Bugüne değin, 24 Nisan 1915’te varlığı kanıtlanmış trajik olguların öncesi ve sonrası ile, tarihsel Kürd-Ermeni ilişkiler örgüsü bir bütün olarak irdelenirken, dayanaklı yâda dayanaktan yoksun, pek çok sav öne sürüldü ve sürülmektedir. Ermeni sorununa ilişkin Stockholm sendromu belirtisi gösteren bir yazı da, geçenlerde Fırat Aydınkaya tarafından kaleme alınmıştı. Tarihsel öneme haiz olan bu konuya ilişkin, Ermeni diasporası, Ermeni araştırmacı-yazarlar ile, Kürd trajedisine kulak tıkayan Fırat Aydınkaya gibilerin mesnetsiz karaçalmaları gözden kaçmamaktadır. Öte yandan, reel tarihsel olgulardan bihaber olarak, Kürdleri katliamcılıkla yaftalayıp, ideolojik pohpohlanmayla Kürdleri sözde temsilen kendini affettirme hülyalarına kaptıran Fırat Aydınkaya ve benzeri Kürd cenahının, bu denli yaşamsal bir olguyu maksatlı ve sığ iddialarla öne sürmeleri, her yönüyle somuttan ve ahlaktan yoksun bir bütünsellik göstermektedir. Asıl olarak, burada gözden kaçırılmaması gereken konu, öteden beri birçok entrikalarla her türlü enstrüman kullanılmak suretiyle maksatlı propagandalar yürütülerek ve algı operasyonlarıyla ne yazık ki sahih sanığı aklayıp, zımni olarak Kürdleri sanık sandalyesine oturtmaktır.

Ermeni tehciri ve akabindeki katliamın hangi figür ve hangi otoritenin ne amaçla yaptığı tüm tanık ve somut belgeleriyle aleni ortadayken, konuyu başka yöne saptırmanın gayesini bilmemek için alık olmak lazım. Buna verilecek cevap son derece kısa ve yalın olarak; katliama uğrayan yaklaşık 800,000 mazlum Ermeni insanının ölümü, Ermenistan devletinin resmi ideolojisi tarafından çok da önemsenmemektedir. Hülasa, Ermenistan resmi ideolojisi fiziksel jenosid kartını elinde tutarak, batı Asya’daki devasa Kürd coğrafyasını “Batı Ermenistan” olarak hayal etmesinden anlaşılmaktadır. Ermeni diasporası ve Raymond Kevorkian gibi birtakım milliyetçi Ermeni araştırmacı-yazarlar, Fırat Aydınkaya ve benzeri Kürd avaneyi kendilerine yedekleyerek, vuku bulan bu trajik kitlesel fiziki katliamın müsebbibi olarak, maksaten Kürdleri işaret etmektedirler. Buna mukabil olarak, Ermenistan devleti bir adım daha ileri giderek, SSCB’nin dağılmasından hemen sonra, adeta Kürd avına çıkıp kendi ülkesindeki Kürdlerin bir kısmını katletti, geri kalanını da topraklarından kopartıp tehcir etti. Şimdilik bu konuya daha fazla girmeğe gerek duymadan, tekrar Fırat Aydınkaya ve benzerlerinin ajitasyonuna atfen, tarihe müteallik bir anekdotla devam etmeyi daha önemli bulmaktayım.

Orta çağ idam aygıtı olan giyotinle öldürülecek suçlunun ebeveynleri, cellâtlara rüşvet verip giyotin kesicisinin hızla indirilmesini isteyerek, çocuğunun az acıyla boynunun kesilmesini sağlarlardı. Bu kez, karanlık güçler tarafından giyotin tezgâhına yatırılmak istenen Kürdlerin daha fazla acı çekmesi için, maalesef Fırat Aydınkaya ve benzerlerinin eliyle, cellatın giyotin kesicisini yavaş indirmesini sağlamaya çalışıldığına hep beraber tanık oluyoruz. Mesnetsiz suçlamalarla Kürdleri katil sandalyesine oturtmakla ününü yayma derdinde olduğu anlaşılan Fırat Aydınkaya’nın başka yazıları da aynı açıyı göstermekte olması, bu şahsın iyi olmayan niyetini ifşa etmektedir.

Mazlum Ermeni halkının katliamı sürecinde Kürd cemiyetleri ile ağa, şeyh, seyyid ve bey gibi şahsiyetlerin aralıksız olarak Kürd halkına çağrıları belgelidir. Bunun yanı sıra, gerek bu nüfuz sahibi şahsiyetler olsun, gerekse halkın kendisi olsun, devletin resmi makamı olan Şeyhülislamın fetvaları ile Osmanlı devletinin ölümcül tehdidine rağmen, mazlum Ermeni halkına sahip çıkmayı ihmal etmemiştir. 3. Ordu kumandanı Mahmut Kamil Paşa’nın vali ve kaymakamlıklara gönderdiği 24 Temmuz 1915 tarihli emrin ihtivasında; “Hükümetin kararlarına aykırı olarak Ermenileri evinde saklayanların evleri yakılacak, hane sahipleri de evin önünde idam edileceklerdir”, denilmektedir. Dehşet verici bu emre rağmen, Kürd’ler ölümün kıyısındaki mazlum Ermenileri evinde saklamaya devam etmiştir. Emrin akabinde, Ermenileri evinde saklayanlar, kısa sürede tespit edilerek idama mahkum oldukları yine Mahmut Kamil paşanın 1 Ağustos 1915 tarihli emrinde şu şekilde anlaşılmaktadır; Ermenileri evlerinde saklayanların idamları bildirilmiştir, der. Buna benzer yığınca örnek vermek mümkündür, ancak yazının uzun süreceğinden, kısa örneklerle yetinmeyi uygun bulmaktayım.

