiz yoluyla askeri karargahla ilişki kurarak onlara da bildirdi. (O zaman karargah komutanı Sipehbed Erşedî Humayunî idi.) Sanıkları geri gönderme kararını alıp, aynı gece kendileri de Tahran’a geri dönerler.

Sedrî Qazî’nin yazmakla suçlandığı şiir, her ne kadar bazı yazım hataları da içerse, bütünü Kürtçe olarak Mehname’nin 66. sayısında yayımlanır. Kiyomers Salih’in kendisi Kürtçe bilmiyordu ve aynı zamanda şiiri kasete kaydeden kişi de Kürtçe’yi iyi bilmediğinden, şiir yazım hatası olmadan yayımlanamamıştır. Tutanakta yazılmış aşağıdaki şiirin kendisi, Sedrî Qazî’nin suçlanmasının ve idamının birinci maddesi olmuştur.

Mistefa Barzani: Serokerkanê Komara Kurdistan

“Ya xwa bixêr bê Heloy berze firî Barzanê min

Remzê pîrozê gel û nîştimanê min

Barzanî dujmin şikênî, şêrê jiyana min

Pêyê te li ser çav û qezat, li mal gîyanê min

Bê te gel û nîştimanê min bê xêw û dîl e

Jêr çepokî dujmin zerd û mat û zelîl e

Dilê dujmin li tirsî heybeta te tête lerze

Ji ber çi dujmin dijberê li vî kûrey erd e

Bi te hate naskirin gel û nîştemanî Kurdewarî

Tu yî berz û bariz, li her layê dîyarî

Bê te ku dujmin li ser nîştiman de zal e

Bê te gel wek teyrê nexweş û bêperr û bal e

Tu merdî meydan û şerr û roley

Warîsê pîrozê îrsî Barzan û toley

Bi mêjû xawên nîştiman û gel û xêw î

Bi berzît Baz î, Barzan û lutkeyê ko yî

Lay dujmin barîz û bi navbangî bi navan

Bibîstin dujmin çirkemîze digrê li tawan

Bi Barzan im dinazim, mûqedesê rûyê zemîn e

Bêşiga şêr û awa wê maye yê jîn e

Li te fêrbûn bi derdê bêbeşan aşnayî

Bi te bû şewê bextreşan roşenayî

Bê te ye em nîştiman dikin beş beş û dabeş

Bi vê beş û pirş û perêşanî bû bêbeş

Her tu bo nîştiman xemxwar û pirr mişûr î

Dirêxî nekird li katî xurbe û dûr î

Tu bo gel û nîştiman mûjde û him firîştey

Te mizgînî anî em herdû şar û deştey

Gelê min bê te sêwî û perîşan û werrez bû

Melî (teyrê) bêperr û bal û giriftarî qefes bû

Bi te geş dibe ruxsarî pirr çirç û çirukim

Bi te rizgar û jiyawe, gelê mehtûk û sûkim

Kurd im û li vê xakê bûme û bi vê avê jiyame

Bo azadî gel û rizgarî nîştimanê me nemame

Min bi rût û qutî û pêxwas û bêkirasî

Li malê xwe me dujmin bi ser barê me de nasî

Hatina te ya bixêr lay bird, xemî zorim li ser şan

Bi te sarêj bû, tenê pirr zarim û halê perîşan

Êşa derdê Kurdan min pirr jan û li mêj e

Dermanê derdê muzmin dûr û dirêj e

Serwer Mistefa ye bo Mihemed piştevan û bira ye

Ya Reb geş bike ew dû çira ye

Miwefeq ke Mihemed, hem Mistefa ra bixatirê Qur’an

Fexrî gel Mistefa û Barzan, maye şanazî

Gorî te gîyan û ser û malê Sedrî Qazî

Ew ê Barzan wa nenasê bê hiş û bê ziman e

Kerr û gêj û wêj û heywan û nezan e

Ew ê nahezî Barzan e, caş û xofiroş e

Yanî: Gewadbab e û zolekurd e û dayik zanî.”

Qazî’lerin yargılanmasından üç ay sonra, ikinci kez mahkemede sorgulanmaları için İran Genel Kurmayı tarafından üç kişiden oluşan yeni bir mahkeme heyeti oluşturulur.

Yeni mahkeme heyeti üç kişiden oluşmaktaydı:

1- Albay Reza Nîkuzade (hakim)

2- Albay Recep Eta (Mahkeme heyetinin yeni başkanı)

3- Serwan Nebewi (Qazî’ler için avukat olarak belirlenmişti)

Her ne kadar sanıklar (Qazî’ler) birinci oturumda suçlandıkları konularla ilgili olarak kabul edilmesi için ayrıntılı bir şekilde hazırlamış oldukları 114 sayfalık savunmalarını mahkemeye verdilerse de, bu savunma dosyası askeri garnizondaki meydan mahkemesinin raflarında unutulmaya yüz tutmuştu ve hiç kimse dosyayı açıp okumamıştı bile.

Aynı şekilde mahkeme heyeti Tahran’dan Mahabad’a geldiği zaman da, ikinci kez tekrarlanan mahkemede istekleriniz kabul edilmedi demek için, Qazî’lerin savunma dosyasını kendileriyle getirmemiştiler. Çünkü, öyle anlaşılıyordu ki Qazî’lerin suçlanma kararı Tahran’da alınmıştı.

Qazî’leri yargılayan ve davasını takip eden heyet, Genel Kurmay tarafından belirlendi ve İran Şahı ile de tanıştırıldı. Şahinşah heyete bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra, telsiz yoluyla Genel Kurmayla ile sürekli ilişki halinde olmalarını istedi.

Mahkeme heyeti ve ben Kiyomers, 04.01.1947 tarihinde Tahran’dan yola çıkarak Tebriz’e doğru ve oradan da Mîyandiwaw ve Mahabad istikametinde yola devam edip, 07.01.1947 tarihinde hedeflediğimiz yere vardık ve bir gece Mahabad’ta dinlendik. Ertesi günün sabahı yargılama başladı. Sorgulanmak üzere ilk etapta Qazî Mihemed’i getirdiler ve yukarıda 12 madde halinde belirtilen suçlarla suçlandı. Qazî Mihemed ise üç maddenin dışında diğer bütün suçlamaları şiddetle reddetti ve sözkonusu suçların ispatlanması için mahkemenin belge ve kanıt göstermesini talep etti. Suçlamalar okunduktan sonra, Qazî Mihemed savunmasına başladı. Qazî Mihemed, savunma esnasında çok zinde idi, sakin ve saygın bir şekilde sorulara cevap veriyordu.

Qazî Mihemed’in ketum bir şekilde mahkemenin suçlamalarını reddetmesi üzerine, hakim Qazî Mihemed’e bağırarak çok sert bir üslupla konuştu. Bundan dolayı Qazî de çok kızdı ve Farsça olarak hakime şöyle dedi: “Şoma hem xurde digran ranışxwar mikunid” ve konuşmasını sürdürerek dedi “Şoma eger dîn nedarîd ve Xuda ra hem nemî şinasîd ve îman be hisab û kitabê axîret nadarîd laeqel zirreyê ciwanmerd başîd (“siz iftira ediyorsunuz” ve konuşmasını sürdürerek dedi “siz dinsizsiniz ve Allalah’ı da tanımıyorsunuz, kitaba ve ahiret hesabına da iman etmiyorsunuz, akılsız ve mertliğin zerresi de yoktur sizde.) Neden bütün bu yalan ve iftiraları bize isnat ediyorsunuz eğer doğru konuşuyorsanız bir belgeyle ispatlayınız.

