1. Aile, eğitimi ve sürgün yılları

    Mevlanzade Rifat, Güney Kurdistan’ın Süleymaniye vilayetinin ileri gelenlerinden Mevlanbegzade ailesinin bir üyesi ve meşhur yazar Abdurrahman Nacim’in oğludur.

    Abdurrahman Nacim, “21 Mayıs 1833-9 Mayıs 1834’te Şehrezor’a bağlı Süleymaniye şehrinde doğmuş. Babası Mehmet Bey Süleymaniye mirlerinden olup bölgenin tanınan şahsiyetlerinden biriydi. Abdurrahman Nacim aynı zamanda Mevlanbegzade lakabıyla da tanınmaktaydı. Tahsilini Süleymaniye ve Bağdat medreselerinde ikmal ederek icazetini almıştır.”[1] Süleymaniye ve Bağdat ulemasından olan Abdurrahman Nacim, 1850’nin sonlarında İstanbul’a gelmiş ve 1867’den itibaren Osmanlı yönetiminde İlmiye ve daha sonra da Mülkiye’de önemli görevlerde bulunmuş edip, yazar, kütüphaneci ve hukukçu kimlikleriyle bilinen dönemin önemli Kürd aydınlarından biridir. Diyarbakır’da İstinaf Mahkemesi reisi iken, İngiliz Konsolosu Mr. Trotter’in Şeyh Ubeydullah Hareketi’ne dair hazırlayıp yayınladığı Kürd raporunu, “Ulema ve Kürd Ahalisi”[2] başlığıyla şiddetle eleştirerek, Tercüman-i Hakikat gazetesi aracılığıyla raporda Kürdler hakkında ileri sürülen iddialara dair uzun ve kapsamlı bir cevap vermiştir. Abdurrahman Nacim, Mamuretülaziz İstinaf Mahkemesi reisi iken 1895 yılında yaşama veda etmiştir.[3]

    Oğlu Mehmed Rıfat Mevlanzade ya da kısa adıyla Mevlanzade Rifat, 1869 yılında İstanbul’da doğmuş. Babası 1872’de ilmiyeden mülkiyeye geçtiği için, Mevlanzade’nin çocukluğu da büyük ihtimalle babasının bu dönemlerde görev yaptığı Şam, Baalbek Lazkiye (1872-1877), daha sonra 1878’de müdde-i umumi muavinliği yaptığı Edirne, Lüleburgaz ve 1879’da tayin olduğu İstanbul gibi yerlerde geçmiş. İlk ve ortaöğrenimini buralarda tamamlamış ve daha sonra İstanbul’da hukuk fakültesini okumuş. Hukuku bitirdikten sonra bir müddet matbuat-ı ecnebiye kaleminde çalışmış, bilgi ve becerisi nedeniyle terfi edilerek Beyoğlu Mutasarrıflığı Tahrirat Kalemine getirilmiş. Bir süre sonra da Sinop hapishanesi müdürlüğüne tayin edilmiştir.

    “Sinop’ta çalışırken mutasarrıflık yetkililerinin şikâyeti üzerine 22 Ağustos 1895’te geçirdiği soruşturma sonucunda tutuklanır. Bir müddet Sinop’ta tutuklu kalır, sonra Çorum’a ve oradan da Kayseri’ye sürülür. Yazışmalara göre, M. Rıfat 1905 yılına kadar Kayseri’de tutuklu kalır. Tutuklanmasına neden olarak da Sultan Mehmed Reşat’a olan yakınlığı ileri sürülür.”[4] Bundan dolayı 12 yıl hapis cezası verilir ve Kayseri’den de Yemen’in San’a şehrine sürgün olarak gönderilir. Mevlanzade Rıfat, hayatının en önemli gençlik yıllarının yaklaşık on iki senesini muhtelif sürgün yerlerindeki zindanlarda, baskı ve zulüm altında geçirmiş.

    İkinci Meşrutiyet’in ilanından önce Yemen’in San’a şehrinin karanlık ve nemli zindanında tarifi, nitelemesi tüyler ürpertecek bir mahrumiyet içerisinde tutuklu bulunan Mevlanzade Rıfat, istibdat döneminin çok sayıda tutuklu ve sürgünü gibi, İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte çıkartılan aftan yararlanarak İstanbul’a dönmüş. Kendi ifadesiyle, azat olduktan sonra “doğrudan İstanbul’a gelmiş”. Arkadaşlarla önce Aden’e, oradan da Mısır’a gittik. Ortamı birkaç gün dinledikten sonra büyük bir amaçla vatana geldik, amacımız Abdülhamit’i devirmek için mücadele etmekti… Biz daha yolda iken Ziya Molla Bey ile Abdülhamit’in devrilmesine karar vermiştik. Dönüşte aynı vapurla geldiğimiz değerli arkadaşlarımdan Bedirhanpaşazade Hüseyin Paşa ile bu konuda hasbihal etmiştik.”[5] Kendisi de bir meşrutiyet savunucusu olan yazar, sürecin tarihsel ve toplumsal önemini dile getirirken şöyle demektedir: “Gerçekten bir büyük bayram olan 10 Temmuz 1324 tarihi, yüceltmeye layıktır. Bu mübarek günün hayat havasını [esintisini] bahşetmesi; bizi de binlerce siyasi mağdurlar gibi tam on iki sene hapishaneden hapishaneye, sürgünden sürgüne sürükledikten sonra, son sürgün yerimiz olan Yemen’den, Yemen’in San’a şehrinde mahrumiyet içinde faciaları görmekten kurtardı. Bütün siyasi mağdurlar gibi biz de İstanbul’a, o kapkaranlık İstibdat [despotluk) ile tabii inceliğini kaybetmeye yüz tutan payitaht olan şehrimize koşmaya, ona bir an evvel kavuşmaya koştuk…

    Her neyse İstanbul’a yaklaştık. İstanbul’da yüzbinlerce halk tarafından alkışlara gark olduk. İstanbul’a ulaştıktan hemen sonra durumları tetkik ettik. Fena ve tehlikeli işaretler gördük. Evet millet de hükümet de ve hatta Meşrutiyet’in gözcü sıfatını alan İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileri de İnkılap sarhoşluğu içinde çalkalanmaktaydı.”[6]

    Yine kendi ifadesiyle, “İstanbul’a vardıktan birkaç gün sonra eskiden üyesi bulunduğumuz nedeniyle, düşüncelerimizi ve kararımızı İttihat Terakki Cemiyeti’nin İstanbul Merkezi’ne de bildirdik. Fakat herhangi bir yakınlık görmedik. Biz de ayrıldık. Ermeni vatandaşlarımıza birlik teklif ettik. Kürd Kulübü Başkanı merhum Şeyh Abdullah oğlu ayandan Seyyid Abdülkadir Efendi’yle de görüşmelerde bulunduk. Nihayet Fedakâran-ı Millet Cemiyeti’nin yayın organı olan Hukuk-u Umumiye Gazetesi’nin yönetimini de elimize aldık ve mücadelemize giriştik. Hukuki Umumiye gazetesiyle Kamil Paşa ve kabinesinin tecavüzlerini tenkit etmeye devam ediyorduk. Bir cihetten de asıl maksadımızı takip ediyorduk. Kamil Paşa bizi tehdide başladı. Mahkemeye müracaat etti. Nihayet “Fedakâran” grubuna fesat eli soktu. Cemiyeti emellerine hizmet etmek teşebbüsüne koyuldu. Biz “Fedakaran-ı Millet Cemiyeti”ne dış güçlerin eli girdiğini görünce ayrıldık.”[7]

    İttihat ve Terakki yönetimi, diğer birçok muhalif gruba yaptıkları gibi, onlara da bir taraftan baskı uygularken diğer taraftan da para, mevki ve makam vaatleriyle susturup kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Fakat Mevlanzade ve arkadaşlarına geri adım attıramıyor. Kendi deyimiyle, “Vaatlere aldanmadık, tehditten korkmadık. Düşmanlık büyüdü, fakat amacımızı takipten bizi alıkoyamadı. Sonunda azmimizde daha fazla kuvvet bulmak için kahraman arkadaşlarla, basının ilk şehidi olan muhterem dost, Hasan Fehmi Beyle bağımsız Serbesti Gazetesi’ni neşre başlayıp özgür mesleğimizde devam ettik.”[8]

    2. Mevlanzade Rıfat ve Serbestî gazetesi

    “Basın hürriyeti, geçmişleri kirli olanların hiç işlerine gelmez.”

    Kürd gazete ve dergiciliğinin ilk evresinden bahsedildiği zaman, Miktad Mithad Bedirhan’ın yönetiminde çıkan Kürdistan gazetesinden sonra şüphesiz olarak ilk akla gelen gazete Mevlanzade Rıfat’ın yönetiminde yayına başlayan ve aralıklarla da olsa en uzun süre yayın hayatını sürdürmüş olan Serbestî gazetesidir. Serbestî gazetesi, bir Kürdün sahipliği ve yönetiminde çıkan ilk günlük gazetedir, ilk sayısı 3 Teşrinisani 1324 (16 Kasım 1908) tarihinde İstanbul’da yayınlanmış. İzlediği yayın politikasıyla Abdülhamit’in istibdat yönetimine de İttihat ve Terakki’ye de muhalif olan, Osmanlı son döneminde günlük olarak yayınlanmış önemli gazetelerinden biridir. Yayını zorunlu sebeplerle zaman zaman durdurulsa da, aralıklı olarak on iki yıl sürmüş, toplam 770 sayı yayınlanmış ve başyazarı Hasan Fehmi 6 Nisan 1909’da uğradığı suikast sonucu öldürülmüştür.

    Mevlazade Rıfat çıkardığı gazeteye “Serbestî” adını verirken, kelimenin Kürdçedeki geniş anlamına dair bir açıklamada bulunmamış. Ancak Serbestî’nin yayınlanmasından 35 yıl sonra, aynı zamanda Serbestî’nin son dönem köşe yazarlarından olan Dr. Kamiran Bedirhan’ın çıkardığı “Roja Nû” dergisinde Suphîyê Dîyarbekirî imzasıyla “serbestî” kelimesinin sözcük, etimolojik, siyasi, felsefi anlamları ve edebi melodisine dair çok güzel bir yorum yapılmış. “Serbestî” aynı zamanda “hürriyet” anlamına da geldiği için, M. Rıfat’ın “Hürriyet” üzerin, “Evet biz; hürriyetin, hem de sınırsız bir hürriyetin aşığıyız.” deyişinin derinliğini anlatabilmek için burada bahsedilen “serbestî”[9] yorumunu Türkçeye çevirerek aktarmayı faydalı buluyorum.

