Türkiye Büyük Millet Meclisi dün yaptığı oturumda Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’ni DEM ve CHP’nin ret oylarına karşılık kabul etti. Buna göre Irak ve Suriye’deki Türk silahlı Kuvvetleri’nin görev süresinin 3 yıl daha uzatılması kabul edilmiş oldu.
Bu tezkere uluslararası hukuka ne kadar uygun?
Bunun cevabını hukukçular verebilir.
Ama bu ‘tezkere’nin kodları okunduğunda Kürtleri hedeflediği, Kürtlerin bir statü sahibi olmamasına odaklandığı anlaşılıyor.
DAEŞ ya da bilinen ismiyle İŞİD’e karşı Türkiye’nin herhangi bir mücadele yapmadığı biliniyor. Fakat tezkereye ilginç bir şekilde DAEŞ-İŞİD de eklenmiş. Herhalde bununla ABD’ye, DAEŞ-İŞİD ile mücadelede ortak gördüğü SDG’den bu rolün alınıp Türkiye’ye verilmesi görevine talip olunduğu duyuruluyor.
Irak ve Suriye’deki güvenlik tehdidine vurgu yapılan tezkerede bu tehditlerin ne olduğu belirtilmiyor.
PKK silah bıraktığına göre Irak’tan Türkiye’ye yönelik bir tehdit kalmamış olması gerekmiyor mu?
Kürt federe bölgesinin Türkiye’de bir türlü hazmedilmediği ortada.PKK vasıtasıyla Irak’taki bu Kürt varlığı 1982’den beri sürekli bombalanıyor. PKK’nin fiili saldırılarının yanısıra, Kürt federe bölgesindeki varlığı Türkiye içn bir fırsat oluşturuyor.
Öyle ki emekli rütbeli askerlerden, Türkeş’in kızına kadar PKK’nin sunduğu bu fırsata atıfta bulunularak, sık sık ‘PKK’nin silah bırakması’ndan duyulan rahatsızlık dile getiriliyor.
***
Suriye’de de PKK-YPG varlığı gerekçe gösterilerek Kürtlerin yaşadığı bölgeler boşaltıldı, yerine Arap nüfus yerleştirildi. Afrin 2017 yılında işgal edildi.
Yani PKK burada da Türkiye için bir zemin yarattı. Sonuçta Afrin bir Kürt bölgesi halinden çıkmakla kalmadı, Türk silahlı kuvvetleri Suriye’ye yerleşti.BAAS rejimi, DAEŞ ve PKK nedeniyle yüzbinlerce Kürt topraklarını terketti ve geri dönemiyolar.
PKK-YPG’nin sözümona tehdidi Türkiye’nin anti-Kürt politikası için büyük bir ‘nimet’ oldu. PKK eliyle nasıl Kürt federe bölgesi destabilize edildiyse, aynı kaderi bugün Suriye işgali altındaki Kürtler de yaşıyor.
***
HTŞ’nin DAEŞ’ten aşağı kalır yanı olmadığı biliniyor. Ama Suriye’nin başına ‘uluslararası mutabakat’la atanan HTŞ ‘lideri’ Ahmet Şara yönetimi Türkiye’nin yardımıyla Kürtleri ve meşru haklarını görmezden geliyor. Türkiye HTŞ vasıtasıyla Suriye’de bir ‘Client State’ yaratmak istiyor. Ama bunun önünde uluslararası engeller var. Bu engellerin aşılabilmesi için SDG ve Kürtlerin hizaya getirilmesi çok önemli.
Tezkere’de şöyle deniyor:
‘Tezkerede, Irak'taki PKK ve DEAŞ unsurlarının varlığını sürdürmesinin ve Suriye'de PKK/PYD-YPG ile DEAŞ başta olmak üzere terör örgütlerinin mevcudiyetini korumasının Türkiye'nin ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturduğu vurgulandı. Metinde, terör örgütlerinin ayrılıkçı ve ayrıştırıcı gündemleri nedeniyle Suriye'de kalıcı istikrarın tesisini engellemeye çalıştığına dikkat çekildi.’