Sapkıya uğramış Fırat Aydınkaya benzeri Kürd’lerin bu yöndeki sorumsuz tutumları, özellikle Dr. Nuri Dersimi tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Araştırmacı-Yazar Şakir Epözdemir’de bu konudaki rahatsızlığını şu cümleyle dile getirmektedir; “Hangi Kürd’e sorarsan, Ermenileri Kürd’ler katletmiştir, çünkü Kürd’lerin kafasına sistem tarafından kasten öyle bir şablon sokulmuştur”, der. 1914’te başlayan birinci dünya savaşı başlangıcında Veteriner asteğmen olarak 4. Ordu emri doğrultusunda Erzincan vilayetine gönderilen ve savaş sürecinde Kürd’lerin Ermeni birlikleri tarafından nasıl katliama uğradığının canlı tanığı olan Dr. Nuri Dersimi’nin değindiği gibi, Kürdler’in ekseriyeti meselenin gerçek ihtivasını bilmeden konuşurlar. Çünkü bu konuyu hiçbir zaman kendilerine dert etmedikleri gibi, başkalarının sorunlarını kendilerine daha çok dert ederler. Dr. Nuri Dersimi’ye göre, Sovyet ordusunda öncü birlik göreviyle (intikam ordusu) savaşa katılan Ermeni ordusu 850,000’e yakın Kürdü katlettiği, bir milyonu aşkın Kürdün ise batı illerine sürülmesine neden olmuştur. Sonradan bu Kürd’lerden çok az sayıda insan kendi topraklarına geri dönebildiğini söylemektedir. Özet olarak, Kürdler, 1915 Ermeni tehciri ve katliamından hemen sonra, Sovyet ordusuna öncülük eden Ermeni ordusu tarafından kitlesel şekilde hunharca katledildiklerinin farkında değiller. Daha sonra, Ermeni devleti kendi resmi politikası gereğince, Kürdlere yaptıkları bu vahşeti örtbas etmek için, Osmanlı devleti tarafından kendilerine yapılan bu vahşeti Kürdlere yükleyerek sürekli mağduriyetlerini bu şekilde gündemde tutmaya çalışmaktadırlar. Çünkü, Ermeni devletinin temel hedefi, uğradıkları katliamı alet ederek, zımnen Kürdleri katliamcılıkla itham edip devasa Kürd coğrafyasının bir bölümünü küçücük Ermenistan topraklarına katmaktır. Ermeni devletinin bu konudaki tutumunu öğrenmek için “Ermeni Islahat Planı’na” bakmak sanırım yeterli olacaktır. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Dersaadet maslahatgüzarları tarafından kaleme alınan ve Mart-Nisan 1895 tarihli Muhtıra’da, Ermeni Vilayetlerinin yönetim işlerine dair tanzim olunan ıslahat layihasının birinci maddesine göre; “Kuzey Kürdistan topraklarının tamamına yakını Ermenilere bırakılmasını içermektedir. Yani, Hakkâri, Siirt, Beşiri ve Malatya’nın güney kısımları, Sivas’ın kuzey doğusu gibi sınırdaş bölgeler dâhil olmak üzere, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput’tan müteşekkil tek bir vilayet olarak sınır çizilmektedir.” İslahat planından da anlaşıldığı üzere, hiçbir muhtariyeti bulunmayan ve silahsız olan Kürd halkını katliamcılıkla itham eden Ermeni devletinin temel amacı, Hıristiyan devletlerin yardımıyla Kürd topraklarını zapt etmekti. Dolayısıyla, bu iddialarından asla vazgeçmedikleri bariz bir şekilde görülmektedir. Ne yazık ki, Kürdlerin ekseriyeti, olası bu tür olup-biteceklerin farkında değillerdir, yâda bunu görmek istememektedirler. 1915 olayları irdelendiğinde, sahada olup bitenlerin tümünden haberdar olmamak mümkün değil. Ermeni katliamı gibi, Kürd katliamı da tüm boyutuyla göze çarpmaktadır. Çünkü her şey bir zincirin tüm halkaları gibi birbirine endekslidir. Biri olmadan diğerinin olması olanaksızdır.  Dolayısıyla, Fırat Aydınkaya ve benzerleri, 1915 olaylarını kapsamlı şekilde irdeledikleri açık şekilde anlaşılmışken, nasıl oluyor da tarihin kanlı sayfalarındaki Kürd katliamını göremiyorlar! Unutulmamalıdır ki; maksatlı yaklaşımlar, daima halkın vicdanında mahkûm olmuştur.

İngiliz Binbaşı Noel, bu tezi doğrularcasına, Ermeni-Türk ittifakı konusunda şöyle bir hatırlatmada bulunarak; “Türkler ve Ermeniler asıl katliamcının Kürdler olduğunu hiddetle haykırıyorlar. Türk’lerin Pierre Loti’den Ermeni katliamının ‘soylu’ Türkler tarafından değil, ‘barbar’ Kürd’ler tarafından yapıldığına dair Paris’te bir kitapçık yayımlamasını istedikleri unutulmamalıdır”[1], diyor.

Ermeni’lerin Kürd toprakları ve Kürdler üzerinde kurmak istedikleri egemenlik gibi düşünceleri öteden beri barizdir. Binbaşı Noel kitabında Ermeni’lerin bu konudaki niyetlerini ifşa edecek şekilde yine şöyle demektedir; “Konunun temelindeki en önemli sorun, bugüne kadar Avrupa, özellikle İngiltere ve Amerika’da Ermeni talepleri o kadar çok dinlenmiş ki, bunları mantıklı ve gerçekçi esaslarla bağdaştırmak mümkün değildir. Aslında, Ermeni gazabının sırrı bir Ermeni’nin iki Kürd’e hükmetmesidir.”[2]

Kürd’lerin Ermeni fedaileri tarafından uğradıkları katliama ilişkin seslerini dünyaya duyuramamaları, Ermeni liderlerinin ise, seslerini dünya kamuoyuna duyurmak maksadıyla çevirdikleri entrikalara ilişkin İngiliz Binbaşı Edward William Charles Noel 1919’da şunu söylemektedir; Uzun zamandan beridir Ermeni sorunu dünya kamuoyunun gündemindedir. Ancak “Ermeni yalanlarını” ve Kürd sorununu dünya kamuoyuna duyuracak ve açıklayacak kimse çıkmamıştır.[3]  Kuşkusuz, tarihin değişik dönemlerinde, din çelişkisi ekseninde Ermeni halkına dönük gelişen saldırılara karşı savunma olanağı bulamayan azınlıktaki mazlum Hıristiyan Ermeni halkı ölümlerle karşı karşıya kalmıştır. Bunu inkâr etmek hiçbir vicdana, ahlaka ve adalete sığmaz. Ancak, meselenin sosyolojisini tahrifata uğratmak suretiyle, suçlu ile suçsuzun, tanık ile sanığın kürsüsünü ve olayların sosyolojisni tahrif etme blöfünde bulunmak da bir o kadar vicdana ve ahlaka tezat bir durumdur. Yine Ermeni temsilcilerinin ve Fırat Aydınkaya gibilerin diğer bir abartılı iddialarına bakacak olursak; 1895-1896 tarihindeki Ermeni katliamında öldürülen Ermeni sayısını 300.000 olarak telaffuz eden Ermeni temsilcilere itiraz eden Rus raportör General Maywestri, Araştırmacı Şakir Epözdemir’in aktarımına göre: 300.000 rakamından bir sıfır atılırsa belki o zaman doğruluk payı olur, diye cevap verir.

Binbaşı Noel, diğer bir bölümde ise, Ermeni temsilcilerinin temelsiz iddialarına dair şunu söylemektedir; “Talihsizliğe bakın ki Kürdler, Avrupa’da ilkel, barbar ve hayattaki tek işleri sadece Ermeni’leri öldürmek olarak biliniyorlar. Bu yanlış kanaat Avrupa’da yaygınlaşmış, ancak Kürdistan’ı ziyaret eden Avrupalı seyyahlar dönüşlerinde Kürdlerle ilgili çok iyi izlenimler edinmişlerdir. İngiltere’de Kilise yayın organları ve güçlü Ermeni cemiyetleri Kürdler için olumsuz bir kamuoyu oluşturmuşlardır.”[4] Çünkü Ermeni temsilciler sayısızca asılsız raporları dünya ve özellikle de Hıristiyan kamuoyuna sunduklarına ilişkin bu kitabın birçok sayfasını meşgul ettiği görülmektedir. Yine devamında, Binbaşı Noel, Ermeni temsilcilerinin asılsız iddialarını ifşa etmeye devam ederek; “Ermeniler savaş öncesi Ermeni nüfusunu gösteren bir liste getirdiler bana. Bu listede 17.800 Ermeni ailesi kayıtlıydı. Her aileyi beş kişi olarak kabul edersek bu sayı 89 bin olur. Süryani Matranı tarafından verilen listeye göre bölgede 3500 yakubi ailesi yaşamaktadır. Bu da 17.500 civarındadır. Bu durum Baghos Nubar’ın Yakubi nüfusunu 60.000 göstererek ne kadar mübalağalı ve yalan yanlış bilgi verdiğinin kanıtıdır” der. Ermeni’ler ısrarla Viladivostok’ta 60.000 Ermeni göçmen olduğunu iddia ediyorlardı. Ancak adı geçen Kentte yaptığımız incelemede yalnızca 1200 Ermeni göçmeninin olduğunu saptadık. Bütün bu örnekler, Ermenilerin gerek nüfusları, gerekse olayların vukusu konusunda verdikleri bütün rakamlarının doğru olmadığını gösteriyor”[5], diye devam etmektedir.

Kuşkusuz, mazlum Ermeni halkı, İttihat-i Terakki hükümeti tarafından vahşice katledilip yerinden sürüldü. Kürdler bu vahşet ötesi durumu her platformda şiddetle lanetlemiş, mazlum Ermeni halkının acısını yüreğinde taşıma duygusuyla çığlıklarına ortak olmaya gayret etmiştir. Ancak, katliamcı Antranik paşa yönetimindeki Ermeni fedai çeteleri, İtthat-ı Terakki hükümetinin vukuatını görmezden gelerek, örgütsüz ve silahsız mazlum Kürdleri kitlesel biçimde katliama uğratırken, bugüne değin hiçbir Ermeni bu vahşeti kınamamıştır. Bu yaklaşım, insani ve vicdani bir yaklaşım değildir. Bu bağlamda, Kürdlerin uğradığı katliamın, Kürdler tarafından burun kıvırmadan, artık vicdani bir bakış açısıyla trajediyi fark etmeleri gerekmektedir. Konuyu biraz daha açarsak; yaklaşık olarak 1.200.000 Ermeni yerinden yurdundan sürülür, takriben 800,000’e yakını yaşamını yitirirken, Fırat Aydınkaya ve benzeri Kürd’ler, bunu tehcir ve soykırım sayarlar. Ancak, Antranik paşa komutasındaki Ermeni çetelerinin vahşetine maruz kalan 1.000.000 Kürd yerinden yurdundan kopartılarak batı illerine göç ettirmek zorunda bırakılırken, 800,0000’i ise Ermeni fedai birlikleri tarafından katledilirken, ne yazık ki Fırat Aydınkaya ve benzeri Kürd’ler bu vahşeti görmezden gelerek, bırakın soykırım lafını, katliam kelimesini dahi ağızlarına almazlar. İngiliz Binbaşı Noel’in dediği gibi, belge olmadan Ermeni yalanlarına inanma mütevaziliği gösterenler, maalesef Kürd’lerin uğradığı katliamı için belge görmeden buna inanma mütevaziliğini nedense göstermemektedirler.  Neyse ki, tarih sayfaları bu zevatı utandıracak sayıda kabarıktır. Kürdler açısından 19. yüzyılda yazılmış olan “Kürdistan 1919 İngiliz Binbaşı Noel’in Günlüğü” isimli eser bence çağımızın adeta “Şerefnamesi” değeri taşımaktadır. Ermeniler tarafından gerçekleştirilen Kürd katliamına geniş bir şekilde ışık tutan bu eserin pek çok sayfasında katliama dair pek çok delile rastlamak mümkündür. Ermeni fedai çetelerinin gerçekleştirdikleri Kürd katliamı, Ermeni öncülerinin karalamalarının gölgesinde kaldığından, bu konunun Avrupa’lıların dikkatinden nasıl kaçtığı ve katliamın boyutunu ifşa eden İngiliz Binbaşı Noel bu konuda şunu söylemektedir; birinci dünya savaşının ilk üç yılında Rus’ların eline geçen Doğu vilayetlerinde yaşayan Ermeni ve diğer Hıristiyan halkların Kürdlere yönelik 1915 Ermeni katliamı boyutlarında olmasa bile o vahşete yakın bir katliamı gerçekleştirdikleri Avrupalılarca bilinmemektedir. İçerde güçlü ve zengin dostlara sahip olan Ermeniler, kendi başlarına gelenleri, Ermeniler’in Rus koruması altında Müslüman nüfusa boyutları ve şiddeti bakımından Müslümanların kendilerine yaptıklarıyla aynı ölçüde zulüm ettiğinden hiçbir zaman haberdar olmayan kamuoyuna anlatmada başarılı olmuşlardır[6]  Noel’in telaffuz ettiği orana göre, öldürülen 800-850 bin Ermeni sayısına yakın olan sayı 600, 700 veya 800 bin Kürd’ün öldürüldüğü anlamına gelmektedir.  Rus işgali sırasında tamamen boşaltılmış ve sadece hastanede kalmak zorunda kalan sakat ve hastaların bir Ermeni genci tarafından baltayla hepsinin kafası parçalanarak katledilir.

