Halk ayaklanmaları ve yok edici düşmanlıklar bölge haritasının yeniden çizilmesine yol açacak ve bu harita 1916’daki Sykes-Picot anlaşması ile diğer anlaşmalardakinden çok daha farklı olacak.

Libya’nın Albay Muammer Kaddafi’si, Suriye devlet başkanı Beşar Esad ve bunların diğer ülkelerdeki benzerlerinin hayatta kalma mücadeleleri, Birinci Dünya Savaşı zamanından kalma ve Ortadoğu’yu farklı ülkelere bölen Sykes-Picot anlaşmasının da artık son demlerini yaşadığını haber veriyor. Şimdi öyle görünüyor ki, önümüzdeki yıllarda çizilecek olan haritalar, yeni veya yenilenmiş bağımsız devletleri gösteriyor olacak, ki bunlar arasında Güney Sudan, Kürdistan, Filistin, belki aynı zamanda doğu Libay’da bir Sirenayka, Fas’tan ayrılacak olan Batı Sahra, yeniden yapılanmış bir Güney Yemen ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden ayrılan Körfez devletleri yer alacaktır. Hatta mümkündür ki, Suudi Arabistan kendi içinde, Hicaz’da “kutsal mekânlar devleti” ile doğuda petrol iktidarları şeklinde, Suriye ise kendi içinde Sünni, Alevi ve Dürzü devletleri şeklinde ayrılabilir. Bu bölünmelerin esasını ise, şimdiye dek isteksizce ve herhangi bir alternatif olmaksızın düşmanlarıyla bir arada aynı ulus paketi içinde ambalajlanmış olan aşiretlerin ve uluslar için öz-tanımlama prensibinin hayata geçirilmesi oluşturacak.

İsrail’in dış politikası, devlet olmazdan önce bile komşu Arap ve Müslümanlara karşı bir hasımlık üzerine inşa edilmiştir. Dahası, Pan-Arap ve Pan-İslamik birlik büyük ölçüde İsrail düşmanlığına dayanmış, ki kısmen bu nedenle İsrail komşularında ulusçuluk ve ayrılıkçılığı tercih etmiştir. Bölgede ne kadar çok devlet var olursa, İsrail için bunlar arasında manevra yapmak o kadar kolay olacaktır.

Libya’nın doğusundaki Ejdabiye’deki isyancılar. Batı, bölgedeki ayrışmayı önlemeye çalışmayacaktır.

Ortadoğu’daki sınırlar, 1916 ile 1922 yılları arasında, Avrupalı güçlerin takım elbiseli ve kravatlı yetkililerince kraliyet saraylarında yürütülen müzakerelerde belirlendi. O sınırlar şimdi 21. yüzyılda, kuvvet yoluyla, savaş yoluyla ve halk ayaklanmalarıyla yeniden çiziliyor. Bu süreç, sekiz yıl önce Amerika’nın Irak’ı işgal etmesiyle başladı ki bu merkezi rejimi parçalayıp de facto olarak etnik temelde ayrılmış bölgeler yarattı. Bunu, Hamas’ın kontrolünde de facto bir ülkenin kurulmasına yol açan İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilmesi, daha sonra da uzun ve her iki taraftan da kıyımların yaşandığı uzun ve acımasız bir savaşın ardında referandum yoluyla Sudan’ın parçalanması takip etti. Hala erken aşamasında olan ve daha şimdiden Libya’da savaşa yol açmış olan Arap ülkelerindeki devrimler ile bu süreç hızlandırıldı.

Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalardan hemen önce yayınlanmış olan “Dünya Nasıl Yönetilir” (Random House) adlı yeni kitabında, New America Vakfı’ndan araştırmacı Parag Khanna, bugün 200 civarındaki ülke sayısına karşın,  önümüzdeki birkaç on yılda dünyanın 300 bağımsız, egemen ulustan oluşacağını öngörüyor. “Sömürgecilik Sonrası Entropi” diye adlandırdığı bu parçalanmaya dayanarak, Khanna yaptığı gözleme göre, birçok ülke eski sömürgelerden oluşuyor ve bu nedenle, bu ülkelerin bağımsızlıkları “kontrol altına alınamayan nüfus artışı, vahşi ve yozlaşmış diktatörlükler, dökülen altyapı ve kurumlar ile etnik veya mezhepsel kutuplaşma” deneyimlerini yaşattı. Bu nedenlerin aynısı şu anda Arap ülkelerinde yaşanan dönüşümü açıklamak için de kullanılabilir.

