Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi.
Bilmem ki bu millet için adalet yüzü görmek nasip olacak mı? İnsan olana bin nasihattan bir musibet yeğdir derler.
Bu kadar musibetler geçirdik, bu kadar fırsatlar kaçırdık, ne geçen musibetten ne kaçan fırsattan zerre kadar ibret almadık. Hala aklımız başımıza gelmedi. Hala yeni yeni çılgınlıklar gösteriyor. Yeni yeni cinayetler işliyoruz. Acaba bu bedbaht millet son nefesinde de hıçkıra hıçkıra mı can verecektir.
Dünya yaratıldığı günden beri misli görülmemiş inkılaplara şahit oldu. Haşmet ve ceberrutiyle (aşırı kibriyle) yerlere sığmayan hükümdarların saltanat tahtları devrildi.
Rusya çarı kurşuna dizildi. Büyük küçük yirmi yedi düvele karşı koyan Almanya İmparatoru şimdi bir kalede can çekişiyor.
Kıyametler koptu, mahşerler kuruldu. Herkes amel defteri elinde muhasebe meydanına koşuyor.
Yirmi milyon beşer evladının fani, otuz milyon yaralı ve felaketzâdenin ah ve figanı uluhiyetin (tanrısallığın), insan vicdanının adalet huzurunda intikam için köpürüyor.
Her tarafta hakkın sesi görülüyor, zulmün nefesi boğuluyor. Hala bizim haberimiz yok.
Çektiklerimiz yetmiyor gibi bu gafletin, bu sersemliğin de galiba ayrıca cezasını çekeceğiz.
Cihanın bu büyük inkılabını, kim vücuda getirdi, Almanya’yı kim mağlup etti? Şüphesiz bugün hak kuvvete galebe çalmış, fazilet ve ahlak karşısında toplar susmuş, süngüler kırılmıştır.
Cebir ve şiddetle yaşamak zamanı geçti, hayat hakkına malik olan her fert hürriyetine hakim olacak, zulme karşı isyan edecektir.
Bu gayeden ayrılan hiçbir hükümet payidar olamaz.
Kötü idarede en ileri giden biz Türkler idik, bugün de her millet varlığına ait hak ve şerefi alırken biz maalesef hepsinden geri kalıyoruz.
Bu zillet ve meskenet kâfi geliyor gibi hala da fenalıktan vaz geçtiğimiz yoktur.
Asırlardan beri beraber olunan, gülüp ağladığımız din kardeşlerimiz, vatandaşlarımız ancak o kötü idaremiz yüzünden bizden birer birer ayrıldı.
Şu harabe olan vatanda çıplak ve kimsesiz kaldık. Yolunu şaşırıp ta mezaristana sığınan ve ıssız, karanlık, korkunç bir gece ölüler kabri üzerinde sabahı bekleyen sersem avare gibiyiz.
Vaziyetimizi düşünmüyoruz, üstüne bastığımız cesedin üzerindeki türbesini de yakıp ateş yakarak yolumuzu aydınlatmak istiyoruz.
Devletimizin hududu, Aden’den Fatimiye dayandı. İki muazzam hükümetin mümessilleri (temsilcileri) bütün fiil ve icraatlarımıza şahit oluyor.
Kilikya’nın herhangi bir köşesinde öksürsek; Paris’e, Londra’ya aksediyor.
Ecnebilerin gözetimi altında ikinci bir imtihan dönemini geçiriyoruz. Bundan sonra medeni insanlar gibi yaşama hakkına sahip olup olmadığımız tecrübe ediliyor. Güya bunlar rüya ve hayal imiş gibi vilayetin en mühim bir kaza merkezinde, Hacin’de kanun namı altında yol kesmeye başlıyorlar.
Adalet fikri, hürriyet fikri volkanlar gibi yerlerden, yıldırımlar gibi göklerden karanlık üzerine ateş saçarken, istibdat ve kötülük taçlarını kırarak, zulüm ve vahşet zindanlarını yıkarken, hükümet sarayında yeni baskı tahtını kurmaya çalışan bu efendiler kimdir bilir misiniz? Kanun memurlarıyla jandarma kumandanı.
