2003 yılında tümüyle ABD’nin Ortadoğu’yla ilgili hesapları doğrultusunda Türkiye’de iktidara getirilen Erdoğan’ın yine ABD’nin istekleri üzerine Fethullah Gülen ile işbirliği yaparak uzun yıllar ülkeyi birlikte yönettikleri siyasetle ilgili tüm tarafların bildiği bir konudur.

Bahsi geçen bu ikili iktidar, 2003/2013 yılları arasında Türkiye’de geçmişteki vesayet rejiminden rahatsız olan bir takım liberal çevreler ve Kürt şahsiyetlerinin de desteğini alarak göreceli de olsa bazı reformlar yaparak hem siyasi alanda hem de ekonomik alanlardaki çalışmalarıyla halk tabanında önemli bir sempati ve desteğe sahip olmuştu.

Erdoğan, Gülen ikilisi aynı dönemde Türkiye’de uzun yıllar siyaset alanında ve devlet yönetiminde büyük bir ağırlığı olan Kemalist vesayetçi çevrelerin üzerine giderek Ergenekon, Balyoz vb. yapıları deşifre etmiş böylece gerçek demokrasi ve özgürlüklerden yana olan siyasi yapılarda ve ayrıca statükonun cenderesinde inim inim inleyen başta Kütler olmak üzere tüm Anadolu’nun yoksul insanları arasında büyük bir memnuniyet ve ilgi yaratmıştı.

Erdoğan ve AKP’nin yükselişi olarak tanımladığımız bu dönemde Türkiye’de faili meçhul cinayetler durmuş, AB ile ilgili önemli gelişmeler kaydedilmiş, Kürd, Alevi, Roman sözde açılımlarıyla azımsanmayacak nispi demokratik bir zemin yaratılarak hemen her kesimin kendi istek ve taleplerini tartışabileceği bir ortam yaratılmıştır. İşte bu dönemde Erdoğan’ın eli giderek güçlenmiş, güçlendikçe adeta zafer sarhoşluğuyla kendisini muktedir olarak görmeye başlamıştır.

Bu ruh hali kendisine hem ABD’yi hem AB’yi, hem Güleni hem de 100 yıllık iktidarını elinden kaçırmış olan Kemalistlerin varlığını unutturmuştur. Dolayısıyla kafasındaki ütopik hayallerini gerçekleştirmek için geçmişte kendisine destek veren bütün kesimlere saldırırken bir gün kendisinin yeminli düşmanlarına muhtaç olacağını aklından bile geçiremiyordu. Ve bu arada ABD, AB Gülen cemaatine ve kendisine büyük destek veren Kürdlere düşman gibi saldırmaya başlamıştı.

2003/2013 Yılları arasında iktidar nimetlerini Gülen’le paylaşan AKP iktidarı ABD’nin Arap baharı ile birlikte orta doğu  sahasına yeniden ve Türkiye politikalarıyla çelişecek bir biçimde ineceğini galiba hesaplayamamıştı. Erdoğan’ın kendisini ve iktidarını en güçlü olarak gördüğü bu süreçte yeni Ortadoğu şekillenmesinde bizde varız iddiasıyla ortaya çıkması ABD ve Türkiye ilişkilerinde ciddi bir takım gerginliklere sebep olurken, Gülen cemaatinin ABD’den yana bir tutum takınacağını da düşünememiş olması gerekir ki bu olay Erdoğan Gülen birlikteliğinde çok önemli çelişki ve çatlaklara sebep oluyordu.

Böylece yaklaşık 10 Yıl boyunca Türkiye’yi birlikte yöneten Erdoğan, Gülen ikilisi gerek içerideki rant paylaşımı nedeniyle ve gerekse Erdoğan’ın Suriye, Mısır, Irak ve Yemen sahasında ABD politikalarına ters düşmesi sonucunda, Erdoğan Gülen ikilisini adeta düşman kardeşler pozisyonuna getirmiştir. Bu gelişmeler Erdoğan ve AKP iktidarını büyük bir riske sokarken Türkiye solunun dümen suyuna kendisini kaptırmış olan PKK hareketini bir kez daha Kemalist solun etkisine sokarak Gezi olaylarında piyon rolünü üstlenmesine sebep olmuştur. Ayrıca bu tutumuyla mevcut iktidarla Kürdleri karşı karşıya getiren hendek barikat eylemleriyle Kürd halkına telafisi mümkün olmayan büyük mağduriyetler yaşatılmıştır.