Çünkü Farslar içerisinde bu sözlerin kullanılması utanç verici olduğu için, mahkeme başkanı Qazî’nin bu sözlerine çok kızdı ve başını avuçları içine alarak Qazî’ye şöyle dedi: “Kurdan seg sîfet! (Kürtler köpek sıfatındadır)”. Ancak hakimin bu öfkeli sözleri Qazî Mihemed’i hiç etkilemedi ve çok sakin bir şekilde mahkeme başkanına şu cevabı verdi:

“Köpek, şerefsiz, utanmaz ve namussuz sizsiniz ki kendiniz halka karşı ve yasalara karşı hiçbir sınır tanımıyorsunuz. Namussuz, sonuç olarak sen ancak senden önceki namussuzun verdiği kararı infaz edebilirsin ve ondan fazla elinden hiçbir şey gelmez. Ben suçsuz olduğuma inanıyorum ve çoktan beri bu yolda da ölmeye hazırım. Ulusumun özgürlüğü için ölüyorum ve bu şerefli ölümden onur duyuyorum. Bunu kendim için Allah’ın bir lütfü olarak görüyorum.”

Qazî Mihemed sözlerini bu şekilde sonuçlandırdı ve artık konuşmayacağına, mahkemenin hiçbir sorusunu cevaplamayacağına dair kararını bildirdi. Qazî, cevap vermeyeceğine dair yemin etti ve dedi; “Bu kendini bilmez adam ne kadar hata yapıyorsa yapsın.” Mahkeme başkanı da, Qazî’nin öfke ve tepkisinin yatışması, kararından vazgeçmesi ve soruları cevaplaması için mahkeme, oturumuna ara verdi. Mahkeme tekrar başladığında, Qazî’nin mahkeme başkanı Albay Nikuzad’ın sorularını cevaplaması için çok çaba harcandı; ancak Qazî Mihemed şu cevabı verdi:

“Benim idam edileceğimin kararı verilmiştir, ulusuma verdiğim söz ve peyman odur ki ulusumla birlikte yaşayacağım ve onun için öleceğim. Şimdi nasıl olur ki ulusuma verdiğim söz ve ettiğim yeminden vazgeçeyim! Bu nedenle bütün namussuzluk mahkeme başkanı olan albaydan kaynaklanıyor. Ben o adamın sorularını cevaplamam, eğer başka biri varsa sorsun.”

Qazî Mihemed’in konuşmayacağı anlaşılınca, mahkeme heyeti çaresiz bir şekilde Albay Nikuzad yerine, mahkeme başkanı da olan Albay Recep Eta’yı mahkemenin yargıcı yapmak zorunda kaldı.

Birinci sorudan başlamak üzere bütün sorular yeniden soruldu. Qazî Mihemed, daha önce reddettiği soruların tümünü tekrar reddetti. Neden merkezi devletin onayı ve kararı olmadan, Rus Devleti ile petrol ticareti antlaşması yaptınız? sorusuna verdiği cevapta; Qazî Mihemed (gülerek dedi): Hangi petrol, ticaret yapmak için elimizde hangi petrol kuyuları ve şirketleri vardı, eğer bizi cambazca bir şekilde suçlamak istiyorsanız, öyle suçlama ve iftiralarda bulunun ki biraz doğruluk payı olsun. Anlaşılan odur ki siz Mahabad şehrinin içinden geçen nehrin suyunu da petrol olarak görüyorsunuz. Doğrusu çok bilinçsiz bir şekilde bizi suçluyorsunuz, bize yaptığınız suçlamaların hiçbirinin temeli yoktur.

Aynı şekilde diğer sorunun cevabında da güya Qazî Mihemed, İran’a yabancıları getirmek istemiş ve İran topraklarının bir kısmını onların idaresine bırakmış, örneğin Mele Mustafa Barzanî gibi! Qazî Mihemed üç ay önceki yargılamada olduğu gibi tekrar bu sorunun cevabını verirken şöyle dedi: “Mele Mustafa Barzanî Kürdistan’a gelen bir yabancı değildi ve değildir, hiç kimse onu getirmemiştir, Kürdistan her Kürd’ün evidir, şartlar öyle gerektirmiş ve o da evinin bir bölümünden diğer bir bölümüne geçmiştir.”

Albay Eta, soruları birer birer tekrarladı ve Qazî Mihemed de daha önceki gibi bütün suçlamaları tekrardan reddetti. Bu arada Albay Nikuzad sarı, kırmızı ve yeşil renkli ve üzerinde çekiç ve orak resmi olan bir kumaş parçasını çantasından çıkartı ve Qazî Mihemed’e göstererek şöyle dedi: Işte bütün hükümetin, bayrağın ve teşkilatın bu değil mi?(Albay bayrağa tükürerek ayakları altına alıp bastı.)

Albayın bu davranışına karşılık olarak Qazî Mihemed şöyle dedi:

“Birincisi, göstermiş olduğun bayrak kesinlikle Kürdistan bayrağı değildir; çünkü bizim bayrağımızın üzerinde çekiç ve orak resmi yoktur. Ikincisi, bu davranışın senin ahmaklığının ve şuursuzluğunun göstergesidir, çok iyi bilin ki hakaret etmek için hiçbir zaman eliniz Kürdistan bayrağına yetişemeyecektir, bir gün gelecek ki o bayrak şu anda yargılanmakta olduğum mahkeme binasının üstüne dikilecek ve dalgalanacaktır.

Ben Kürdistan bayrağını Mele Mustafa Barzanî’ye emanet etmişim ve onun omuzlarında bu dağdan öteki dağa, bu şehirden öteki şehre ve bu ülkeden öteki ülkeye taşımakta, ta ki bir gün bütün Kürdistan dağlarına ve diyarlarına dikilip dalgalanana kadar, çok iyi biliniz ki o gün gelecektir.”

 Albay, Qazî Mihemed’e talepte bulunarak dedi: Her ne kadar bu konu mahkemenin işi ve görevi dışında ise de, bize Mele Mustafa Barzanî’nin bazı özeliklerinden bahs edebilir misin?

Qazî Mihemed: Mele Mustafa Barzanî’den vazgeç, sen kendin dedin, Mele Mustafa yabancı biridir ve mahkemenin işi ve görevi dışındadır.

Fakat Albay ondan tekrar talepte bulundu.

Qazî Mihemed: Eğer bir bütün olarak Mustafa Barzanî’den bahsedersem, bir anda Kürdlük tarafımın ağır bastığını düşünebilirsin.

Albay Eta: Söylediklerinin doğru olduğuna inandığına dair yemin etti, bu mahkemede benim için kani olmuştur ki dediğin ve diyeceğin her şey, yüreğinin derinliğinden çıkıyor ve inanarak söylüyorsun.

Qazî Mihemed: Size Mele Mustafa Barzanî’nin bütün özelliklerini anlatamam, siz de hiçbir şekilde bütünüyle Barzanî’yi tanıyamazsınız. Çünkü, Ona düşman tarafı olarak baktığınız için, ben söylersem de, siz hiçbir şekilde düşmanınızın bu değerli ve iyi özelliklerini, duruş ve pratiğini takdir etmek istemezsiniz.

Yargıç, bildiği oranda Barzanî’yi onlara tanıtması için Qazî  Mihemed’ten tekrar talepte bulundu.

Qazî Mihemed: Ne ben ve ne de başka biri Barzanî’yi kendisi gibi size tanıtamaz, bu soruyu sormaktan vazgeçmenizi istiyorum.

Fakat mahkeme heyeti Mustafa Barzanî’den bahsetmesini tekrar talep etti.

Qazî Mihemed: Pekala, Mele Barzanî’yi yalnız birkaç cümle ile size anlatacağım; tarihte, ne kadar kahraman, yiğit, direnişçi, şerefli, hümanist, özgür, korkusuz ve öngörülü büyük şahsiyetler varolmuşsa, Barzanî de onlardan biridir. Allah’a ve dine, İslam dininin önderine inanmış Müslüman milletinde nasıl ki doğruluk, dürüstlük ve sadakat varsa, bütün bu özellikler Barzanî’de de vardır. Sadi’nin de dediği gibi: “Hirançe xoban heme darend, ew bi tenha dare.” İster inanın ister inanmayın veya hoşnut olun yada olmayın.

Qazî Mihemed’in çok içten ve inanarak söylemiş olduğu bu sözlere, mahkeme salonunda bulunan herkes hoşnut oldu. Şüphesiz belliydi ki Barzanî’yle ilgili anlattığı bu övücü özellikler, ne Barzanî’nin hatırı içindi, ne de mahkeme heyetinin.