Khanna’ya göre, Yemen, Pakistan ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti gibi başarısız devletlerde şu andaki iç çekişmelerin nedenini mevcut sınırlar oluşturuyor. Ona göre, Afganistan ve Irak’taki savaşlar “Amerika’nın savaşları” olmaktan ziyade “Avrupalıların geçmişteki savaşlarından kalma, fitili yavaş yanan patlamamış düzenlerdir.”

1884 yılında halkı hesaba katılmadan Berlin Konferansı’nda paylaştırılan Afrika’nın durumundan veya Britanya’nın Pakistan ve Afganistan’ı bölmesinden Amerika sorumlu tutulamaz. Ancak Amerika (ve diğer güçler) ortaya çıkan sonuçları bugün çözmede yardımcı olma konusunda sorumlu tutulabilir ve tutulmalıdır. Ama sadece yeni sınırlar çizerek veya Birlemiş Milletler’de el kaldırarak değil, aynı zamanda bu yeni ülkelere makul ekonomik temeller sağlayacak ve onları Türkiye ve İsrail gibi güçlü komşulara bağımlı olmaktan kurtaracak olan altyapıyı kurarak…

20. yy’ın başlarında Batılı güçler Asya’yı ve Afrika’yı kontrol ediyorlardı ve Ortadoğu’nun zenginlik kaynaklarını tespit etmişlerdi. 1916’da Britanyalı bir yetkili olan Sir Mark Sykes ve Fransız bir diplomat olan François Georges Picot müttefiklere karşı Almanya’nın yanında savaşan Osmanlı İmparatorluğu’nun geçici olarak paylaşılmasına dayanan bir anlaşmayı hükümetleri adına imzaladılar. Üzerinde anlaştıkları bu belge ve harita sadece teorik idi ve üzerlerinde yapılacak olan değişiklikler basit görünmekteydi: Türkler bir yenilgiden hala çok uzaktaydılar ve Batılı ordular Avrupa’daki batı cephesinde kan kaybetmeye devam ediyordu. Esas olarak Sykes-Picot’un hükümetleri Suriye ve Filistin’in büyük bölümünü Fransa’ya ve daha sonra Irak olacak bölgeyi de Britanya’ya bırakıyorlardı.

Amerikalı tarihçi David Fromkin “Tüm Barışları Sona Erdirecek Olan Barış” (1989) adlı sürükleyici kitabında büyük güçlerin I. Dünya Savaşı ve sonrasında Ortadoğu haritasını nasıl biçimlendirdiklerini anlatmaktadır. Fromkin’e göre Yahudilerin bu güçleri etkileme gücüne sahip oldukları şeklindeki anti-Semitik görüş ve kışkırtıcı komplo teorileri Yahudilerin gücünü kendi lehine kullanmayı uman Batılı ülkelerin diplomasisinin altını dolduruyordu.

Picot’la anlaşmaya vardıktan sonra Sykes her zaman İstanbul’un kontrolünü ele geçirip Akdeniz’e ulaşmak isteyen Ruslar’a detayları anlatmak üzere Çar İmparatorluğu’nun başkenti St. Petersburgh’a hareket etti. Yolda Kraliyet Deniz Kuvvetleri İstihbaratı’nın şefi olan Yüzbaşı William Reginald Hall ile Londra’da buluşup haritasını ona gösterdi. Hall kendisine Britanya’nın önce kuvvetlerini Filistin’e göndermesi gerektiğini ve ancak o zaman Arapların kendi taraflarına geçeceğini söyledi. İstihbarat şefi, Sykes’a bu durumu Araplar söz konusu olduğunda “Güç en iyi Arap propagandasıdır.” şeklinde açıkladı. (Bugünkü İsrail diline tercüme edilecek olursa: “Arapların anladığı tek şey güçtür.)

Sykes, Fransızlar’la üzerinde uzlaştığı antlaşmanın Britanya’yı destkleme karşılığında, halkı için Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlaşmayı isteyen Haşimi Hanedanı’nın atası Hicazlı Şerif Hüseyin’i tatmin edeceğine inanıyordu. Daha sonra Hall güçler dengesine yeni bir faktör ekleyerek Sykes’ı şaşırttı: Yahudilerin, dedi, “Ülkenin geleceği hakkında güçlü bir maddi ve çok güçlü bir siyasi çıkarları var.” Sykes şaşkındı. Daha önce Siyonizm’den bahsedildiğini hiç duymamıştı. Bir açıklama almak için derhal Britanya savaş kabinesinde yer alan Yahudi bakan Herbert Samuel’i görmeye gitti.

