Galiba bir insanın en fazla zorlanacağı konu kendi yaşadıklarını kaleme alarak bunları ilgili çevrelere ulaştırmasıdır. Dolayısıyla konuya nereden başlayıp nasıl bitireceği ve yazdıklarının gerçeğe dayalı objektif ve abartısız olması için azami bir dikkat göstermesi gerekmektedir.

Yazan kişinin yaşadığı olayları anlatırken dürüst olması ve yaşanmış olaylarda kendi eksik ve kusurlarını dile getirmesi konuyla ilgili insanları yakından ilgilendirdiği gibi kendisinin güvenilir birisi olduğu konusunda da birtakım ipuçları vermesi açısından oldukça önemlidir. Ayrıca kişinin yaşadığı süreçleri anlatırken ilgili insanları ve birlikte mücadele verdiği dostlarına ve yoldaşlarına karşı sorumlu davranması ve mümkün olduğu kadar onları incitmemesi de son derece önemlidir.

Bu özet belirlemelerden sonra hayat hikayeme dönecek olursak:

73 yıllık hayatımı özetlerken çocukluğumdan başlayarak bugüne kadar geçirdiğim süreçleri ailem, dostlarım ve benim için önemli olan kısımlarını yazarken ayrıca Kürd gençliği için de örnek olabilecek konulara değinmeye özen göstereceğimin bilinmesini de özellikle istiyorum.

Tüm aile fertlerimizin, akrabalarımızın ve aşiretimize mensup birçok insanların fiili olarak katıldığı ve ağır bedellere mal olan Ağrı İsyanı ve Mahabat Kürd Cumhuriyeti’nde önemli görevler aldıkları nu olaylardan dolayı uğradıkları 21 yıllık İran ve Kayseri sürgünlerinden sonra yeniden Ağrı’ya dönen ailemizin ikinci çocukları olarak 1950 yılının sıcak bir temmuz ayında Ağrı il merkezinde dünyaya gelmişim.

Rahmetli babam Şeyh Hasan Taysun İran’da sürgünde bulunduğu dönemde evlendiği için anam Fars kökenli birisidir. Ailemizin diğer bazı üyeleri de İran’da sürgünde kaldıkları için evliliklerini de burada yapmış olduklarından dolayı birkaç kadının daha Fars olduğunu biliyorum. Dolayısıyla akrabalarımız sohbetlerinde benim için şaka yollu Xarziye Ecema ifadesini kullanırlardı. Yaklaşık 6-7 yaşıma geldiğimde evimizde Kürdçenin ve Türkçenin dışında anam ve babamın üçüncü bir dil kullandıklarına şahit oluyordum ve bu merakımı gidermek için babama anam ile hangi dille konuştuklarını ve bu dili neden bizim bilmediğimizi sorduğumda babam bana dönerek oğlum anan Kürdçeyi de Türkçeyi de iyi bilmiyor ve anamın İranlı ve Fars olduğunu dolayısıyla Farsça daha güzel anlaşabildiklerini bana izah etmişti, işte ilk defa melez birisi olduğumu o gün anlamıştım.

Daha sonraları babamın akrabalarımız ve yakın dostlarıyla yaptığı sohbetlerden 18 yıl İran’da sürgün kaldıklarını ve aslen Kürd olduklarını ve ancak T.C. vatandaşı olduklarını zaman içerisinde öğrenmiş oldum. Sürgünden geldiğimiz için babamın beni ilkokula kaydettirmek üzere binbir türlü zorlukla karşılaştığının bizzat şahidi olmuştum. 10-12 yaşıma geldiğimde gerek aile içerisindeki sohbetlerde ve gerekse babamın misafirleri olarak evimize gelen şahıslarla yaptığı sohbetlerde çoğunlukla Ağrı İsyanı, İran ve Kayseri sürgünleri ve bu süreçlerde katledilen yakınlarımızın önemli bir yer tuttuğuna şahit oluyordum. Ayrıca evimize gelen misafirler genelde Kürd meselesi hakkında babamla sohbet ediyorlardı. Bu arada kadınlarımız erkeklerin tarafına geçmedikleri için yemek ve çay servislerini ben yapıyordum. Dolayısıyla bu arada yapılan konuşmalara da kulak kabartıyor ve mümkün olduğunca dinlemeye çalışıyordum.

Rahmetli babam evimize misafir olarak gelenlerle sohbetlerin bazılarında beni odadan dışarı çıkararak konuşmalarını sürdürüyorlardı. Babamın bu yakın dostları ya siyasetle yakından ilgilenenler ya da İran’daki sürgün döneminde birlikte oldukları dost ve arkadaşlarıydı. Babam Hasan Taysun İran’da 2 yıllık bir akademiye kadar okumuş Ortadoğu’da yaşayan milletler ve bu milletlerin tarihi ve edebiyatı konusunda engin bir bilgiye sahipti. Ayrıca Kürd ve Kürdistan konusunda oldukça duyarlı birisi olduğu için kendisini ziyarete gelenler çok oluyordu.

Babam Hasan Taysun (Kotan) anası Cevahir Xanım’ı ve birçok akrabasını Ağrı Hareketi’nde kaybetmiş oldukça dertli ve Kürd milli meselesine son derece bağlı birisiydi. O dönemlerde evimizi ziyarete gelenlerin içinde hatırladığım kadarıyla İran sürgününde birlikte oldukları Ercişli Seyit Abdulvahap (Sonradan T.C. Meclisine giren ilk sakallı milletvekili) ayrıca Hüseyin Paşa’nın oğulları olan Nadir Bey ve Edo Bey, Hüseyin Sağnıç, Muş müftüsü Abdurrahman Düre, Diyarbakırlı Yusuf Azizoğlu ve Tarık Ziya Ekinci , Siverekli Faik Bucak , Muşlu av. Şerafettin Kaya ve Ağrılı Dr. Naci Kutlay, av. Mehmet Ali Aslan, Patnos Belediye Başkanı Zeki Çelik ve Kardeşi İhsan Çelik bulunuyordu. Bunların bir kısmı ya şehit edilmiş ya da bıraktıkları güzel anılarla aramızdan ayrılmış olan çok değerli insanlardı.

Bu dönemlerde ben ise babamın onlarla yaptığı ve benim ilgimi çeken sohbetlerin içinde bir taraftan büyüyor diğer taraftan da merakımı gidermek üzere babamdan ve bazı dostlarından Kürdler hakkında bilgilenmeye çalışıyordum. Artık 14-15 yaşıma erişmiş Kürd ulusal meselesi ve geçmişte yaşanmış olan hadiseleri bilmem gerektiği bilincine varmıştım.

08/09/2024

2

Bir önceki yazımda İran ve Türkiye’de 21 yıl sürgün yaşamına tabi tutulan aşiretimizden ve ailemizden bahsetmiştim. Aslında T.C. Devleti tarafından sürgüne gönderilenlerin sadece Kayseri’ye sürgün edilmediklerini ve İran’dan dönmüş olan 387 aileyi parçalayarak Kayseri, Aydın ve Trakya’daki illere sürülerek biri birileriyle irtibat kuramadıkları ve bilinçli olarak ilişkilerinin kesildiğini daha sonraki yıllarda aile büyüklerimden öğrenmiş oluyordum.

Ayrıca 21 yıllık İran ve Türkiye’de sürgünde yaşayan insanlarımızın yaş ortalaması 35 ile 50 civarında olmasına karşılık bunların birçoğu ya henüz evlilik yapmamış ya da hane nüfusları 3 ile 5 arasında kalmıştır. Bu nedenle sürgünden dönen aileler klasik kalabalık Kürd ailesi olma özelliklerini tümüyle kaybetmişlerdir.

Bunun en çarpıcı örneği olarak kendi ailemi verebilirim. Babam İran dönüşü 38 yaşında olmasına rağmen 2 çocuklu 4 kişilik bir aileye sahipti. Bu sebepten olacak ki Kayseri’den döndükten ve Ağrı’ya yerleştikten hemen sonra babam ikinci evliliğini bir yakın akrabamızın kızını alarak yapmıştı. Artık benim ve ablamın biri birinden güzel, merhametli ve çalışkan iki anamız olmuştu. Böylece çekirdek ailemizin nüfusu beşe çıkmış, bana ve ablama büyük emekleri olan cici anamız ve büyük anamız olmuş ve bunlar biri birileriyle yarışırcasına her yıl birer çocuk doğurarak bir süre sonra çekirdek ailemizin nüfusu 14’e ulaşmış oluyordu.

Babam Hasan Taysun’un anlattıklarından: Kayseri, Aydın ve Trakya illerine sürülmüş olan ailemiz ve aşiretimize mensup olanların T.C. Devleti’nin çıkardığı af yasasını önemli bir fırsata dönüştürerek 1950 yılında hemen hemen tamamı Ağrı ve Iğdır illerine dönüş yaparak kendi atalarına ait topraklara yerleşmiş oluyorlardı. Kendi ata topraklarına dönmüş olan bu Kürd sürgünlerine bölge halkı muazzam bir ilgi göstererek oldukça sıcak bir biçimde bağırlarına basıyor ve bu sürgünlerin yeniden bir hayat kurmaları için her türlü yardım ve desteklerini bu insanlardan esirgemiyorlardı.