PPK’nin Türk soluyla açık Fetocularla da kurduğu gizli eylem ve düşünce birliği Erdoğan’da büyük bir korku ve panik sebebi olurken aynı zaman da Erdoğan’ı can havliyle yeni ittifaklar yaratma arayışlarına da sokmuştur. İşte tamda bu noktada hiçbir zaman boş durmayan Türkiye derin devleti devreye girerek; Perinçek, Bahçeli ve Ergenekon, Balyoz çetelerini Erdoğan’la ortaklaştırarak yeni ve uğursuz bir sürecin yaşanması sonucunu doğurmuştur.

Çok iyi bilinmelidir ki günümüzde Kürdlere yönelik her türlü insanlık dışı saldırıların temelinde ırkçı, şoven TC devlet politikasının yanında Kürdistan sahasında 40 yıldır kendilerinden başka hiçbir demokratik Kürd yapılanmasına izin vermeyen PKK’nin hegemonyacı ve şiddete dayalı politikasının rolü büyük olmakla birlikte vebali de çok büyüktür.

Sonuç olarak AKP, MHP ve Ergenekoncu ittifakın Kürdistan’ın tüm parçalarında giderek saldırganlaştığı bu süreçte mevcut Kürdistan’i kazanımlara sahip çıkmak her Kürd yurtseverinin tarihi ve vazgeçilmez görevi olmalıdır. Ayrıca Kürdler’i tarih sahnesinden silmek isteyen bu uğursuz ittifak bilmelidir ki; Kürdler tarihleri boyunca böylesine vahşi saldırılara hep muhatap olmuşlardır. Ancak hiçbir koşulda kendisini düşman gibi görenlere baş eğmemiş ve yine kendisinin meşru olan hak mücadelesini günümüze kadar sürdüregelmiştir. Buradan Kürdleri düşmanlaştıranlara seslenmek istiyorum; aynı coğrafyada ebediyen komşu olarak yaşayacaksak ki yaşayacağız, bunun en doğru yolu iki dost ve komşu halk olarak birbirimizin hakkına saygılı davranarak bölgeye ve bölge halklarına barış ve huzur getirmektir.

Saygılarımla

19.06.2020 İst.

***

İktidarlar ve Yasalar Değişti Ama Kürde Düşmanlık Hiç Değişmedi

Bu yazıdaki amacımın doğru anlaşılması için bazen kendimden ve bazen de ailemden bahsetmek zorunda kalacağım. Umarım yazıyı okuyan dostlarım beni anlayışla karşılarlar. Ben 1927 Ve 1932 Yılları arasında Ağrı’daki direniş hareketini yönetenlerden ve Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nde önemli görevler üstlenmiş ayrıca da hayatlarının yaklaşık 25/30 yılını İran’ın farklı bölgelerinde sürgünde yaşamış Türkiye’ye döndükten sonra ise Kayseri, Aydın ve Trakya illerine sürgüne gönderilmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Dolayısı ile böylesi niteliklere sahip ailenin bir ferdi olarak Kürd halkına yapılan zulüm ve haksızlıkların hikayelerini ve ağıtlarını dinleyerek büyüdüm.

Siyasete olan ilgim nedeniyle daha on sekiz yaşımda iken Ağrı ilinin Patnos ilçesinde o dönem Patnos’ta belediye başkanı olan bir yurtsever ailenin misafiri olarak rahmetli ve değerli Dr. Şivan’la burada tanıştım. Bu tanışma faslı benim açımdan ve aktif siyasete katılmam açısından bir milat sayılabilir. O  gün, bugün aklımın erdiği, yüreğimin yettiği ve dilimin döndüğü kadarıyla mensubu olduğum Kürd halkının özgürlük mücadelesine katkı sunmaya çalıştım. Dolayısıyla bahsi geçene bu 51 yıllık siyasi yaşamımda her yurtsever insan gibi bende sorgulanıp yargılandım. Ancak daha işin başında halkımıza verdiğimiz bir sözümüz vardı; ”Ev seri ev Oxur” diyerek bu güne kadar sözümüze bağlı kalarak mücadelemi sürdürdüm.

Yaşımın ilerlemiş olduğu bu günlerde Kürd kardeşlerimle geçmişte yaşadığım bir anımı paylaşarak asıl konumuza geçmek istiyorum. 1979 Yılında 364 sanıklı bir siyasi davanın sanıklarından birisiydim. Mahkeme sıkı yönetim askeri mahkemesiydi ve hep birlikte orada yargılanıyorduk. Esasen ben o dönem DDKD’liydim ancak bahsi geçen yapı benim bölgemde deşifre edilemediği için ben Özgürlük Yolundan yargılanıyordum. Mahkeme başkanı olan yarbay beni sorgularken ”Hüseyin TAYSUN sen nasıl bir aileye mensup olduğunu biliyormusun diyerek ailemin bölücü ve Kürd’çü olduğunu söyleyerek sizler zaten hainsiniz dedi” Bende kendimi savunurken ailemin zulme uğramış Kürd halkının meşru haklarını savunmak üzere Ağrı ve Mahabat hareketine katıldığını ve bahsi geçen yıllarda benim daha doğmamış olduğumu söyleyerek benim olmadığım bir dönemin hesabını benden sorulmasını hukuka aykırılığını ortaya koyan uzun bir siyasi savunma yapmıştım.