Bu konuda, Van’da misyonerlik yapan ve üstelik Ermeni sempatizanı olan Amerika’lı Hıristiyan Dr. Usher, gaddarlıklarıyla nam yapmış olan Ermeni çeteleri için şunu söylemektedir; “Herkes bu bölgede şunu bilmelidir ki, eğer Ermeni’ler engellenmezse ve güç bulurlarsa çok daha vahşi, çok daha kan dökücüdürler”.[7] Kürd nüfusunun savaş esnasındaki rakamsal oranına değinen Binbaşı Noel; “Kürd nüfusunun 3.500.000’i Türkiye Kürdistan’ında bulunurken, 1.500.000’i ise İran Kürdistan’ında meskûn olduğunu söyleyerek, savaş esnasında Ermeni’lerin uyguladığı katliamdan bu sayının ne kadarının hayatta kalabildiğini tahmin etmenin zor olduğunu söyler. Ancak, her alanda uygulanan katliamda Başkale’nin 180 köyünden sadece 7’si kalabilmişti.”[8] Ermeni çetelerinin gerçekleştirdiği katliama ilişkin verilen Başkale örneği, Kürd coğrafyasında Ermeni ordusunca gerçekleştirilen katliamların ancak çok küçük bir birimine tekabül etmektedir. Binbaşı Noel, başka bir katliam örneğini vererek; “Bir kış zamanı Rewanduz’u ziyaret ettiğimde, gördüm ki bu kent tamamen imha edilmiş. Ancak bu Rus’lar tarafından değil, onlarla gelen Hıristiyan askerler (Ermeniler) tarafından gerçekleştirilmiş. Belek aşiretinin çok güzel 100 köyünden 2-3 tanesinin dışında tümü yakılmıştı. Bıradost bölgesinin Revandok yöresine dek uzanan 30 köyden ne bir kadın, ne bir çocuk, ne de bir erkek kurtulmamış ve tümü öldürülmüştü.”[9] Sadece Bıradost bölgesindeki 30 köyün her birini 500 kişi olarak hesaplanırsa yaklaşık 15000 kişiye tekabül etmektedir. Revandüz kenti ile ona bağlı 100 köyden ne kadar insan katledildiğini tahmin etmek ise zor olmasa gerek. Yukarıda da değindiğim gibi, Başkale, Revandüz ve Bıradost bölgelerinde gerçekleşen katliam Kürd coğrafyasında gerçekleşen katliamın çok cüzi bir oranını temsil etmektedir. İngiliz Binbaşı Noel, başka bir değerlendirmesinde; öldürülen Ermeni’lerin Kürd’ler tarafından öldürülmediğini, bu konuda İngiliz Kraliyet hükümetinin vardığı sonuca göre, Kürd’lerin suçlu olamayacağını, tam aksine Kürd’lerin Ermeni’ler tarafından öldürüldüğünü belirten can alıcı gerçeği tarih sayfasına şöyle düşmüştür; Ermeni’lerin Kürdlere yönelik katliamları büyük bir Kürd kitlesinin yok olmasına neden olmuştur. Bunun inkârı imkânsızdır. Ermeni’lerin imha ettikleri Kürd yörelerini gözlerimle gördüm. Hiçbir zaman Kürd’ler Ermeni soykırımından sorumlu tutulamazlar. Bu durum Türk’lerin dayatmasıyla olmuştur. Türk’lerin baskısı olmadığı zaman Kürd’ler Ermeni’lerle çok iyi dostluk kuruyor ve çoğu zaman onları ölümden kurtarıyorlardı. Ermeni’lerin kendileri bunu çok iyi biliyorlar. Bu nedenle Majestelerinin hükümeti Kürd’leri bu konuda suçsuz bulmuştur.[10] İngiliz Binbaşı Noel başlangıçta gerçekleşen Ermeni katliamının gerçek sorumlusunun Osmanlı devleti olduğunu, Diyarbakır seyahati sırasında görüştüğü Ermeni şahıslardan dinlediğine dair düşüncesini şu cümlelerle dile getirmektedir; 1865-1915 yıllarındaki Ermeni katliamları tamamıyla Osmanlı fermanlarıyla gerçekleştirilmiştir. Diyarbakır’da bulunduğum sırada Hıristiyan cemaatlerinin önderleri nezdinde yaptığım özel bir araştırmada, onlara Kürd’lerle ilişkilerini sorduğumda, bana verdikleri cevap şuydu; eğer Türk’lerin yakıcı etkisi olmazsa bizim Kürd’lerle hiçbir sorunumuz olamaz. İlişkilerimiz kardeşçe ve barış içinde sürer gider. Ermeni katliamı sırasında birçok örnekle ispatlandı ki, Kürd’ler Türk’lerin Ermeni’lerin katli ile ilgili birçok emri bilerek ve isteyerek uygulamamışlardır. Aksine birçok Ermeni’yi sağ salim Rus sınırından geçirip katliamdan kurtulmalarını sağlamışlardır. Dersim Kürd’leri 25000’den fazla (başka kaynaklarda bu sayı 37000 olarak geçer) Ermeni’yi bu şekilde kurtarmışlardır. Bu olayın raporu Ermeni gazetesi Jamanak’ın 2 Nisan 1919 tarih, 119. sayısında yer almıştır.[11]

