Halit Bey bütün bu çalışmaları yürütürken, Cumhuriyet hükümeti bölgedeki bürokratları, ajanları, işbirlikçileri ve hareket karşıtı aşiret liderlerinin aracılığıyla Halit Beyi ve arkadaşlarını gözetliyordu. Bundan dolayı Halit Bey pasif göreve alınmıştı fakat Erzurum’dan çıkmaması için görevden uzaklaştırılmamıştı. KİK’in çalışmasına dair istihbarat sadece içerden değil, Erzurum’daki Rus Konsolosluğu’ndan ve İngilizlerden elde edilen istihbarat da buna eklenmelidir. Özelliklede 4 Eylül 1924’te Beytüşşebap’taki örgüt üyesi Kürd subaylarının yanlış çözümlenmiş bir telgraf mesajı nedeniyle kendi birliklerindeki Kürd askerlerle birlikte harekete kalkışmaları ve daha sonra da firar etmek zorunda kalmaları olayından sonra, Halit Bey tamamen sıkı bir gözetim altına alınmıştı.

Bütün bu gelişmeler sürecinde, Ankara Hükümet bölgedeki gelişmeleri daha yakından ve iyi anlamak için, Pasinler depremi gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal 1-4 Kasım 1924’te Erzurum’a bir ziyarette bulunur. Erzurum’da bulunduğu tarihlerde, Binbaşı Kasım Cibran’ın da içinde olduğu bir Muş heyeti de Mustafa Kemal’i ziyarete giderler ve bu ziyaret süresince Binbaşı Kasım’ın isteği üzerine, Mustafa Kemal ile özel bir görüşme yaparlar. Bu görüşmede, hem Binbaşı Kasım tarafından hem de başka kanallardan Halit Bey ve KİK’in bölgedeki çalışmaları hakkında çok önemli bilgi ve belgeler elde edilir. Bu ziyaret süresince, geniş katılımlı bir akşam yemeği münasebetiyle Halit Bey de yemeğe davet edilir. Halit Bey yaveri Binbaşı Reşit Bey ile beraber bu davete icabet ederler. Bu yemek daveti esnasında Mustafa Kemal bir vesileyle Halit Beyi yanına çağırarak bir sohbet havası içerisinde genel bir Osmanlı taktiğiyle, bir taraftan makam ve rüşvet teklifiyle ve öte yandan da tehditler savurarak onu dolaylı bir şekilde bu davadan vazgeçirmeye çalışır.

M.Kemal böyle bir kalkışmanın bedelinin cumhuriyete ağır olacağını bildiği için, döndükten bir müddet sonra onu ikna etmek üzer bir bölge milletvekili aracılığıyla Halit Beye yeni bir mesaj gönderir. Tahsin Sever’in yazdığına göre, bu mesaj Muş mebusu İlyas Sami Bey tarafından Halit Bey’e iletilmiş ve İlyas Sami konuyla ilgili gelişmeyi şöyle aktarmaktadır: “Bir gün Gazi Hazretleri beni yanına çağırdı ve Halit Beyle bir görüşme yapmamı istedi. Hazreti Gazi, Halit Bey’i ikna edip bu davadan vazgeçirmemi istedi. Ve bana dedi ‘ona söyle ki, biz onun her nevi kişisel ihtiyaçlarını ve isteklerin yerine getirmeye hazırız, eğer ikna olmazsa onun için hiç iyi olamayacak’… Ben Erzurum’a evine gittim ve mesajı ona iletim. Benim sözlerimden sonra dönüp kısaca bana dedi ki, ‘eğer kelem için bir urgan hazırlamışsanız, ben ona hazırım.’”[1]

3-4 Eylül 1924’de gerçekleşen Beytüşşebap olayında yer alan subaylardan biri de, meclis birinci dönem mebusluğunu yapmış olan Yusuf Ziya’nın kardeşi Teğmen Ali Rıza idi. Bu gerekçeyle Yusuf Ziya Bey, 10 Ekim 1924’te yakalanarak gözaltına alınır. Yusuf Ziya Bey örgüt merkez yönetiminde içerisinde önemli bir konumundaydı. Yusuf Ziya’nın yakalanmasında sonra “diniyun” yani ulema kanadından Şeyh Said Efendi Halit Bey’i Erzurum’dan çıkması için uyarır. Yusuf Ziya’nın tutuklanmasından yaklaşık yetmiş gün sora da Halit Bey bir soruşturma bahanesiyle göreve çağırılır ve 20 Aralık 1924’te gözaltına alınarak tutuklanır. Halit Bey yakalanmadan önce, örgütün ileri gelen kadroları ve akrabaları tarafından da Erzurum’dan çıkması için uyarılmış. Onu Erzurum’dan çıkması için uyaranlardan biri de kardeşi Ahmed Bey’dir. Kardeşi Ahmed Bey yakalanmadan kısa bir süre önce onu ziyaret etmiş ve kendisine demiş: “Yaşamın tehlikede ve bir an önce Erzurum’dan çıkmalısın.” Halit Bey cevaben kendisine diyor: “Etrafımda tehlike olduğunun farkındayım fakat bu kış ayının başında Erzurum’dan çıkarsam, Kürdler için felaket olur ve mutlaka baharı beklememiz gerekir. Bu sözlerinden sonra dönüp bana dedi: Gidin hazırlığınızı yapın ve bahara kadar bekleyin.”[2] Ancak bu uyarılardan kısa bir müddet sonra gözaltına alınarak tutuklanır. Kısa bir süre içerisinde sıkı önlemler altında Erzurum’dan Ağrı-Patnos-Erdiş üzerinden Bitlis’te bulunan Yusuf Ziya’nın yanına götürülür. Halit Bey yakalanmadan önce, örgütün merkezi üyelerinden Hacı Musa Bey de yakalanmıştı fakat kardeşi Nuh Bey’in girişimi ve üst makamların müdahalesiyle kefaleten serbest bırakılmıştı. Azadî’nin bu birinci derece üç üst düzey kadrosu Bitlis’te tutuklu iken, Bitlis valisi Kazım Dirik’tir.