    Serbestî Gazetesi yayına başlamadan önce dönemin yöneticilerinin dikkatini çeker. İlgili birimlere gönderilen “Mevlanzâde Rifat Bey’in Serbestî namıyla günlük bir gazete çıkarmak istediği”[10] notu, basın-yayın faaliyetleri ve gazete çıkarma çalışmalarının başlangıçtan itibaren izlendiğini göstermektedir. Serbestî, 1908 yılının sonlarına doğru yayın hayatına başlar ve ilk sayısı 3 Teşrinisani 1324 (16 Kasım 1908) tarihinde İstanbul’da yayınlanır. Gazete dört sayfadan ibaret olup günlük olarak yayınlanır. İmtiyaz sahibi Mevlanzâde Rıfat olup başyazarı Hasan Fehmi’dir. Künye kısmındaki “Serbestî” sözcüğünün altında şöyle yazmaktadır: “Osmanlıların cins ve mezhep ayrımına bakmaksızın hukukuna hizmet eden günlük gazete”[11] dir.

    Serbestî Gazetesi’nin her sayısı dört sayfa ve beş sütundan ibaret olup 172. sayı hariç diğerlerinin ebattı 40x54cm’dir. Gazetenin 1’den 498’e kadar olan sayılarının dijital kopyaları Beyazıt Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Ayrıca değişik kaynaklardan elde edilmiş 595, 596, 597, 598, 600, 609 ile 639, 644, 645, 648. sayıları elimizde mevcut olup 648. sayısı 12 Haziran 1920 tarihinde yayınlanmış olup geri kalan sayılar elimizde mevcut değildir.

    Serbestî’nin her sayısı “Meslek” başlığı altında editöryal yazıyla başlamakta ve ağırlıkla gazetenin düşüncelerini yansıtmaktadır. İlk üç sayısında “Meslek” başlığı altında aynı yazı yayımlanmıştır. Yazıda şöyle denmektedir:

    Serbestî bütün manasıyla “hür”dür. Meşrutiyet idaremizi muhafaza zımnında fedakârlıktan çekinmeyecektir. Serbestî halkın genelinin aydınlanmasına ve Osmanlının değişik unsurlarının birliğine çalışarak millet hukukunun savunucusu olan “kanunu” yegane rehber edinecektir.

    Serbestî, namus ve haysiyeti sertâc-ı meslek tutacaktır ve hiçbir şahsın siyasi ve şahsi emel ve maksadına dahi hizmette bulunmayacaktır. Serbestî, yalnız hakikati söyleyecek ve milletin medeniyet yoluna girmesinin çarelerini düşünecektir.

    Hulasa Serbestî; milletimizin din ve unsuru ayırt etmeksizin genel olarak zulüm görmüş vatandaşlarımızın müdafiî ve fikirlerinin tercümanı olacaktır. İşte mesleği bundan ibarettir.”[12]

    Gazetede yayınlanan yazılar içeriğine ve işlenen konulara göre, değişik başlıklar altında yayınlanmıştır. “Siyasiye” başlığı altında gündeme göre yazılmış makaleler, “Hudud-i Dahiliye” ve “Hudud-i Hariciye” başlığı altında iç ve dış haberlere yer verilirken okur mektupları genel olarak son sayfada yayınlanmıştır. Bazı sütunlarda imzasız yazılara yer verilmiş, kimi sayılardaki bazı sütunlar boş bırakılmıştır. Daha sonraki sayılarda çıkan açıklamalardan öğrendiğimize göre bu sütunlarda bulunan yazılara sansür uygulanmıştır.

    Girişte de belirtiğimiz gibi Mevlanzâde’nin muhalif kişiliği ve Serbestî’nin de muhalif yayın politikası, çıkışından itibaren dönemin muktedirlerinin baskısına maruz kalmış, cezaya çarptırılmış. İlk sayılarının yayınlanmasından itibaren cezai yaptırımla karşı karşıya kalmış. Siyasi iktidara ve idarecilere yönelik eleştirilerinden dolayı gazetenin imtiyaz sahibine üç ay ceza verilmiş. Verilen mahkeme kararında: “Sadrıazamın vatan mülküne hizmet etmekte olduğu mil­letçe görülen ve malum iken, aleyhinde neşriyatta bulunması, Harbiye Nazırının gerçekten saygın bir zat iken ona tecavüz edilmesi [hukukuna saldırılması], Bahriye Nazırının hizmet­leri göz önünde iken, haysiyetine dokunup tecavüzatta bulu­nulması, Belediye Başkanı’nın haysiyetini özel bozuk makale­lerle neşretmesi hasebiyle Hukuki Umumiye gazetesi geçmiş müdürü ve Serbestî gazetesinin müdürü Mavlanzade Rifat Bey’in üç ay müddetle hapsine ve idaresinde bulunan gazete ile ilanına kabili [olabilir] itiraz olmak üzere gıyaben karar verilmiştir.”[13] Doğrudan veya dolaylı yapılan tehditlere karşı boyun eğmeyen ve geri adım atmayan M. Rıfat, şu açıklamada bulunur: “Vatana ve millete hizmet yolunda gireceğim cezaevleri, zindanlar vekillerimizin o şaşalı, muhteşem saraylarından daha şanlıdır. İşte bu niyet ve itikat ile mesleği Serbestî’de devam edeceğim. Vekillerin milli menfaatlere aykırı gaddar tecavüzlerine ve kanunlara aykırı faaliyetlerini görünce yine tenkitten geri kalmayacağım. Mahkûm ettiler, yine etsinler, mezara kadar, evet mezara kadar hakikati müdafaada sebat edeceğim.”[14]

    Serbestî Gazetesi sahibi Mevlanzade Rıfat, muhalif kişiliği ve yayın politikası nedeniyle defalarca İttihat ve Terakki yönetimi tarafından tehdit edilmiştir. Yukarıda da kendi ifadesiyle belirtiği gibi, yapılan tehditlerden dolayı geri adım atmamış. Bu duruşundan dolayı Mevlanzade Rıfat, İttihatçıların karanlık yüzünün hedefi olur. Serbestî Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey Mevlanzade zannedilerek 6 Nisan 1909'da Ahrar Fırkası'nın düzenlediği toplantıya giderken Galata Köprüsü üzerinde bir suikast sonucu 35 yaşında iken öldürülmüş.[15] Ondan sonra da bu suikast zinciri diğer muhalif gazeteciler de eklenerek devam etmiş. 9 Haziran 1910’da Sada-yı Millet gazetesi Başyazarı Ahmet Samim ve 10 Temmuz 1910’da Şahrah gazetesi Başyazarı Zeki Bey bugünün deyimiyle faili meçhul bir şekilde öldürülmüş. 8 Nisan 1908’de yayınlanan Serbestî gazetenin 142. sayısının ilk sayfasında sadece şu cümle yazılarak basılır: “Serbest matbuatın (basının-yayın) ilk kurbanı, ömrünü sürgünlerde geçirmiş olan evladı hürriyetten Hasan Fehmi Bey’in ruhuna fatiha.[16]

    Kendisi de Yüzellilikler sürgünlerinden olan Refik Halid Karay bu suikastlara dair, “Ne Serbestî muharriri Hasan Fehmi’nin, ne de Ahmet Samim’in öldürülmeleri muhalefeti susturmaya kafi gelmemişti. Üçüncü matbuat cinayetini işlemeye mecbur oldular; bu sefer de Şehrah muharriri Zeki Bey’i Bakırköy’de vurdular.”[17] İttihatçılar “Kendisine muhalif olan gazetecileri susturmak için tek tek “tasfiye etme” (temizleme) yolunu yeğlemişlerdir. Bu yöntemle ve özellikle 1909 Nisan’ından 1911 Temmuz’una değin muhaliflerden üç gazeteci öldürdüğü için, İttihat ve Terakki ismi bu tarz cinayetlerle bütünleşmiştir.”[18]

    Birinci Meşrutiyet denilen Kanun-i Esasî’nin ilanı 1876’da olmuştu, İkinci Meşrutiyet olarak adlandırılan “1908 ise, özünde bir İttihatçı darbesidir.”[19] Daha sonraki darbelerde de görüleceği gibi zorbalık, keyfi idare, terör, tasfiye, sürgün, düşünce ve basın özgürlüğünü kaldırmak bu tür rejimlerin temel özelliklerindendir. Mevlanzade Rıfat daha o zaman, İttihat ve Terakki’nin meşrutiyet rejimini, dünyanın değişik bölgelerinde gerçekleşmiş meşrutiyet idareleriyle karşılaştırırken şöyle diyor: “Bizde, anlayamadığımız ve bütün dünyanın anlayamayacağı meşrutiyet perdesi altında gizli bir kuvvetin keyfi zorba idaresi; hükümeti de, milleti de, oyuncak ederek ayakları altına almış, insanları asıyor, evleri basıyor ve mülkü harap ediyor.

    Meşrutiyet idaresi ile yaşayan medeni milletlerde bu keyfi icraat yoktur. Orada mutlak hüküm ancak “kanun” dur. O kanun ki milletin fikirlerinin mahsulüdür. “Millet” büyük kuvvettir. Asker de, hükümet de, hata hükümdar da ondan çıkar. Efkar-ı umumiye (kamuoyu) her tecavüze karşı demir bir settir. Fakat biz biçare Osmanlılar daha “millet” nedir, meşrutiyet idaresi nasıl bir idaredir, efkâr-ı umumiye neler yapabiliyor bunları bilemiyoruz.”[20] İttihat ve Terakki’nin yönetimindeki meşrutiyet rejimine dair benzer değerlendirmeler, dönemin diğer bir kısım Kürd aydınları tarafından da yapılmıştır. Hizanizade Kemal Fevzi Meşrutiyeti, bir “parlamenter istibdat” yönetimi olarak tanımlayıp şöyle bir değerlendirmede bulunur: “Meşrutiyetin başlangıcından şimdiye kadar bu memlekette hukuki esasiye (anayasa) kuralları müspet ve muayyen bir surette cari olamadı (uygulanamadı). Bir halde ki indirilen bir hükümdarın yerine on senelik karanlık bir parlamentonun istibdadı kaim olmuştu.”[21] Kaka Heme imzasıyla yazan Kurdistan dergisinin sahibi Mehmed Mihri de, meşrutiyet ve uygulamalarına dair benzer bir değerlendirmede bulunmuş.   “Meşrutiyetimizin üstatlarının sefil himmetlerine, cahilane teşebbüslerine ve zalimane uygulamalarına binaen memleketimizde Meşrutiyet, temsil ve teşri’; nakıs bir tarzda değil belki makûs bir surette telakki edilmiştir….

    Meşrutiyet’in başlangıcından bugüne kadar en yegane düstur, en mühim gaye ve en kıymettar faaliyet ve başarı katl (öldürme), gasp, soygun ve talan etmekten ibaretti.”[22]

    Bu baskılar altında yayınını devam ettiren Serbestî, 13 Nisan 1909’da gerçekleşen ve Osmanlı tarih yazımında “31 Mart Vakası” alarak bilinen darbe girişiminden sonra, gazetenin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni Mevlanzâde Rıfat, olaylarla ilişkilendirilerek 21 Nisan 1909 tarihli Divan-ı Harb-i Örfi kararıyla Mısır’a sürgün edilir.

    Burada yeniden sürgününe neden gösterilen “31 Mart Vakası”, bu olayın teşvikçisi olarak değerlendirilen Ahrar Fırkası [Partisi] ve Prens Sabahaddin’le ilişkilerine çok kısa da olsa değinmek gerekir. M. Rıfat bu olaya dair ilişkilerini ve düşüncelerini, 31 Mart Bir İhtilalin Hikâyesi adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde yazmış olduğu için tekrardan burada anlatma gereğini duymuyorum. Adı geçen partiyle ilişkilerine gelince, Ahrar Fırkası, Eylül 1908’de “Teşebbüs-i Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti” programını esas alan ve Prens Sabahaddin’in düşüncelerinden etkilene bir gurup genç tarafından kurulmuştu. Parti programında yer alan “Adem-i merkeziyet” ilkesi nedeniyle İttihatçılar, Ahrar Partisini İmparatorluğu parçalamaya teşebbüsle suçlamışlardır.”[23] İttihatçılar, güçlü bir merkezi idare sisteminde yanaydılar. “Ahrar Partisi’nin programı adem-i merkeziyet esasları üzerinde kurulmuştu. Bundan dolayı mecliste bulunan Arap, Kürd, Arnavut, Rum, Ermeni mebuslar buna taraftar olup gerçekleşmesi için gayret sarfetmekteydiler.”[24] M. Rıfat ise, Ahrar’a üye olmadığını ve yeterince açık olmamakla birlikte özellikle programındaki “Teşebbüs-i Şahsi ve Ademi Merkeziyet” düşüncesini savunmuş ve bu konuda yaptığı değerlendirmede kendi yaklaşımını açıkça ortaya koymuştur. “Sabahaddin Bey’in Ahrar Fırkası’nın manevi lideri olduğunu, neşir ve ilan ettiği program da “ademi merkeziyet” içtihadı esasına göre yapılanmıştı. Biz ise; ıslahı ahvale [durumu düzeltmeye] hizmetçi olabilecek temiz, benzer bir siyasi fırkanın teşkiline ayrıca çabalıyorduk. Programımız, Ahrar Partisi’nin programına bir yönüyle uygundu. Fakat bizim programdaki içtihadımız, daha geniş hürriyet esasına bina edilmişti. Biz, hakiki bir inkılap vücuda getirmek istiyorduk… Biz; eskimiş idareyi, eskimiş kanunları, eskimiş teşkilatı, eskimiş adamları ile kabul ederek tamirine çalışmak gibi beyhude zamanı zayi etmek istemiyorduk.

    Evet biz, bütün idari teşkilatımızı esasından değiştirmeye, bütün kanunlarımızı temelinden değiştirmek ve bu suretle mükemmel olma arzusunda bulunan milletler gibi, yeniden idari kuralları ve sosyal yapımızı sağlam temeller üzerine bina etmek istiyorduk.

    Evet biz; görüyorduk ki Kava’da bulunan bir Arnavut ile Necid’de bulunan bir Vahabi’nin İstanbul’da bulunan bir efendi ile Yemen’de bulunan bir Zeydi’nin, Selanik’te bulunan bir Yahudi ile Hicaz’da bulunan bir Bedevi’nin, Konya’da bulunan bir Türk ile Süleymaniye’de bulunan bir Kürdün, Adalar’da bulunan bir Rum ile Van’da bulunan bir Ermeni’nin ruhi ve sosyal durumları, örf ve adetleri bir değildir. Bu çeşitli unsurlar üzerinde merkezi idare, bir kanun hükmünü aynı tesir ve kuvvetle tatbik etmesi muktedir değildir…

    Evet biz; kanunları, milletlerin örf ve adetleri nazara alınarak düzenlenmesini ve bütün unsurların yalnız “Osmanlı” yüce namı altında esaslı surette raptedilip birliğinin sağlanması ve bu suretle unsurlar arasında öteden beri mevcut olan milliyetçilik ihtilafının kaldırılmasını istiyorduk. Milli birliğin sağlanması dolayısıyla dostluk dairelerinin genişletilmesini, ona göre de kanunların düzenlenmesini esas biliyorduk.

    Evet biz; her kavmi, her unsuru bu suretle kabiliyetine göre hür bırakılmasını, yükselmesini/gelişmesini, tekammülatını istediği gibi sosyal dairesinde göstermesini istiyorduk.”[25]

    Tekrar sürgün günlerine dönersek, Mısır’a ulaşan Mevlanzâde, kısa bir müddet sonra orada hastalanır ve doktorların önerisiyle tedavi olmak için önce Atina’ya ve oradan Paris’e gider. M. Rıfat dışarıda iken Divan-ı Harb-i Örfi tarafından gıyabında şöyle bir karar yayınlanır: Firarda bulunan Mevlanzâde Rıfat Bey’in on sene müddetle sürgününe ve sahibi olduğu Serbestî gazetesi ve matbaasının da kapatılmasına karar verildiğinden mezkurun görüldüğü yerde yakalanması.”[26]

    Sözkonusu karar çıktığında Mevlanzâde Rıfat Paris’tedir, orada Şerif Paşa’yla bir araya gelirler ve kendisi de bir muhalif olan Paşa’nın kurmuş olduğu Osmanlı Islahat-ı Esasi Partisi’ne üye olur ve Serbestî’nin Paris’te haftalık olarak yayınlanması için aralarında on iki maddeden ibaret ikili bir anlaşma yaparlar. Böylece Serbestî’nin 156. sayısı 16 Temmuz 1325’te Paris’te yayınlanır. Künye kısmında müdür ve muharriri “Mevlanzâde Rıfat” olarak yazılmış. Burada basılan Serbestî’nin bütün yazın ve yürütme yükü Mevlanzade Rıfat’ın sırtında olur. Paris’te yayınlanan ilk sayıda (156-1) “İfade-i Mahsusa” başlığıyla yazılan yazıda, durum değerlendirmesi yapılarak Serbestî’nin vatandan uzak bir diyarda yayınlanmasının nedenleri açıklanmaktadır.

    Serbestî, bugün vatandan uzak, fakat hür bir toprakta, gerçek hürriyetin tamamen anlaşıldığı bir çevre içinde vatana hizmet etmeyi arzetmeye başlıyor.

    Serbestî, memlekette dökülen ve hala da dökülmesinden çekinilmeyen masum kanlarının hasis (alçak) amaçlar yolunda kurban edilen hürriyet şehitlerinin intikamcısı olacak ve meşrutiyet perdesi altında vukuundan korkulmayan müthiş cinayetlerin esrarı ve gizliliğini bütün cihan medeniyetine ilan edecektir.

    Serbestî, bugün tam bir serbesti ile aziz vatanında hakiki bir Meşrutiyet idaresinin istikrarına çalışacak ve ihanette bulunanları her kim olursa olsun kınama, kötü ve keyfi icraatları şiddetle tenkit eyleyecektir (eleştirecektir).

    Serbestî, vatanın hakiki bir hizmetçisidir. Saldırıya da uğrasa, gurbette de bulunsa yine hizmet etmekten geri durmayacaktır.

    Serbestî, hak ve hakikat hizmetçi ve müdafaacıları şu anda bir azap diyarı hükmünde bulunduğundan gurbeti seçmeye mecbur olmuştur.”[27]

    Serbestî Paris’te 13 sayı yayınlandıktan sonra, Şerif Paşa ile M. Rıfat arasında anlaşmazlık peydah olur ve zorunlu olarak gazetenin yayını durdurulur. Bu konuya dair antlaşma metni, içeriği, yazışmalar ve ilişkilerin bozulması süreci elinizdeki kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

    Serbestî Paris’te de yayın yaparken İttihatçılar peşini bırakmazlar. Dönemin İçişleri Bakanı ilgili birimlere şu kararı gönderir: “Mevlanzade Rıfat tarafında Paris’te yayınlanan Serbestî Gazetesi hükümet aleyhinde neşriyat yaptığından yurda sokulmaması ve dağıtımının yasaklandığını”[28] bildirir. Bu yasaklamaya rağmen M. Rıfat çeşitli yöntemlerle gazeteyi yurtiçine göndermeye devam eder. Bu yöntemlerin farkına varılması üzerine, polis müdürü yeni bir uyarıda bulunarak, “Mevlanzade Rıfat tarafından Paris’te neşredilmekte olan ve meşrutiyet aleyhine yayın yapması nedeniyle Memalik-i Şahane’ye girişi yasaklanan Serbestî Gazetesi’nin bu defa mektup şeklinde yurtiçine girdiği anlaşıldığından postanelerce gerekli dikkatin gösterilerek, girişin engellenmesi.”[29] Yine benzer bir kararnamede şöyle denilmektedir “Paris’te neşredilip, Osmanlı memleketine girişi yasaklanan Serbesti Gazetesi’nin zarf içinde posta ile gazino, kıraathane ve belli kişilere gönderildiği, bu sebeple takibinde müşkülat çıktığı.”[30] belirtilmektedir.

    Serbestî’nin Paris’teki yayını durdurulduktan sonra Mevlanzade Rıfat tekrar Mısır’ın başkenti Kahire’ye döner. Yazarın deyimiyle, “Şerif Paşa ile Paris’te ilişkimiz belirtildiği yönüyle kesilince Paris’i terk edip tekrar Mısır’a gittim. Burada bizi takdir buyuran cömert ve hamiyet erbabının vatanperverce yardımlarına ulaştık. Mısır’da hemen Serbestî’nin neşrine başladık. Yedi nüsha kadar basabildik. Zira gerek muhaliflerin, gerek diğer bir tavır muhalefet yapan Şerif Paşa yandaşlarının telkinatı, yüzünü gösterdi. Mısır hükümeti; bin zorluklar önümüze çıkaramaya başladı.”[31] Burada Serbestî’nin yayınını sürdürebilmek için çeşitli girişimlerde bulunur ve 1910’a kadar Kahire’de yayınını sürdürür.

    Serbestî Kahire’de yayın yaparken de dönemin siyasi yönetimi bu yayının durdurulması için çeşitli kararlar almış ve girişimlerde bulunmuştur. Yine bu kararlardan birinde, “Serbesti Gazetesi’nin Mısır’da neşrinin yasaklanması. Memalik-i Osmaniye’ye sokulmaması. Sokulacak nüshalarının toplatılması ile idareci ve sorumluları hakkında takibat yapılması.”[32] gerekliliği belirtilmiştir. Bu takibat ve baskılar altında Serbestî Kahire’de 7 sayı yayınlandıktan sonra[33], yayınını durdurmak zorunda kalmış ve tekrar Paris’e dönmüş. Paris’e bu ikinci dönüşte de Serbestî dört sayı yayınlanabilmiş, burada dört sayı daha yayınlandıktan sonra tekrar Mısır’a dönme durumunda kalmış. Böylece Paris ve Kahire’de toplam 24 sayı yayınlanan Serbestî Gazetesi, yurtdışı yayınını durdurmak zorunda kalmıştır.