Ermeni Papaz Fr. Hyac Simon, yazdığı, “Ermeni-Asuri-Keldani soykırımı 1915” isimli kitabında, baştan sona kadar Kürd’leri aşağılayarak her türlü hakareti yağdırmıştır. Tıpkı diğer Ermeni yazarlar ile Fırat Aydınkaya gibi. Tanrı söyletir deyimi misali, o kadar yalan konuşmuş ki, bir ara kafası karışmış ve bilmeden doğruyu şu şekilde dile getirmiş; kararları verenler bizim ‘dağlarımızdan’ değildiler. Başkentlilerdi bunlar. Ve de şu sözün doğruluğunu inkâr etmektense, güneşin varlığını inkâr etmeyi tercih ederim, çünkü Türkiye’nin Hıristiyanlarını İstanbul’un Jön-Türkleri katlettiler. Ermeni katliamının Kürd’ler tarafından gerçekleştirildiğini iddia eden zevata şu hatırlatmada bulunmak gerekirse; eğer Kürd’ler Ermenileri katletmek isteseydi Suriye’ye ve Rusya’ya bir tek Ermeni sağ olarak geçemezdi. Osmanlı devletinin zoraki resmi emri ve kelle başına verdiği yüklü paraya rağmen, yine devletin en üst dini otoritesi olan Şeyhülislam’ın cennet garantisi içeren fetvasına rağmen, Kürd’ler Ermeni’yi öldürmek istememiştir. İşte bu nedenle 400.000 Ermeni, Kürd köyleri ve şehirlerinin içinden yürüyerek sağ olarak sınır dışına ulaştırılmıştır. Burada Hamidiye Alaylarının yarattığı vahşet, Kürd’leri bağlamamaktadır. Çünkü bu ordu direkt Osmanlı devletinin resmi ordusuydu. Tıpkı bugünkü 160.000 kişilik ‘korucu’ ordusu gibi. İngiliz Binbaşı Hamidiye Alayları için şu unutulmaz cümleleri kullanmıştır; Olayın Özü şudur, Hamidiye Alayları Hıristiyanlara (Ermenilere vs.) zarar verdiği kadar Müslümanlara da (Kürdlere) zarar vermiştir. Şu gerçek hiç de şaşırtıcı değildir. Hamidiye Alaylarının bünyesinde çok sayıda ilkel ve vahşi aşiret bireylerine diledikleri her türlü vahşeti yapabilme yetkisi verilmişti. Beyliklerden oluşturulan ve Mustafa Paşa (İbrahim Paşa olsa gerek) yönetimindeki Hamidiye Alayları ar ve namus açısından Müslüman halka o denli zulüm ve baskı uygulamışlardı ki halkta büyük bir kin ve nefret oluşmuştu. Nitekim 1908 hareketinde halk Urfa’da Abdulhamid’in heykelini kırdı[12] Ermenilerin Kürdlere yönelik gerçekleştirdikleri katliamın canlı tanığı olan Vt. Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan bölgesinin her köşesi kan deryasına dönüştüğünü görmüş ve daha sonra bu izlenimlerini kitaplaştırmıştır. Kendi tanıklığının yanı sıra, Dersim’li Seyit Rıza’nın da bu konudaki tanıklığına geniş bir yer ayırmıştır. Bu konudaki izlenimlerinden bir tanesini şöyle aktarmaktadır; Kürdistan’da bulunan Ermeni köylerindeki Ermeni fedaileri, Kürdleri öldürdükten sonra Rus ordusuna iltihak ederek, tekrar mukabil tecavüzlerinde bulunmaktan geri durmuyorlardı. Ve Rus ordusuna tamamıyla pişdarlık yapıyorlardı. Bitlis’in Reşadiye Müdürlüğüne bağlı Karçikan mıntıkasında bulunan 20 Kürd köyü Ermeniler tarafından yakılmıştı. 30 erkek ve bir kadını kılıç altında tamamen kesmişlerdi. Bunlardan 5 tanesinin gözleri oyulup hayâları kesilmek suretiyle kendilerine çeşitli mezalim icra edilmişti. Kenasor’lu Hacı Ömer, hanımı Emine, oğlu Ahmet ve kızı Asya gittikleri ziyaretin üzerinde bedenleri vahşice parçalanmıştı. Bırakum köyü imamı Hacı Ali elleri bağlı olarak Kendivi köyü Ermeni Patriği tarafından koyun gibi kesilerek sevinç gösterisi yapılmıştı. Bitlis’e bağlı Hizan vadisine sığınan 100 haneden ibaret (takriben 500 kişi) çoluk-çocuk Ermeni’ler tarafından muhasara edilip top ve tüfek ateşine maruz kalmışken, Şeyh Selahaddin kuvvetleri tarafından bir kısmı kurtarılmıştı. Harb devam ettiği müddetçe Ermeni kuvvetleri Kürd köylerine, kadın ve kızlarına merhametsizce saldırarak “yüz binlerce” Kürdün kanına sebebiyet verdiler. Ermeni’lerin Kürdistan mıntıkasında işledikleri suçlar haddini aşmış, birçok Kürd ocağı sönmüş ve bu vahşi cinayetlerden evlatlarını yitirmiş anneler, kocaları öldürülmüş gelinler, hep kara giyinmişlerdi. Babaları öldürülen binlerce öksüz yavru harabe damların duvarları dibinde aç ve çıplak dilenmiş ve en son açlıktan ölmüşlerdi. Rus ordusu geri çekilince Ermeni’lere büyük oranda silah bırakmıştı. Ermeni’ler Erzincan, Pülümür, Tercan, Erzurum, Varto, Hınıs ve Pasinler’de kuvvetli askeri idare merkezleri kurdular. Bu bölgede bulunan Kürdlerin çoğu hicrete (göçmek) vakit bulamamış ve Ermeni’ler tarafından kâmilen (tamamen) öldürülmüştü. 2 Mart 1917 gecesi Hınıs’ın Mirsit köyündeki Hasan Ağa kabilesi tamamen imha edilmişti. Yine aynı tarihlere yakın, Karaköy nahiyesinde bulunan Lolan Kürdlerinden erkek-kadın, çoluk-çocuk demeden 1500 kişiyi evlere doldurarak tamamen yakıp öldürmüşlerdi. Ermeniler iki gün sonra Hınıs ve Varto’dan çıkarken, buldukları silahsız ve müdafaasız kişilere merhametsizce davranıp katlediyorlardı. Kürdistan’dan çekilirken, mahalleleri, köyleri, zahire ambarlarını ve silah depolarını yakmaya devam ediyorlardı. Bu saldırıların bir devamı olan bir başka vakayı Seyit Rıza’dan dinleyen Dr. Nuri Dersimi, aynen şu ifadeleri aktarmaktadır; Deli Halil Beyle birlikte, Kazım Kara Paşadan önce Erzurum merkezine 27 Şubat 1918’de dâhil olmuştuk. Gayet büyük ve tamamen ahşaptan mamul bir binanın içerisinde binlerce erkek, kadın, çoluk-çocuğun mezkûr binaya doldurularak müthiş bir surette ateşler ve canhıraş bir tarzda ateş dumanları içerisinde yatmakta olduğunu ve mezkûr binanın dış kapısı altında bir çay gibi kan ve yanmakta olan zavallıların sularının akmakta olduğunu gözlerimle gördüm. Hayatımda bu gibi felaketli bir teessür sahnesine asla tesadüf etmedim. Binlerce felaketzedenin Kürd olduğunu, hiç olmazsa insan olduklarını görerek hüngür hüngür ağlamaktan kendimi zapt edemedim dedi. Uğradıkları köy ve bölgedeki tüm Kürdleri katlediyorlardı. Gebe kadınların karnını deşerek rüşeymlerini yerlere dökmüş, memedeki çocukları süngülere takmışlardı. Kestikleri Kürdlerin derilerinde cep yapmak gibi türlü zulüm ve vahşetler yapmış, bir aralık insan kafilelerini damlara doldurup gazladıkları bir camuzun ayakları altında ezdirmiş ve üstelik damı ateşe verip hepsini kül etmişlerdi. Henüz memede olan çocukların karınlarını yarıp tuzlatmış ve bazen de süt emen çocuğun başını keserek tekrar annesinin karnına sokmuşlardı. İnsanlığa ve akla sığmayacak eziyetlerle Kürdistan’da ‘yüz binlerce’ Kürdü yakmışlardı.[13]  Dr. Nuri Dersimi, 1915 olayları öncesinde vuku bulmuş bir Ermeni çetelerinin katliamını ise şöyle anlatmaktadır; 25 Temmuz 1897 şafak vaktinde, Ermeni fedaileri Mazrik Kürd aşiretine ait 800 (takriben 4-5 bin kişi) çadıra hücum etmişlerdi. Ani baskın nedeniyle bir tek fert bile kurtulamamıştı. Cüzi miktarda kaçmakta olan kadın ve kızlara merhamet gösterilmeden hepsini öldürmüşlerdi. Bir de buna ilaveten, Ermenice şarkı söyleyerek “Korkma can bacı fedai geliyor/Mazrik aşiretini tamamen mahf ettik” diye nahra atmışlardı. Halep’te yayınlanan “Aravil” gazetesinin 27 Temmuz 1952 tarihli ve 1882 sayılı nüshasının dört sayfasını bu olayın kahramanlığına hasretmiş olduklarını hayretle gördüm. Alman ve Amerikalı’lar başta olmak üzere batılı misyonerlerin nerdeyse tamamı, tehcir edilen 1.500.000 Ermeni’den öldürülen 600.000’ini sürekli gündeme getiren bu Avrupalı barbarlar, Erzurum. Van, Bitlis ve diğer şark vilayetlerinde Ermeni’ler tarafından öldürülen ve miktarı 1.500.000 mütecaviz olan kıtalden bir nebze olsun bahsetmemektedir.[14] 