Kürtlerin meşru kollektif hakları Suriye’nin istikrarı önünde bir engel değildir. Aksine Kürtlerin ve diğer kesimlerin haklarının kabul edilmemesi Suriye’de istikrarsızlığa yol açar.
***
Kaldı ki PKK-PYD’nin Türkiye için bir tehdit oluşturmadığı çok açık. Aksine PKK-PYD Ankara’dan ve İmralı’dan bağımsız olarak bir politika izlemiyor. PKK-PYD’nin amacı gerçekten Kürtlere hizmet olsaydı, NATO’nun 2.büyük ordusuna, dünyanın 17. Büyük ekonomisine sahip Türkiye’yi Kürtlere karşı kışkırtmazdı. PKK başlangıçta bunu BAAS rejimi ve İran’ın çıkarları için yapıyor görünse de, bu politika aynı zamanda Ankara’nın da işine geliyordu.
DAEŞ’e karşı verilen mücadelede YPG’nin omurgasını oluşturduğu SDG büyük kayıplar verdi.
Özellikle Kürtlerin verdiği bu büyük kayıpların Kürtlere ne kazandırdığı, ne kazandıracağı henüz belli değil.
ENKS ile bir protokol imzalayan PYD bu protokolü hayata geçirmek konusunda çok ısrarcı davranmıyor. Ama HTŞ ile imzaladığı Suriye’ye entegrasyon protokolü’nü hayata geçirmek için Türkiye’nin tazyiki altında. Görünürdeki tehlike şu: PYD’den bazı şahsiyetlere kişisel imtiyaz ve makamlar sunularak Kürtlerin meşru haklarının karambole getirilmesi. Türkiye, Abdullah Öcalan vasıtasıyla Suriye’de Kürtlerin bir statü sahibi olmaması için bastırıyor. Bu; PKK,PYD ve Kürtler üzerindeki etkisi ve rolünü test etmek için Öcalan için de bir nevi imtihan. İlham Ahmed Rudaw TV’nin kendisine sorduğu ‘İmralı’ya gidip gitmediği’ mealindeki bir soruyu cevapsız bırakmıştı. Öcalan’ın Suriye’deki Kürtler üzerinde ve PKK’de tam kontrol sağlaması için kendisine büyük olanaklar sağlandığı bir olgu. Öcalan’a ‘Sayın’ demenin suç sayıldığı, hatta bazı belediye başkanlarının bu nedenle PKK tarafından aforoz edildiği günlerden, devlet Bahçeli’nin Öcalan’dan ‘Kurucu önder’ diye bahsettiği günlere gelindiği günler Kürtler tarafından şaşkınlıkla izleniyor.
Henüz sembolik olsa bile Kürtlerin statüsüzlüğü hakkında bir adım bile atılmamış olması PKK-DEM tabanında homurdanarak izleniyor. PKK’nin ‘Kuzey Suriye’ dediği Kürdistan’ın Güneybatısı’nda olan bitenler Kürtler arasında endişeyle izleniyor.Oradaki ‘statüsüz’lüğün devamı PKK’de Abdullah Öcalan’a rağmen bir kırılmaya yol açabilir.
Nitekim bazı PKK yöneticileri Abdullah Öcalan üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan bu politikaya dikkat çekiyorlar.Nupel Haber’de yayınlanan bir haberde KCK yöneticilerinden olduğu beliritlen Xebat Andok şöyle diyor:’ Önderlik,Türk devletine kendisini kullandırtmaz ama Türk devletinin yaklaşımı Önderlik üzerinden Hareket’i tasfiye etmektir.Bu mümkün değil.’ (Nupel Haber, 12 Ekim 2025)
***
Tezkere ile ilgili basına yansıyan haberlerde öne çıkarılan husus ‘milli güvenlik için hayati önlem’ oluyor:
‘TBMM tarafından onaylanan Irak ve Suriye Tezkeresi, Türkiye'nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almasını güvence altına alıyor. Tezkere, terör örgütlerinden gelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi muhtemel risklere karşı milli güvenliğin idame ettirilmesini hedefliyor.
