4- Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi:

İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte örgütlenme, basın ve yayın alanında kısmi bir özgürlük ortamı oluşur. Bu dönemde yıkıma doğru giden imparatorluğu diriltmek ve kurtarmak için, bir yandan “Batılılaşmayı” esas alan siyasi akımlar, öte yandan da “Osmanlıcılık” zemininde hareket eden birçok yeni örgüt kurulur ve bu örgütlere bağlı ya da bağımsız çok sayıda gazete-dergi yayımlanır. Aynı zamanda balkanlardan gelen milliyetçilik dalgası, peyderpey imparatorluğun diğer bölgelerinde de etkisini gösteriyordu. Bu dönemde Kürdler de kendi örgütlerini kurmaya başladılar ve bu örgütlere bağlı olarak da yeni gazete ve dergiler yayımlanmaya başlandı. Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti de Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu Seyit Abdülkadir’in başkanlığında bu dönemde kuruldu ve kısa bir zaman sonra da Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi adıyla bir yayın çıkartmaya başladı.

Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’nin ilk sayısı Hicri 11 Zilkade 1326 (5 Aralık 1908) tarihinde İstanbul’da yayımlanmıştır. Gazetenin imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü Süleymaniyeli Tevfik yani diğer adıyla Pîremerd, başyazarı ise Diyarbakırlı Ahmet Cemil idi. Künye kısmında; “Haftada bir neşrolunacak, dini, ilmi, siyasi, ictimai gazete” olduğu, “sayfalarının daima Kürd erbab-ı fikir ve kalemine açık” olduğu belirtilmiş. Haftalık yayımlanan bir gazete olduğu halde, yaklaşık bir yıl içerisinde toplam 9 sayı çıkmış ve son sayısı 30 Ocak 1909’da yayımlanmıştır.

Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’nin içeriğine baktığımızda; başta eğitim olmak üzere Kürdlerin geri kalmışlığı, mevcut siyasi durum, toplumsal ihtilaf ve çelişkileri konu alan farklı farklı yazılar yayımlanmıştır.  Gazetenin yazarları ve yayımlanan yazıların içeriğine baktığımız zaman; İkinci Meşrutiyet’in ilanı olumlu karşılanmış, ümmetin birliği ve İmparatorluğun bütünlüğü içerisinde Kürtlerin kültürel haklarının tanınması ve Kürtçe eğitimin serbest edilmesi talebinde bulunulmuştur.

Cemiyetin kurucusu ve gazetenin de önemli yazarlarında olan İsmail Hakkı Baban, bir yönüyle gazetenin yayın politikasını da özetleyen bir şekilde “Kürdler ve Kürdistan” adlı makalesinde şöyle demektedir: “Kürdler her şeyden önce Müslümandırlar, ondan sonra öz Osmanlıdırlar. Üçüncü derecede de Kürd’dürler… Dünyada hiçbir güç düşünülemez ki, Kürdlük ile Osmanlılık arasındaki bu eski bağdaşmayı, bu doğruluk ve dürüstlük bağını yok etmeyi başarsın. Osmanlılık Kürtlüğü ve Kürdlük de karşılıklı olarak Osmanlılığı içermiş, bu iki sözcüğün içeriği mutlak olarak iç içe geçmiştir.” Aynı yazının devamında çalışmaya nereden başlamak gerektiği sorusuna verdiği cevapta da şöyle demektedir: “Önce eğitim, sonra yine eğitim. Daha sonra yine eğitim, yine eğitim, yine eğitim!” Cemiyetin kurucusu ve gazetenin de yazarlarından olan Said-i Kurdi de “Kürdçe Lisanımız” başlığıyla yazdığı Kürtçe yazısında, İslamiyet’in önemine ve insaniyetin gereklerine vurgu yapıp milliyet aidiyetimizin bize kazandırdığı meziyetlerden bahsederek şöyle bir durum tespitinde bulunmaktadır: “Bizi bozguna uğratan üç düşmanımız vardır. Birincisi fakirlik, ikincisi eğitimsizlik ve cehalet, üçüncüsü de düşmanlık ve ihtilaftır.” Çözüm önerisine gelince, O da tıpkı Babanzade gibi şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır: “Eğitim, eğitim, eğitim ve birlik, birlik, birlik.” Bu amaca bağlı olarak cemiyet Modkanlı Halil Hayali, Ahmed Cemil ve Kurdizada Ahmed Ramiz’in sorumluluğunda ilk Kürdçe eğitim yapan bir okulu açmış ve basımevi kurmuştur.