    Yayının durdurulmasından sonra M. Rıfat tekrar Mısıra döner ancak gayrı meşru kuvvet ve şiddetin tesiriyle yaşanan olumsuz koşullar nedeniyle mecburen Mısır’ı terkederek Atina’ya geçer. “Mısır’dan ihraç edilip Atina’ya geldiğimizde evet, bir müddet zorluk çektik. Nihayet Rum milleti vatandaşlarımızdan bazılarıyla gazete neşri için mukavele yaptık. “Faruk” ve “Cihad” taşbasımı olarak haftalık çıkardık. Hatta sorumlu müdürü Yunan vatandaşlığına mensup “Sada-yı Millet” gazetesi imtiyaz sahibi Sava Lakozoğlu” idi.”[34] 1911 yılında Atina’da Faruk (3 sayı)[35] ve Cihad (11 sayı) olmak üzere birbirinin devamı olan iki ayrı gazeteden toplam on dört sayı yayınlanmış. Dönemin Yunan hükümetiyle anlaşamadıkları için, gün geçtikçe üzerindeki baskı artar, yayınları durdurmak ve Yunanistan’dan da çıkmak durumunda kalır. Yazarın deyimiyle; “Neşriyatımız, içtihadımız Yunan hükümetine hoş görünmedi, münasebetsiz şiddetler baş gösterdi. Zira memleketimizin bazı siyasi kaynaklarıyla Yunan hükümeti alakadar idi. Bu alakanın tesiriyle baktık ki durum fenadır. Herçi ne olursa olsun memlekete dönmeyi, nefsi teslime karar verdik.”[36] Bunun üzerine gizlice İstanbul’a dönerler, polis tarafında yakalanır ve daha önce Divan-ı Harbi Örfi tarafından verilen karar gereğince Bursa’da mecburi ikamete tabi tutulur.

    12 Temmuz 1912’de Ahmet Muhtar Paşa hükümeti kurulduktan kısa bir süre sonra af çıkarılır, Mevlanzade Rıfat bu aftan istifade ederek tekrar İstanbul’a döner. Yazarın aktarımına göre, “Bu cereyanda, idarede ani bir değişiklik oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümetten çekildi. Bazı yerlerden “İnkılap”, “İkinci İnkılap” sesleri yükselmeye başladı. Matbuatta da bir serbesti dönemi görünüyor gibi oldu. İşte bu dönemden biz de istifade ettik. 16 Temmuz 1328 [29 Temmuz 1912]’de Serbestî’yi yeniden yayınlamaya başladık.”[37] Yazarın deyimiyle “görünür gibi” olan serbestlik ortamı, yaklaşık iki ay sonra aslına rücu eder. “29 Temmuz tarihinde Serbestî İstanbul’da yeniden yayına başalar ancak kısa bir müddet sonra Eylül 1912’de siyasi bir kararla Serbestî’nin yayını durdurulur.”[38] 

    Bunun üzerine, M. Rıfat hem Abdülhamit’in tek adam yönetimi dönemini hem de İttihat ve Terakki’nin Meşrutiyet döneminin zorba rejimine dair şöyle bir değerlendirmede bulunur: “Her iki dönemde de her gün, her sene başımızdan bin felaket geçmiştir. Abdülhamid döneminde, Sultan Mehmet Reşat Hazretlerine mensubiyetimden dolayı on iki sene sürgünlerde, zindanlarda ölüm günleri geçirdik. Evimiz dört defa arandı, varlığımız talan edildi. Biz böyle mahrumiyetler içinde inlerken Meşrutiyet dönemi denildi, sevinildi, alkışlandı. Bu sevinçlerin, bu alkışların sekeratı, pak unsur ile kirli unsuru karıştırdı. Hürriyet de, millet hukuku da tekrar açıkta kaldı.”[39]

    Serbestî’nin farklı sayılarında benzer eleştirilerin dozunu artırarak sürdürmektedir. “Osmanlı memleketi zorbaların bir malikânesi, Osmanlı kavimleri de esirleridir.”[40] diyerek meşrutiyet öncesi Osmanlı rejimini yani Abdülhamid’in tek adam yönetimini şiddetle eleştirmiş ve karşı çıkmış. Meşrutiyet ilanından kısa bir süre sonra aslına rücu eden İttihat ve Terakki yönetiminin baskı ve zulmüne de aynı kararlılıkla karşı çıkmış ve şiddetle eleştirmiştir. “Memleketimizde hürriyetin ilanıyla beraber ortaya atılan bazı zorbalar, “İttihat ve Terakki” namıyla türeyen o serse­riler halka musallat olmaya başladılar. Milleti tahakkümleri altında ezmek, kendilerine vergilendirmek istediler. Erbab-ı namus ve haysiyete, vahşiler gibi saldırdılar. Alçak ve hırsız­lar güruhuna penâh [sığınak] ve koruyucu oldular.

    Milletin mukadderatıyla oynamak, Osmanlı hâkimiyetini ellerinde oyuncak yapmak istediler. Alçak menfaatleri uğruna daha ne cinayetler, ne kötülükler irtikâp eylediler. Bazen bir şahsa, bazen de bir cemiyete, daha olmadı ise bütün bir unsu­ra, bir unsurun mukaddesatına, yüce değerlerine tecavüzden çekinmediler. Para onların mabudu [taptıkları] oldu. Bu hu­susta Hamit devrinin eşkıyasını fersah fersah geride bıraktılar. Onlara taş çıkarttılar. Zavallı halk tahammül edemediyse, fer­yat ettiyse, “Mürteci” dediler. Toplarla tüfeklerle üzerlerine yürüdüler; astılar, kestiler, öldürdüler ve sürdüler.”[41]

    Bütün baskı, tehdit, sürgün ve cezai müeyyidelere rağmen susmaz ve tutuğu mücadele yolundan geri adım atmaz. Genel olarak toplumsal hürriyet ve özel olarak da basın hürriyetinin yorulmaz bir taraftarı olan Mevlanzade Rıfat hiç durmaz ve dönemin muktedirlerine şöyle seslenir:

    “Evet biz; hürriyetin, hem de sınırsız bir hürriyetin aşığıyız. Bütün vatandaşlarımızı, hatta bütün insanları, ırkı beyaz, sarı veya siyah ile bütün insaniyetin aşkımıza ortak olmalarını isteriz. Hatta mümkün olsa yer küresini bir müşterek vatan haline dönüştürülmüş olduğunu görmek isteriz.”[42]

    3. Evlilik, “Kadınlar Dünyas”ı ve “Erkekler Dünyası” gazeteleri

    1912’nin sonlarına doğru Serbestî yayını durdurulduktan sonra, 1913’te M. Rıfat’ın hem şahsi hem de fikirsel yaşamında önemli değişiklikler olur. 44 yaşında iken dönemin sarayda yetişmiş, önemli bir kültürel ortamdan gelen ve aktivist bir kadın olan Nuriye Ulviye Hanım’la evlenir. Nuriye Hanım’ın başkanlığında Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti namıyla bir kadınlar cemiyeti kurulmuştu ve bu cemiyetin yayın organı olarak da Kadınlar Dünyası adıyla bir dergi çıkartılıyordu. Derginin her sayısının künye kısmında “Kadınlık hukuk ve menfaatlerini müdafaa eder.”[43] mottosu yer alır. Nuriye Hanım aynı zamanda Kadınlar Dünyası’nın başyazarıydı ve dergideki birçok yazı da kendisi tarafından hazırlanıyordu. Adı geçen derginin 101. sayısından itibaren artık Nuriye Hanım “Mevlan” soyadını kullanmaya başlamıştır. 100. sayıdan sonra Kadınlar Dünyası gazetesi haftalık olarak yayınlanır, bazı sayıları Serbestî matbaasında basılmış, gazetenin başyazılarının çoğu Nuriye Ulviye Hanım tarafından yazılmış, farklı sayılarında Bedirhanilerden üç kadın yazmış; Meziyet Bedirhan, Fahriye Bedirhan ve Mes’adet Bedirhan. Bu dönemde M. Rıfat’ın mesaisinin büyük kısmı Kadınlar Dünyası’nın idarehanesinde geçmiştir.

    M. Rıfat eşine nazire olsun diye Kadınlar Dünyası’na karşı sadece bir sayı Erkekler Dünyası gazetesini (6 Kanun-i Sani 1329/ 19 Ocak 1914) çıkartmış. “İki Söz” başlıklı giriş yazısında, bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Erkekler Dünyası basın sahasına atıldı ve vazifesine başladı. İhtimal ki bu isimden, Erkekler Dünyası isminden “Kadınlar Dünyası”na, kadınların meşru mücadelesine zıt bir konum, zıt bir meslek takip olunacağı zannedilsin. Erkekler sırf erkeklik, hayatta sırf erkeklerin mücadelesinde bulunması maksatları hatıra gelsin. Hayır; Erkekler Dünyası, bu hastalıklı fikir ve itikadı takip etmez ve etmeyecektir. Bugün dünyanın her tarafında, hatta Çin’de ve Japonya’da bile ailenin varlığı milletin varlığıdır. Velhasıl insaniyetin tek bir ayakla kemâlata ve yükselmeye doğru yürüyemeyeceği anlaşılmıştır. Kadına da erkekler gibi hukuk vermek, erkekler gibi hayat mücadelesinde serbest bırakmak lüzumu idrak edilmiştir.

    Erkekler Dünyası; beyhude zorbalıklara, tehlikeli gururlara kapılan cahil tabakanın efkâr ve dimağını aydınlatmak ve terbiyeye çalışarak kadın haklarını da daha geniş çerçevede müdafaa edecektir…”[44] Nuriye hanımın dediğine göre, böyle bir derginin yayınlanması düşüncesi M. Rıfat tarafından önerilmiş ve 163. sayıdan itibaren de kendisi bu gazetenin sorumlu müdürlüğünü üstlenmiştir.

    1913 yılında Almanca yayımlanan Berliner Tageblatt gazetesinin haftalık kadın eki adına İstanbul’a giden Odette Feldmann burada yayımlanan Kadınlar Dünyası adlı kadın dergisini ve redaktörü Nuriye Hanım’ı (Nuriye Ulviye Mevlan) da ziyaret eder ve kendisiyle kadınların durumu üzerine sohbet eder. İsveç’te çıkan Dagny adlı kadın dergisi de bu sohbeti ilginç bularak İsveççe olarak yayımlar. Yazının bir yerinde Nuriye Hanım, kendisi gazeteci ve Serbestî gazetesinin sahibi ve editörü olan Mevlanzade Rıfat Bey ile evli olduğunu söyler. Kadınlar Dünyası’nın bu gazetenin matbaasında basıldığı da belirtilir. Nuriye Hanım bu söyleşinin bir yerinde önemli bir noktaya değinir: “... bir kadın dergisi çıkarma düşüncesini kendisinde uyandıran kişinin eşi olduğunu” belirtir.[45] Bir yandan Nuriye Hanım, bir yandan da eşi Mevlanzade Rıfat’ın bu yıllarda ülkenin başkenti İstanbul’daki basın ve yayın çalışmaları, insan ve kadın hakları alanında sürdürdükleri çalışmalar, burada görüldüğü gibi yurt dışında değişik Avrupa ülkelerinde de ilgi ile izlenir.[46]

    M. Rıfat dönemin cemiyet ve partilerini fikir ve zihniyet bağlamında değerlendirirken, “Bütün bu cemiyetlerin, bu kulüplerin programları, körü körüne Avrupa’nın idari nazariyeleri üzerine bina edilmiş, cahilane bir taklitten ibaretti. Doğu’nun Batı’dan ister iklim yönüyle, ister irfan yönüyle olsun farkları aranmamıştır.”[47] Bu değerlendirmeyi yaparken aynı zamanda kendi özeleştirisini de yaparak, “Bizim başlıca kusurumuz, tatlı bir dilden ziyade şiddetli bir dil kullanmamız ve eski yöneticilere karşı açıktan açığa ve fakat mertçe hücumlarımız olmuştur.”

    4. Mevlanzade Rıfat’taki fikirsel değişimler ve Birinci Dünya Savaşı

    İttihat ve Terakki yönetiminde imparatorluğun Balkan savaşında aldığı yenilgiden hemen sonra Serbestî’nin de kapatılmasıyla birlikte, M. Rıfat’ta önemli bir fikirsel gelişim ve değişim olur. O da artık Osmanlının kurtuluşu ve Osmanlı milletler sorunun çözümü için, önceleri savunduğu “İtihad-ı Osmani” yani Osmanlı birliği içerisinde “Adem-i Merkezi” yönetimler oluşturulması gibi çözümlerden uzaklaşır ve artık mesaisini ağırlıklı olarak Kürd millet sorununun çözümü için harcar.

    Bu süreçten sonra Kürdistan sorunuyla ilgili arayışları çerçevesinde, dönemin Kürd örgütleri ve çıkardıkları yayınlarla ilişkisi daha da artmış, bu yayınlar aracılığıyla yazmaya ve konuyu tartışmaya başlamıştır. Kürd Talebe Hêvî Cemiyeti’ne bağlı olarak yayınlanan Hetawî Kurd dergisine gönderdiği mektupta şöyle demektedir: Şimdi biz Kürdlere düşen vazife; başımızın çaresine bizzat bakmaktır. Doğal olarak hiçbir Kürd ırkının ölmesini, insanlık içerisinde sönmesini, ırkdaşı tarafından yutulmasını istemez. Bundan ötürü “Başımızın çaresine bizzat bakalım” cümlesine her Kürd’ün iştirak etmesi lazımdır.”[48] Ve aynı yazının devamında, Abdullah Cevdet’in Hetawî Kurd dergisi birinci sayısında “Hetawî Kurd Gazetesi Muharrirlerine” başlığıyla yayımlanan yazısının içeriğinde Kürd gençlerine yaptığı çağrıyı hatırlatarak şu öneride bulunur: “Bu konuda sayın Dr. Abdullah Cevdet Beyle hemfikir değilim: Ortada belli başlı bir gaye olmadan Kürd gençlerini Anadolu’ya yaymak gereksizdir, faydasız ve boştur. Bu tavsiye pek erkendir.”[49] Bu tartışmalar devam ederken Birinci Dünya Savaşı başladığında, siyasi iktidar tarafından bütün Kürd cemiyetleri kapatılır ve onlara bağlı yayınlar da durdurulur. Dört yıllık savaş süresince M. Rıfat’ın görünür bir çalışmasına rastlamadım.

    30 Ekim 1918 imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’yla İkinci Dünya Savaşı son bulur, Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışır, o zamana kadar Osmanlı bünyesinde kalmış olan bütün milletler için yeni bir toplumsal ve siyasal süreç başlar. Bu süreçte M. Rıfat Kürdistan Teali Cemiyeti’nin aktif bir üyesi ve merkez yöneticisidir, yeniden yayınlamaya başladığı Serbestî ise, yayını durdurulana kadar Kürdistan Teali Cemiyeti’nin amaç ve düşüncelerine paralel bir yayın yapar.  

    5. Kürdistan Teali Cemiyeti ve Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti içindeki çalışmaları

    Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra M. Rıfat, yeniden aktif olarak siyasi ve yayın faaliyetlerine girmiş. Mehmed Emin Âli Bedirhan’la ve diğer arkadaşlarıyla birlikte 22 Teşrin-i Evvel 1334’te (22 Ekim 1918’de) Radikal Avam Fırkası kurmuşlar ve bu partinin yayın organı olarak da 26 Ekim 1918’de İnkılab-ı Beşer adlı bir gazete yayınlamaya başlamış. Bu gazete kısa bir sürede kapandıktan sonra, 17 Kanun-i Sani 1919’da Hukuk-u Beşer gazetesini yayınlamaya başladı. Hukuk-u Beşer gazetesinin yönetim yeri ve adresi olarak Kadınlar Dünyası gazetesinin adresi gösterilmiş. Her sayı iki sayfadan ibaret olup birinci sayının künye kısmında, “Radikal Avam Fırkası’nın fikirlerini yayar yevmi gazete”[50] 57. sayısı da mevcut olup künye kısmında, “Her gün sabaları intişar eder müstakil fikir gazetesi”[51] yazılmış.

    Bundan yaklaşık iki aylık bir müddet sonra da 17 Kanun-i Evvel 1334’te (17 Aralık 1918’de) Seyyid Abdülkadir başkanlığında Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) kurulur. Seyid Abdülkadir ve arkadaşlarının girişimleriyle Mevlanzade Rıfat ve M. Emin Âlî Bedirhan ikna edilerek KTC’ne katılmaları sağlanır. Kendi deyişiyle M. Rıfat KTC’nin merkez yönetiminde yer alır.[52] Şaduman Halıcı’ya göre, “Kişisel ve etnik çıkarlarını İngiliz çıkarlarıyla bütünleştiren Mevlanzade Rıfat, düşünceden eyleme de geçti. Bağımsız Kürdistan için fiilen çalışmaya başladı.”[53] KTC yönetimi adına Kürdlerin isteklerini görüşmek üzere, 10 Temmuz 1919’dadönemin SadrazamıDamat Ferit’le yapılan görüşmede Seyyid Abdülkadir, M. Emin Âli Bedirhan’ın yanında Kürd heyetinde yer alanlardan biri de Mevlanzade Rıfat’tır.

    Bu süreçte Serbestî gazetesi, 9 Kanun-i Evvel (Aralık) 1918’de Mevlanzade Rıfat’ın sorumlu müdürlüğünde yeniden yayına başlar. Bu dönemde Serbestî, KTC’nin amaçlarına paralel bir yayın politikası izlemektedir. Serbestî’nin baş editörü M. Rıfat ve yardımcı editör de Celadet Bedirhan’dır.

    Aktif çalışmaları nedeniyle İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakın gazete ve dergilerde, M. Rıfat’ı yıpratma amaçlı asılsız haberler de yayınlanmaktadır. KTC’ne bağlı yayın organları ve Serbestî gazetesi bu dönemde, gerek KTC ve faaliyetlerine yönelik gerekse de M. Rıfat’ın şahsına yönelik İttihatçı Kemalistlerin asılsız karşıt propagandalarını da teşhir etmeye devam etmiştir. Kemalistlerin Mevlanzade Rıfat’a gösterdikleri tepkinin en önemli nedenlerinden biri de, Ermeni aydınları ve Ermeni hareketiyle olan ilişkisi, "Ermeni Tehciri"ne dair yazdıkları ve yaklaşımdır.  Kürdistan Teali Cemiyeti’nin yayımlanan bir tekzip yazısında, İdareyi Milliye ve Albayrak gazetelerinin “Elazığ Valisi Ali Galip Olayı” gibi asılsız propagandaları çok açık bir şekilde teşhir edilmektedir. “İdareyi Milliye ve Albayrak gazetelerinde yer almış Malatya vakası namında vukua gelen bir hadisenin cereyanından bahseden beyanname, hakikatleri tahrif ile Kürdler hakkında bazı isnatlarda bulunduğundan, yapılan isnatları kemali nefretle reddeder ve Kürdlerden hiç kimsenin Elaziz valisi Ali Galip Beyin harekâtına iştirak etmediğini beyan eyleriz.

    İdari heyetimiz azasından Mevlanzade Rıfat Bey, Mütarekeden beri İstanbul’u terk etmemiştir.”[54]

    Mevzubahis tekzipte benzer bir şekilde KTC’ni, “Teşkilat-ı Milliye” ile ilişkilendirmek isteyen şayialara karşı da şöyle bir açıklamada bulunulmuştur: “Kürdlerin milli hukukunu tanımak istemeyen her zümre ve bilhassa Teşkilat-ı Milliye ile hiçbir alaka ve rabıtamız (bağımız) yoktur, olamaz. Cemiyetimiz tarafından Paris Konferansı’na Kürdistan hududuyla milli talepleri hakkında verdikleri kararın çıkışına kadar Kürdistan’da sükûn ve asayişin devamından başka bir maksat takip etmemekte olduğu izah olunur.”[55] M. Rıfat İttihat ve Terakki çevrelerinin bu tür asılsız iddialarına karşı şöyle değerlendirmede bulunur: “Biz bugünlerde başlayan yeni cereyanlardan (olaylardan), memleketi yıkan ve koca Osmanlı İmparatorluğu’nu viran eden İttihat ve Terakki musibetinin yeni bir kisve ile zuhuruna (oluşumuna) çalışanlara karşı durmak istiyoruz.”[56] Malum çevrelerin bugün de akademik unvanlarla yazdıkları ve yaptıkları araştırmalarda, bu yaklaşımından ve duruşundan dolayı M. Rıfat’a iftiralar atıp ateş püskürtmelerinin nedenlerinden biri de geçmişten beri gelen bu karşı duruşundan kaynaklanıyor.

    İttihatçılar, Kürd milli cemiyetleri ve yönetici kadroların örgütlemesini kırmak ve halk arasında itibarsızlaştırmak için, kullandığı yöntemlerden biri de, kendini merkeze koyarak kavramlar üzerinden manipülasyon yapmaktır. En sık kullandıkları kavramlar da “din”, “ümmet”, “milliyet” ve “milliyetperverlik” kavramları olmuştur. Kendisi de Mevlanzade Rıfat gibi KTC üyesi olan, cemiyete bağlı olarak yayımlanan “Kurdistan” dergisinin imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü olan Mehmed Mihri, bir yazısında bu sahte “milliyetperverleri” böyle teşhir etmiştir: “Mazlum, biçare, bedbaht, safdil ve cahil Osmanlıları Almanlara satma ve dolayısıyla bu biçare kitleyi binlerce felaketlere sevk, ölüme mahkum, hal ve canlarını paymal etmiş (çiğnetmiş) ve halihazırda bile mel’un prensiplerini takip etmekte olan bedasıl, pedersiz, serseri, menfaatperest türedilere milliyetperver söylemek son derece sebebi hayret ve taaccüp (şaşkınlık) yeridir.

    Meşrutiyetimizin başlangıcından bugünlere kadar hatıra ve hayale gelmeyecek, tasavvur ve tevehhüm (kuruntuya düşme) dairesine girmeyecek cinayetler, suçlar, facialar ve kötü işleri irtikap etmiş olan bir lanetli güruha milliyetperver vasfını bahşetmek zerre kadar hak ve hakikate muvafık olamayacağı aşikar olduğu gibi, bu memleket ve milletle alakadar olan bütün alemi  cuz’i (azıcık) bir şahsi menfaate feda eyleyen; vicdan, seviye, din, diyanet ve insani duygulardan mahrum olan, yerel halka binlerce tezvir, desiseler, hileler, yalan, işkence, idam, sürgün, tağrip, yağma ve talanla iğfal (aldatma) ve korkutan, Yıldız yağmasından itibaren Maraş hadiselerine kadar yüzlerce kisve ile binlerce fesat ve ifsatları yapan, Osmanlı Devleti gibi muhtelif  unsur ve kavimlerden oluşan bir devletle yalnız gayrı Müslim unsurları değil bütün İslami unsurları da bilhassa ilhad (inançsızlık) ve zındıkanın terviç ve teşvikinden dolayı “Arap, Kürd, Arnavut” gibi rencide ve dilhun (gönül yaralama) etmekle devletin tefrik ve teferrukuna (ayrılma ve dağılmasına), bunun akabinde milyonlarca günahsız yiğit bir büyük kitleyi birkaç milyon liraya  satmış olanlara milliyetperver söylemek elbette doğru olamaz… Milliyetperverlik perdesi altında binlerce dolapları çeviren, hesapsız felaketlere zemin hazırlamış ve etmekte olan cani ve suçlu milliyetperverlerin te’dip (cezalandırma) ve tenkili (uzaklaştırma) ve harap olmuş vatanı, biçare ve bitab (bitkin) milleti hile ve desise tuzaklarından kurtarmak insaniyetkarane, asilane, her insaflı ve mütefekkirce memduh (övülecek) pür bir bereket ve bir harekettir.”[57] 

    1920’nin ikinci yarısında KTC’nin parçalanması sürecinde M. Emin Âli Bedirhan’ın liderliğini yaptığı bağımsızlıkçı grup içerisinde yer alarak Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyetini (KTİC) kurmuşlar. Bu cemiyetin kurucuları arasında: “Ferit Bedirhan, Şükrü Baban, Fuat Baban, Hikmet Baban, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Şükrü Mehmed Sekban, Bitlisli Kemal Fevzi, Ekrem Cemil Paşa, Kerküklü Necmettin Hüseyin, Mevlanzade Rıfat ve Memduh Selim Bey vardı…. Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti 1921 yılında Bedirhani Halil Rami, Mustafa Paşa Yamûlki, Kemal Fevzi ve Mevlanzade Rıfat’tan oluşan bir heyeti Güney Kürdistan’dan Kuzey Kürdistan’a geçmek üzere Irak’a gönderdi. İngilizler, bu heyetin Irak’tan geçmesine müsaade etmediler.”[58] 

    1922 yılının sonlarına doğru İstanbul’un Ankara Hükümeti’nin denetimine geçmesiyle birlikte birçok Kürt aydını ve siyasetçisi gibi M. Rifat da İstanbul’u terk etmek zorunda kalmış. Böylece Serbestî gazetesinin yayını da son bulmuştur. Diğer bir kısım sürgünlerle birlikte 1922 yılı Kasım ayı ortalarında Romanya’nın liman kenti olan Köstence şehrine ulaşırlar. Mevlanzade Rıfat sürgün arkadaşları Kiraz Hamdi, Hoca Vasfi, Radi, Avni ve Gömülcineli İsmail ile otel Bulvara yerleşirler. O süreçte Akşam gazetesi muhabiri Sadettin’in kendisiyle yaptı röportajda, neden buraya geldiniz sorusu üzerine: “Her idarenin değişiminde, her devir döndüğünde bazı insanlar kim vurduya gider. Ben de teşrinisani inkılabından sonra kim vurduya gitmemek için hususi olarak seyahate çıktım ve şimdi Köstence’de oturuyorum.”[59] cevabını verir. Şaduman Halıcı EGM arşivlerine dayandırarak aktardığına göre; “Mevlanzade, Köstence’deki zamanını Ermeni kahvelerinde Ermeni arkadaşlarıyla tavla oynayarak, merak saldığı Kurmanciyi öğrenerek ve kaleme aldığı Devlet-i Osmaniye ve Siyonistler-Türkiye’yi Yıkan Yahudiler risalelerini hazırlamakla geçirdi. İki risalesi basımından kısa bir süre sonra Romanya hükümeti tarafından toplatıldı. Bunun üzerine Mevlanzade arkadaşlarıyla birlikte Türkiye aleyhine çeşitli beyannameler kaleme aldı.”[60] Yaklaşık iki yıl Romanya’da kalan M. Rıfat, 1925 yılının mart ayı başında Çerkez Ethem ile birlikte Yunanistan’a geçer. 11 Mart’ta Ethem’le yaptıkları toplantıda mevcut durum değerlendirmesi yaprak Kürd ordusuna katılmak üzere Yunanistan’dan ayrılmaya karar verirler. Yunanistan’dan aldıkları pasaportları Fransız ve İngiliz konsolosluklarına vize ettirerek 4 Nisan 1925’te Atina’dan ayrılan Mevlanzade’nin pasaportu tüccardan Abdurrahman Rıfat adına düzenlenmişti. Ekip Nisan ortalarında Musul’a ulaşır, oradan 19 Mayıs’ta Halep’e giderler ve bölgedeki firari Yüzelliliklerle görüşürler. Kürd İstiklal Cemiyeti Komitesi’nin üyesi olan Mevlanzade Rıfat, Kürt-Türk Hilafet Cemiyeti’nin de üyelerindendi.”[61] Mavlanzade Rıfat, 1930 yılına kadar aktif olarak Kürd örgütlerinin bölgedeki faaliyetleri içerisinde yer almış, örgütsel çalışmalar çerçevesinde Musul-Süleymaniye-Halep-Bağdat-Kahire-Beyrut ve Atina gibi merkezler arasında mekik dokumuş.

    Hulasa, Serbestî gazetesi, zaman zaman yayına ara verse de Osmanlı son döneminin en uzun ömürlü Kürt gazetesi olup yayın hayatı 12 yıldan fazla sürmüştür. Aralıklarla 1922’lerin sonlarına kadar yayınını sürdürmüş ve toplam olarak 770 sayı yayınlanmış. Şüphesiz bu uzun yayın dönemi içerisinde M. Rıfat’ın fikirlerinde ve Serbestî’nin yayın politikasında da değişimler olmuştur. Bu değişimler genel olarak üç farklı döneme ayrılarak incelenebilir.

    Birinci dönem, gazetenin yayına başladığı zamandan 31 Mart Vakası’na kadar olan süreyi kapsar. Bu süreçteki yayın politikasının temel prensiplerini şöyle sıralamak mümkündür: Tarafsız ve hür bir yayın olmak, Meşrutiyet kazanımlarını korumak, istibdat rejimini tamamen ortadan kaldırmak, “İttihad-ı Osmanî”yi koruyarak “Adem-i Merkeziyeti” sağlamak, İttihat ve Terakki rejimine karşı aktif bir muhalefet yapmak, din ve unsur ayrımını yapmadan baskı altındaki bütün vatandaşların sesi olabilmek.

    Serbestî’nin ikinci dönemi, Mevlanzâde’nin Mısır sürgünüyle başlayıp Paris sürgünü ve İstanbul’a dönüşle devam eder ve 1912’lerin sonlarında yayın faaliyetlerinin durdurulması ile Birinci Dünya Şavaşı’na kadarki süreyi kapsar. Serbestî, Paris’te Şerif Paşa’nın maddi desteğiyle yayımlanır. Bu durumu öğrenen dönemin yöneticileri ilgili birimlere şöyle bir uyarıda bulunurlar: “Mevlanzâde Rifat tarafından Paris’te yayınlanan Serbestî gazetesi hükümet aleyhinde neşriyat yaptığından yurda sokulmaması ve dağıtımının yasaklanması.”[62] Paris’teki yayını durdurulduktan sonra M. Rifat tekrar Mısır’a döner ve burada yeniden Serbestî’yi yayınlamaya başlar. Ancak Osmanlı yönetiminin baskılarından ve yayını durdurma girişimlerinden kurtulamaz. Bu amaçla çıkarılan kararda, söz konusu yayından şöyle bahsedilir; “Serbestî gazetesi sahibinin ahvalinin gözetim altında tutulduğundan bahisle Serbestî’nin Mısır’da intişarının yasaklanmasına karar verilerek kendisine tebliğ edildiği.”[63]

    Üçüncü dönem ise, yaklaşık beş yıllık aradan sonra 1918’de Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC)’nin yayın organı olarak yeniden yayınlanmasından 1922’lere kadar devam eden süreyi kapsar. Bu dönemdeki yazar kadrosunun önemli bir bölümü KTC’nin üyeleridir. Bedirhan kardeşlerden Celadet gazetenin yardımcı editörü, Kamuran ise köşe yazarıdır. Bu devrede Mevlanzâde Rifat, Kürt milliyetçi hareketinin merkezinde yer almış, bir taraftan örgütlü ve siyasi çalışmaları yürütürken bir yandan da Serbestî gazetesinin yayınını sürdürmüştür.[64]

    6. Mevlanzade Rıfat Cumhuriyet’in “Yüzellilikler” sürgün listesinde

    Mevlanzade Rıfat, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra siyasal ve basın hayatında aktif olarak yer almış, mütareke döneminde ise Kürt milliyetçi hareketinin öncülüğünü yapan önemli şahsiyetlerden biri olup gazeteci, yayıncı, yazar ve siyasetçi kimlikleriyle tanınmaktadır. Gerek Meşrutiyet döneminde gerekse de Mütareke döneminde yayınladığı gazete ve dergilerde, Abdülhamit’in istibdatına (tek adam yönetimine) karşı olduğu kadar, İttihat ve Terakki zihniyetine de karşı bir duruş sergilemiş ve şiddetle eleştirmiştir. Mevlanzade Rıfat, Serbestî Gazetesi’nin yanı sıra Hukuk-u Umumiye, İnkılab-ı Beşer, Âkil, Ahalî, Meşrûtiyet, Faruk, Cihad, Kadınlar Dünyası, Erkekler Dünyası, gibi gazete ve dergilerin de sahipliği veya belli dönemlerde sorumlu müdürlüğünü yapmış, aynı zamanda farklı gazete ve dergilerde de çok sayıda yazısı çıkmış. Ayrıca şimdiye kadar farklı yayınevleri tarafından beş kitabı yayınlanmış. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için, 2017 yılında İBV yayınlarında çıkan “Mevlanzade Rifat û Serbestî” adlı kitabımdan istifade edebilirsiniz.