Suriye ve Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması ile terör örgütleriyle mücadele amacıyla kurulan uluslararası koalisyona katılımın sürdürülmesinin de önem taşıdığı kaydedilen tezkerede, "Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak" amacıyla TSK'nın sınır ötesi harekat yetkisinin 3 yıl daha uzatılması kararlaştırıldı.’
‘Beka’ deninceTürkiye’de devlet katında ilk akla gelen şey ‘Kürtlerin statüsü’ oluyor!
Takrir-i Sükun, Tedip ve Tenkil’in 21. Yüzyıldaki adı ‘Tezkere’ oluyor.
***
Şu an Türkiye’nin Irak siyasi sınırları içerisindeki otonom Kürt bölgesinde 30’a yakın askeri üssü bulunuyor.Türk silahlı kuvvetleri Kürt bölgesinden en az 30 kilometre içeri girmiş durumda. Suriye siyasi sınırlarından da en az 20 kilometre içeri girmiş olan TSK’nin varlığını Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması olarak açıklanması izaha muhtaç bir durum.
Artık Kürtler Türkiye ‘Güvenlik ve terör’ derken, ‘Kürtlerin elimine edilmesini’, Kürtlerin bir statü sahibi olmamasını anlıyor. Kürtlere karşı zaman yayılmış soykırımın adı da güncel adıyla ‘tezkere’ oluyor.
***
AKP’ye dayatılan bu politika Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘alternatifsiz’ olma lüksünü tehdit ediyor. Başlangıçta Kürtlere güleryüzle yaklaşma iradesi gösteren AKP zamanla panislamist-Pantürkist politikalara teslim oldu. Bu durum AKP’nin Kürtlerden alacağı oyu azaltıp, Kemalistleri Kürdistan’da yeniden güçlendirecek bir sonuca yol açabilir. CHP’nin Kürdistan’da güçlenmesi arzu edilir bir durum değil. Kürtler halen de mevcut iktidara bir kredi açmak istiyor. Ama ‘Bele3diyelere’ yönelik operasyon ve tutuklamalarda ‘Bir Kürtün belediye meclis üyesi olmasının’ bile hazmedilmediği açığa çıktı.
***
Devlet Bahçeli’nin düdük sesiyle başlayan ve Kürtlerin’ süreç diyerek büyük anlamlar yüklediği şey, ya da DEM’in ‘müzakere’ hayalleri bu ‘tezkere’yle sıfırlandı. Yani ortada ‘süreç ve müzakare’ gibi bir durumun olmadığı bu tezkereyle malumun ikrarı oldu.
DEM ile CHP’nin bu ‘tezkere’ye red oyu vermesinin devlet aklı açısından bir önemi olmadığını, hatta DEM’in CHP içinde eritilmesi (1992’de SHP içinde eriritilmesi gibi) bir uzak hedefine de aracı olabileceğinin de öngörüldüğünü söylemek mümkün.
***
Silahlı Hak Arama Kürtlere Hiçbir Şey Kazandırmadı
Silahla hak arama Kürtlerin meşru taleplerini terörize etti. PKK’nin bunu anlaması için onbinlerce Kürtün, asker, korucu ve polisin ölmesi, Kürdistan’ın boşaltılması gerekmiyordu.
PKK aniden Bahçeli’nin bir sözü ile bu gerçeği anladı. Durum böyle de olsa silahtan vazgeçilmesi hayırlı oldu.
Bahçeli-İmrali ve DEM üçgeninde bir yılı aşkın bir süredir devam eden ve ‘Kürtler bir şey istemiyor’da anlamını bulan bu ‘izdivaç’ sona gelmiş görünüyor.
Her ne kadar başından itibaren Bahçeli, Sırrı Sürreya, Ahmet Türk ve Pervin Buldan tarafından sıkça ‘PKK’nin silah bırakmasına karşılık Kürtlere bir şey verilmeyeceği, Kürtlerin bir şey istemediği dillendirilse de DEM’de alttan gelen görünmez bir tepki sözkonusuydu.
