Bundan önceki yazımızda Mehmed Mihri’nin Kürd dili üzerine yapılan tartışmalara 1913 yıllarında katıldığını belirtmiştik.  Mehmed Mihri’nin gerek Kurdistan(1919-1920) dergisinde ve gerekse de Jîn (1918-1920), Rojî Kurd (1913), Hetawî Kurd (1913-1914) ve Hewlêr’de yayınlanan Hetaw (1955-1956) dergilerinde farklı konularda ve ağırlıklı olarak da Kürd dili ve edebiyatına dair çok sayıda makalesi yayımlanmış. Bunun yanı sıra müderrisliği, hukuk eğitimi görmesi, yayıncı ve yazar kimliği de eklenince çok yönlü bir entelektüel kişilik ortaya çıkıyor.

  1. Müderris, dilbilimci, edip, şair, hukukçu ve yazar kimliğiyle Mehmed Mihri Hilav

Mehmed Mihri; Osmanlı İmparatorluğu son döneminde kurulan Kürt örgütlerinin kurucu ve aktif üyelerinden biri olup çok yönlü işleyen kalemiyle dilbilimci, edip, şair, siyasetçi ve hukukçu gibi kimliklere sahip olan fakat pek tanınmayan meçhul Kürt münevver ve mütefekkirlerinden biridir. Meçhul diyorum, çünkü çok farklı hususiyetlerine rağmen az tanınıyor ve yeni nesil gençlerimizin büyük çoğunluğu belki de onun adını dahi duymamıştır. Bu bölümde ağırlıklı olarak onun dil çalışmalarından bahsedeceğim ancak çok yönlü ve müstesna bir şahsiyet olması itibarıyla mümkün olduğu kadarıyla onun diğer farklı özellik ve yeteneklerinden de kısaca bahsetmeye çalışacağım.

Mehmed Mihri, 1885 yılında Sıne’ye bağlı Cıwanro bölgesinde bulunan Dışe(ê) köyünde doğmuş. Kimliğinde doğum yeri olarak “Musul’a bağlı Sıne kasabası” yazılsa da, aslında “Sıne-Sinê” Doğu Kurdistan’da yani bugünkü İran’ın siyasi sınırları içerisinde bulunan bir Kürd şehridir. Öyle anlaşılıyor ki o dönemde söz konusu kasaba ya idari olarak Musul vilayetine bağlıydı ya da Osmanlı hüviyetnamesini alabilmek ve vatandaşlığa kabul edilmek için böyle bir yönteme başvurulmuştur. Oğlu Selahattin Hilav’ın aktarımına göre, “Mehmet Mihri Bey, ikisi kız, yedisi de erkek olmak üzere on çocuklu bir ailenin oğludur. Babası Gülamber bölgesinde küçük Molla lakabıyla tanınan, medreseleri olan ünlü bir din bilgini”[1] dir. Babası müftülük yaptığı için, Müftü Molla Abdullah olarak tanınır. Dedesi, Molla Mahmut olup meşhur Ciwanrolu Müzafer Han’ın torunudur. Annesi de bölgenin tanınan ailelerinden Şeyh Şahabettin Talsi’nin kızıdır. Mehmed Mihri’nin mensubu olduğu aile, bugün de Doğu Kürdistan’da “Müftizade” ailesi namıyla tanınmaktadır.

Mehmed Mihri, tahsilinin ilk evresini kendi köyünde aile medresesinde tamamlar ve bu dönemdeki öğretmenlerinden biri de babasıdır. Daha sonra Sıne şehrine giderek burada tanınan alimlerden ders alır. Oradan da Bêzara kasabasına, sonra da Serdeşt şehrine giderek Molla Kadir’den gerekli dersleri alır. Serdeşt’ten sonra tahsilini tamamlamak için Hewlêr şehrine gider ve burada aldığı dersleri başarılı bir şekilde vererek 1904 yılında Molla Ebubekir’den icazetini alır.

Tahsilini tamamlayan Mehmed Mihri, Dişê köyüne döner. Buradaki medresede bir müddet okuma, hitabet ve felsefe derslerini verir. Bu arada babasıyla yaşadığı bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Sıne şehrini terk ederek Kuzey Kürdistan’a yönelir. Bir müddet Van’daki Horhor medresesinde tahsil görür ve Molla Said-i Kurdi ile tanışıklıkları da bu dönemde başlar. Bir müddet burada kaldıktan sonra buradan da Trabzon üzerinden İstanbul’a gider.