Mahkeme başkanı Eta, Qazî Mihemede dedi: Bilebildiğimiz kadarıyla bu memlekette senin kadar sakin ve kendine hakim kimse yoktur,  neden Albay Nikuzad’a çok kızdınız?

Qazî Mihemed: Şu anda uğrunda idam cezası ile yargılanmakta olduğum bu ulusun onurunu rencide etme fırsatını hiç kimseye vermem. Şu anda ulusumu rencide edecek ve küçümseyecek namertçe bir davranışı nasıl kabullenebilirim? Sadece şunu söyleyebilirim; Kürd ulusunu rencide edecek alçak ve namert bir kişiliğe fırsat vermem. Bunu kabullenecek kadar bilgili ve medeni değilsiniz, saygısızlığınızı nasıl hoş görebilirim? Sadî’nin dediği gibi: “Hira engiz dest ez can bişevît, herançe derdî dil derd begoyed.” Ulusum için ölmek ve şehit olmak! Allah’tan istediğim kabul edildi, bağışlayan yüce Allah’ın huzuruna yüzümün akıyla gideceğimi umut ederim.

Kiyomers Salih: Qazî Mihemed’e yapılan suçlamalar listesine mahkeme oturumun sonunda bir yenisi daha eklendi; güya cumhuriyet kadrolarına ve bir grup subaya şiir okumuş ve onlar da bu şiiri kendilerine kılavuz yapmışlardı. Lakin Qazî cevabında, ilk olarak bu şiiri sizden duyuyorum dedi

Birçok askeri mahkeme ve meydan mahkemesinin duruşmalarına katılmışım; fakat hiç birinde de Qazî Mihemed gibi yürekli, cesaretli ve korkusuz bir insanı görmedim. Muhakemede hiçbir şekilde korkmuyordu; sanki mahkemede değil de bayram ve şenlikte oturmuş biri gibi soruları cevaplıyordu ve çok cesaretli bir şekilde konuşuyordu.

Albay Nikuzad, Kürt halkını ve Qazî Mihemedi rencide eden sözler sarf ettiği zaman, Qazî Mihemed çok sert bir şekilde ona cevap verdi. “Bizden öncekiler sizi çok iyi tanımışlar. (………..) diyen şairden Allah razı olsun.” diyerek, çok felsefi ve derin bir Farsça şiir okudu ki Acemlerin ve Şîa’nın ruhunu ve kökünü ortaya koyuyordu) ben o şiirin kime ait olduğunu öğrenmek ve yazmak istiyordum; fakat muhakeme zamanı olduğu için şiiri tekrarlama durumu yoktu. Ve Qazî şiiri okuduktan sonra: “Sizi bize böyle tanıtmışlar dedi.”

Albay Eta tekrar Qazî Mihemed’e sordu: Mele Mustafa Barzanî’nin buradan ayrıldıktan sonra, seninle ne tür ilişkileri oldu? Eğer ilişkisi olduysa hangi gün ve nasıl oldu?

Qazî Mihemed: Barzanî, Şino ve Nixede bölgesîne ulaşana kadar ilişkimiz vardı; fakat oradan uzaklaştıktan sonra ilişkimiz kesildi ve ondan sonra haber alamadım.

Yargıç tekrar sordu: Mele Mustafa Barzanî ile ilişkiniz olduğu zaman, Mele Mustafa seni kurtarmak için ne tür planları hazırlamıştı?

Qazî Mihemed: Mele Mustafa Barzanî, onunla beraber gitmemi çok istiyordu, henüz ben tutuklanmadan bana şunu dedi, “Ben (İran devletine karşı-çn.) suçsuz olduğumu dillendiremem.” Mele Mustafa Barzanî, bana, siz Acemlerin doğru ve gerçek resmini çizdi, sizin kim ve ne olduğunuzu kavrattı.

Albay Eta sordu: O resmin nasıl olduğunu ve ne olduğunu bize gösterebilir misin/anlatabilir misin?

Qazî Mihemed: Doğrusu, Barzanî sizi herkesten çok daha iyi tanımış, Barzanî bana şunu dedi,

“Hiçbir halk ve millet Acemler gibi değildir.Acemler güç ve kuvvet sahibi olduğu zaman onlardan daha zalim, acımasız ve vicdansız olanı bulunmaz, boyunduruk altında oldukları zaman da, hiç kimse onlar gibi iktidar sahibine ricacı ve  mazlum görünmeyi bilemez ve edemez. Güç/iktidar sahibi oldukları zaman, ellerinden ne geliyorsa yaparlar ve boyunduruk altında olduğu zaman da, geçinmek için ne gerekiyorsa yaparlar. Bundan dolayı suç işlemediğin için Acemlerin seni hoş karşılayacağına dair bir beklentin olmamalı.”

Albay Eta tekrar sordu: Barzanî’yle gitmediğinden dolayı pişman değil misin?

Qazî Mihemed:

Eğer yüce Allah’ım bu şekildeki ölümüme engel çıkarmazsa, pişman değilim. Çünkü, ben, onlarla yaşayacağıma ve onlarla öleceğime dair, Kürt ulusuna söz vermişim. Biliyorum, eğer ben gitseydim ve elinize düşmeseydim, benden intikam almak için, Mahabad halkından ve Kürt milletinden çok sayıda insan öldürecektiniz. Bunun için rahatım. Birincisi; suçsuz olarak ben öldürüleceğim, ikincisi ise; vermiş olduğum sözü yerine getirmiş olduğum için, umut ederim ki Allah’ın ve Kürt milletinin yanında, dünyanın ve kıyametin sevimli insanı olurum.

Albay Eta sordu: Tutuklandığın zaman, Mahabad civarlarında bulunan Barzanî’nin seni kurtarmak için bir planı var mıydı?

Qazî Mihemed: Evet, Barzanî bana haber gönderdi ve ne şekilde olursa olsun herhangi bir gece çok sayıda pêşmergeyi gönderip beni zindandan kurtarabileceğini söyledi. Mele Mustafa’nın amacı, öldürülmeden önce beni zindandan kurtarmaktı.

Albay Eta: Neden plan işlemedi?

Qazî Mihemed: Ben kendim istemedim.

Albay Eta: Neden? Neden kurtulmak istemiyordun?

Qazî Mihemed: Birkaç nedenden dolayı.

Albay Eta: O nedenler neydi?

Qazî Mihemed: Birincisi, ulusuma vermiş olduğum söz ve anlaşmaydı. İkincisi ise, daha çok kan akmaması için idi. Bilhassa ben yaşamımda ölüm ve öldürmeden dolayı üzülüyorum.

Albay Eta: Doğrusu sen kendine mi üzülüyordun yoksa Barzanilere mi veya bizim subaylara mı üzülüyordun?

 Qazî Mihemed: Allah’a inan ki, ne kendime üzülüyorum ve ne de sizin subaylarınıza. Ben Kürtlere ve Barzanî’lerin gençlerine üzülüyorum. Eğer bu olmasaydı, ben karar vermiştim ve her halûkarda öldürüleceğimi biliyordum.

Albay Eta: Barzanî’lere neden bu kadar üzüldüğünü bize anlatabilir misin?

Qazî Mihemed:

Çünkü Mele Mustafa ve Barzaniler, Kürt ulusunun gelecek umududur. Ben de Kürdistan bayrağını onlara emanet ettim ve onlar o bayrağı koruyacaklar. Kürdistan bayrağı günü gelene kadar onların yanında kalacaktır. O bayrak, Albay Nikuzad’ın tükürüp ayakları altında çiğnediği bayrak değildir. Allah’tan umudum odur ki, o bayrak Barzanî kuvvetlerinin eliyle şu an içinde yargılandığım bu evin üstüne ve bütün Kürdistan dağlarına dikilip dalgalansın.

Albay Eta: Son soru; doğrusu, sen kendin mi gitmedin ya da Barzanî seni kendisiyle götürmedi,  istemedi onunla gidesin?