Bu tutuklamalardan sonra Azadî örgütü teyakkuz haline geçer. Cumhuriyet devletinin amacı, Yusuf Ziya ve Halit Bey’in tutuklanmasından sonra, örgütün diğer üst düzey lider kadrolarını yakalayarak düşünülen başkaldırı hareketinin önüne geçmekti. Bu amaçla, Hınıs’ta bulunan Şey Said Efendiyi ifadeye çağırırlar, aynı şekilde Hesenan aşireti lideri Halit Bey ve Zırki aşireti lideri Kolağası Kerem Bey’i de Bitlis’e ifadeye çağırırlar. Şeyh Said, hava durumu ve hastalığını gerekçe göstererek Bitlis’e gitmeden alınan önlemler altında Kolhisar’da ifadesini verir ve serbest bırakılarak gözetim altında tutulur. Hesenanlı Halit Bey ve Kerem Bey de mevcut durumu değerlendirerek Halit Bey’in akıbetine uğramamak için mahkemeye ifade vermeye gitmezler.

Bu tutuklamalardan sonra, Şeyh Said Efendi bölgedeki örgüt üyeleri ve ileri gelenlerle bir değerlendirme toplantısı yaptıktan sonra, bir grupla birlikte gizlice Kolhisar’dan çıkarak Çabakçur’a (Bingöl’e) ve oradan da örgütleme ve propaganda çalışmalarını sürdürmek üzere Diyarbekir bölgesine gelirler. Bu yazı dizisi, Cibranlı Halit Bey’in portresini ortaya koyabilmek amacıyla hazırlandığı için, sahada Şeyh Said Efendi’nin önderliğinde 13 Şubat’ta 1925’te Piran’da yapılan bir provakasyon neticesinde başlamak durumunda kalan ve kısa sürede gelişerek kuzey Kürdistan coğrafyasının büyük bir kısmına yayılan 1925 Kürd ulusal hareketinin gelişim sürecine ve değerlendirmesine girmeyeceğim.

Şeyh Said, 1925 Kürd ulusal hareketinin başlamasından yaklaşık iki buçuk ay sonra, 15 Nisan 1925’te bir kısım mücadele arkadaşlarıyla ile birlikte Binbaşı Kasım tarafından pusuya düşürülüp rehin alınarak devletin bölgedeki askeri birimlerine teslim edilmiştir. Aynı zamanda Şeyh Said’in bacanağı olan Binbaşı Kasım, o günkü durumu bir tezkireyle fırka komutanı Osman Paşa’ya şöyle bildirmiştir: “Şeyh Said’i Abdurrahman Paşa köprüsü üzerinde tevkif etmişim, bir an önce küçük bir müfrezenin bize ulaşması gerekiyor. 15 Nisan 1341”[3]

Şeyh Said’in yakalandığı gün yani 15 Nisan’da, aynı zamanda KTC başkanı Seyit Abdülkadir de İstanbul’da evine yapılan bir baskınla tutuklanmıştır. O güne kadar tutuklu olarak bekletilen Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey, Şeyh Said’in yakalanacağına dair alınan kesin istihbarat üzerine, Bitlis Divan-ı Harbi Mahsûsa tarafından verilmiş olan siyasi bir kararla tutuklu bulundukları Bitlis’te 14 Nisan 1925 gecesi infaz edilmişler. Gazeteci Uğur Mumcu’ya göre, Halit Bey hapishanede kurşuna dizilerek infaz edilmiştir.[4] M. V. Bruinessen de, Halit Bey ve Yusuf Ziya’nın hücrelerinde kurşuna dizildiklerini yazar.[5] Halit Bey, tutukluluk süresince devletin gönderdiği elçilerin vaatlerine rağmen uzlaşmaya yanaşmamış, hatta devletin gönderdiği aracılar istemeseler de onunla Kürdçe konuşmak durumunda kalmış,  hiçbir şekilde meşru ve haklı ulusal davasına yönelik bir zafiyet göstermemiş, kendi deyimiyle “Şerefli bir ölümü, şerefsizce bir hayata tercih etmiş”[6] ve 43 yaşında tereddütsüz bir şekilde ölümü karşılamıştır.

