Baas yönetimi döneminde eş ve çocuklarını, evini, malını ve mülkünü üzerine alamayan Suriyeli Kürtler, insanlığı mağara dönemine geri götürmeyi vaat eden “komünal yaşam” derdinde değil. PKK’nin Soğuk Savaş öncesinden kalma, demode olmuş ideolojisi, ne şimdi, ne de gelecekte, Suriye Kürtleri arasında maya tutabilir. Üstelik ne Amerika ne de dünyanın geri kalanı, Ortadoğu’nun kalbinde yeni bir Kuzey Kore modeline müsaade eder.

ABD’nin Suriye’deki YPG güçlerine doğrudan silâh yardımı yapma kararı alması ve bu silâhların ağır mühimmatı da içermesi, Türkiye’de tepkiyle karşılandı.  Çin’de konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’de konu ile ilgili nihai görüşmeyi kendisinin yapacağını belirtip, “Ondan sonra da kararımızı vereceğiz. Eğer stratejik müttefiksek ittifak içinde karar almamız lâzım. Buna gölge düşecekse başımızın çaresine bakmalıyız. Biz bu ittifakı aleyhimize olacak yaklaşımlara boğdurmayız” dedi. Ana muhalefet cumhurbaşkanına ABD ziyaretini iptal etmesi çağrısında bulunurken, Başbakan Binali Yıldırım, “ABD’ye savaş açacak değiliz” diyerek ortamı sakinleştirmeye çalıştı.

ABD- Türkiye ilişkilerini Kobani gerdi

Suriye krizi bağlamında, Türkiye ile ABD arasındaki uyuşmazlığın — veya deyim yerindeyse “soğuk savaşın” — 2014’teki Kobani olayları sırasında gün yüzüne çıktığını söyleyebiliriz.  IŞİD’in saldırıları sonucu kent merkezi düşmek üzereyken ABD havadan PYD’ye silâh yardımında bulundu ve Türkiye bu silâhların daha sonra PKK’nin eline geçmesi durumunda kendisine karşı kullanılabileceğini daha o zaman dile getirdi. Pêşmerge güçlerinin de Türkiye üzerinden bölgeye intikal etmesine müteakip, Kobani IŞİD’den kurtarıldı. Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra PKK basiretsizce barış sürecini heba edince, Türkiye’nin PYD’ye yönelik tavrı tamamen değişti ve PYD, PKK ile özdeş bir örgüt, PKK’nin Suriye’deki kolu olarak görülmeye başladı. Oysa daha önceki süreçte, Salih Müslim birkaç kez Türkiye’de misafir edilmiş ve kendisiyle en üst düzeyde görüşmeler yapılmıştı.

Şüphesiz son üç dört yılda, başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkenin Suriye politikasında köklü değişiklikler meydana geldi. Barış sürecinin devam ettiği koşullarda, Türkiye’nin Suriye meselesindeki önceliği Beşar Esat yönetimin iktidardan düşmesiydi. Ancak daha sonraki dönemlerde bu öncelik, Suriye’de PYD egemenliğinde oluşacak özerk bir Kürt bölgesi veya bağımsız bir Kürt devletinin ortaya çıkmaması şeklinde değişti. Böylece Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonunu hem IŞİD’i kendi sınırlarından uzaklaştırmak, hem de Kürt kantonlarının birleşmesini engellemek amacıyla başlattı. Bu dönemde gerek Rusya ve gerekse ABD, Türkiye’nin YPG ile bir çatışma içine girmeyecek ve özellikle de Halep’e doğru genişlemeyecek bir harekâtına (bu ölçüler içinde) yeşil ışık yaktılar. Ancak ne ABD, Rusya ve ne de İran, Türkiye’nin Suriye sınırları içinde daha fazla yayılması ve etkinlik alanını genişletmesini istiyordu. Bu durumun farkında olan Türkiye,  Suriye’de elini daha da güçlendirmenin en önemli unsuru olarak Rakka operasyonunu görüyordu. IŞİD’in Suriye’deki başkenti Rakka’ya yapılacak operasyonda yer almak, Türkiye’nin Suriye “masası”ndaki  pozisyonunu ciddi anlamda değiştirebilirdi.