Qazî Mihemed: Öyle anlaşılmaktadır ki şimdiye kadar söylediklerime inanmıyorsun.

Albay Eta: Bana bu gerçeği anlatmanı istiyorum.

Qazî Mihemed: Albay! Kendine gel, sen de beni rencide etme! Neden doğruyu benden istiyorsun? Bu söylediklerim doğru değil mi, he!? Babam ve atalarım bu topraklarda yaşamış, Kürdistan topraklarının dışında nereye gideyim! Ben ülkemi ve ulusumu bırakıp kaçacak kadar yaşam düşkünü değilim!

Albay Eta, Qazî Mihemed’in daha önceki gibi tekrar kızmaması ve Nîkuzad gibi onu da rencide etmemesi için, çabucak özür diledi ve amacının Qazî Mihemed’i rencide etmek olmadığını, ağzından yalnızca böyle bir söz olarak çıktığını söyledi. Ve sonra şu soruyu sordu ve dedi gerçekten de bu soruya da cevap vermeni istiyorum.

Albay Eta: Eğer o kadar vatanını ve ulusunu seviyorsan, neden yabacıları ülkeye getirip ulusuna subaylık yapmasına izin veriyorsun?

Qazî Mihemed: Siz bu sözü çok tekrarlıyorsunuz, anlaşılan amacınız Ingiliz ve Rus Kuvvetlerini kastetmektir?

Albay Eta: Hayır, amacım Mele Mustafa Barzanî’yi kastetmektir.

Qazî Mihemed (gülerek dedi):

Bir süre önce bu sorunuzu cevapladım, tekrarlamaya gerek yoktur. Ben size dedim, Mele Mustafa Barzanî Kürd’tür ve Kürdistan da her Kürt’ün evidir, Barzanî de evinin bir odasından öbür odasına geçen bir insan gibidir, her insanın evinin ve malının herhangi bir yerinde oturmaya hakkı vardır. Ve iyi bilin ki ben kendim gitmek istemedim, eğer öyle olmasaydı, emrimde olan birkaç otomobil vardı, istediğim her an ve zaman bu otomobillerden biriyle İran topraklarından uzaklaşabilirdim.

Ben yaptığım işin sonucunu da çok iyi biliyordum ve sizi de çok iyi tanıyordum. Barzanî’nîn dediği gibi, hiçbir halk ve millet Acemler gibi değildir, Acemler güç ve kuvvet sahibi olduğu zaman onlardan daha zalim, acımasız ve vicdansız, onlar kadar rencide edici ve kurukafalı olanı bulamasınız, boyunduruk altında oldukları zaman da, hiç kimse onlar gibi iktidar sahibinden ricacı olmayı, kendini zavallı ve mazlum göstermeyi bilmez.

Qazî Mihemed’in mahkemesi bu şekilde sona erdi.

Ondan sonra, sıra Mihemed Husên Xanî Seyfî Qazî’ye geldi. Çok heybetli, zinde ve cesaretli bir şekilde mahkeme salonuna girdi ve burasının mahkeme olduğunu düşünmüyordu bile.

Albay Nikuzad yerine oturdu, bir süre Seyfî Qazî’ye baktı ve soruları sormaya başladı.

 Albay Nikuzad: Neden bu görevi aldın ve Savunma/ Savaş Bakanı oldun, bu görevi almaktaki amacın neydi?

Seyfî Qazî: Bu görevi onurla aldım ve tek amacım ulusuma hizmet etmektir.

Albay Nikuzad: Amacın hizmet etmek miydi yoksa para biriktirip yaşamak için mi bu görevi üstlendin?

Seyfî Qazî (gülerek): “Albay, eğer beni tanımıyorsan bilmiş ol, bu görevi para toplamak için yapmamışım, 2 milyon tümene yakın kendi paramı Kürt ulusu ve Kürdistan Cumhuriyeti için harcamışım. Albay, öyle anlaşılmaktadır onun dışında beni de tanımıyorsun. Sen, mahkeme ve adaletin pratiğinden de hiçbir şey anlamıyorsun.”

Aslında burada, Albay henüz Qazî Mihemed’in sözlerinin yaratığı kızgınlığın etkisinde olduğu için, patlamaya hazır bir durumdaydı, Seyfî Qazî’yi kırmak ve bir bahaneyle ona kızmak istiyordu. Fakat Seyfî Qazî onu uyararak şöyle dedi:

“Artık biz yaşamdan da maldan da vazgeçmişiz, eğer sen bir iğnenin ucu kadar cesaretlenip beni rencide etmek istersen, ben Qazî Mihemed gibi değilim, yalnız sözle sana cevap vermem (elini yumruk yapıp Albaya göstererek dedi); bu yumrukla dişlerini ve başını kırarım, sonuç olarak bizim de beklediğimiz ölümün ötesinde bir şey yoktur. Şimdiye kadar bizim hakkımızda bir milyon yalan, hoş olmayan  ve düşüncesizce şeyler söylediniz, şimdi de yenilerini eklemek istiyorsunuz. Bizim aleyhimizde düzenlemiş olduğunuz bütün bu bahtsızlığın ve yalanların, hiçbir temeli yoktur, fakat burada size açıklıyorum, bütün bu yalan ve iftiralarınızı onurlanarak kabul ediyorum. Artık sizin hiçbir sorunuzu cevaplamayacağım.”

Böylece Seyfî Qazî’nin muhakemesi de sona erdi.

Ve ondan sonra sıra Ebû El Qasim Sedrî Qazî’ye geldi ve onu mahkeme salonuna getirdiler. Ona sorulan birinci soru şuydu:

Qazî Mihemed’e göndermiş olduğun o mektupta, “Dışarıdan size askeri yardım gelene kadar direnin”diye yazmandaki amacın neydi?

Sedrî Qazî: Böyle bir iddianın aslı yoktur, eğer böyle bir şey varsa buyurun kanıtlayın.

Barzanî için yazmış olduğun o şiir ne idi?

Sedrî Qazî: Evet,  o şiiri Barzanî’yi sevdiğim için yazdım.

Yargıç tekrar sordu: Mektubunda belirttiğin o yardım daha önce de var mıydı? Yoksa bu, yabancılar tarafından size gönderilen ilk yardım mıydı?

Sedrî Qazî: Böyle bir şeyin aslının olmadığını söylüyorum.

Yargıç tekrar sordu: Pîşeweri ile Tebriz’de, Miyandwaw’da Rus komutan Nemaz Elyof’la, Merxe’de Aleksandır’la ve Urmiye’de Rus konsolosuyla ne için görüşüp toplantı yaptınız?

Sedrî Qazî: Bu görüşmeler o günkü koşulların gereğiydi.

Yargıç sordu: Bu, Ruslar için yapılmış bir casusluk işidir.

Sedrî Qazî: Kimin için casusuluk? Neden? Ülkemizde olup da Rusların görmediği ne vardı? Rusların kendiliğinden gidip görmedikleri bir şey, bir yer  var mıdır?

Yargıç, tekrar dile getirdiği bazı isimlerin böyle, şöyle yazdığını söyledi.

Sedrî Qazî: Herhangi bir yere yazmış olduğum her yazının bir nüshasını da kendi yanımda tutarım. Mektup ve belgelerin tümünün içinde mevcut olduğu dosyamı Tahran’a gönderin. Neyi, neresi için yazdığım, o zaman daha iyi anlaşılır.

Bu şekilde her üç Qazî’nin de tekrardan görülen mahkemesi sonuçlandı. Mahkeme Heyeti tekrar konuşmaya başladı; ancak bu konuşma önceki gibi değildi, yarım saatten daha az bir sürede konuşmasını tamamladı ve kararını aldı. Qazî’lerin tekrardan yargılanması için kurulmuş olan bu ikinci Mahkeme Heyeti kararını yaklaşık on saat içerisinde açıkladı ve bu arada sürekli Tahran ve Mahabad arasında telsizle görüşmeler yapılıyordu. Mahkeme heyeti gece saat 12’de üç Qazî’nîn de idam kararını açıkladı ve bu kararı çok hızlı bir şekilde Tahran’a ulaştırıp onları haberdar etti.

