Osmanlı döneminde Kerkük, önceden Musul vilayetine bağlı bir sancak konumunda olduğu için bu iki şehir genellikle birlikte anılıyor. Musul vilayeti bünyesinde Kerkük merkezli Şehr-i Zûr sancağı gibi ayrıca bir Musul sancağı bulunuyordu. Bu nedenle, Musul- Kerkük bölgesi, gerek içinde yer aldıkları Mezopotamya coğrafyası, gerek petrol kaynakları gerekse beşeri yapısı yani insan dokusu açısından bir bütünlük göstermektedir. Ayrıca, tarihte Yukarı Cezire olarak nitelendirilen bölgede yer alan bu şehirler, Kürdistan’ın doğal uzantısı olan bir coğrafyada kurulmuşlardır.

Ünlü Türk coğrafya bilgini Prof. Dr. Besim Darkot, bu gerçeği şöyle vurgulamaktadır: “Musul havalisi, gerek engebeli tabiatı, gerekse iklimi ile arazisi alüvyon birikmesinden meydana gelmiş, yağışları yetersiz ve tabiî bitkiler âlemi bakımından yarı- çöl durumunda bulunan Irak’tan çok farklı olduğu gibi, nüfusunun yapısı ve yaşayış tarzı ile de daha çok Diyarbekir bölgesine benzemekteydi. Esasen Musul havalisi, Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar, Batı’nın coğrafya eserlerinde genellikle Irak’tan ayrı olarak Yukarı Elcezire bölgesi içinde sayılıyordu”[1]

Onaltıncı yüzyılın sonlarında Osmanlı ordusuyla birlikte bölgeyi gezen Kâtip Çelebi de Keşfü’z-Zünûn adlı eserinde; Mezopotamya bölgesini Kürdistan, Cezire ve Irak olmak üzere üçe ayırıyor. Bu ve benzeri kaynaklardan yola çıkılarak günümüzde ulaşılan yaygın kanı, “El- Cezire bölgesinin, Osmanlılar’ın Musul ve Şehr-i Zur’unu, günümüzün Kuzey Irak’ını içine alan bölge” olduğudur.[2]

Bu topraklar, geçmişten beri gerek birçok uygarlığın gelip- geçtiği bir bölge olarak Doğu’nun, daha sonraysa petrol kaynakları dolayısıyla Batılılar’ın ilgi kaynağı olagelmiştir. Bunların en önemlileri Asur ve Babil uygarlıklarıdır. Asurlular burada 1300 yıl hükmünü sürdürdükten sonra, bölge sırasıyla İranlılar’a, Büyük İskender’e, Seloküsler’e ve Sasaniler’e geçiyor. Halife Ömer döneminde İslam topraklarına katılan bölge, daha sonra Abbasiler, Selçuklular, Atabegler, Eyyubiler, Cengizler, Timurlar, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Safeviler’e geçtikten sonra, Çaldıran Savaşı’yla Yavuz Selim döneminde Osmanlılar’a bağlanıyor.

Osmanlı/ Türk bilginlerinden Şemseddin Sami, başta bir Kürt hanedanlık devleti olan Eyyübiler olmak üzere bu yönetimler döneminde Musul, Diyarbekir ve Cezire bölgelerinde birçok Kürt mîrliği kurulduğuna dikkat çekmektedir.[3]

Keza, tarihteki ilk Türkçe ansiklopedi kabul edilen Şemseddin Sami’nin Kamusü’l- Alâm adlı eserinde; Kerkük’ün içinde yer aldığı Musul vilayeti, “Cezire’nin kuzeydoğu bölümü ile Kürdistan’ın güneydoğu bölümünü oluşturan il”  olarak adlandırılır ve nüfusu 300.280 olarak verilir.[4] Bu nüfusun 159.680’i Musul’da, 89.000’i Şehrizor’da, 51.600’ü Süleymaniye’de yaşamaktadır. O tarih itibarıyla, henüz idari yapı değişmeden, Musul’da yaşayan Kürtler’in nüfusu 59.380’i Müslüman, 14.900’ü Êzidi olmak üzere toplam 74.280 olarak verilmektedir. Geriye kalan nüfus ise Arap, Türkmen, Keldani, Süryani, Yakubi, Museviler’den ve diğer mezheplerden oluşmaktadır. (age. 186-187)

Aynı eserde Kerkük, “Kürdistan’ın Musul ilinde Şehrizor sancağının merkezi” olarak nitelendirilir ve halkının yapısı şöyle yansıtılır: “ Halkının dörtte üçü Kürd, geriye kalanları da Türk, Arab vs. 760 İsrailli ve 460 Keldani de vardır. “ (age, s.151)

Kerkük’ün bu niteliği, yakın dönem Türk askeri kaynaklarına da yansımıştır: “Musul’un kuzeyinde ve Süleymaniye bölgesinde Arap yoktu. Buralarda Kürtler yaşamaktaydılar. Türkler de Kerkük, Erbil ve Altunköprü bölgelerinde bulunuyorlardı (…) Çöllerdeki Araplar ve diğer bölgelerdeki Kürtler, daha çok göçebe ve yarı- göçebe aşiretler halindeydiler.”[5]

Aynı dönemde bölgede Kürtler, Araplar, Türkmenler dışında Êzidi Kürtler, Keldaniler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler ve az sayıda Latin ve Protestan’ın yaşıyor olması, bölgenin kozmopolit yapısını açıklıkla ortaya koyuyor.[6]

Kuşkusuz bu noktada nüfus oranları önem kazanıyor. O halde, bölgenin idari yapısı temelinde bu rakamlara göz atmakta yarar var. Hemen belirtelim ki, Osmanlı istatistikleri genellikle rakamları milliyet esasına göre değil, din esasına göre veriyorlar. Ancak konu uluslararası organlara yansıyınca milliyet esasına dayalı rakamlar öne çıkıyor.[7]

1306/1890 tarihli Musul Vilayet Salnamesi’nde; Musul vilayeti ahalisi 3 kümeye ayrılır. Büyük bölümü Kürtler’den oluşan birinci kümenin Musul, Şehrizor, Süleymaniye, Akra, Duhok, Zaho, Sincar, Erbil, Selahiye (Kifri), Revanduz, Gülanber, Köysancak, Zibar gibi köy ve kasabalarda yaşadıkları belirtilir. İkinci kümede değerlendirilen Kürtler’in diğer bölümününse aşiret ve kabile halinde yarı- göçebe olarak yaşadıkları ve hayvancılıkla geçindikleri bildirilir.[8]

Osmanlı yazarlarından Ali Tevfik’in 1902 tarihli Memalik-i Osmaniye Coğrafya Lugati ile 1905 tarihli Osmanlı Ordu-yu Hümayun Raporu’nda da, bölgenin Kürt varlığı konusunda önemli bilgiler verilir. Sözgelimi, Ali Tevfik sözkonusu eserinde; “Musul vilayetinin, Elcezire bölgesinin kuzeyinde yer aldığı, doğuda İran’la ve kuzeyde Van, Bitlis ve Diyarbekir vilayetleri, batıda ise Zûr mutasarrıflığı ile çevrili olduğu” belirtildikten sonra, sözkonusu vilayetin yaklaşık nüfusu 500.000 olarak verilir.[9]

Hemen belirtelim ki, Kerkük sancağı 1309/1892 yılına kadar resmi yazışmalarda Şehr-i Zûr olarak geçerken, bu ismin, Diyarbekir ve Halep’in güneyinde yer alan Zor Mutasarrıflığı ile olan benzerliğinin birçok idari karışıklığa yolaçmasından dolayı değiştirilmesine karar verilmiş ve 1893 tarihinden itibaren Kerkük ismi kullanılmaya başlanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı devletinin yenilgisiyle sonuçlanır ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkesi Anlaşması imzalanır. Mondros Anlaşması imzalandığında, Musul vilayeti hala Osmanlı ordusunun elindeydi. Ancak Ateşkes hükümleri gereğince Osmanlı birlikleri çekilerek bölgeyi İngilizlere teslim etti. Asıl sorun da bundan sonra başlıyordu.

“İlk aşamada Kürtlerin bir lider etrafında toplanması ve İngiliz subaylarının gözetiminde kendi kendilerini yönetmesi fikrini benimsediler. Kürtlerin kaderine zaman içinde ve gelişmelerin ışığında karar verilecekti. Aralık başında Geçici Yüksek Komiser Wilson Süleymeniye’ye gelerek Kürt aşiret reisleriyle buluştu ve bir anlaşma imzalandı. Anlaşmayla Süleymaniye  merkezi bir ‘Kürt Federasyonu’ kuruluyor; başına da Şeyh Mahmud Berzenci getiriliyordu.”[10]

Ancak Şeyh Mahmud Berzenci’nin gerçek hedefi, ‘bağmsız bir Kürd Devleti’ kurmaktır. Bu nedenle kısa zamanda İngilizlerle arası açılır. Şeyh Mahmud Berzenci, Mayıs-1919’da Bağdat’taki İngiliz yönetimine açıkça başkaldırır. Haziran ortalarına isyan bastırılır ve kendisi sürgüne gönderilerek, bölge doğrudan İngiliz subaylarınca yönetilmeye başlanır.

Fakat karışıklıklar bununla bitmez. Başta Kürtler olmak üzere, bölgedeki tüm halklar kendilerini ihanete uğramış görürler.

Çözüm olarak, tüm Irak’ın İngiliz uzmanlar gözetiminde bir Arap lider tarafından yönetilmesine karar verilir ve 1921 ağustosunda Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Irak kralı ilan edilir.

Lozan Belgelerinde Musul – Kerkük

Gerek İstanbul’daki İttihad- Terakki karşıtı partiler, gerekse Anadolu’ya geçen Kemalistler, Kürtler’e “birlikte kurtuluş ve birlikte özgürleşme”yi öneriyorlardı. Nitekim, gerek son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda, gerekse Ankara’da açılan ilk Millet Meclisi’nde kabul edilen “Misak-ı Milli” sınırları, Türkler’in ve Kürtler’in yaşadıkları toprakları kapsıyordu.

Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın 28 Ocak 1920’de yaptığı gizli oturumda kabul ettiği Misak-i Milli’nin 1. maddesinde “Mütareke çizgisinin içinde ve dışında kalan yerlerin İslam ve Osmanlı çoğunluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından Anayurttan hiçbir sebeple ayrılmaz” deniliyordu. Mustafa Kemal de, 1 Mayıs 1920’de yaptığı Meclis konuşmasında; “Hududu Milliyemiz İskenderun cenubundan geçer, Şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder” demektedir.[11]

İsmet İnönü’de esas olarak Türklerle Kürtlerin yaşadıkları toprakları kucaklayan Misak-ı Milli sınırlarını verdikleri önemi, Lozan öncesinde şöyle vurguluyordu: “Bizim uğrunda her türlü fedakârlığa katlandığımız gayelerimiz çok mütevazı ve çok haklıdır. Bu gayeler iki kelime içindedir: Misak-ı Milli”[12]

Ancak, Mustafa Kemal daha Ocak-1923’de Musul sorununa gerçek yaklaşımını şu sözlerle açıklar: “Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır… İkincisi, onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler orda bir Kürt Hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir.”[13]

Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Musul’u sahiplenmeyi iki gerekçeye bağlıyor: birincisi, sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları; ikincisi ise Kürt sorunudur.

Bu iki yaklaşım, bir bakıma Musul-Kerkük sorunu ortaya çıktıktan bu yana devam ediyor. Kürtler, Kürt bloğunun parçalanması adına hayıflanır ve eşitlik temelinde Türk-Kürt bütünleşmesini savunurken; Türk yönetimleri soruna petrol kaynakları ve Kürt halklarını önleme temelinde yaklaşmışlardır.

İlk Meclis’te Bitlis Mebusu olarak görev yapıp, 1925 Kürt İsyanı dolayısıyla idam edilen Yusuf Ziya Bey, 1923 yılı başlarında Meclis’te yaptığı ve ayakta alkışlanan meşhur konuşmasında; “Musul-Kerkük sorunu çözülmeden yapılacak bir Barış Anlaşması’nın gelecekte büyük sorunlara yolaçacağına” dikkat çekiyor ve Musul merkezini kasdederek “Ben Musul’u istemiyorum, Musul’u kime verirlerse versinler; Süleymaniye’yi, Kerkük’ü almakla Kürd’ün ve Türk’ün birliği sağlanmış olur” diyordu.[14]

Sevr’i içlerine sindiremeyen Kürtler, Kürt kökenli İsmet Paşa başkanlığındaki delegasyona büyük destek vermişlerdi. Nitekim, İsmet Paşa da anılarında; “Kürtler’in Milli Mücadelenin devamınca canla-başla beraberlik gösterdiklerini ve Lozan’da milli davaları (Biz Türkler ve Kürtler) diye bir millet olarak savunduklarını” bildirir.[15]

Lozan’da, diğer sorunlar kolaylıkla çözümlenirken, en yoğun görüşmeler Musul-Kerkük üzerinde yoğunlaşıyordu. İki taraf da, Musul ve çevresini elde tutabilmek için yoğun tarihi, coğrafik, etnolojik ve demografik tahlillere girişiyor ve karşı tezler ileri sürüyorlardı. Türk tarafı, daha çok yüzlerce yıllık egemenliğini ve kimi yerli kaynakları referans olarak getirirken; İngilizler kimi Batılı kaynakları ve Kürt kimliğini öne çıkarıyorladı. Kısaca, gerek Türk tarafı gerekse İngiliz tarafı daha çok “Kürt” kartına oynuyorlardı.

Türk tarafı, etnoğrafik gerekçelerini koyarken, son resmi Türk istatistiklerine dayanarak; Musul vilayetinde yerleşik nüfusun 503.000 kişiye vardığını ve bunlar dışında sayıları 170.000 kişiye varan Kürt, Türk ve Arap göçebe aşiretler bulunduğunu savunuyor ve Musul vilayetine bağlı olarak Süleymaniye, Kerkük ve Musul Sancakları bazında yerleşik nüfusa ilişkin şu rakamları veriyordu: 263.830 Kürt, 146.960 Türk, 43.210 Arap, 18.000 Êzidi (Kürt), 13.000 Müslüman olmayan.

Buna karşılık İngilizler ise, 1921 istatistiklerine dayanarak, Musul, Erbil, Kerkük, Süleymaniye kazalarını kapsayan Musul vilayetinin nüfusunu şöyle veriyorlardı: 185.763 Arap, 452.720 Kürt, 65.895 Türk, 62.225 Hıristiyan, 16.865 Yahudi.

İsmet Paşa, Êzidiler’in Hıristiyan nüfus içinde değerlendirilmesine şiddetle itiraz ediyor ve şunları söylüyordu: “Êzidiler Kürt’tür; doğal olarak da gelenek ve görenekleri Kürtler’inki gibidir; aralarında yalnız mezheb ayrılığı vardı; bu yüzden onları birbirinden ayrı tutmak doğru olmaz. Nasıl, aynı ulusun bireylerini, kimisi Katolik kimisi de Protestan olduğu için ayrı soydan saymak doğru olmazsa, Êzidiler’le Kürtler’i de birbirinden ayırmak haksızlık etmek olur.”[16]

Sonuç

Görüldüğü gibi, her iki istatistikte de Kürdler büyük bir çoğunluğu oluşturuyor. Ve tüm hesaplaşmalar Kürtler üzerinden yapılıyordu. Bu hesaplaşmada; Türk tarafı daha çok petrol kaynaklarını ve kendilerini de gelecekte kuşatacak olan Kürt sorunu dolayısıyla Musul- Kerkük bölgesinin Misak-ı Milli içerisinde kalmasını istiyor; İngiltere ise yeraltı zenginlikleriyle birlikte jeopolitik konumu açısından bölgeye sahip olmak istiyordu. İngiltere’nin, henüz Musul Komisyonu’na ve Cemiyet-i Akvam’a gitmemiş sorunun kolaylıkla çözümü için Şeyh Mahmud Berzenci liderliğindeki Kürtler’e önerdiği “muhtar” yönetim ise, Türk yönetiminin ustalıklı manevrası sonucu akamete uğruyor ve sorun bugünlere taşınıyordu. Kısaca, Lozan’ın bedeli Kürtler’e ödetiliyordu… Başka bir söyleyişle, başta İngilizler olmak üzere Batılı devletler Mezopotamya ve Kürdistan üzerinde pazarlık yaparak; Türk delegasyonu da adeta Anadolu topraklarını güvenceye alma uğruna Kürtler’i feda ediyordu…

Kaynakça: Nasnameyî Kerkûk, Rudaw, 2018

[1] Prof.Dr. Besim Darkot: Musul mad. İslam Ans. Cild-8, MEB yay. 2. Bas. İst. 1971, s. 743-744

[2] Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak Kürtleri’nin Sosyal ve Siyasal Konumları, Türkiye Günlüğü, Sayı:42/ 1996

[3] Şemseddin Sami: Kamusü’l- Alâm, İst. 1896, Cild-5, s.3840- 3843’ten aktarılarak, M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri, Özge yay. Ank. 1993, s.38-39

[4] Age.

[5] Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç: Musul ve Elcezire’de Oğuz Türkleri, Türk Tarihinin Anahatları’ndan ayrı basım.

[6] I. Dünya Harbinde Irak- İran Cephesi, Genelkurmay ATASE yay. Ank. 1979, s,24,33

[7] Dini esas alan bazı Osmanlı istatistikleri için bkz. Musul- Kerkük İle İlgili Arşiv Belgeleri (1525- 1919), Başbakanlık Devlet Arşivleri Gnl. Md.lüğü yay. Ank. 1993

[8] Haz. Vilayet Mektupçusu Tevfik Efendi: Musul Vilayeti Salnamesi, Musul, 1306/ 1890, s. 100-1

[9] Ali Tevfik: Memâlik-i Osmaniye Coğrafya Lugatı, İst. 1318/ 1902, s. 21

[10] Bu döneme ilişkin Komisyon Raporu ve belgeler için bkz. Milletler Cemiyeti Belgelerinde Musul-Kerkük Sorunu ve Kürdistan’ın Paylaşımı, Med yay. İst. 1991

[11] Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bak. Yay. 1992,s.132-133’ten aktarılarak, Dr. Osman Sönmez: Misak-ı Milli ve Musul-Kerkük, Kerkük der. Ank. Nisan Temmuz.

[12] Ali Naci Karacan: Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İst. 1943, s. 40

[13] Mustafa Kemal: Eskişehir-İzmit Konuşmaları-1923’ten aktarılarak, Cumhuriyet, 7.6.1991,s.10 (D. Perinçek, bu sözleri aktarırken 1. bölümü vermez. Bkz. Teori der. Şubat-1995)

[14] TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt- 4, Türkiye İş Bankası yay. Ank. 1985, s. 163

[15] İsmet İnönü: Hatıralar, 2. Cild Ank. 1987, s. 202

[16] Lozan Barış Konferansı/ Tutanaklar; Çev. Prof. Dr. Seha L. Meray; Önsöz: İsmet İnönü, Cild-1, Kitap- 1; Ank. Ün. Siyasal Bilgiler Fak. Yay. Ank. 1969, s.345