1979’dan bu ğüne 40 Yıl geçti ve Türkiye’de bir çok iktidarların ve yasaların değiştiğini bidiğim halde her bir Kürd ferdinin şunu çok iyi bilmesini istiyorum ki, bu ülkede Kürdlere karşı düşmanlık konusunda zerreyi miskal kadar bir şey değişmemiştir. İşte bu gerçekliklerden dolayı bizler ya makus talihimize boyun eğecek ve her türlü zulme razı olacaktık, yada atalarımıza ait bu topraklarda işgalcilere karşı koyarak birer fedai gibi özgür ve onurlu bir mücadele yolunu seçecektik. Ben ve bizler halkımıza karşı duyduğumuz sorumluluğun gereği olarak en zorunu seçerek Kürd halkının haklı ve meşru mücadele saflarında yerimizi alarak tarihe ve halkımıza cevap olmaya çalıştık. Şimdi düşünyorum da zor olsada iyikide böylesi onurlu bir tercih kullanmışız.

Ben ve bizler Kürdlerin insan olmaktan kaynaklı haklarına kavuşması için dua edecek yada bizleri düşman ilan edenlere beddua edilerek mevcut sorunun çözüleceğine inansaydık, elbetteki kendimize devrimcilik gibi zor bir misyonu yüklemezdik. Şayet birgün illede bir dua etmek durumunda kalırsak dört kitap, üç din ve yüzlerce felsefi inanca sığınarak yapacağımız dua şöyle olacaktır; ”Allahım sen hiçbir kişi veya kavmi / milleti işgalcilerin ve zalimlerin himmetine ve merhametine sığınacak kadar akıldan ve cesaretten yoksun bırakma derdik.” Yani duamız ben ve bizleri eğemenlerin ve zalimlerin sahte sofilerine ve sözde solcularına muhtaç etmesin şeklinde olacaktır.

Geldiğimiz bu aşamada Corona illetinin ve hukuk rezaletinin hüküm sürdüğü ayrıca özellikle Kürd halkına büyük maduriyetler yaşatıldığı bu süreçte gün geçmiyor ki Kürdlere, Alevilere ve insan hakları savunucularına yönelik bir saldırı olmasın. Hergün farklı alanlarda büyük bir histeri ile Kürdler katlediliyor, Kürdlerin seçimlerde ortaya koyduğu siyasi tercihler ayaklar altına alınarak Bld. Başkanları ve mebusları görevden alınıp zindanlara atılıyor. Şiddete karşı olmasına rağmen mevcut yasalara göre kurulmuş Kürd siyasi partileri kapatılmak isteniyor. Kürdü ve Kürdlerin haklarını görmezden gelen ve ilhamını Doğu Perinçek gibi Apo dostlarından alan AKP, MHP ortaklığının Kürdlerle ilgili nihayi hedeflerinin ne olduğunu anlamak artık bizler açısından anlaşılması zor birşey değildir.

Sömürgeci sistemin ve Corona illetinin Kürdleri kendi mapushanesine mahkum ettiği bu karmaşık süreçte herşeyin eğemenlerin lehine işlediğinin farkında olmamak için kör olmak gerekiyor. Bundan dolayı Kürd siyasilerinin her türlü baskı ve zulme rağmen uyanık olması ve bir takım yeni ve etkili yöntemler geliştirerek kendi halkının ve demokratik çevrelerin yanında olduğunu ortaya koyması tarihi bir görev ve sorumluluk olarak düşünülmelidir.

Mevcut iletişim araçlarını en etkili bir biçimde kullanarak hem Kürd halkı bilinçlendirilmeli hemde uluslararası çevrelere Kürdlere yapılan haksızlıklar en hızlı bir biçimde aktarılmalıdır. Halkımızı düşmanlaştıran ve bazı doğal afetleri Kürdleri çaresiz bırakmak üzere kullananlara asla fırsat verilmemeli ve bizleri siyasetten uzak tutumaya yönelik çabalara aldırmadan en etkili bir biçimde fedakarca çalışarak halkımızın yanında olmayı aklımızdan asla çıkarmamalıyız. Bunları söylerken Kürdleri düşmanlaştıranların güçlü ve gaddar olduklarının bilinciyle yolumuzun uzun yükümüzün de ağır olduğunu elbetteki bilerek görevimizi yerine getirmeliyiz.

Saygılarımla.

M.Hüseyin TAYSUN

09.06.2020 İzmir