Her ne kadar ne Qazî Mihemed, ne Sedrî, ne Seyfî Qazî ve ne de biz Tahran’ın kararıyla ilgili bir şey öğrenemedikse de, fakat asayiş komutanının yüz renginin belirgin bir şekilde değişmiş olduğunu, ellerinin titrediğini ve acil bir şekilde telsizle bir yerlerle ilişki kurmak istediğini gördüğümüz zaman, anladık ki çok sert bir karar verilmiştir.

Her ne kadar, Tahran’la yapılacak telsiz görüşmelerinin süresinin yarım saati aşmaması kararı önceden alınsa da, anlaşılan oydu ki Şah’ın Sarayı ve Genel Kurmay,  o gece sabaha kadar mahkeme kararının infaz sonuçlarını bekledi.

Doğrusu Qazî’lerin yeniden yargılanması için kurulan ikinci mahkeme de, bundan önceki meydan mahkemesinin yaptığı suçlamaları tekrarladı ve hiçbir suçlama için de önemli bir belge gösteremedi ve Qazî’lerin suçlamaları reddetmesine de bir cevap vermeden, her üçünün idam kararını onayladı. Ondan sonra, şehir içinde darağaçlarının kurulacağı bir yer aramaya koyuldular. Anlaşılan oydu ki asayiş komutanlığı mahkeme kararından bir gün önce, Çiwarçira meydanındaki bir evi belirlemişti, yani baştan beri idamların yapılacağı yer belirlenmişti.

Komutan: Biz gerekli yeri hazırlamışız.

Kiyomers Salih Yazıyor:  Başta verilmiş olan karara göre, Qazî’lerin infazı, Mahabad komutanlığına bırakılmıştı. Biz mahkeme heyetiyle birlikte Tebriz’e ve oradan da Tahran’a gitmek üzere hazırlandık. Fakat, aniden karar değişikliği yapıldı, Qazî’lerin cezası infaz edilene kadar mahkeme heyetinin orada kalması gerekiyordu. Qazî’lerin idamı gerçekleşene kadar, mecburen kaldık.

Mahkemenin bitiminden sonra, Qazî’lerin kaçmamaları için etrafı askerlerce korunan bir odada bekletiliyorlardı. Alınan karar doğrultusunda her biri on asker refakatinde ayrı kamyonlara bindirildiler. Onlara; “sizi Tahran’a göndereceğiz.” denildi. Qazî’leri birer birer Çiwarçira meydanına getirilmesi için, Mahabad Askeri Komutanlığından emir vrildi.

Ben de dergi için hazırladığım raporu tamamlamak üzere zindana gittim. Bir askerle birlikte zindanın içine girdiğimizde Qazî Mihemed’i gördüm, namaz kılıyordu. Bir asker Qazî’ye dedi: “Hazırlığınızı görün, sizi Tahran’a göndereceğiz.” Sedrî ve Seyfî, bilhasa da Sedrî Qazî (Ebû El Qasım) bu karardan çok memnun görünüyordu. Qazî Mihemed selamı verdikten sonra, gelişimizin ve söylediğimiz sözün onda hiçbir etki yaratmadığını gördük. Hızlı bir şekilde eşyalarını toplayıp hazırlandılar ve dediler: “Müsaade edin de Tahran’a gidişimizle ilgili ailelerimizi haberdar edelim ki yol harçlığımız için bize para getirsinler.”

Oradaki asker: “Hayır, gerekmiyor, komutan yol harçlığınız için gereken parayı, bu işten sorumlu askere vermiştir, bundan dolayı sizin para getirmenize gerek yoktur.” diyerek isteklerini reddetti.

Alınan karardan sonra, Qazî’lerin her biri on askerle birlikte ayrı kamyonlara bindirilerek götürüldü. O gün de askeri komutanlık tarafından şehir merkezinde olağanüstü durum ilan edilmişti, her nevi sokağa çıkma yasaklanmıştı. Şehrin merkezi ve çevresi, silahlı asker ve subaylar tarafından sarılmıştı. Yarım saat içerisinde Qazî’lerin her biri on askerle birlikte kamyonlara bindirildi; Qazî Mihemed birinci kamyona, Seyfî Qazî ikinci kamyona ve Sedrî Qazî de üçüncü kamyona bindirilerek hareket emrini beklediler. Kürt halkının korkutulması ve İran askerlerinin cesaretlendirilmesi için, Qazî’lerin Mahabad şehrinin merkezinde bulunan Çiwarçira meydanında idam edilmeleri kararı, Tahran’da alınmıştı. Mahkeme heyeti Mahabad’a doğru geldiği zaman, askeri komutanlık, şehrin güvenliğini sağlayacak askerleri yerleştirmek bahanesiyle, Çiwarçira meydanı etrafındaki evleri boşaltılar. Qazî’lerin götürüldüğü meydandaki evin üç kapısı vardı; kapılardan biri meydana açılıyordu, ikincisi de meydanın tersi istikamette açılıyordu ve üçüncü kapı da evin küçük avlusuna doğru açılıyordu. Qazî Mihemed’in içinde bulunduğu kamyonun meydan tarafına gitmesi emri verildi ve kamyon Çiwarçira’daki evin kapısında durduğu zaman Qazî Mihemed sordu; “Neden beni burada indiriyorsunuz?” Asker cevapladı: “Tahran’a gidişiniz buradan organize edilecektir ve kalan birkaç soru da burada size sorulacaktır.” Qazî Mihemed arabadan indi ve evin içerisine girdiği zaman, karşısında Albay Nikuzad, bir Kürd imam ve birkaç silahlı subayı gördü, aynı zamanda odada büyük bir masa ve üzerinde de bir Kuran vardı ve Tahran’dan Mahabad’a gelen sağlık müdürü de ordaydı. Orda anladı ki Tahran’a gitme olayı yalandır, bu bahaneyle onları Çiwarçira meydanına getirmişler.

Yargıç Albay Nikuzad mahkeme hükmünü okumaya başladı ve Qazî’ye dedi: Bu hükmün şimdi yerine getirilmesi gerekiyor. Eğer bir vasiyetin varsa söyle ya da yaz.

Qazî Mihemed hızlı bir şekilde masanın başına geçti ve vasiyetnamesini yazmaya başladı. Fakat yorgun olduğu görülmekteydi, bunun için birkaç sayfa yazdıktan sonra Mahabad imamına seslenerek dedi: Gel söyleyeceklerimi yaz. Qazî Mihemed, çok net bir şekilde konuşuyordu ve ona yazdırıyordu. Dedi yaz bakalım, gelecekte Kürt ulusunun çocukları ondan faydalanması için filan yer ve filan toprak; okul, hastane ve cami içindir. Kürt halkı için birliğinizi, bütünlüğünüzü oluşturun ve birbirinizi sevin diye nasihatlarda bulundu. Vasiyetnamenin yazımı bitikten sonra, namaz kılmaya başladı ve bütün bunlar da 2,5 saat sürdü. Yargıç bu süre içerisinde çok sıkıntılı görünüyordu, bir an önce Tahran’a dönmek istiyordu. Qazî Mihemed vasiyetnamesini yazıp namazını kıldıktan ve dileklerini Allah’a bildirdikten sonra, Kürt halkına vasiyetname ve birkaç nasihat yazmak için yetkililerden izin vermelerini istedi, yargıç da o izini verdi. Istediği kalem ve kağıt verildi, O da Yargıç Albay Nikuzad ve orada bulunan diğer her kesin duyacağı ve anlayacağı şekilde, imama söyleyeceklerini yazmasını istedi. Qazî: “Mele sana söyleyeceğim her şeyi yaz.” Mele: “Kurban olduğum ne yazayım, ben sizin konuştuğunuz şekilde (Kürtçe) yazmıyorum, Kürtçe yazmam için yargıcın izin vermesi gerekiyor.” Qazî Mihemed kızarak cevapladı: “Yargıç kimdir? Bana izin verip vermemesi nedir? Ben sana söylüyorum.”