Bu konuda meydana gelen üzücü vakayı anlatayım:
Tehcir (göçertme) dolayısıyla yaptığı suçlarda parmağı bulunan jandarma nefer ve zabıtasıyla, sair memurlar hakkında icra edilecek takibatta doğrudan doğruya adli memurlar tarafından takibatı kanuniye ifası için merkezi hükümetçe muvakkat bir karar çıkarılmış ve adli memurlara tebliğ olunmuştur.
Kanunla bağı olmayanlar bile pekala takdir ederler ki, bundan maksat tehcir sırasında pekçok fenalıklar yaptığı halde hala ceza görmeyen birer suretle bulundukları yerlerden şuraya, buraya savuşup giden kimselerin bütün bütün sorumluluktan azade kalması, adaletin görülemediğinden böyle bir tedbire lüzum görülmüştür. Şimdi bu karar Hacin müdde-i umumiyesi (savcısı) ile sorgu hakiminin elinde tam tahakküm ve tecavüz silahını teşkil ediyor ve bu silah ile ilk hamlede kaza kaymakamı Mesut Bey’e saldırıyor. Mesut Bey, Hassa kazası kaymakamlığında memurluğa geçer, kazadan alakasını keser yerine mal müdürünü vekil bırakır, yola çıkar. Kendisini uğurlamaya gelen yüzlerce ahali ve memurlar ile vedalaşıp ayrılırken, tam bu sırada sorgu hakimi tarafından bir celpname tebliğ eder ve otoriter gücü gösterir.
Çok geçmez savcı, kaymakamın kazadan ayrılmasını caiz görmediğinden nezarete (gözaltına) alınmasını, emir ve infaz vasıtası olan jandarma kumandanından talep eder, tabii olarak bu da icra edilir.
Vekallete kalan Mal Müdürü olayı vilayete bildirir, Vali Bey efendi Kaymakamın şahsından ziyade hükümetin manevi şahsına bir tecavüz mahiyetinde olan muameleden müteessir olarak Kaymakamın nüfuz ve şerefi için kaymakamlık vekaletini tekrar Mesut Bey’e tevdi edilir.
Bir iki gün sonra bu nazeninler Mal Müdürü’nden intikam almak sevdasına düştüler. Mal Müdürü maaş verecek diye köylere haber gönderdiler. Birçok kadın, düşkün, yetim ve dullar hükümet konağına dolar. Mal Müdürü de acı bir hakarete hedef olur.
Hacin kasabası, vilayetimizin en çok nüfusa sahip olan bir şehriydi. Üç bine yakın hanede on bini aşkın nüfus yerleşmiş. Protestolar Amerikalılar tarafından oldukça mühim müesseseler vücuda getirilmişti.
Yazık ki o kasaba baştanbaşa bir yangın harabesinden ibarettir.
Vaktiyle Hacin’in temiz havasını teneffüs ederek bir şevk ve şen içinde yaşayan Hacinlilerden bugün eser yok.
Birer saadet yuvası olan o yüksek malikanelerin yanmış pencerelerinden rüzgarlar şimdi ıslık çalıyor.
Kasaba civarından başlayarak Kozan dağları üzerine birer yeşil satranç tahtası gibi serilmiş olan binlerce bağları hüzün kaplayan bir sükut var.
Sararmış yerlere dökülmüş yapraklar, sanki Deyrizor çöllerinden gelen bir hicran namesidir.
Kasabadaki evler gibi bağlardaki hanelerin, çardakların da yerinde yeller esiyor. Bu hadiseler, hep o müdde-i umumun (savcının) gözü önünde cereyan etmişti.
Şimdi okuyacaklarımızın insafına müracaat ediyoruz. Kasabayı yakanlar, o halkı sürüp mahf ve perişan edenler, daha bilmem neler yapanlar her türlü cezadan, sualden korunmuş kalıyor da!