Bu süreç daha sonra Balfour Deklarasyonu’na, Filistin’in işgal edilmesine, Britanya Mandası’nın kurulmasına ve Samuel’in buranın ilk yüksek komiseri olarak atanmasına yol açan sürecin başlangıcı oldu. Ortadoğu’daki milletleri ve devletleri önce parçalayan ve sonra yeniden birleştiren ve Filistin’i Siyonistler’e vaad eden Batılı güçlere karşı Arap öfkesinin tohumları işte tam bu noktada atılmış oldu.

Ortadoğu’nun nihai sınırları, trans-Ürdün’ü Filistin Mandası’nın sınırlarından ayıran 1922 tarihli Kahire Konferası’nda zamanın sömürge bakanı Winston Churchill tarafından çizildi. İsrail sağı hala bu “yarılma”nın yasını tutuyor.

Sömürgeciliğin son bulmasıyla birlikte bu sınırların korunması birçok halkı, söz gelimi Irak, Türkiye, Suriye ve İran arasında bölünmüş olan Kürtler’i tatmin etmemiş olsa bile bölgenin siyasi düzeninin temelini oluşturdu. Sömürgeciliğe karşı tepki, her ne kadar uzun sürmediyse de, Suriye ve Mısır’ın 1950’lerin sonunda birleşmesi (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile zirveye çıkan ve Mısır lideri Cemal Abdulnasır’ın başını çektiği pan-Arabizm oldu. Şimdi, Sykes ve Picot’nun görüşmelerinden yaklaşık 100 yıl sonra, ABD’nin Irak’tan geri çekilmesi Türkiye’nin muhalafetine rağmen Kürtler’e bağımsızlık şansı verecektir. Filistinliler ise İsrail’in karşı çıkmasına rağmen ülkelerinin uluslararası alanda tanınması için çaba sarfediyorlar.

İtalyanlar’ın üç eski sömürgesinden oluşmuş olan Libya gibi diğer “yapay devletler” aynı zamanda Yemen, Suriye, Ürdün, Bahreyn, Umman ve Suudi Arabistan da parçalanabilir. Bu ülkelerin tümünde aşiretler ve gruplar arasında ciddi bir gerilim bulunmakta veya bir azınlık hükümeti çoğunluğa hükmetmektedir. Yemen eskiden de bölünmüştü ve şimdi bir kez daha kuzey ve güney olarak ayrılabilir. Suudi Arabistan’da alan çok büyük. Ama Bedevilerin ve Filistinlilerin karışmış olduğu Ürdün’ü bölmek nasıl mümkün olabilir? Sınırları yeniden çizmek her derde deva değil.

Bu arada Libya’daki savaş ülkeyi de facto olarak Sirenyaka, doğuda isyancıların kalesi ve Kaddafi’nin kontrolü altındaki Trablusgarp şeklinde bölmektedir. Batılı güçlerin isyancıların yanında savaşa katılması, Batılılara düşman İslami bir cumhuriyete dönüşme riski taşıyan Mısır ile sınırdaş, himaye altında bir devlet yaratmak istediklerini gösteriyor. Libya’ya müdahale etmek için başka bir stratejik gerekçe bulmak çok zor.

II. Dünya Savaşı esnasında Britanya ile Rommel’in kuvvetleri arasındaki savaş tam olarak buralarda gerçekleşmişti ve aynı amacı taşıyordu: Mısır’ın doğusunu ve Süveyş Kanalı’nı korumak. Rommel ve Montgomery, Libya’da petrol bulunmazdan çok daha önce buralarda çarpıştılar.

Batı, tıpkı İsrail gibi, parçalı ve kavgalı bir Ortadoğu’yu tercih ediyor ve birçok cephede birden Usame bin Ladin tarafından yürütülen pan-Arabizm ve pan-İslamizm’e karşı savaşıyor (ve başka biçimlerde de olsa, aynı zamanda İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ve Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı da). Dolayısıyla, Batı’nın bölge ülkelerinin parçalanma sürecini önlemeye çalışmaktan çok buna katkı yapacağını değerlendirmek mümkündür.

İsrail, bağımsız bir Filistin’in kurulması ve kendi sınırlarını belirlemesi konusundaki çatışmayla doğrudan ilgilidir ve başta Ürdün, Suriye ve Suudi Arabistan olmak üzere komşu ülkelerin parçalanmasından büyük ölçüde etkilenecektir. Yeni devletlerin ortaya çıkmasından doğacak fırsatları doğru biçimde tanımlayan ve bu fırsatlardan nasıl faydalanacağını bilen akılcı bir İsrail politikası, İsrail’in bölgedeki gücünü ve nüfuzunu destekleyecek kaçınılmaz süreci daha da kuvvetlendirebilir.

 

İngilizceden çeviren: Bawer UÇAMAN

 

Kaynak:http://www.haaretz.com/weekend/week-s-end/caution-middle-east-under-construction-1.351743#article_comments