Cizre’de düzenlenen 4. Uluslararası Melayê Cizîrî Sempozyumu’na Sayın Mesut Barzani’nin katılması ve halkın gösterdiği yoğun ilgi, ziyaret ettiği mekânlarda karşılaştığı coşku ve heyecan dalgası, Türk ve Kürt toplumlarında ciddi tepki ve sempatiye yol açtı. Lehte ve aleyhte gelişen tartışmalar sosyal medya platformlarını aşıp devlet kurumlarının ve yetkililerinin açıklamalarıyla farklı bir boyut kazandı.

Cizre halkının gösterdiği sevgi ve coşku, Kürt karşıtı cepheyi bir kez daha derinden etkiledi. Beka kaygısı, ırkçı hezeyanlar ve bilinen korku nöbetleri yeniden canlandı. Sağcısı, solcusu, islamcısı, liberali, muhafazakârı, faşisti, laiki, komünisti ve tüm Kemalistler, bir “yurttan sesler korosu” misali sahnede yerlerini alıp görevlerini “onuncu yıl marşı” heyecanıyla icra ettiler.

Sayın Mesut Barzani, kendisine yapılan bir davete icabet edip mevcut protokol kuralları doğrultusunda hareket ettiği halde, günlerce gelişini engellemek için yaratılan engellere, sıkıntı ve kışkırtma hamlelerine rağmen Kürt aklı ve Kürt milli bilinci olası olumsuzluklara karşı baskın çıktı. Sayın Mesut Barzani’nin, kendi evinde bir odadan diğer odaya geçerken, Cizre halkının sağduyulu davranarak kendisine ve heyetine eşlik etmesi ve sevgi gösterisinde bulunması kadar doğal bir durum yoktur.

Bu meselenin daha çok su kaldıracağı gerçeğinden hareketle, bu tartışmalar bir süre daha devam edecektir. Tepki ve refleksler de sürecin ruhuna paralel bir seyir izleyecektir. Türk Devleti’nin “Kürt anasını görmesin” stratejisinin arkasındaki derin akıl, gelişmekte olan Kürt milli bilincinin yarattığı atmosferden ciddi anlamda rahatsız ve tepkilidir. Ancak hesaplayamadıkları bir gerçek var: Artık ok yaydan çıktı, menziline varmadan bu dalga dinmez.

Sayın Mesut Barzani’nin sempozyumda yaptığı konuşmaya ve mekân ziyaretlerine tanıklık eden biri olarak bu toplumsal coşkuya ortak oldum ve milli heyecanı, sevinci yaşadım. Sayın Barzani konuşmasında, satır aralarında verdiği mesaj, okuduğu şiirler ve yansıttığı ulusal semboller net mesajlar içermekteydi. Tarih, coğrafya ve ulusal bilinç ekseninde millet olma aidiyetini çok net olarak ifade eden cümleler ve mesajlar büyük heyecan ve coşku yarattı. Alkışlarla, tezahüratlarla bu coşku toplumsal bir nitelik kazandı. Okunmuş olan mısraların ve satırların derinliğindeki anlam ve mesajlar çok önemliydi ve tartışılması gereken konu başlıkları şeklinde bir gündem oluşturdu.

Sayın Mesut Barzanî, Ahmedê Xanî, Alî Herîrî, Feqîyê Teyran, Melayê Cizîrî’ye göndermeler yaparak tarih bilinci, ulusal aidiyet ve milli bilinç konusuna vurgu yaptı; siyasal, sosyal, coğrafi ve tarihsel gerçekliğimizi bir kez daha hatırlattı. Nuh’un Gemisi ve Cudi Dağı mitolojisiyle, tarih ve yaşamın bu coğrafyada ne kadar köklü olduğu vurgusuyla, Kürt milletinin geçmişine göndermelerde bulundu. Şüphesiz ki, protokol sıralarında oturanlar ise bu göndermenin adresinin kendileri olduğunu biliyorlardı.

Yine Sayın Mesut Barzani’nin, 17 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumu döneminde Zaxo’da Melayê Cizîrî’den okumuş olduğu mısraları bir kez daha Cizre’de ifade etmesi anlamlıydı. Siyasal anlamı ve önemi bakımından herkes için dikkate değer bir mesajdı.

Barzani’nin salonda bulunanlara, protokol sıralarına ve ajans ekranlarına bakarak Melayê Cizîrî’nin şu mısralarını okuması ve sesinin salonda yankılanıp haykırması anlamlıydı:

“Piştê nadin du hezar xençer û tîr û rîm û xişt,

Me serî danîye rê û bi Xwedê bistîye pişt.”