(Kiyomers Salih diyor: Burada, Qazî Mihemed Meleye (İmama) Farsça söylediği şeyleri Kürtçeye çevirip yazmasını istiyordu)

İmam dedi: Kurban, beni bağışlayınız, Kürtçe yazmasını bilmiyorum.

Qazî Mihemed (kızarak) dedi: Bu da Kürt ulusunun diğer bir baht-ı karalığıdır.

Qazî Mihemed kalemi eline alarak, düzgün ve çok güzel bir yazıyla vasiyetnamesini kendisi yazmaya başladı:

Büyük ve şefkatli Allahın adıyla,

Kürt ulusu ve değerli kardeşlerime;

Hakları gasp edilen kardeşlerim! Zulme maruz kalan ulusum! Ben yaşamımın son anlarında sizlere birkaç öğütte bulunmak istiyorum: Allah’ın hatırı için artık birbirinize düşmanlık yapmayınız, birbirinizi koruyun, birbirinize yardımcı olun, zulme ve zorba düşmana karşı koyun, kendinizi düşmana satmayın, düşman kendi işini size gördürünceye kadar size katlanır, fakat şunu biliniz ki hiçbir zaman size acımaz ve güvenmez.

Kürt ulusunun düşmanları çoktur, zalimdir, zorbadır ve merhametsizdir. Bütün ulusların ve halkların başarısının sembolü birlik ve bütünlüktür, ulusal dayanışmadır. Birliği ve bütünlüğü olmayan uluslar, sürekli düşmanlarının egemenliği altında olurlar. Kürt ulusu! Yeryüzündeki diğer uluslardan hiçbir şeyiniz eksik değildir, belki de yiğitlikte, beceride ve gayret gösterme yönünde kurtulmuş olan çok ulustan da ilerdesiniz. Zorba düşmanlarının elinden kurtulan diğer uluslar da sizin gibidir; fakat kendi birliğini oluşturanlar kurtuldular. Siz de yeryüzündeki diğer bütün uluslar gibi artık esaret altında kalmayın. Ancak birlikle, kıskanmadan, kendini düşmana satmadan ve tahammülle ulusumuz kurtulabilir.

Kardeşlerim! Kürt düşmanları hangi renkten ve ulustan olursa olsun, her zaman düşmandır; acımasızdır, vicdansızdır, sizin kendi elinizle sizi öldürecektir, onursuzlaştıracak yalan ve hilebazlıkla sizi kandırıp birbirinize düşürecektir. Kürt ulusunun bütün düşmanları içerisinde Acemler hepsinden daha zalim, mel’un, Allah tanımaz ve acımasız olanıdır. Kürt ulusuna karşı hiçbir suç işlemekten kaçınmaz, Kürt ulusuna karşı tarihten gelen bir kini ve nefreti olmuş ve bu gün de devam etmektedir. Şîkakîli İsmail Axa’dan tutun kardeşi Cevher Axa, Menguri’li Hamza Axa ve diğerlerine kadar halkınızın bütün büyüklerini kandırdılar, yalnızlaştırıp halkın desteğinden yoksun bıraktılar ve onlara Kur’an adına yemin ederek Acemlerin onlara hayırlı bir niyetle yaklaştığına onları inandırıp kalleşçe öldürdüler. Ama Kürtler, Acemlerin ettikleri yemin ve verdikleri sözlere çabuk inanıp ve kandırılırlar. Fakat geçmiş tarihten günümüze kadar hiç kimse Acemlerin Kürtlere verdikleri sözleri ve yaptıkları antlaşmaları yerine getirdiklerini görmemiştir, sürekli yalan söyleyip ve hilebazlık yapmışlar. Ben, sizin küçük bir kardeşiniz olarak, Allah’ın yollunda ve Allah’ın hatırı için size diyorum birlik olun ve hiçbir zaman birbirinizi yalnız bırakmayın. Çok iyi bilin eğer Acem size bal verirse, biliniz ki içine zehir katmıştır. Acemlerin sözüne, yeminine ve yalanına kanmayınız, eğer bin kere kutsal kitaba el bassa da ve size söz verse de inanmayın, çok iyi biliniz ki tek amaçları sizi kandırmaktır.

Şu anda yaşamımın son saatlerindeyim ve yüce Allahın hatırı için size nasihat ediyorum ve size söylüyorum: Allah biliyor ki mücadelemle, başımla, canımla, nasihat ve doğru yolu göstermekle elimden gelen çalışmayı yapmışım. Şimdi de içinde bulunduğum şu anda da sizleri uyarıyorum ki artık Acemlere kanmayın ve Kur’an’a el basıp yemin etmelerine, verdikleri söz ve yaptıkları anlaşmalara inanmayın. Çünkü Acemler Allah’ı tanımadıkları gibi Allah’a ve Peygamberine, kıyamet gününde hesap vermeye de inanmazlar. Onlar açısından müslüman olsanız da Kürt olduğunuz için suçlusunuz, onlar için düşmansınız, başınız, canınız ve malınız onlar için helaldir ve bunu ganimet olarak bilirler. Her ne kadar size verdiğim söz, sizi hain düşmanın elinde bırakıp gitmek değil idiyse de, düşündüğüm zaman, çoğu kere büyük yiğitlerimiz de yemin, yalan ve hile ile Acemler tarafından yakalanıp öldürülmüşler. Düşman, yiğitlik meydanında onlara karşı duramayacağını bildiğinden, çaresiz kaldıkları zamanlarda yalan ve hile ile onları kandırıp öldürmüştür.

Bütün bunları sürekli düşünüyordum ve hiçbir zaman Acemlere güvenmedim. Acemler burayı tekrar işgal etmeden önce, Acem devleti ve Şah’ın kendisi bir çok kere göndermiş olduğu mektuplarla, tanınmış Kürt ve Fars şahsiyetleri aracılığıyla Kürdistan’da bir damla kanın dökülmemesi için büyük söz ve vaatlerle, ellerinden gelen gayreti ve iyi niyeti göstereceğini belirtmiştir. Şu anda siz Acemlerin verdikleri söz ve antlaşmaları gözlerinizle görüyorsunuz. Eğer bazı bölge komutanları ve Kürt aşiret reisleri ihanet yapmasaydı ve kendini Acem hükümetine satmasaydı, bu yaşadıklarımız bizim, sizin ve Cumhuriyetimizin başına gelmezdi.

Size vasiyetim ve nasihatim şudur ki; çocuklarınız okusun; çünkü bizim Kürt ulusu olarak diğer uluslardan hiçbir eksikliğimiz yoktur, yalnız okumak yetmez, öyle bir okuyun ki uluslar kervanından geri kalmayasınız. Okumak düşman için öldürücü bir silahtır. İnanın ki eğer kendi aranızda birlik, bütünlük ve okumuşluk iyi durumda olursa, düşmanı daha kolay yenmiş olursunuz.

Olmaya ki benim, kardeşimin ve amcam oğlunun öldürülmesiyle korkasınız, umudunuza ve amacınıza ulaşana kadar bizim gibi daha birçok insanın başını bu yolda kurban vereceksiniz. Inanıyorum ki içinizden çok sayıda insan da kandırılıp koparılacaktır.

İnanıyorum ki bizden sonra gelecek daha becerikli ve bilinçli insanlarımız da Acemler tarafından kandırılacaktır; fakat umut ederim ki bizim ölümümüzden ders ve ibret alırsınız. Kürt ulusuna sadık olanlar! Size diğer bir vasiyetim de şudur ki Kürt ulusunun bağımsızlığı için ne yapıyorsanız, yüce Allah’tan dileyin ki size yardımcı olsun, ben çok iyi inanıyorum ki yüce Allah size yardımcı olacaktır ve başarılı olacaksınız. Sen, niye başarmadın? diye benden sorabilirsiniz. Size vereceğim cevapta diyorum: O yüce Allah’ın adına ben başardım, kendi halkının ve ulusunun kurtuluşu yolunda başını, canını ve malını kurban etmekten  daha büyük bir başarı var mıdır? İnanın ki eğer ölüm Allah ve O’nun Peygamberi yolunda, ulusum ve halkım içinse ve yüz akıyla ölüyorsam, bu ölüm benim için başarıdır.