    İtilaf Devletleri’nden İngiltere ve BMM adına Mustafa Kemal yönetimi arasında 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nın bir maddesi de, mütareke dönemi boyunca Mustafa Kemal ve arkadaşlarına muhalefet eden muhaliflerin sürgün edilmesi ve vatandaşlıktan çıkartılmasıyla ilgiliydi. Görüşmeler esnasında 700 kişiden başlayıp sonunda 150 kişiyle sınırlandırılan bir liste oluşturuldu. Resmi Türk tarih yazımında “150’likler” olarak ifade edilen bu sürgün listesinde, Mevlanzade Rıfat 97. sırada yer alır ve birçok sürgün gibi o da Halep’e yerleşir. Yazılarında M. Kemal’in liderliğinde kurulan Cumhuriyet devleti için “Askeri Cumhuriyet”, “Askeri Diktatörlük” kavramını kullanmış.

    Kürdistan İstiklal Komitesi’nin örgütlemesiyle Şeyh Said’in sahadaki liderliğinde gerçekleşen 1925 Kürd ulusal hareketi sürecinde ve sonrasında, Kürdler adına birçok siyasi ve diplomatik girişimlerde yer almış. Bu amaçla farklı tarihlerde olmak üzere arkadaşlarıyla birçok kez Bağdat’ta gitmişler. 11 Mayıs 1926’da ise Çerkez Edhem ve İhsan Nuri’yle birlikte Bağdat’a ziyarette bulunmuşlar.[65] Xoybûn (Hoybun-Bağımsızlık) partisi kuruluş çalışmalarında aktif olarak yer almış. Bu süreçte “İttihat ve Terakki İktidarı ve Türkiye İnkılabının İçyüzü”[66] adıyla iki ciltlik çok önemli bir eser de yayına hazırlamış. Ancak çok geçmeden 8 Eylül 1930’da geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etmiştir.

    Bugün nasıl ki Kürd uleması, münevveri ve liderlerinden Şeyh Said, Seyyid Abdulkadir ve Seyyid Rıza’ya pervasızca saldırılıyorsa geçmişten beri birçok Kürd şahsiyeti İttihat-Terakkicilerin ve daha sonra da o zihniyetin devamı olan Kemalistlerin hışmına uğramış; önce fiziki suikast ve o başarıya ulaşamadığı zaman itibar suikastına uğratılmışlar. Her iki yöntem de, İttihat ve Terakki'nin kendi muhaliflerini ve rakiplerini etkisiz hale getirmek için, sık sık başvurduğu yöntemlerdir. Bir dönem Süleymaniyeli Kürd Şerif Paşa'ya karşı yürütülen karalama, linç ve itibarsızlaştırma kampanyasının bir benzerini de farklı argümanlarla Serbestî gazetesinin sahibi Mevlanzade Rıfat, Ferda gazetesi sahibi Ali İlmi Fani vd. aydın Kürd şahsiyetlerine karşı da yürütülmektedir. Ne yazık ki bu kirli kampanyaya Kürdler adını kullanarak katılanlar da vardır. Burada bahsedilan karalama kampanyalarından sadece iki örneği sizinle paylaşmak istiyorum. Daha fazlasını öğrenmek isteyenler, ilk başta dönemin gazeteleri olmak üzere değişik kaynaklardan birçok örneğe ulaşabilir.  1930’da Suriye’nin Halep kentinde kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Mevlanzade Rıfat’ın ölümünü haber eden Vakit gazetesinin 18 Eylül 1930 tarihli sayısında yayımlanan yazıda ölüye dahi saygı duymayarak şöyle bir açıklamada bulunmuş: “Vaktiyle İstanbul’da Serbestî isminde bir gazete neşrederek muhalefet yapmış olan yüz elliliklerden Mevlanzade Rıfat’ın Suriye’de Kürtler ve Ermenilerle birlikte aleyhimizde çalıştığı birkaç defa yazılmıştı. Bu vatansız, Halep’te füc’ten ölmüş, Türkiye bir düşmanından daha kurtulmuştur.”[67] Benzer bir linç ve nefret söylemi Bismil olayında öldürülen Şeyh Said’in biraderi Şeyh Abdurrahim için de sarfedilmiştir. 18 Temmuz 1937 tarihli Haber gazetesi, mevzubahis olaylı şöyle bir başlıkla yayımlamış: “Şeyh Said’in kardeşi gebertildi.”[68]

    Sonuç itibariyle Mevlanzade Rıfat’ın, yaşamı ve mücadelesinin büyük kısmı Osmanlı İmparatorluğu yönetimi döneminde geçmiş. Bir gazeteci ve siyasetçi olarak saray çevresiyle ilişkisi olduğu gibi, dönemin siyasi ve bürokratik şahsiyetleri, Osmanlı toplumunu oluşturan diğer unsurların muhalif aydın ve kalem erbabı çevreleriyle de iyi ilişkileri vardı. Abdülhamid’in İstibdat döneminde Sultan Mehmed Reşat’a yakınlığı iddiasıyla sürgün edilmiş, daha sonra Prens Sabahattin ve çevresiyle ilişkilendirilerek 31 Mart Vakası nedeniyle Nisan 1909’da bir daha sürgün edilerek Mısır’a gönderilmiş. Bu ilişkileri nedeniyle saray entrikalarına yakından tanık olmuş, her koşulda muhalif duruşunu sürdürmüş ve muhalif duruşundan dolayı hayatının yaklaşık 12 yılını zindan ve sürgünlerde geçirmiş. Daha sonra İttihat ve Terakki yönetimi döneminde ise çıkarttığı gazetenin muhalif politikası ve duruşundan dolayı, başyazarı Hasan Fehmi bir suikast sonucu öldürülmüş ve bir müddet sonra kendisi de Mısır’a sürgün edilmiş. Yaşamının son yedi-sekiz yılı ise, Cumhuriyet devleti yönetiminin sürgünü olarak Fransa mandası altında olan Suriye’de geçmiş. Bütün bu farklı mekân ve zaman dilimlerinde her halükârda basın hürriyeti, toplumsal hürriyet, konuşma hürriyetini tavizsiz savunmuş, birçok önemli sosyal-siyasal olaylar içerisinde yer almış, birçok badireden geçmiş, dost ya da düşman olsun hakkında çok şeyler söylenen önemli bir gazeteci, siyasetçi ve fikir adamıdır.

    Biyografiler yazılırken elbette ki mevzubahis kişilerin yaşadıkları dönemin ruhu ve koşullarıyla birlikte doğru-yanlış, olumlu-olumsuz tarihsel gelişim içerisinde bütün yönleriyle değerlendirilmesi gerekiyor. Bu tür çalışmalar yapılırken farklı kaynaklar karşılaştırmalı bir şekilde kullanılarak, mümkün oldukça gerçeğe yakın ve doğruluk derecesi yüksek bilgileri ortaya çıkarmamız gerekir. Bu çerçevede, Mevlanzade Rıfat gibi Kürd şahsiyetleri değerlendirilirken, Kemalist ırkçı akademi çevreleri ya da aynı minvalde yer alan yazarların Kürdlere ve Kürd ulusal mücadelesinde yer almış kadrolara karşı kustukları kinle yazdıklarını esas kaynak olarak değerlendirmek, eğer bilgi ve belge yetersizliğinden değilse, bu tür resmi tarih memurlarının yaklaşımlarını farklı bir şekilde Kürdler arasında meşrulaştırmaya çalışmaktan başka bir şey ifade etmez. Çünkü egemen ve resmi tarihin apoletli çalışanları olan bu tür akademisyen ve yazarlar, İttihat-Terakkicilerin ve mirasçılarının her zaman muhaliflerine karşı izledikleri bir itibarsızlaştırma yöntemi. Bu yöntem işlemediği zaman, M. Rıfat'ın sahibi olduğu Serbestî'nin başyazarı Hasan Fehmi suikastında olduğu gibi, şiddet ve fiziki imha yöntemi devreye girmiştir. Farklı zaman ve mekanlarda başka birçok Kürd şahsiyetleri üzerine de benzer bir şekilde itibarsızlaştırmaya yönelik gerçeklikten uzak iftiralar ileri sürülmüştür. Hele de bu itibarsızlaştırma Kürd olarak ya da Kürdlerden tarafmış gibi görünen kalemler vasıtasıyla yapılıyorsa, daha çok düşündürücüdür. Eğer bu konuda ciddi, doğrulanabilir ve güvenilir farklı kaynaklar yoksa, çalakalem şeyler yazmak kasıtlı olup, çamur at izi kalsın mantığıyla salt polemik ve manipülasyonun ütesine geçmeyen hastalıklı yaklaşımlardır.

    * * *

    “Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez” kısaltılmış başlığıyla yayınlanan elinizdeki bu eserin tam adı, “Hakkı-ı Vatan Yahut Tariki Mücahedede Hakikat Ketm Edilemez” dir. Eser İstanbul’da Serbesti matbaasında basılmış. Türkçeye çevirirken esas alınan baskı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Atatürk Kitaplığında kayıtlı dijital kopyasıdır. Bu eser, Mevlanzade Rıfat’ın Meşrutiyet’ten başlayıp sürgün yılları ve dönüşten Umumi Savaş’a kadar olan dönemi anlatan anılarının yaklaşık beş yıllık süresini kapsamaktadır. Yazar aynı zamanda dönemin ve olayların yaşayan tanıklarından olup sözkonusu eserinden bahsederken, “Biz burada inkılabın gizli, sırlarını tasvir ve muhakemesini etmiyoruz. Bu cihetin (yönün) geleneğiyle, muhakemesi tarihe aittir. Biz bu risalemizle [kitapçık] Meşrutiyet döneminde geçirdiğimiz, çektiğimiz korkuların safhalarını tasvir ediyoruz.”[69] Bu süreci değerlendirirken, inkılabın ilk dönemini “Sultan Abdülhamit İstibdadı”, ikinci dönemini de “İttihat ve Terakki Zorbalığı” olarak adlandırmaktadır.   


    [1] Ali Birinci, Tarih Gölgesinde Meşâhir-i Meçhûleden Birkaç Zât, bak. Sicill-i Ahval Defteri (BOA. C. 18, s 125), Dergâh Yayınları, 2001, İstanbul, s. 287

    [2] Tercüman-i Hakikat, no: 982, Zilkade 1298 (Eylül 1881), s. 2-3

    [3] Bak. Seîd Veroj, Abdurahman Nacîm: Edîb, Şaîr, Perwerdekar û Hiqûqnas, ÎBV yayınları, Îstanbul, 2017

    [4] Murat Issı, Hürriyet Aşığı Bir Osmanlı-Kürt Aydını: Mewlanzâde Rifat Bey, Toplumsal Tarih, no: 196, Nisan 2010

    [5] Mevlanzade Rıfat, 31 Mart Bir İhtilalin Hikâyesi, Pınar Yayınları, 2010, s. 96, 97

    [6] Ali Birnci, Tarihin Gölgesinde Meşahir-i Meçhuleden Birkaç Zat, Dergah Yayınları, 2001, s. 481

    [7] Mevlanzade Rıfat, Hakkı-ı Vatan Yahut Tariki Mücahedede Hakikat Ketm Edilemez (Vatan Hakkı Yahut Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez), Serbestî Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)

    [8] Mevlanzade Rıfat, 31 Mart Bir İhtilalin Hikâyesi, Pınar Yayınları, 2010, s. 96, 97

    [9] Suphîyê Dîyarbekirî’ye göre “Serbestî”:

    Serbestî; çok güzel bir söz. Serbestî; dinleyene mutluluk veren bir sestir, ahenkli ve hüzün verici bir avazdır.