Çevirisi: “Sırt vermedik ikibin hançere, oka, mızrağa ve gürze. Koyduk başımızı yola, dayadık sırtımızı Allah’a”

Ve devamında yine Melayê Cizîrî’nin şu satırlarını sıraladı:

“Gula baxê îrema Botan im,

Şebçeraxê şevên Kurdistan im”

Çevirisi: “Botan bağının-cennetinin gülüyüm / Kürdistan gecelerinin ışık saçan lambasıyım”

Sayın Mesut Barzani’nin Melayê Cizîrî’den okuduğu mısraların felsefi anlamı kadar siyasal ve tarihsel anlamı da vardır. Bu satırlar, Kürt ulusal bilincinin kodlarını yansıtmaktadır. Dolayısıyla okumalarımız ve yorumlarımız bu gerçeği göz önünde bulundurmalı ve bu gerçeği es geçmemeliyiz.

Diğer bir nokta da bu konuşmanın, yakın zamanda tarihi kendileriyle başlatanlara ve geçmiş tecrübeleri reddi miras gibi yansıtanlara bir cevap olmasıydı. Ahmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Ali Herîrî, Feqîyê Teyran, Mevlana Şêx Ahmed Barzanî’nin isimlerinin zikredilmesi ve geçmişe göndermelerde bulunulması, bize tarihsel mirasımızı hatırlatması bakımından önemliydi. Bugün bile birtakım çevreler ideolojik labirentlerde her şeyin kendileriyle başladığını iddia etme yaklaşımıyla hareket etmekteler:

“Ji me pê ve kes nîne,

Ji me pê ve tu hêz tune”

Çevirisi: “Bizden başka kimse yok. Bizden başka güç yoktur”

Oysa siyasal ve toplumsal mücadele tarihi bir bütün olarak geçmişin tecrübe ve deneyimlerine dayanır. İnsanlığın ortak mirasıdır, ulusların tarihsel hafızasıdır. İnsanlık tarihinin ortak değerler ve kültürel miras üzerine inşa edildiğini biliyoruz. Tarihi kendileriyle başlatanlar, geçmiş ile gelecek arasındaki tarihsel bağları reddedenler, kapalı devre misali kısır döngü ekseninde kendilerini dünyanın odağı diye yansıtanlar, toplumuyla ve tarihiyle barışık olmayanlar, er geç boyunlarına geçirilen prangaların acı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaklardır.

Dolayısıyla, geçmişe dönersek, 1690’lı yıllarda Ahmedê Xanî’nin şu veciz sözleri, bize yaşamsal zorunluluk haline gelmiş olan ittifak ve dayanışma siyasetinin zorunluluğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu gerçeklik bir nevi ev ödevi gibi orta yerde duruyor ve bu gerekliliğin yerine getirilmesi için de sorumluluklarımızı bize hatırlatıyor. Ahmedê Xanî şöyle diyor:

“Ger dê hebûya me îtîfaqek

Vêk ra bikira me înqîyadek

Rûm û Ereb û Ecem temamî

Hemûyan ji me re dikir xulamî

Tekmîl dikir me Dîn û dewlet

Tehsil dikir me îlîm û hîkmet”

Ulusal bilincin öncüsü Ahmedê Xanî ulusal birlik ve dayanışma konusunu şiirlerinde sık sık dile getirmiştir. Kısa ve öz olarak diyor ki:

“Eğer bizim bir ittifakımız-dayanışmamız olsaydı, Hep birlikte birbirimize itaat etseydik Rum, Arap, Acem tamamı Hepsi bize tabi olur, hizmet ederdi. Dini de devleti ikmal eder, ilmi de (bilimi) hikmeti de elde ederdik.”

Sayın Mesut Barzani’nin Cizre’de halk tarafından coşkuyla karşılanması, sahiplenilmesi ve egemen zihniyetlerin oluşturduğu ideolojik bariyerlerin etkisinde kalmadan, psikolojik duvarları aşıp kışkırtma ve izolasyon girişimlerine rağmen Cizre halkının ulusal bilinç ekseninde hareket ettiğine şahitlik ettik. Bu gerçekliği geçmişte yaşanan benzer durumlarla birlikte kıyaslamak ve yorumlamak gerekiyor.

Bir milletin ortak paydası olan milli bilinç, ruhi şekillenme, milli karakter ve vatan sevgisi gibi özelliklerin bütün parçalarda aktif ve canlı olduğunu, yakın tarihimize damgasını vuran birtakım süreç ve olaylar üzerinden okumak mümkündür.

Farklı parçalardaki gelişmeler karşısında Kürt toplumunun milli bilinç ekseninde bir etkileşim gösterdiğini, bu etkileşimin giderekten bir domino etkisine dönüşmeye doğru evrildiğini, yakın tarihte yaşanan bir dizi sosyal, siyasal ve toplumsal gelişme üzerinden okumak daha gerçekçi olacaktır.

Bu duruma örnek teşkil eden süreçler ve olgular şunlardır:

Mahabat’ta Pêşawa Qazî Muhamed ve arkadaşları tarafından kurulan Kürdistan Cumhuriyeti.

1960 ve sonrası farklı parçalarda başlayan silahlı mücadele süreçleri.

1970 Irak- Güney Kürdistan Otonomi Anlaşması

Enfal ve Halepçe soykırımı sonrası oluşan tepki ve dayanışma girişimleri.

Kürdistan Federal Parlamentosu’nun ilanı.