Kürd katliamını gerçekleştiren Ermeni Taşnak partisinin önemli liderlerinden ve Menşevik Ermeni iktidarı döneminde (1918-1920) Ermenistan parlamentosunda milletvekilliği yapmış, daha sonra Kemalist-Bolşevik ittifakı sürecini baştan sona kadar yaşamış olan Garo Sasuni; Kürd’lerin Ermeni’ler tarafından katledildiğini açık bir şekilde kabul etmektedir. İngiliz Binbaşı Noel ve Nuri Dersimi’nin katledilen Kürd nüfusuna ilişkin iddia ettikleri oranın benzerini, Garo Sasuni tarafından da doğrulanmaktadır. Ermeni olan Garo Sasuni, üstelik “taraf” biri olarak bu oranı telaffuz etmesi çok daha önemlidir. Garo Sasuni, 350 sayfalık kitabında Kürd-Ermeni ilişkilerini işlerken, 1915 olaylarına genelde milliyetçi duygularla yaklaşmış, kısmen de bilimsel bir bakış açısıyla irdelemiştir. Konuya yine kısmen sosyo-politik bir perspektifle yaklaşarak konunun perde arkasını öne çıkaran yazar, bu vahşetin tek katili Osmanlı devleti olduğunu vurgulamaktadır. Yazarın Kürd zaiyatı konusundaki dikkat çekici görüşüne göre; “Kürd halkı gaddar Türk planlarından başka, savaş hareketlerinin doğurduğu genel felaketlerden dolayı yakinen Ermeni’ler kadar büyük zarara uğradılar. Bu tarihi gerçeği tam olarak belirtebilmek için özellikle Ermeni illerindeki Kürd’lerin maruz kaldıkları özetimi verelim. 1914 Rus orduları ve gönüllü Ermeni birlikleri ilerleyerek Van’a kadar heryeri zap ettiler. 1916 yılının ilk baharında Erzurum’u, Hınus’u, Muş’u ve Bitlis’i zapttetiler. Böylelikle 1916 yılının Şubat ayından itibaren Rus ordusu Dersim’e kadar geldi. İşgal edilmiş bu yerlerdeki Kürd’lerin büyük bir kısmı Osmanlı ordusuyla beraber Anadolu içlerine doğru çekildiler. Kaçamayan Kürd’lerin akibeti kaçanlardan pek daha iyi olmadı. Rus birliklerinden özellikle Kazaklar ve Ermeni gönüllüleri Kürdlere düşman gözüyle bakıyorlardı. Sağ kalan Ermeni’ler Rus orduları tarafından alınan bölgelerde bu kez silahlı ve kinle dolu olarak kendi yurtlarına tedricen geri dönmeye başladılar. İşgal bölgesinde dağlara çekilen Kürdler çok sert bir şekilde cezalandırıldılar. Ermeni gönüllüleri Aladağ’da 40 Kürd köyünü harap ederek tüm şahıslar kırıldılar. Kalanlar ise Zilan vadisine ve dağlara çekilerek açlıktan eriyip öldüler. 1916 yılında yerlerinden sürülmüş Kürdlerin pek azı Konya, Ankara ve Adana gibi vilayetlere varabildi. Yol boyunca kırılmalar giderek artıyordu. Buralarda yerleşebilme şansına kavuşanlar da elverişsiz şartlarda açlık ve çeşitli baskılardan dolayı çok sayıda kırıldılar.”