‘Tezkere’ ile murad edilen PKK’nin kışkırtılması Kürtlere bir şey kazandırmayacağı gibi, uzun vadede Türkiye’ye de bir şey kazandırmayacaktır.
Her hal ü karda PKK yeniden silaha dönmemelidir.
***
PKK Kürtlere hizmet için devlet istemeden de silahları bırakabilirdi. PKK’nin ‘silahlandırılması’nın bir proje olduğu artık objektif bir olgu.
Onbinlerce Kürt genci ‘Kürtlerin kurtarılacağı’ vaadiyle canını verdi. PKK’nin silahlı mücadelesinin değil ama onbinlerce Kürdün öldürülmesi, milyonlarcasının göç etmek zorunda kalmasının Kürt sosyolojisinde bir karşılığı var. Bu da DEM’i zorlayan bir olgudur.
***
TEZKERE’DE SİYASİ AMAÇ
‘Tezkere’, İyi Parti, İyi yol ve ‘Tezkere’nin ilk mucitlerinden Davutoğlu’nu yeniden AKP ile buluşturdu.
‘Tezkere’ CHP’de bile bazı soruların sorulmasına neden oldu.
‘Tezkere’ hakkında görüş belirten CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre’nin şu sorusu da dikkat çekici:
‘Hangi siyasi amaçlarla askerlerimizi gönderiyoruz bilmiyoruz. Hangi siyasi amaçlar gerçekleşirse askerlerimiz Türkiye’ye dönmeyeceklerdir, bunu bilmiyoruz. Hedefimiz ne? O hedefimiz nasıl gerçekleşiyor? Bunların yanıtlarını bilmiyoruz.’
CHP’nin merak ettiği siyasi amacı ne olabilir ‘Tezkere’nin.
Birincisi, her yerde Kürtlerin önünü kesmek ve Kürtlerin statü sahibi olmasını engellemek.
İkincisi, PKK’nin kışkırtılarak ‘derin merkezlerde’ ayarlanan fabrika ayarlarına dönmesini sağlayarak ‘Kürtsüz dünya’ konseptini güncellemek.
Üçüncüsü, Kürdistan’ın Güney Batısı ile Kürd federe devletinin gelecekte ‘birleşme’ ihtimalini ortadan kaldırmak.
Dördüncüsü, PYD-PKK üzerinden Kürtlerin Suriye’de statü sahibi olmasını engelledikten sonra Kürd federe bölgesinin tasfiye planlarını hayata geçirmek.
Beşincisi, ABD ile ikili ilişkilerde Kürt kartını kullanmak.
***
Kürtsüz Dünya Hedefi Türkiye’ye Kaybettirir
Kürtlere karşı ‘tezkereler’ düzenlemek, ‘Suriye’deki Kürtlerin de hamisiyiz’ söylemiyle örtüşmüyor.
Bölgede Türkiye gibi ana amacı ‘Kürtlerin önünü kesmek’ olan ‘Tezkere’ düzenleyen başka bir devlet yok.
İran, ‘Muhaliflerimiz Türkiye’de. Bu güvenliğimizi tehdit ediyor’ diye ‘Türkiye’ye karşı bir ‘Tezkere’ düzenleyebilir mi?
Ya da HTŞ lideri ‘Bize muhalif Esad rejimi taraftarları var’ deyip ‘Türkiye’ye karşı tezkere düzenleyebilir mi?
Türkiye, Kürtlerin statü sahibi olmasından dolayı bu paranoyak poliit,kadan kurtulma refleksi ve iradesi göstermedikçe arzuladığı ‘küresel güç’ olma hedefine ulaşamaz.
Kürtleri düşman görme yerine dost edinme politikası Türkiye’ye kazandırır. ‘Güçlü olmayı’ Kürtlerin tepesine binme olarak algılayan politika ise kaybettirir.
Türkiye Eskiyi Tekrarlamaktan Vazgeçmeli
Türkiye’nin Kürt politikasında ezberleri bozan bir paradigmaya ihtiyacı vardır. Bu da Kürtlerin bir statü sahibi olmasına köstek olacağına destek olmasını gerektirir.
22.10.2025
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazın.