Yaşar Kemal

1972 yılında İstanbul’da turistik bir otelde çalışırken büyük roman ustası Yaşar Kemal ile tanışma şansına sahip oldum. Otelin restorant çalışanları zaman zaman bir müşteriden bahsederken çok heyecanlanıyorlardı. Yaşar Kemal’i bilmiyorlardı ama sıradışı hareket ve davranışları olan iri bir adamdan sık sık bahsediyorlardı. Bu sıradışı adamın dünyaca ünlü roman yazarı Yaşar Kemal olduğunu bilmiyorlardı. Sert ve yüksek sesle konuşması, oteldeki kelli felli adamlarla girdiği yüksek sesli tartışmaları her kes üzerinde bir etki bırakmıştı ama bu sıradışı bir yapıya sahip olan kişinin yaşar kemal olduğunu bilmiyorlardı.

 Bir gün ben, üç yıl önce aramızdan ayrılan amcam oğlu Ömer ve hemşerimiz Nayif Ağabey ile birlikte bir odayı temizlemek üzere içeri girince masanın üzerinde Çakırcalı Mehmet Efe isimli bir kitap dikkatimi çekti. Kitaba baktım, arka kapakta Yaşar Kemal ‘in fotoğrafı ve kısaca hayatı yazılıydı. Hemen arkadaşlarıma seslendim ve bakın bu odada kalan kişi Yaşar Kemal’dır dedim. Arkadaşlarımın itirazı üzerine bulunduğumuz üçüncü katın balkonuna çıktık ve Yaşar Kemal’in havuz kenarında battal bir şortla turladığını gördük. Onun Yaşar Kemal olduğuna arkadaşlarımı ikna edemeyince, odasına geldiğinde gidip kendisine sormaya karar verdik.

Bir süre üçüncü katın ofisinde onu gözledikten sonra odasına geldiğinde kapısını çalıp içeri girdik. İçeri girdiğimizde yatağın üzerine uzanan iri cüsseli bir adamla karşılaştık. Bize buyur çekmesi ile beraber hemen kendisinin Yaşar Kemal olup olmadığını sormamla o iri cüsseli adamın ayağa kalkarak evet ben Yaşar Kemal’im ne olmuş diye kızgın bir şekilde cevap verdi. Ben kusura bakmayın arkadaşlarımla iddiaya girdim, bu odada kalan kişinin yaşar kemal olduğunu söyledim arkadaşlarım itiraz etti, bunun üzerine size sormayı uygun gördük. Sözlerimi daha tamamlamadan sen Kürdsün söyle hele nerelisin. Ben evet kürdüm ve Kurtalan’lıyım deyince hemen esmer tenli olan amcam oğlu Ömer’e dönerek senin zaten Kürd olduğun bellidir, Nayif arkadaşımız sarışın kıvırcık saçlı ve mavi gözlü olması onu biraz şaşırttı ama onun da Kurtalan’lı ve Kürd olduğunu söyleyince başka bir odada bulunan eşine yüksek sesle bağırarak gelmesini istedi.

Eşi gelip hayrola Kemal ne oldu deyince, o da al sana sarışın kıvırcık saçlı ve mavi gözlü bir Kürd diye söyleyince, eşi bu kadar bağırmak bunun için miydi Kemal diye cevap verdi. Yaşar Kemal bu az mıdır, yıllardır sana diyorum sarışın mavi gözlü Kürd var diye, sen hep itiraz ediyordun, al sana sarışın kıvırcık saçlı ve mavi gözlü bir Kürd.

Yaşar Kemal Kurtalanlı olduğumuzu öğrenince bir baktık yedi aşiretten oluşan Pencenara aşiret federasyonundan başlayıp Garzan bölgesindeki belli başlı aşiretleri saymaya başladı. Bu bilgileri nereden öğrendiğini sorduğumuzda, Tatvan demiryolu hattı açılmadan önce her yaz mevsiminde trenle Kurtalan’a geldiğini, Kurtalan’dan da Bitlis postası ile Bitlis’e giderek feribotla Erciş’e bağlı köyüne (Ernis) gittiğini söyledi. Ancak Tatvan demiryolu hattı açıldıktan sonra Elazığ, Tatvan hattını kullanmaya başladığını söyledi.

Zaman zaman bizimle Kürdçe de konuşmaya başlayan Yaşar Kemal, bizim onunla tanışma şeklimizden çok etkilenmişti. Kitaptaki resim üzerinden tartışmamız ve balkondan onu izlememiz, daha sonra odasına girerek Yaşar Kemal olup olmadığını sormamız onu son derece duygulandırıp mutlu etmişti. Hatta bu güne kadar kendisini en çok mutlu eden ikinci bir olay olduğunu söyledi. 1970’li yıllarda Ege bölgesinde Bülent Ecevit’in bir seçim konvoyuna katılırken, konvoy dağlık bir bölgede mola vermiş, o da orada bulunan bir çobana yaklaşmış, çobanın elinde İnce Memed romanını görünce o kitabın kimin kitabı olduğunu sormuş, çoban da gururlu bir edayla bu kitap bizim kitabımız diye cevaplamış.

Ona göre ondan sonra onu en çok etkileyen ikinci olay bizimle tanışma faslıdır. Yaklaşık iki hafta otelde kaldı, onunla öyle bir samimi hava içine girdik ki zaman zaman  bizi odasına davet ederek sohbetlerde bulunuyordu.

Bir keresinde Yılmaz Güneyle olan dostluğunu bize anlatmaya başladı. Yılmaz Güney İstanbul’da bir gün evlerine gidip onlarla tanışmış, uzun boylu zayıf bir delikanlı olarak iz bırakmış üzerinde. Kendi romanlarını İngilizceye çeviren eşi bir seferinde bu çocuktan iyi bir aktör çıkacak demişse de Yaşar Kemal ilk başlarda fazla önemsememiş ama eşi iddiasında ısrarlı davranınca bunu sinema dünyası ile tanıştırıp Ala Geyik filminin senaryosunu Yaşar Kemal hazırlayarak sinema dünyasına ilk adımını atmıştır. Yılmaz Güney sinemaya ilk adımını attıktan sonra kısa sürede başarı merdivenlerini tırmanarak zirveye Çirkin Kral ismiyle taht kurar.

Yaşar Kemal’e göre, Yılmaz Güney çok cesur ve sanat dünyasından mafyaya haraç vermeyen tek kişidir, bırak ondan haraç istemeyi onun gölgesine bile yaklaşamadıkları gerçek anlamda bir kabadayı dır. Yine Yaşar Kemal’e göre 1968-69’larda Yılmaz Güney kumar dünyasına girer ve büyük paralar kaybeder. Bunun üzerine Yaşar Kemal onu ikaz etmesine rağmen o huyundan vazgeçmez.

12 Mart 1971 muhtırasında silahlı mücadele veren devrimci öğrencilere yardım ve yataklık yapmaktan zindana atılır. Yaşar Kemal kendisine tavırlı olduğu için o süreçte kendisiyle ilgilenmez, Yılmaz Güney’in yeni evlenmiş olduğu genç eşi Fatoş Hanım, Yaşar Kemal’in yanına gelip onunla birlikte kendisini cezaevinde ziyaret etmesini ister. Yaşar Kemal hayır ben o yaramazın yanına gelmem derse de Fatoş Hanım ısrarından vazgeçmez. Çünkü Yaşar abesinin bildiği yılmaz Güney gitmiş onun yerine bambaşka bir Yılmaz Güney gelmiştir.

Yaşar Kemal, Fatoş’un ısrarları üzerine cezaevinde yılmazı ziyarete gider ve Fatoş’un haklı olduğuna tanık olur. Yılmaz Güney artık sadece bir sanatçı, bir aktör değil, bundan böyle bir dava adamıdır. Ne var ki Yılmaz Güney’in önüne bundan böyle yeni ve derin tuzaklar örülür. Çukurova’da bir film çekimi sırasında kurgulanmış bir cinayetle yüz yüze gelir ve cezaevine atılır. Yılmaz Güney, sadece cinayet işlemekle yargılanmıyor, kendisinin yayınladığı dergilerde yazdığı siyasi yazılardan sık sık dava açılmakta ve ağır cezalar istenmektedir.

Yılmaz Güney’in yaşamının artık cezaevinde geçireceği belli olmuştur. Yeraltı dünyasının son derece saygı duyduğu ve istediği her şeyi emir olarak telâkki ettiği bir durum var iken, Yılmaz Güney için cezaevinden çıkıp yurtdışına kaçmak bir bardak su içmek kadar kolaydır.

Nihayet Yılmaz Güney kararını verir ve Fransa’ya kaçar. Fransa’da o döneme kadar Elize sarayında ağırlanan, Yaşar Kemal’den sonraki ikinci Kürd sanatçıdır. Paris’te Cigerxwîn, Kendal Nezan gibi tanınmış Kürd şahsiyetlerle birlikte Paris Kürd Enstitüsü’nü kurarlar. Yılmaz Güney artık asıl halkayı yakalamış, artık Kürdistan kurtuluş mücadelesinin ateşli bir savunucusudur.

Paris Kürd Enstitüsü’nün kuruluşunda bağımsız birleşik Kürdistan şiarını en yüksek perdeden dile getirir. Yılmaz Güney ne yazık ki bundan 37 yıl önce çok genç yaşta (47) aramızdan ayrıldı. Yılmaz Güney’in ölümü aklıma her geldiğinde Kürdistan davası uğruna çok hüzünlenirim. Yılmaz Güney gerçekten bir dava adamı idi, tuttuğunu koparan, önüne koyduğu hedefleri mutlaka gerçekleştiren büyük bir kararlılığa ve kişiliğe sahipti. Eğer hayatta olsaydı bugün 84 yaşında olacaktı ve 84 yaş bugün çok büyük bir yaş değildir. Hep yüreğimizde ve usumuzda yaşayacaktır, mekanı cennettir inşaallah.

Yaşar Kemal le ilgili söyleyebileceğim çok şey vardır o anımız çerçevesinde, tek bir tanesine değinip yazıyı sonuçlandıracağım.

Bir gün otel lobisinde gezinirken baktık ki Yaşar Kemal restorant tarafından müdüriyete doğru hiddetli bir şekilde yüksek sesle söylenerek gidiyor. Hemen hızlı adımlarla ona yetiştik ve Kürdçe seslenerek ne oldu Kemal dayı dedik. Kürdçe ağır bir küfür sayarak resepsiyona gitti, biz de özel muhafızı gidip hemen arkasında durduk, sanki otelin personeli değil, onun özel muhafızlarıyız gibi.

Otelin müdürü, idare amiri ve ABD’de öğrenim gören otel sahibinin oğlu ne kadar özür dileseler de yemeklerin iyi olmadığını bahane ederek hemen hesabını kesti. Yemekten şikayetleri bize de inandırıcı gelmemişti.

Peşinden odasına gittik çok öfkeliydi, ben buraya kafamı dinlemeye istirahat etmeye gelmişim, her yemeğe indiğimde bakıyorum iki MİT ajanı karşımdaki masada oturmuş ve o yemek bana zehir gibi geliyor, yemekleri bahane ettim ama asıl beni rahatsız eden bu durumdu dedi. İkisinin de ruhları şad mekanları cennet olsun.