ABD başkanı Wilson bu konuda şunu söyler; “Ermenistan bölgesinde yaşayan Kürd’ler toparlanıp yan yana gelebildiklerinde yaşamakta olan 500.000 Kürd’ten ancak 100.000 Kürd kalmış olduğunu fark edebildiler, diyerek katliamın boyutunu ortaya koymaktadır.[15] Şurada çok dikkat edilmesi gereken önemli bir nuans vardır. Wilson sadece 500 bin rakamını esas almaktadır. İngiliz Binbaşı Noel ise, sadece Türkiye Kürdistan’ının nüfusunu 3.500.000 olarak belirttiğine göre Ermeni’ler tarafından öldürülen Kürd sayısı milyonun çok üzerinde olduğu ortaya çıkmaktadır. “1915-Bir Papaz’ın Günlüğü” kitabın yazarı ve aynı zamanda dehşet derecede bir Kürd düşmanı olan Fr. Hyac Simon’un da Kürd katliamını bir Ermeni kahramanlığı olarak över nitelikteki kin dolu kitabı neredeyse baştan sona kadar bir nevi itiraflarla doludur. Ermeni yazar Raymond Kevorkıan’ın yazdığı ve 1167 sayfadan ibaret olan “Ermeni Soykırımı” isimli kitabı yine diğer Ermeni yazarların yazdığı gibi, katliamı gerçekleştiren Osmanlı devletini değil de Kürd’leri hedef alır bir kinle yazdığını görmekteyiz. Garo Sasuni de aynı şekilde hakaretler yağdırmaktan geri kalmamıştır. Ermeni kaynaklara bakıldığında, yukarıda belirtildiği gibi, gerçek hedef saptırılarak, İttihat-i Terakki zihniyetiyle bağdaşır bir açıyla, Kürd coğrafyası üzerindeki karanlık emellerine hizmet edecek şekilde kitaplar yazdıklarını görmekteyiz. Konuyu mecburen uzatmak durumundayız, çünkü katliam sürecinde kurtulan 400-500 bin Ermeni’nin Kürdler tarafından kurtarıldığı alenen ortadadır. Çünkü kurtulan birçok Ermeni batı bölgelerinden yürüyerek Kürd’lerin yaşadığı bölgelere varıp sınırı geçtiklerine göre, Kürdlerin bunlara zarar vermediği anlamı çıkmaktadır. Devletin baskısına rağmen, Ermenilerin canına kastetmemişlerdir. Tam aksine Kürdlerin yardımı sayesinde kurtulduklarını birçok kaynakta bulmak mümkün olmakla beraber, Ermeni’lere yardım ettiklerinden dolayı binlerce Kürd ya sürgün edilmiş, yâda öldürülmüştür. Bu konuda İngiliz Binbaşı Noel şunu söylemektedir; “Mütarekeden kısa bir süre sonra, Orta Kürdistan’da Revandüz bölgesine bir gezi yaptım. Orada birçok Hıristiyan gördüm. Bınlar iki yıl önce Kürdler tarafından dağlarda muhafaza edilmişler. Sürgünden ve katliamdan kurtarıldıklarını anlatıyorlardı. Bununla birlikte Kürdler, Hıristiyanları içeren uzun bir listeyi bana verdiler ve onları koruyamadıkları için Irak’ta kurduğumuz göçmen kamplarına almamızı istediler. Bu Hıristiyanlar çok şanslıydılar ki, Kürd’lerin eline düşmüşlerdi. 95 katliamı sırasında Kirkor Parlakyan ailesi Sinemilli aşireti ağası Hasan ağaya sığınmışlardı. Kürd’ler büyük katliam sırasında Sivas dolaylarından ülkelerine doğru göç eden çok sayıda Ermeni’yi korumaya çalıştıkları için, Kürdlerin Türklerle sorun yaşadığını anlatmaktadır. Sinemilli aşireti ağası Tapu ağa’dan Ermeni sürgünlere yapılan yardımların ayrıntılarını öğrendim. 1915’te Pazarcık’ın kaymakamı Kürdlere hoşgörüyle yaklaşan bir Lübnan’lıydı. Kaymakam Kürdlerin kendi bölgelerinden geçen Ermenilere yardım etmelerini destekledi. Kürdlerin Ermenilere dostça davrandıklarını haber alan yüksek Türk subayları ceza olarak Kürd’leri de Ermeni’lerle aynı şekilde topraklarından sürmeye karar verdi, demektedir. Binbaşı Noel: Yolculuk yaptığım Malatya-Antep bölgesinin Ermeni’lere ait olduğu iddia edilmektedir. Fakat buranın savaş öncesi Ermeni nüfusu Kürdlerle birlikte yaşayan sadece 25 esnaf-zanaatkar ailesi ile sınırlıdır. Ermeniler, Kürdlerin dostça davranışlarını ve ülkelerinden geçerken Ermeni sürgünlere yaptıkları yardımı övgü ve minnet dolu sözlerle anlattıklarını söylemektedir.”[16] Savaş sürecinde Kürd coğrafyasının her karışını dolaşmak durumunda kalan Dr. M. Nuri Dersimi de, Kürd’lerin Ermenileri kurtardığına ilişkin canlı tanık olarak birçok olaya şahitlik etmiştir. Bu konuda verdiği örnekler, iğrenç iddialarda bulunan Ermeni temsilcilerini utandıracak türdendir. Şöyleki; “Kürd Rışvan Aşireti reisi Besnili Yakup Ragip, Ermeni katliamında Malatya, Besni, Hısnımansur (Adıyaman) Ermeni’lerini himaye ederek hiç birinin burnunun kanamasına meydan vermemiştir. Kendi emrine uymamaya çalışan 16 aşiret mensubunun kanını dökerek Kürd-Ermeni ilişkilerini ispat etmiştir. Keza Malatya Ermeni’lerinin büyük bir kısmı, Dırejan aşiret reisi Satıroğlu Mustafa ile Besni, Adıyaman Kürd aşiretleri yardımıyla kurtarılmıştır. Netice itibarıyla inkar etmek mümkün değildir ki, bugün Suriye’de, Lübnan’da Amerika ve İngiltere’de bulunan Ermeni’lerin ekserisi Kürd’ler tarafından muhafaza edilmiş ve kurtarılmış kimselerdir. Bunu hiçbir vicdan sahibi inkar etmemelidir. Bunu ermeni partizanlarının vicdanlarından sormak gerekir.