Sonuç itibarıyla hareketin örgütsel ve ulusal boyutunun önemine dair birkaç noktaya değinmek istiyorum. 1925 Kürd hareketi sözkonusu olduğu zaman, gerek Türkler ve gerekse Kürdler tarafından yapılmış araştırma ve çalışmada, özellikle de resmi ideolojinin etkisi altında yapılmış ve yayınlanmış birçok eserde, 1925 Kürd hareketini hazırlayan örgüte bilerek veya bilmeyerek değinilmemekte. Kanımca bir kesim bunu bilinçli olarak yapmakta ve bir kesim de bu arkaplanı yok saymanın öneminin farkında değildir. Çünkü toplumsal ve ulusal bir hareket amacından, oluşum sürecinden ve onu hazırlayan örgütsel yapıdan koparıldığı zaman, sözkonusu hareket rahatlıkla bir tepki veya çıkar hareketi olarak yansıtılabilir, siyasal ve ulusal yönü gizlenir ve mirasçıları da manipüle edilir. Diğer bir nokta ise, 1925 Kürd hareketini, “irtica” veya “İslami” gibi ideolojik kavramlara sıkıştırma yaklaşımıdır. Dönemin Cumhuriyet hükümeti de harekete olası iç-dış kamuoyu ve siyasi desteği kırmak, hareketi izole etmek için bu propagandaya başvurmuştu.

Öncülüğünde yer alan şeyh ve ulema kesimi nedeniyle, Kemalistler ve sol-sosyalistlerin önemli bir kesim tarafından 1925 Kürd hareketi, “irticai” ve gerici bir hareket olarak eleştirilmekte. İslami kesimin büyük bir çoğunluğu tarafından da, bir “İslami cihat” hareketi ve din davası olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda iki bakış açısı da aynı paydada buluşmaktadır; hareketin örgütsel ve siyasal kimliğini, ulusal taleplerini yok sayarak ortada bir ulusal meselenin olmadığı algısını yaratmak istiyorlar. Bu algının yaratılmasında sosyalist düşünce adına SSCB’nin izlediği siyaset, Kürd ulusal kurtuluş mücadelesine karşı Mustafa Kemale verdiği büyük destekte özelikle de V. İ. Lenin’in büyük rolü ve yanlışı vardır. V. İ. Lenin, Mustafa Kemal’le anlaşarak SSCB’nin siyasi çıkarlarını öncelemesi, bildiğimiz sol-sosyalist düşünce ve politikadan bir sapmadır. Bu konuyu belgeleriyle birlikte tartışmaya açmak için, ayrı bir zaman ve yazı dizisi gerekiyor. Uygun olursa ileriki zamanlarda bu konuya yeniden döneceğim.

Arka planında örgütsel bir çalışmanın ve sahada Şeyh Said Efendi’nin pratik liderliğinde gelişen 1925 Kürd hareketi, İstiklal Mahkemesi’nin belgeleri de dahil olmak üzere diğer birçok farklı belge ve kaynakta da hareketin, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti (Kürdistan’ın Bağımsızlığı ve Özgürlüğü Cemiyeti) tarafından organize edildiği açıkça belirtilmektedir. Bu örgüt, kısaltılmış adıyla “Kürdistan İstiklal Komitesi” veya “Azadi Cemiyeti” adıyla da bilinmektedir. Bu örgütün lideri miralayı Cibranlı Halit Bey idi, kendisinden önceki Kürd cemiyet ve örgütlerinden farklı üç temel özelliğe sahipti: Birincisi, bu örgüt kendi döneminde kurulmuş örgütler içerisinden bilinen ilk illegal ve modern bir örgüttür; ikincisi, bu örgüt farklı gruplardan oluşan bir cephe örgütlemesi şeklindeydi; üçüncüsü, KTC’nin aksine bu yeni örgütün merkezi ve kadrolarının önemli bir kesimi Kürdistan’da yerleşikti.

Kaynak: https://www.rudaw.net/turkish/opinion/200520231

[1] Tahsin Sever, Seroke Komîteya Îstîklala Kurdistane (Azadî) Mîralay Xalid Bege Cibrî, Kovara Bîr, Hejmar: 7, Havîna 2007, Dîyarbekir, r. 22, 23

[2] Tahsin Sever, J. b., r. 23

[3] Mahmut Akyürekli, j. b., r. 81

[4] Uğur Mumcu, Kürt- İslam Ayaklanması 1919-1925, Teki Yayınevi, 1991, r. 102

[5] Martin Van Bruinessen, Ağa Şeyh Ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Özge Yayınları, r. 357

[6] Mahmut Akyürekli, Binbaşi Kasım’ın Hatıraları, Avesta Yayınları, İstanbul, 2020, r. 41