Aziz Kardeşlerim!

Kürdistan her Kürdün evidir, nasıl ki bir evdeki aile bireylerinin her biri bildiği işten sorumlu ve meşgul ise, işte Kürdistan da o ev gibidir. Eğer o evin üyelerinden birisinin bir işin üstesinden geldiğini görüyorsanız, ona yardımcı olun o işi yapsın. Yürüdüğü yolda o insana engeller çıkartmak doğru değildir, sizden biri büyük bir sorumluluk üstlendiği zaman ve büyük bir yükü omuzlayıp götürdüğü zaman, o işi bildiğini ve o göreve karşı büyük bir sorumluluk altına girdiğini biliniz, bundan dolayı da tahammülsüz olmayınız. Çok iyi bil ki senin Kürt kardeşin kindar ve kötü kalpli düşmanından daha iyidir. Eğer büyük bir sorumluluk üstlenmeseydim şu anda darağacının önünde olmayacaktım, onun için birbirimize karşı tahammülsüz olmayınız. Bizim verdiğimiz emirleri yerine getirmeyenler, yalnız itaatsizlik yapmadılar, belki bize düşmanlık da yapıyorlardı. Çünkü biz kendimizi halkımızın hizmetçisi olarak görüyorduk. Şu an onlar kendi evinde ve çocukları arasında tatlı bir uykudadırlar; lakin biz ulusa yaptığımız hizmetten dolayı darağacının önündeyiz ve şu an ben yaşamımın son adımlarını bu vasiyetnameyi yazmakla tamamlıyorum. Eğer benim omuzlarımda da büyük bir sorumluluk olmasaydı, şu an ben de sizin gibi evimde ve çocuklarımın yanında, tatlı bir uykuda olacaktım. Bizden sonrakiler için yaptığım bu nasihatlar, benim sorumluluklarımdan biridir, eğer bu sorumluluğu benim yerime başka biri üstlenmiş olsaydı, inanıyorum ki şu an benim yerimde o darağacının önünde olacaktı. İşte, ben Allah’ın rızasıyla da almış olduğum sorumluluktan dolayı, ulusunun hizmetinde ve doğru yolda olan bir Kürt olarak bu nasihtleri size yaptım ve umuyorum ki nasihatlarımı bugünden sonra tamamen dinlersiniz ve bunlar size ibret olur. Yüce Allah’tan umut ederim ki düşmanlarınızı yenersiniz.

* Birlik ve beraberliği savunun, kötü işler yapmayın, bilhassa sorumluluk ve hizmette birbirinizi kıskanmayın.

* Allaha ve Peygamberine inanın ve Allah’tan gelen her şeye güvenin ve mümkün olduğu kadarıyla dini görevlerinizi yerine getirin.

* Düşmanın tuzaklarına daha az düşmek için okuyun, bilginizi ve bilimsel yanınızı geliştirin.

* Düşmanlarınıza güvenmeyin ve bilhassa da Acem gibi düşmanlara. Çünkü, Acemler birkaç yönüyle sizin düşmanınızdır; ulusunuzun, halkınızın ve dininizin düşmanıdır. Tarih göstermiştir ki her seferinde çeşitli bahanelerle Kürtlere saldırmış ve en basit suçlamalarla Kürtleri öldürmüş, onlara karşı her tür suçu işlemekten çekinmemişlerdir.

* Bu dünyadaki birkaç günlük değersiz yaşam için, kendinizi düşmana satmayın; çünkü düşman düşmandır ve güvenilecek hiçbir yanı yoktur.

* Birbirinize ihanet etmeyin; ne siyasi, ne can, ne mal ve ne de namus olarak ihanet etmeyin. Çünkü, ihanetçi hem Allah katında ve hem de insana karşı suçlu ve güvenilmezdir. İhanet, bir gün ihanetçinin karşısına dikilir.

* Eğer sizden biri ihanet yapmadan bir işinizi yapabiliyorsa, ona yardımcı olun, kıskançlık ve tahammülsüzlükten dolayı karşı koymayın, Allah göstermesin ona karşı yabancıların ajanlığını yapmayın.

* Okul, hastane ve cami yapılmak üzere vasiyetnamemde belirttiğim yerlerden faydalanmanız için, bütün gücünüzle talepte bulunun.

* Esaret altında olan diğer bütün milletler gibi esaretten kurtulana kadar, mücadeleden ve çalışmadan vazgeçmeyin. Dünya malı hiçbir şey değil. Eğer devletiniz olursa, özgür olursanız, o zaman her şeye; mal, vatan, toprak, namus ve mülke sahibi olursunuz.

* Bildiğim kadarıyla Allah’a olan borcumun dışında, başka hiç kimseye borcum yoktur, eğer biri çıkıp da ona borçlu olduğumu (az ya da çok) iddia ederse, kendimden sonrakilere büyük bir mal varlığı bırakmışım, mirasçılarımdan bu hak talebinde bulunabilir.

Birliğinizi oluşturmadan, başarılı olamazsınız. Birbirinize karşı zulüm ve zorbalık yapmayın; çünkü Allah zalimleri çok çabuk ortadan kaldırır. Bu Allah’ın sözüdür: Zalimler yenilecektir, Allah ondan zulmüne karşılık intikamını alacaktır.

Umuyorum ki bu nasîhatları dinlersiniz ve Allah’ın yardımıyla da düşmanınızı yenersiniz. Sadî’nin dediği gibi:

“Miradî ma nesîhet bud we goftem

Hewalit ba Xuda kerdîm ve reftem.”

Ulusun ve Ülkenin Hizmetçisi 

 Qazî Mihemed

Qazî Mihemed vasiyetnamesini yazıp bitirdikten sonra, dönüp yargıca dedi: İstersen dinle sana okuyayım.

Yargıç: Gerekmiyor.

Qazî Mihemed: İyi, islam hukukunda idam tasvip edilmediği için, beni öldüreceğiniz zaman kurşunlayarak öldürün.

Yargıç, Qazî Mihemed’in bu isteğini kabul etmedi; çünkü mahkeme kararına göre iple boğulmaları gerekiyordu.

  Qazî Mihemed: “Namaz kılacağım ve ölümden önceki vaciplerimi yerine getireceğim.” dedi.

İstekleri için izin verildi. Qazî Mihemed darağacının önüne gitmeden önce, dönüp kıbleye doğru baktı ve her iki elini havaya kaldırıp yüksek bir sesle dileklerini Allah’a bildirdi:

Allah’ım! Kendin de şahitsin ki bu ulusa hizmet etmekte hiçbir şey esirgemedim ve endişem olmadı. Allahım! Şahitsin ki senin yolunda elimden gelen her şeyi yapmışım. Allahım! Bu dünyada ve kıyamette mazlumların intikamını zalimlerden al, benim bildiğim kadarıyla bu hep böyledir. Her şeyden haberdar olan Allah’ım. Bütün ezilen ulusları ve Kürt ulusunu da zalimlerin boyunduruğu altından kurtar.

Allah’a dileklerini bildirme ve haykırış işi, yaklaşık 20 dakika sürdü.  Qazî Mihemed’in Kürtçe olarak söylediği bu şeyleri, ben de mahkemede hazır bulunan Kürt imamdan Farsça anlamını soruyordum.

Bütün bu aşamalardan sonra, infazı gerçekleştirmek üzere Qazî Mihemed’i darağacının önüne götürdüler ve ilmik boynuna atıldıktan iki dakika sonra Qazî Mihemed can verdi. Saat sabahın 4’ü idi.