[17] Ermeni katliamı sürecinde, Kürd’ler devletin tepkisine rağmen, Ermeni’lere kardeşlik elini uzatmıştır. Dolayısıyla yaklaşık yarım milyon Ermeni’nin yaşamı kurtarılarak sağlıklı bir şekilde geçmelerine yardımcı olunmuştur. Bu sadece insani bir görev olarak icra edilmiştir, yoksa Kürd coğrafyası üzerinde karanlık emelleri olan, saldırgan ve kafatasçı Kürd düşmanı Ermeni yazarlarının ne övgüsüne ihtiyacı var, nede sövgüsünden çekineceği var. Kürd halkının insani duygularını hak etmeyecek ölçüde ve Amerikalı misyoner Dr. Usher’in dediği gibi, giderek vahşileşip adeta kan dökücü bir ruh hali almakta olan bu Ermeni zevat, Kürd’lerin kendilerine canları pahasına uzattıkları dostluk elini görmeyecek kadar kör ve aptaldırlar. Papaz F.H. Simon, Ermeni köylüsü Anton Kaspo’nun kızı Ziyzaf’ı ölümden kurtarıp 6 ay sonra ailesine teslim eden Kürd’leri küçümsercesine, kızın Allah tarafında Kürd’lerden geri alındığını, anlatırken adeta insanlığını paspas gibi yerlere serecek bir duyguyla anlatmaktadır. Bu kişi başka bir olayı anlatırken, yine iğrenç duygularını öne çıkarıp Kürd’lerin hiçbir iyiliğini özellikle görmezden gelerek şöyle zırvalamaktadır; “Allah aşkına beni kurtarın diye yalvaran Hana ismindeki yaralı bir Ermeni kadın yakındaki bir Kürd köyüne sığınır, 15 ay Kürd’lerin yanında kalıp iyileşen kadın Allahın inayetiyle 25 Ağustos 1915 tarihinde Mardin’e döndüğünü söyleyerek”, yine hakaretlerine devam eder. Direjan Aşireti Reisi Şatıroğlu Mustafa, Karçıkanlı Hacı Musa Bey, Müküslü Mustafa Bey, Rişvan Aşireti Reisi Besnli Yakup Ragıp Paşa, Gevaşlı Kulihan, Koçgirili Mustafa Paşa, Telli Beyler, Hamidiye Alayları komutanı Kor Hüseyin Paşa, Norduzl’lu Hacı Ağa, Çatak’lı Şekir Ağa, Dersim Kürtleri, Atmanki Aşireti Reisi İsmail Ağa, Şeyh Abdullah’ê Melakani, Gorandeşt Şeyhleri, Nehri Şeyhleri, Bedirhaniler, Şeyh Ahmed Berzani, Cemilpaşazadeler ile daha birçok bey, ağa ve şeyh gibi Kürd önderler, Kürd’leri temsilen ve devletin her baskısını göğüslemek kaydıyla katliam sürecinde katliama engel olmaya çalışmış ve Ermenileri barındırmışlardır. Devlet otoritesinin olmadığı her yerde eşkıya, çapulcu benzeri arızalı yapılar çıkabiliyor. Saddam iktidarı devrilince, Araplar birbirlerini talan edip katlettiler. Dikkat edilirse, Kürd mirliklerinin ortadan kaldırılmasıyla beraber, Kürd coğrafyasında devlet otoritesinin kalmadığı 1850-1930 yılları arasında yine sözkonusu bozuk yapılar çapulculuk ve benzeri davranışlar sergilemişlerdir. Çünkü bu yapılar, genelde feodal gurur disiplininden beslenmemiş, insani değerleri önemsemeyen çarpık bir kültürle yaşamlarını idame ettirmişlerdir. Bu başıbozuk yapılar, kendi Kürd kardeşlerinin canına ve malına kastetmişse, elbette ki mazlum Ermeni halkının da canına ve malına kastedecek kadar maşa olmuşlardır. Bu tür bozuk yapıların sayısı son derece azdır. Diğer yandan, Katil Antranik paşa komutasındaki Ermeni ordusunun, Kürdlerin kökünü kazımasını elbette ki Ermeni halkına mal edilemez. Dolayısıyla, Kürdleri ve Kürd kurumlarını topyekûn suçlamak da hiçbir vicdana sığmaz. Bu konudaki mesnetsiz yaklaşımlar, abesle iştigaldir.

                                                         Araştırmacı-yazar-sosyolog,  Mustafa BALBAL

[1] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 53

[2] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 157

[3] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 149

[4] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919, Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 138

[5] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919, Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 138-139

[6] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 140-11

[7] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 141

[8] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 147

[9] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 140-141

[10] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 154

[11] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 139

[12] E. W. Charles Noel, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel’in Günlüğü, Avesta Yayınları, 1999, s. 141-142

[13] Vt. Dr.Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Yayınları, 1997, s. 55-56-57-58

[14] Vt. Dr. Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Yayınları, 1997, s. 53-81

[15] Garo Sasuni, K.U.H. 15.yy.Günümüze Ermeni-Kürd İlişkiler, s. 245-246-248

[16] Vt. Dr.Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Yayınları, 1997, s. 55-56-57-58

[17] Vt. Dr.Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Yayınları, 1997, s. 52