    Serbestî; uzun ve sonsuzdur, gürleyen bir bahtiyarlıktır. Serbestî, tatlı ve ağır bir kelimedir ki o yalnızca gayretkeşlerin, yiğitlerin ve değerli kişilerin dilinden rahat telaffuz edilir, her yiğit bu sözü güzel telaffuz eder….

    Serbestî; kelime olarak birkaç harften meydana gelmiş ve sorulardan bir sorudur; ancak yaşam alanında her şeye bedeldir. Bu kelime her zaman kanla alınmakta ve altın harflerle yazılmaktadır.

    Serbestî; öyle bir aydınlıktır ki karanlık geceleri aydınlatır. Bu aydınlık, sadece uyanık güzleri uyutabilir, zayıf ve uykulu güzler, onu görme yetisine sahip değiller.

    Serbestî; düzgün bir yol, lakin dikenlerle dolu ve bu yolun yürüyüşü çok zordur. Her ayakla bu yolda yürüyemezsin…

    Serbestî; öyle ağır ve büyük bir amaçtır ki, bu yolda yürüyüşün en ufak bedeli ölümdür.

    Serbestî; iyi ve değerli olan her şeydir. Sembolü renkli bir bayraktır ki, onun dalgaları ve güneşinin ışınları altında yaşamak ve bedel ödemek, mutluluktur ve bu mutluluk öyle pahalıdır ki herkesin eline döşmez!

    Serbestî; egemenlik, bayrak ve ülke demektir.

    Serbestî; yaşam aydınlığıdır, onsuz yaşam cehennem karanlığı gibidir.

    Serbestî; onurlu ve değerli kişilerin amacıdır.”

    (Suphîyê Dîyarbekirî, Serbestî, Roja Nû, sal: 1, Jimar: 17, r. 2, Duşemb, 23 Tebaxa 1943, Bêrût)

    [10] BOA, 327-147, R-31-08-1324) (13 Kasım 1908).

    [11] Serbestî, no: 1, Pazartesi 3 Teşrinisani 1324.

    [12] Serbestî, no: 1, Pazartesi 3 Teşrinisani 1324.

    [13] Serbestî, Muhakeme neticesi, no: 3, 5 Teşrini Sani 1324

    [14] Mevlanzade Rifat, Serbestî, Constantinople, no:3, 5 Teşrini Sani 1324

    [15] Serbestî başyazarı Hasan Fehmi Bey, Paris’te tahsil etmiş kuvvetli mantık ve üslup sahibi pervasız bir muhabirdi. (Meşrutiyetten Demokrat Partiye Kadar Siyasi Cinayetler, Serbesti Başmuharriri Hasan Fehmi Beyi Köprü üstünde nasıl vurmuşlardı?)

    [16] Serbestî, 26 Mart 1325, s. 1

    [17] Refik Halit Karay, Bir Ömür Boyunca, İnkılap Yayınlar, İstanbul, 2009, r. 73

    [18] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt-3, İletişim Yayınları, 5. Baskı, 2011, İstanbul, s. 502, 503

    [19] Fikret Başkaya, Resmi Tarih Tartışmaları-4, 1908 Darbe mi, Devrim mi? Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2008, s. 7

    [20] http://kovarabir.com/mevlanzade-rifat-millete-hitap1/

    [21] Hizanizade Kemal Fevzi, Amerikan Tahkik Heyeti Ne yaptı? Kurdistan, Sayı: 14, 23 Eylül 1335 (23 Eylül 1919)

    [22] Kaka Heme, Kürdler ve İntihabat, Kurdistan, Sayı: 14, 23 Eylül 1335 (23 Eylül 1919)

    [23] Rukiye Akkaya, Prens Sabahaddin, Liberte Yayınları, Ankara, 2005, s. 45

    [24] Mevlanzade Rıfat, Türkiye İnkılabının İçyüzü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2000, s. 102

    [25] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbestî Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)

    [26] BOA, 2896-25, H- 23.07.1327

    [27] Serbestî, Birinci Sene, Numara: (156)-1, Pencşenbe 16 Temmuz 1325 (29 Temmuz 1909), Paris, s. 1

    [28] BOA, 604-97, H-30-05-1325

    [29] BOA, 2897-23, H-24.07.1327

    [30] BOA, 335-115,R-28-05-1325

    [31] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbestî Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)

    [32] BOA 11-24, H-27-01-1328

    [33] Mevlanzade Rıfat, A.g.e

    [34] Mevlanzade Rıfat, A.g.e

    [35] Atina’da iken Faruk gazetesinin yayınlanması için Yuvan ve Yorki Efendilerle yapılan sözleme çerçevesinde, Yunanistan resmi varakası (belgesi) üzerine akdolunan şirket mukavelesi aşağıdaki şekildedir[35]:

    Biz aşağıda imzaları bulunan Mevlanzade Rıfat Bey ile Yuvanaki Yusufidi ve Yorki Selaniki Efendiler arasında Atina’da “Faruk” namında Türkçe, Rumca ve Fransızca şimdilik haftada bir ve ilerde görülecek temettüe (kâra) göre günlük olarak bir gazete yazma ve yayınlanmasına aşağıda belirtildiği şekildeki şartlarla şirket sözleşmesini imzaladık.

    Birinci madde: Gazetenin masraflarına iktiza eden (gerektiren) nakdi ve masraf hasılatına tekabül edinceye kadar Rıfat Beye gerekli hususi masrafları borç ihtar etmek üzere ödemeyi Yuvan ve Yorki Efendiler taahhüt ederler.

    İkinci madde: Türkçe kısmının yazılış cihetini Rıfat Bey taahhüt ve deruhte edecektir (üstlenecektir).

    Üçüncü madde: İdare müdüriyeti sıfatıyla satış ve hesaba Yuvan Efendi bakmağa müteahhittir (taahhüt edip üstlenendir).

    Dördüncü madde: Masraflar çıkarıldıktan sonra hasıl olacak her çeşit kârın iki hisse itibarıyla bir hissesi Rıfat Bey’e öbür hissesi diğer iki ortak arasında eşit şekilde taksim olunacaktır.

    Beşinci madde: İdarenin kasa hesap ve defterini Yorgi Efendi tutmaya müteahhittir.

    Altıncı madde: Gerek yazma işlemi ve gerek idare kısmında istihdam olunacak kişi, tarafların seçmesiyle kabul edilecektir.

    Yedinci madde: Yukarıdaki şartları taraflar kabul etmiş olduğumuzu imzamızla tasdik ve üç nüsha olarak teati eyledik (çıkarıp verdik).

    27 Teşrin-i Sani, Sene 1327

    İmzalar

    [36] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbestî Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)

    [37] Mevlanzade Rıfat, A.g.e.

    [38] Ali Birnci, Tarihin Gölgesinde Meşahir-i Meçhuleden Birkaç Zât, Dergah Yayınları, 2001, s. 383

    [39] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbestî Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)

    [40] Mewlanzade Rifat, Serbestî, no: 172, İkinci snen, 1326 (1909)

    [41] Mewlanzade Rifat, Serbestî, no: 172, İkinci snen, 1326 (1909)

    [42] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbesti Matbaası, İstanbul, 1328

    [43] Kadınlar Dünyası, No: 101, 27 Temmuz 1329

    [44] Erkekler Dünyası, İki söz, No: 1, s. 2, Pazartesi, 6 Kanuni Sani 1329 (19 Ocak 1914)

    [45] Kadınlar Dünjasse och Nurieh Hanoum - En Turkisk kvinnotidning och dess redaktor, Dagny, nr 33/1913, rûp.256 (Bu kaynağın Türkçe başlığı: Kadınlar Dünyası ve Nuriye Hanım-Bir Türk Kadın Dergisi ve Redaktörü)

    [46] Rohat Alakom, Kürd Kadınları Teali Cemiyeti, Avesta, 2019, s. 57-60.

    [47] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbesti Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)

    [48] Hetawî Kurd, Sayı: 2, 21 Teşrin-i Sani Sene 1329

    [49] Mevlanzade Rıfat, Muhterem Hetawî Kurd gazetesi kurucularına, Hetawî Kurd, no: 2, 21 Teşrin-i Sani 1329 (4 Aralık 1913

    [50] Hukuk-u Beşer, numro: 1, Cuma, 17 Kanun-i Sani 1919

    [51] Hukuk-u Beşer, numro: 57, Pazartesi, 24 Mart1919

    [52] Mevlanzâde Rifat; Türkiye İnkılabının İçyüzü, Pınar yayınları. İstanbul, 2000, s. 270

    [53] Şaduman Halıcı, Mütareke Döneminin İşbirlikçileri Yüzellilik Gazeteciler, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2021, s. 68

    [54] Kürdistan Teali Cemiyeti’nden Tekzip, Kurdistan, Sayı: 15, 29 Teşrin-i Evvel 1335, s. 190

    [55] Kürdistan Teali Cemiyeti’nden Tekzip, Kurdistan, Sayı: 15, 29 Teşrin-i Evvel 1335, s. 190

    [56] Serbestî, No: 645, Çarşamba 9 Haziran 1336 (9 Haziran 1920), s. 1

    [57]Kaka Heme, Türkiye milliyetperverleri, Kurdistan, Sayı: 19, 29 Mart 1336 (29 Mart 1920)

    [58] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan: Kürd Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Özge Yayınları, Ankara, 1991, s. 61

    [59] Sadettin, Köstence Mektupları: Romanya’da Muhalifler; Said Menla, Akşam, 1 Mayıs 1923, No: 1655, s. 2

    [60] Şaduman Halıcı, Age., s. 70-71

    [61] Şaduman Halıcı, Age., s. 71-72

    [62] BOA, 604-97, 30-05-1325 (H).

    [63] BOA, 416-67, 21-10-1325 (R).

    [64] Geniş bilgi için Bkz. Seîd Veroj. Mewlanzâde Rifat û Serbestî. Stenbol: Weşanên Weqfa Îsmaîl Beşîkçi. 2017.

    [65] Dîyarî Kurdistan, no: 16, 11 Mayıs 1926

    [66] Mevlanzade Rıfat, İttihat ve Terakki İktidarı ve Türkiye İnkılabının İçyüzü, Yedi İklim Yayınları, İstanbul, 1993

    [67] Vakit Gazetesi, 18 Eylül 1930

    [68] Haber, 18 Temmuz 1937

    [69] Mevlanzade Rıfat, Mücadele Yolunda Hakikat Gizlenemez, Serbesti Matbaası, İstanbul, 1328 (1910-1911)