Kobani direnişi esnasında Peşmerge’nin suni sınırları aşıp yardıma koşması. Kuzey’de halkın kendiliğinden caddelere akması ve dayanışma göstermesi.

Yine Sayın Mesut Barzani’nin 2014 yılında Diyarbakır ziyareti esnasında halkın coşkuyla karşılaması ve mevcut kazanımların sahiplenmesi.

2017 yılında yapılan bağımsızlık referandumu sürecinde, diaspora ve diğer parçalardaki dayanışma ve aktif sahiplenme.

Ve en son Cizre’de Sayın Mesut Barzani’nin halk tarafından coşkuyla karşılanması.

Bu süreçler ve ifade edilmeyen diğer olgular, gelişmeler bize milli siyaset mevsiminin ne denli aktif hale geldiğini göstermektedir. Milli siyasetinin temel felsefesi milli çıkarlar temellinde bir milletinin millet olmaktan kaynaklanan temel haklarını elde etme siyaseti ve stratejisidir. Dolaysıyla bu gerçeklerden hareketle milli siyasetinin inşası toplumsal bir zorunluktur. Bu zorunluğun muhatapları Kürd milletinin bütün bileşenleri ve siyasal odaklardır.

Yazıyı bitirirken iki noktaya da değinmeden geçmek istemiyorum. Kuzey Kürdistan’daki Kürd siyasi partileri, sivil toplum kuruluşları ve etkili şahsiyetlerin, yurtsever kamuoyunun büyük bir kısmı ya Sayın Mesut Barzani’nin sempozyuma katılımından haberdar edilmedi ya da davet edilmediler. Çok dar bir kesim davet edildi. Şayet sözünü etmiş olduğumuz kesimler davet edilmiş, haberdar edilmiş olsalardı, çok daha büyük ve coşkulu, daha organize bir şekilde, bir karşılama sağlanabilirdi.

Diğer bir husus da Sayın Mesut Barzani’nin sempozyumda ‘’Barış sürecini destekliyoruz. Sayın Erdoğan, devlet yetkilileri ve sayın Öcalan’a bu çabalarından dolayı teşekkür ediyoruz. Bu konuda üzerimize düşen her şeyi yerine getirmeye hazırız’’ içerikli açıklamasıydı. Elbette diplomasi ve siyasetin dili farklıdır.

Bu açıklama birçok yönüyle tartışıldı. Sayın Mesut Barzani’nin bu açıklaması ne ilk idi, ne de bir sürprizdi. Güney Kürdistan’lı yöneticiler zaten işin başından beri bu süreci desteklediklerini, hatta bu sürecin etkili bir aktörü olduklarını hep söylediler.

Biz PWK olarak, eldeki verilerden hareketle, elbette ki bu sürecin bir ‘’Barış, çözüm, demokratik toplum’’ süreci olarak tanımlanamayacağını söyledik, söylüyoruz. Dolaysıyla Kürd milletinin, millet olmaktan doğan haklarını inkâr eden, statü ve kimliğini yadsıyan her türlü girişim veya “süreç” tek taraflı dikte edilmiş bir siyasetin devamıdır.

Elbette, Sayın Mesut Barzani’nin de daha çok silahların susturulması ve barışçıl, siyasal, sivil, demokratik yol, yöntem ve araçlarla mücadele zemini yaratılması anlamında sürece destek verdiklerini söylemek mümkündür.

Yaşamını Kürd milletinin özgürlük mücadelesine adamış bir şahsiyetin, Türk Devleti’nin Kürtlerin hak ve özgürlüklerinden söz etmemesine ya da Öcalan’ın Kürtlere hiçbir hak ve özgürlük talebinden söz etmemesine destek sunacağını düşünmek mümkün müdür?

Güney Kürdistan’ın 600 köyü yıllardır, PKK ve Türk Devleti’nin çatışma alanı haline gelmiş; Türk Devleti PKK’yi bahane ederek, Güney Kürdistan’ın bir kısmını işgal etmiş durumdadır. Bu anlamda Güney Kürdistan yöneticilerinin, PKK’nin silah bırakmasını olumlu bir karar olarak görmeleri ve mümkünse, Türk Devleti’nin işgal edilen yerlerden çekilmesine yol açmasını savunmaları elbette ki gayet normal ve doğrudur. Ayrıca, PKK’nin silah bırakmasının sadece Güney Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın kuzey, rojava ve doğu parçalarında da halkımızın çıkarına olacağı açıktır.

Ama, sorun sadece PKK’nin silah bırakması değildir. Türk Devleti de savaşa son vermeli ve Kürd, Kürdistan sorunun kısa, orta ve uzun vadeli çözümü için, tüm Kürd partileri, sivil toplum kuruluşları ve toplumda karşılığı olan Kürd şahsiyetlerini bir Kürd Tarafı olarak kabul edip, bu Kürd Tarafı ile masaya oturmalıdır diyoruz.

03.12.2025 Cano Amedi

https://www.facebook.com/721913481/posts/10163530499098482/?rdid=aqWffktZhxJwb83p#