Bu kadar faciaların sorumluluğu, tehcirden iki buçuk sene sonra Kazaya tayin edilen, yanmış hanelerin enkazını meclis idare kararıyla satıp parasını hazineye yatıran; bağları, bahçeleri birkaç misli icare veren ve bu mezalimin acılarını hafifletmeye çalışan bir Kaymakamın üstüne yükleniyor.
Savcı ile sorgu hakimi, hukuki umumiye namına Kaymakam’ın yakasına sarılıyor, jandarmalar atının dizginine yapışıyor.
Kaymakam’ın davacısı kim?
Ermeniler mi hayır? Protestanlar, Katolikler mi? Hayır. Yerli Müslüman halk mı? Hayır.
Savcı ile Sorgu Hakimi’nin sadık muhbiri “Adul” namında derbeder bir herif, hem de muhacir.
Ya Rabbi!
Kimlerin namına kimi davacı çıkarıyorsun. Kimlerin yaptıklarından dolayı kimi cezaya uğratıyorsun.
Sendendir İlahi yine bu mekr ve bu fitne; bu mekr’û bu fitne yine sendendir İlahi.
Mahalli emniyeti adeta tehdit eden bu acı olay, kaza halkını heyecana düşürmüş, Hacin’in Ermenileri, Protestanları ve Amerikan müesseseleri erkanı ve bütün Müslümanları matbaamıza feryatnameler gönderiyor. Ve vilayet makamına telgraflar çekerek üzüntülerini açıklıyorlar. Ve kaymakamın kalmasını istiyorlar.
Kanun bundan sonra da bu gibilerin elinde oyuncak olacaksa, kanun namına; haysiyete, namusa, hukuka tecavüz edilecekse, artık kalan enkazımızın da sökülüp bir tarafa atılacağında şüphe olmasın.
Bir kaza kaymakamı hakkında cürm-i meşhud (suçüstü) halinde bu derece hakarete, taarruza cür’et eden bu zorbalar acaba zayıf halka neler yapmazlar.
Artık o kasabada kim hukuktan emin olabilir. Ne garip müdafaa tarzıdır ki Hacin savcısı İstinaf Müdde-i Umumisi’ne yazdığı resmi telgrafnamede, Hacin’deki bağların imarına himmet etmediğinden dolayı Kaymakamı gitmekten men ettiğini pervasızca yazıyor.
Ya kendisi imara değil, tahrip etmeye bilfiil cür’rt etmiş ise!
Bereket versin ki Vali Beyefendi meselenin çirkinliğini takdir etmişler. Jandarma kumandanını kaldırmışlar. Diğerleri hakkında adliye nezaretine yazmışlar.
Fikrimize kalırsa bunları azletmek yeterli değildir. Kanun ile, namus ile istihza eden (alay eden), hükümetin şerefini payımal eyleyen bu adamlar, müstahak oldukları cezayı görmeli ve emsallerine bir tesir edici ibret teşkil etmelidir.
Yoksa bugün bir Kaymakam, yarın bir Mutasarrıf, öbür gün bir Vali, bir sorgu hakimi keyfi için her türlü hakarete uğramayı göze aldırmalıdır.
Zaten bu gibi meselelerde davacı olmaya lüzum yoktur. Sükutî ahlakımız (ahlakımızın düşüklüğü), mücazatımızın (ceza çektirmemizin) en büyük müddeisidir (davacısıdır). [1]
[1] Ferda, no: 9, Adana, Ferda Matbaası, 20 Rebiulahir 1337 (23 Ocak 1919)
Kaynak: Seîd VEROJ, Sê Sİrgûnên Peymana Lozanê: Elî Îlmi, Zeynelabîdîn û Mesud Fanî, Weşanên Peywend, Wan, 2022
Şirvove (0)
Hêj şîrove nînin. Şiroveya yekem tu bike.