Bundan sonra Kürdistan Cumhuriyeti Savunma Bakanı, Mihemed Hüseyin Seyfî Qazî’nin  içinde bulunduğu otomobilin meydana doğru gelmesi için işaret verildi. Seyfî Qazî evin içine girdiğinde, karşısında yargıcı, imamı ve sağlık müdürünü gördüğü gibi meseleyi anladı, fakat hiç etkilenmedi ve bozuntuya vurmadı. Yargıç, ona mahkeme kararını okudu ve vasiyetnameni yazabileceğini söyledi.  O da masanın başına oturup on sayfadan ibaret olan vasiyetnamesini yazdı. Vasiyetnamesini yazıp bitirdiğinde, sabah vakti olmuştu. Onu darağacı meydanına doğru götürdüklerinde, gözleri uzaktan Qazî Mihemed’in darağacında sallanan vücuduna ilişince, doğrudan Kürtçe devrimci sloganlar atmaya başladı, tekme ve yumruklarla asker ve subaylara saldırdı ve önüne çıkan her subayı döverek yere yığdı. Aslanlar gibi kükremiş Seyfi Qazî’nin sesinden dolayı, Çiwarçira meydanı etrafındaki evlerde bulunan bütün halk uykusundan uyandı, ellerinin yetiştiği her birini dövdü ve aslanlar gibi kükreyerek haykırıyordu: Yaşasın Qazî Mihemed! Yaşasın Kürtler! Yaşasın Kürt ulusunun bağımsızlığı! Biz öleceğiz ama Kürtler hiçbir zaman ölmeyecektir!

Seyfî Qazî’nin sesi gürdü ve kendisi de çok heybetli ve korkusuzdu, bunun için darağacının önüne yetiştirilene kadar tekme ve yumruklarla birkaç kişiyi yere serdi. Onun gür sesinden dolayı mahalle sakinlerinden çok sayıda insan uykusundan uyandı; ancak olağanüstü durum ilan edilmiş olduğu için akşamdan beri gidiş-gelişler ve sokağa çıkma yasaklanmıştı, bunun için kimse sokağa çıkma cesaretinde bulunamadı.

Boynuna ilmik atıldıktan 2 dakika sonra ilmik koptu ve Seyfî Qazî’ yere düştü. Onu tekrar kaldırıp üçüncü darağacının önüne götürüp ilmiği boynuna attıkları zaman,  henüz can çekişiyordu. Saat, sabahın 5’i idi ve her taraf aydınlık olmuştu.

Sıra Ebû El-Qasım Sedrî Qazî’ye geldi. Fakat, birkaç saat kamyonda beklettikleri için sersemleşmişti ve aynı zamanda idam meydanından uzak olmadığı için de büyük ihtimalle Seyfî Qazî’nin haykırışlarını da duymuştu. Bundan dolayı bir dereceye kadar durumun ne olduğunu anlamıştı.

Seyfî Qazî’yi kamyondan indirip yukarı çıkarttıklarında; yargıcı, imamı ve bizi görünce durumu anladı. Yalvarmaya başladı ve dedi: Benim hiçbir suçum yoktur, durumum tam netleşene kadar beni Tahran’a göndermeniz için rica ediyorum. Mahabad’lı imam ona dedi: “Ayıptır utan biraz, onlara yalvarma, diğerleri gibi yiğit ol, bundan sonra yalvarmak derdine derman olmaz, bu mahkeme kararıdır ve yerine getirilmesi gerekir, neden yiğitçe ölmüyorsun? Yiğitçe yaşadın, yiğitçe de öl. Niçin düşmanın gönlünü hoş ediyorsun? Onlar düşmandır, sizi asacaklar.” İmam’ın bu sözleri onu etkiledi, bundan dolayı oturdu ve vasiyetnamesini yazmaya başladı.

Seyfî Qazî vasiyetnamesini tamamladıktan sonra darağacı meydanına doğru götürüldü, gözü Qazî Mihemed ve Seyfî Qazî’nin darağacına asılı bedenine ilişince durumu kötüleşti ve ağlamaklı oldu, dizlerinin bağı çözüldü, bu durumda subaylar onu kucaklayıp götürüp ilmiği boynuna atmak zorunda kaldılar. Onu da idam ettikten sonra, böylece her üç Kürt liderin idam işi de bitmiş oldu.

Onların idamından sonra, bizi Tahran’dan getiren otomobil Çiwarçira meydanının biraz ötesinde hazır bir şekilde bekliyordu. Eşyalarımız bizden önce otomobile bindirildiği için, mahkeme heyeti, ben ve birkaç subay hızlı bir şekilde otomobile bindik ve Miyandıwaw ve Tebriz’e doğru hareket ettik. Sabah saat 10:00 da Mîyandiwaw’a ve oradan Tebriz’e ulaştık.

Doğrusu, Kürt önderlerinin bu derece korkusuz, yiğitçe ve şerefli bir duruş göstereceklerine inanmıyordum. Şu ana kadar da Qazî Mihemed’in sesi kulaklarımda çınlıyor; “Allah’ım, mazlumların hakkını zalimlere bırakma”, ya Seyfî Qazî’nin o meydanı ve çevresini dolduran haykırışı, asker ve subaylara salladığı yumruk ve tekmeler, bütün bunlar hafızama kazınmış ve sürekli gözlerimin önüne geliyor.

Onlara yakınlaşmaktan korktuğum için ancak uzaktan birkaç resim çekebildim, idamdan sonra da uzaktan darağacında asılı bir resimlerini çektim. Ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyorum; ama Qazî Mihemed’in dualarının kabul edileceğine inanıyorum.

***

Yukarıdaki bu yazı bir bütün olarak, askeri yayın organı olan Mehname dergisinin 61. sayısında yazılmış ve yayımlanmıştır. Şunu belirtmek gerekir ki “Vasiyetname”deki çok sayıda paragraf ve cümlenin üstü karalanmıştır. Benim inancım odur ki tutanaklar üzerinde oynanmış, bilhassa da Kürt ulusuna nasihat yapılan bölüm üzerinde. Fakat askeri kadro ve diğer önemli kesimler için gizli olarak çıkartılan Wêjename adlı broşürde, karalanan yerler daha az ve her üç Qazî’nin mahkeme tutanakları da tamamen yazılmıştır.

O derginin bir sonraki sayısında Yüzbaşı Kiyomers Salih diyor: “Güvenliğim bahanesiyle Wêjename’ye de dağıtım izni verilmedi.” Aynı zamanda yazısının sonunda da şöyle demektedir: “Qazî Mihemed imam’a dedi, sabah benim bu vasiyetnamemi ve nasihatlarımı Mahabad halkına duyur.” Qazî Mihemed, “Vasiyetname”sini İmam’ın elline tutuşturdu; fakat idamdan sonra yargıç Qazî Mihemed’in vasiyetnamesini Kürt imamdan aldı ve benim ellime tutuşturarak dedi, “Bu ileride fitne olacak”, işte ben de Wêjename’de yayınladım, ancak dağıtılması engellendi.”

Şunu belirtmeliyim ki Qazî Mihemed’in el yazısı olarak ailesine bıraktığı vasiyetname ile Kürt ulusu için bıraktığı vasiyetname ve nasihatların her ikisi de İran Genel Kurmay arşivhanesinde korunmaktadır. Bununla birlikte Genel Kurmay’ın Ulusal Arşivhane’sinde Mehname, Wêjename ve Tac Kiyan’nın bütün sayılarıyla birlikte İran’daki bütün devrim ve başkaldırıların, yargılanan önder ve subaylarının mahkeme tutanakları vardır. Örneğin Horasan, Azerbaycan, Qazwîn, Şîraz, Tahran, Esfehan, TUDEH subaylarının, Şahinşahı askerlerinin başkaldırısının, Nurî Hewayî, Milli Cephe, Dr. Musaddık taraftarlarının ve İran Şah’ının eski damadı Erdeşîr Zahid’le birlikte Şah’ın karısı Süreya’nın mahkeme tutanakları orijinal şekliyle o arşivhanede korunmaktadır.

 Kaynakça:

1- Tac Kiyan broşürü, İran Genel Kurmayı yayını

2- Mehname dergisi, sayı: 44-75 arası, İran Genel Kurmayı yayını

Jêder: Seîd Veroj, Komara Kurdistanê û Mehkemekirina Pêşewa Qazî Mihemed, Weşanên Sîtav, Wan, 2019

Bersiv bide

Olarak giriş yaptı admin. çıkış Yap?

Ji kerema xwe re şiroveya xwe binivsîne