ABD ve Rusya, Türkiye’yi Rakka operasyonunda istemedi

Türkiye Rakka operasyonunu, Suudi Arabistan ve Katar’ın da destek sunduğu ÖSO kuvvetleriyle gerçekleştirmeyi planlamaktaydı. Basına yansıdığı kadarıyla Türkiye, Rakka’ya ulaşmak için iki güzergâh üzerinde duruyordu. Bunlardan ilki El Bab üzerinden, bölgeyi aşağıdan kuşatarak Rakka’ya ulaşmak; ikincisi ise PYD denetimindeki Girê Spî’den (Tal Abyad) bir ok şeklinde aşağıya inmekti. Özellikle El Bab üzerinden bir kuşatmaya Rusya ve İran sıcak bakmazken, PYD her iki yolun da kendileri için bir kuşatma olacağının farkındaydı.  Türkiye açısından ise,  durum ne olursa olsun PYD bu operasyona dâhil edilmemeliydi.

Sonuçta, belli ki gerek Amerika ve gerekse Rusya, Türkiye’nin Rakka operasyonunda yer almasını istemedi. ABD’nin PYD’ye doğrudan silâh yardımı sağlaması, Rakka operasyonunun PYD öncülüğündeki Kürt ve Arap kuvvetleri eliyle yapılacağının kesin kararı anlamına geliyor. Kanımca bu kararın alınmasında üç temel unsur ön plana çıkmakta: (1) Suriye’deki bir kentin, Suriye kaynaklı güçler tarafından kurtarılmasının daha isabetli olacağı düşüncesi.  Doğal olarak, sahada fiilen yer alan aktörlerin sayısı arttıkça, çözüm üretmek daha da karmaşıklaşır. (2) PYD’nin sahada IŞİD karşısında oldukça etkin bir güç olarak kabul görmesi.  Kobani, Menbiç ve Tabka’nın alınması, PYD’yi uluslararası kamuoyu nezdinde bir kere daha IŞİD’e karşı savaşan en etkin güç konumuna taşıdı. (3) Suriye’nin IŞİD sonrası siyasi şekillenmesinde, birbirlerini dengeleyecek istikrarlı yönetim merkezlerinin oluşmasını sağlayacak zeminin hazırlanması. Yani ne Esad, ne Kürtler ve ne de Sünni Arap nüfusun, tek başına bütün Suriye’ye egemen olacak politikalara özenmesi. Bundan hareketle, sağlıklı işleyecek (federal veya konfederal) bir devlet zemininin oluşturulması.

Türkiye’nin eli halen de çok güçlü

Trump yönetiminin PYD’yi silahlandırması ve Türkiye’nin Rakka operasyonunda yer almayacak olması, Türkiye açısından asla bir kayıp değildir. Hayır, Türkiye kaybetmedi. Türkiye’nin en büyük eksikliği, Suriye Kürtlerine yönelik politikalarını PKK  “tehdidini” esas alarak biçimlendirmeye çalışmasıdır. PYD’li bazı yöneticiler kendilerini ideolojik olarak PKK’ye yakın görüyor olabilir; ancak Suriye’deki Kürtlerin temel amacı özgür ve insanca bir yaşama kavuşmak. Onlar, insanlığı mağara dönemine geri götürmeyi vaat eden “komünal yaşam” derdinde değil. Baas yönetimi döneminde eş ve çocuklarını, evini, malını ve mülkünü üzerine alamayan Suriyeli Kürtlerin derdi, devletsiz, kadınsız, kocasız bir hayat hiç değil. Ne şimdi, ne de gelecekte,PKK’nin Soğuk Savaş öncesinden kalma, demode olmuş ideolojisi Suriye Kürtleri arasında maya tutabilir.  Üstelik ne Amerika ne de dünyanın geri kalanı, Ortadoğu’nun kalbinde yeni bir Kuzey Kore modeline müsaade eder.

Suriye Kürtlerinin en önemli derdi kimlik haklarını güvence altına alıp, Irak Kürdistanı’ndaki kardeşleri gibi kendi kendilerini yönetecek bir ortama kavuşmaktır. Dolayısıyla onlar da, yarın bir statü elde ettiklerinde asla Türkiye’ye düşmanlık yapmayacak; ikinci veya üçüncü bir gücün kendi toprakları üzerinden Türkiye’yi tehdit etmesine müsaade etmeyeceklerdir.

İki hafta önceki yazımda, İran’ın nasıl da tek bir kurşun atmadan Irak ve Suriye’yi “ele geçirdiğini” yazmıştım. Türkiye, Suriye Kürtlerine bir adım yaklaşsa, eminim onlar üç adım öne gelir. Çünkü Kürt ana gövdesi Türkiye’dedir. Dolayısıyla Türkiye, Irak Kürtleri meselesinde olduğu gibi Rojava Kürtlerini de kazanabilmelidir. 17.05.2017

[email protected]