Babam Hasan Taysun İran’da teknik bir okuldan mezun birisi olduğu için Doğubeyazıt’taki köyümüze dönmeyerek Ağrı il merkezine yerleşmeye ve bir atölye açarak yaşamını sürdürmeye karar veriyordu. Babam ve akrabalarımızın birçoğu T.C. Devleti’ne askerlik yapmadıkları için ve daha yeni sürgünden dönmelerine karşılık döndükleri köylerinde düzenlerini henüz kurmadan 40-50 yaşlarında zoraki askere alınarak kendilerine büyük mağduriyetler yaşatılıyordu. Ancak rahmetli babam nasıl bir formül bulduysa T.C. Devleti’ne askerlik yapmadan ömrünü tamamlayarak 2004 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşarak aramızdan ayrıldı.

Bu arada ailemizi geçindirmek üzere ben bir taraftan okula gidiyor ve diğer taraftan da babama yardımcı olmak için bize ait olan atölyemizde çalışıyordum. Dolayısıyla Ağrı’daki Erkek Sanat Ensitütüsü’nde babamı yalnız bırakmamak için okuluma daha ikinci sınıftayken ara vermek zorunda kaldım. Babamın Ağrı Hareketi ve Mahabat Kürd Cumhuriyeti’ne katılmasından ve 21 yıllık sürgün hayatından dolayı onun bilgilerinden yararlanmak üzere bölgemizde Kürd milliyetçileri olarak bilinen çokça misafirleri ve ziyaretçileri oluyordu.

Ben ise bu dönemde evimize gelen ve işyerimizde babamı ziyaret edenlerin sohbetlerinden oldukça fazla yararlanıyordum. Böylece yaşım 16-17’ye geldiğinde farkında olmadan bir Kürd milliyetçisi ya da o günkü değimle iyi bir Kürdçü olmuştum. Dolayısıyla kendimce bir şeyleri sorguluyor ve aklımın yettiğince olup bitenlere cevap arıyordum.

O dönemde iki konu ilgimi fazlaca çekiyordu. Birincisi Ağrı’daki okullarda ve devlet dairelerindeki öğretmen ve memurların çoğunluğunun Türk veya Azeri olmalarıydı, ikincisi ise Ağrı’da ticari kazancı yüksek tüm mesleklerin ya Kafkas Muhacırları ya Ağrı iline sonradan gelen Araplar ya da özellikle Rize ve Trabzon’dan getirilmiş Karadenizlilerin elinde olmasıydı.

Ağrı ili nüfusunun %90’ı Kürd olmasına rağmen Azerilerin okullarda ve devlet dairelerinde büyük bir hakimiyeti vardı. Ayrıca ticaret hayatında ise Karadenizlilerin, Kafkas kökenli sözde Türklerin ve başka illerden gelmiş olan Arapların elinde olması Kürdlerin ise şehir merkezinde ya hamallık ya da amele olarak çalıştırılmaları, köylerde hayvancılıkla geçimlerini sağlamaları büyük bir soru işareti olarak aklıma takılıyor dolayısıyla da bu durumu hazmedemiyordum.

Anlaşılan T.C. sömürgeci devleti katliamlarla sonuçlandırdığı Ağrı Direnişini büyük bir fırsata dönüştürerek yörenin asli unsuru olan Kürd halkını şehre yerleştirdikleri birtakım devşirmelerle sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda baskı altına alarak hem Kürdleri fakirleştirip hem de hızlı bir Türkleştirme politikası uygulamış oluyordu. Bilahere bunların neden böyle olduğunu sorup araştırarak öğrendiğimde bütün bunların T.C. Devleti’nin Kürdleri her alanda geri bırakmak üzere uygulamaya konduğunu öğrenmiş oluyordum. Yine bunlardan dolayı Ağrı merkezindeki insanların çoğunlukla Kürd olmasına rağmen daha çok bozuk bir Türkçe konuştuklarını ve böylece alay konusu edildiklerini ve bunun da bir asimilasyoncu politikaların sonucu olduğunu üzülerek öğrenmiş oluyordum.

Devam edecek…

Saygılarımla.

13/09/2024

İst.