Mehmed Mihri, “Çok iyi derecede Farsça, Arapça ve Kürtçe dillerini biliyor ve klasik Doğu kültürüyle yetişmişti.”[2] Musa Anter’in aktarımına göre, “Mehmed Mihri’nin bilmediği dil yoktu sanki. Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca ve Kürdçenin tüm lehçe ve şivelerine hâkimdi.”[3] İstanbul’a geldikten sonra, Fatih Medresesi’nde tahsilini sürdürür ve dersiam olmak için ruûs sınavına girmek üzere müracaatta bulunur. Kendi anlatımıyla; “Ruûs imtihanına girmek için toplam 680 imam başvuruda bulunmuştu. O zaman ben 22 yaşında idim, diğer imamların ise en genci 40 yaşında ve geri kalanların çoğunluğu da 75 yaş civarındaydı. İmtihan Ebus’ûd dershanesinde yapıldı ve 1310 (1894-1895) yılından beri Alî Osman devletinde böyle ağır bir imtihan yapılmamıştı. Türkçe hiç bilmiyordum, Arapça ve Farsça cümle kuruyordum ve Abdülhak Hamit’in Türkçesi gibi sonuna “dir” eki getiriyordum 680 kişinin katıldığı bu imtihanda ancak 10 kişi kazanabildi ve ben de bu on kişinin içerisinde birinci oldum.”[4] Mehmed Mihri buradaki tahsilini de iyi bir dereceyle tamamladıktan sonra, aynı medresede öğretmeni olan ve daha sonra da kayınpederi olacak Dağıstanlı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin de desteğiyle, Fatih Medresesi’nde dersiam olarak göreve başlar. Bu süreçte İstanbul’daki çok sayıda Kürt öğrenci, münevver ve şahsiyetleriyle tanışır ki bu şahsiyetlerden biri de İsmail Hakkı Baban’dır.

1912’lerin sonlarında İstanbul’da bulunan Kürt öğrencileri bir araya gelerek Kürd Talebe Hêvi Cemiyeti adıyla bir gençlik örgütü kurarlar. Kuruluş kongresinde Ömer Cemil Paşa ve daha sonra yapılan olağan kongrede de Memduh Selim cemiyetin genel sekreterliğine seçilir. Hêvî Cemiyeti, kuruluştan kısa bir süre sonra önemli bir üye ve taraftar kitlesi oluşturur. Kadri Cemil Paşa’nın aktarımına göre üyeler arasında en çok tanınanları şunlardı: “Memduh Selim Bey, Kemal Fevzi ve kardeşi Ziya Vehbi, Kerküklü Necmettin Hüseyni, Aziz Babanzade, Arvasizade Mehmed Şefik, Müküslü Hamza, Harputlu Tayip Ali, Süleymaniyeli Abdülkadir, Diyarbekirli Salih, Ekrem Cemil Paşa, Diyarbekirli Abdülkadir, Asaf Bedirhan, Diyarbekirli Mustafa Reşat, Mahabatlı Dr. Mustafa Şevki, Sıneli Mihri, Dr. Fuat ve Hakkarili Abdürrahim Rahmi.”[5]

Hêvî Cemiyeti, 6 Haziran 1913 tarihinde Rojî Kurd adıyla bir dergi yayınlamaya başlar. Her geçen günle birlikte yapılan çalışmalar ve yayın faaliyetiyle Hêvî, gerçekten Kürd gençliğinin parlayan umuduna dönüşür. Bu nedenle dönemin İttihat ve Terakki yönetimi, gittikçe bu çalışmalardan rahatsız olur ve uyguladığı baskılarla Hêvî üyeleri ve çalışanlarını yıldırmak ister. Bu baskıların sonucu olarak dördüncü sayıdan sonra Rojî Kurd’ün yayını durdurulur.

Mehmed Mihri’nin Rojî Kurd dergisindeki ilk yazısı, “Le tarîkî bo ronakî [Karanlıktan Aydınlığa][6] başlığıyla derginin dördüncü sayısında yayımlanmış.

* * *

Bugün yaşadığımız bölgede ve dünyada başta doğa afetleri olmak üzere, savaşlar, yoksulluk ve bundan kaynaklı göçler insanlığın geleceği için büyük bir tehlike arzetmektedir. Biz Kürdler nazarında zulüm, boyunduruk ve sıkıntılardan kurtuluş anlamına gelen Newroz; yeni bir gün, yeni bir hayat ve yeni bir dünyaya ulaşmayı sembolize eder. Bu içeriğiyle başta Kürd milleti olmak üzere, onu kutlayan bütün milletlerin ve halkların Newroz’u kutlu olsun.

Newroza we pîroz be!

Newroza şima pîroz bo!

Newroztan pîroz bê!

Kaynak: https://www.rudaw.net/turkish/opinion/19032023

[1] Sema Rifat, Selahattin Hilav ve Paris Mektupları, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, Ekim 2006, s. 13

[2] Sema Rifat, a.g.e., s. 16

[3] Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 2011, s. 69

[4] M. M. Yekîtî zimanê Kurdî: Zimanî ême yek cor e, şîwekanî zor e, Kovarî Hetaw, Jimar: 60, Heynî 20ê Nîsan 1956, s. 2-3

[5] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopî), Doza Kurdistan: Kürt Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Özge Yayınalrı, İkinci Basım, Ankara-1991, s. 35

[6] Seîd Veroj, Cemîyeta Hêvî ya Talabeyê Kurd (Kürd Talabe Hêvî Cemîyetî) û Rojî Kurd (1913), Weşanên Dara, Dîyarbekir, 2020, r. 167-168