Sonuç olarak bu dönemde kurulan Kürt cemiyetleri ve çıkartılan yayınlarla ilgili yapılan en önemli tartışmalardan biri de, bu cemiyetlerin ve çalışmalarının Kürt milliyetçiliğinin oluşması ve gelişmesiyle ilişkisinin ne olduğudur. Bu konuda önemli çalışmaları olan M. Ş. Hanioğlu, “Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti çevresinde bir Kürt ulusçuluk hareketinin başladığını” belirtmektedir. Bilal Şimşir de Cemiyetin “Tüzüğünde, bir yandan Osmanlılık kimliği vurgulanırken diğer yandan Kürt kimliği öne çıkarılarak ayrılıkçılık, Kürtçülük yapılmıştır.” der. Tarihçi T. Z. Tunay da “İkinci Meşrutiyet dönemi içinde kurulan Kürt cemiyetleri Osmanlı ülkesinden ayrılma amacını gütmemiş.” olduklarını belirtmektedir.

5- Serbesti Gazetesi

Serbesti, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yayın hayatına başlamış ilk günlük Kürt gazetesidir. Serbesti’nin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni olan Mevlanzade Rifat, Güney Kurdistan’ın Süleymaniye vilayetinin ileri gelenlerinden mevlanbegzade ailesinin bir üyesi ve meşhur yazar Abdurrahman Nacim’in oğludur. Mevlanzade Rifat, 20. yy. başlarındaki Kürt milliyetçi hareketinin öncülüğünü yapan önemli şahsiyetlerden biri olup gazeteci, yayıncı, yazar ve siyasetçi kimlikleriyle tanınmaktadır. Serbesti gazetesinin yanısıra Hukuki Umûmiye, İnkılab-i Beşer, Âkil, Ahalî, Meşrûtiyet, Faruk, Cihad, Kadınlar Dünyası vb. gazete ve dergilerin de sahipliğini veya sorumlu müdürlüğünü yapmış, aynı zamanda farklı gazete ve dergilerde de çok sayıda yazıları yayımlanmıştır.

Serbesti gazetesi 1908 yılının sonlarına doğru yayın hayatına başlar ve 1. sayısı 3 Teşrinisani 1324 (16 Kasım 1908) tarihinde İstanbul’da yayımlanır. Gazete dört sayfadan ibaret olup günlük olarak yayımlanır, imtiyaz sahibi Mevlanzade Rıfat ve başyazarı da Hasan Fehmi’dir. Künye kısmında “Serbesti” yazısının altında şöyle yazmaktadır: “Osmanlıların cins ve mezhep ayrımına bakmaksızın hukukuna hizmet eden günlük gazete”dir.  Gazetenin her sayısı dört sayfa ve beş sütundan ibaret olup 172. sayı hariç diğerlerinin ebattı 40cm x 54cm’dir. Bütün sayılar elimizde olmasa da gazetenin aralıklarla “toplam 770 sayı” yayımlandığı bilinmektedir. Gazetenin 1’den 498’e kadar olan sayılarının dijital kopyaları Beyazıt kütüphanesinde bulunmaktadır. Ayrıca değişik kaynaklardan elde edilmiş 595, 596, 597, 598, 600 ve 601. sayıları mevcut olup geri kalan sayılar elimizde yoktur. 601. sayısı 25 Nisan 1920 tarihinde yayımlanmıştır.

Serbesti’nin her sayısı “Meslek” başlığı altında editoryal yazıyla başlamakta ki ağırlıkla gazetenin düşüncelerini yansıtmaktadır. İlk üç sayısında “Meslek” başlığı altında aynı yazı yayımlanmış ve şöyle demektedir: “Serbesti bütün manasıyla “hür” dür. Meşrutiyet idaremizi muhafaza zımnında fedakârlıktan çekinmeyecektir. Serbesti halkın genelinin aydınlanmasına ve Osmanlının değişik unsurlarının birliğine çalışarak millet hukukunun savunucusu olan “kanunu” yegane rehber edinecektir.

Serbesti, namus ve haysiyeti sertacı meslek tutacaktır ve hiçbir şahsın siyasi ve şahsi emel ve maksadına dahi hizmette bulunmayacaktır.

Serbesti, yalnız hakikati söyleyecek ve milletin medeniyet yoluna girmesinin çarelerini düşünecektir.

Hülasa Serbesti; milletimizin din ve unsuru ayırtetmeksizin genel olarak zulüm görmüş vatandaşlarımızın müdafii ve fikirlerinin tercümanı olacaktır. İşte mesleği bundan ibarettir.”

Serbesti’de yayımlanan yazılar içeriğine ve işlenen konulara göre değişik başlıklar altında yayımlanmıştır. “Siyasiye” başlığı altında gündeme göre yazılmış makaleler, “Hudud-i Dahiliye” ve “Hudud-i Hariciye” başlığı altında da iç ve dış haberler, okur mektupları da genel olarak son sayfada yayımlanmıştır. Aynı zamanda bazı sütunlarda imzasız yazılar da yer almakta ve kimi sayılardaki bazı sütunlar da boş bırakılmıştır. Daha sonraki açıklamalardan öğreniyoruz ki bu sütunlarda bulunan yazılara sansür uygulanmıştır.

Serbesti gazetesi zaman zaman yayına ara verse de, en uzun süreli Kürt gazetesi olup yayın hayatı on iki yıldan fazla sürmüştür. Şüphesiz bu uzun yayın dönemi içerisinde M. Rıfat’ın fikirlerinde ve Serbesti’nin yayın politikasında da değişimler olmuştur. Bu değişimler genel olarak üç farklı döneme ayrılarak incelenebilir. Birinci dönem, gazetenin yayına başladığı zamandan 31 Mart Vakasına kadar olan süreyi kapsar ve bu zaman içerisindeki yayın politikasının temel prensipleri; tarafsız ve hür bir yayın olmak, Meşrutiyet kazanımlarını korumak, istibdat rejimini tamamen ortadan kaldırmak, “İttihadı Osmani”yi koruyarak “Adem-i Merkeziyeti” sağlamak, İttihat ve Terakki rejimine karşı aktif bir muhalefet yapmak, din ve unsur ayrımını yapmadan baskı altındaki bütün vatandaşların sesi olabilmek.

İkinci dönem, Serbesti’nin sürgünde yani Mısır’dan başlayıp Paris, daha sonra da tekrar İstanbul’a dönüşüyle 1912’lerin sonlarında yayın faaliyetlerinin durdurulması ve Birinci Dünya Şavaşı’na kadar olan süreyi kapsar. Bu süreçte M. Rıfat’ın fikirlerinde önemli değişimler olur; daha önce İmparatorluk bünyesindeki “millet sorunu”nu “İttihadı Osmani” çerçevesinde “Adem-i Merkeziyet”in sağlanmasıyla çözülebileceğini düşünürken, artık Kürtlerin kendi kaderini belirleme hakkını savunan bir düşünceye yönelmiştir.  M. Rıfat’ın Hetavî Kurd dergisinin ikinci sayısında yayımlanan mektubu, bu değişimin en önemli göstergesidir. “Bütün kavimleri görüyoruz. Tümü bir milli daire çizmişler. Teali ve terakkiye koyulmuşlar. Milletini bilmeyen, milli ideal arkasından koşmayan milletler, beşer kitlesi içerisinde pek geride ruhsuz olarak kalmışlardır. Bir kavmin ruhsuz olmasını tasavvur ediniz, ne kadar acı vericidir. Sosyal medeniyet içinde ölmeğe, asimle olmaya mahkûm olmak ne kadar acıdır… Şimdi Kürdlere düşen görev, “başımızın çaresine bizzat bakmaktır” ve bu cümleye her Kürdün iştirak etmesi lazımdır.”

Üçüncü dönem ise, yaklaşık beş yıllık aradan sonra 1918’de Kürdistan Teali Cemiyeti’nin yayın organı olarak yeniden yayınlanmasından 1922’lere kadar devam eden süreyi kapsar. Bu dönemdeki yazar kadrosunun önemli bir bölümü KTC’nin üyeleri; Bedirhani kardeşlerden Celadet gazetenin yardımcı editörü, Kamuran ise köşe yazarıdır. Bu devrede M. Rıfat, Kürt milliyetçi hareketinin merkezinde yer almış, bir taraftan örgütlü ve siyasi çalışmaları yürütürken bununla birlikte Serbesti gazetesinin yayınını da sürdürüyor.

Elbette ki belirtiğim bu dönemlerle ilgili yazılabilecek çok şeyler vardır ancak bu köşedeki yerimiz buna elvermiyor. Kısacası İstanbul’un Ankara Hükümeti’nin denetimine geçmesiyle birlikte birçok Kürt aydını ve siyasetçisi gibi M. Rıfat’ta İstanbul’u terketmek zorunda kalıyor. Böylece Serbesti gazetesinin yayını da son buluyor. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, o da sürgün edilen 150’likler listesinde yer alır ve Halep’e yerleşir. Halep’teyken kurulan Hoybun örgütü çalışmalarına katılmış ve geçirdiği kalp krizi sonucu 8 Eylül 1930’da hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Kaynak: Kurdistan24